beni benimle bırak giderken etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
beni benimle bırak giderken etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

8/26/23

"çaresizliğim; çaresiz değilim"

 Çevremde ölüm kol gezmeye devam ediyor, lisede çok yakın olduğumuz bir arkadaşımın önce annesi birkaç hafta sonra abisi vefat etti, gidemedim, geç duydum, zaman mekan uymadı ama açık ve net vefa gösteremedim, aynısı halamın kocası için de oldu, iş dedim, çocuk dedim elzem görünen geçerli pek çok sebep vardı ama vefa yoktu o işte... aynısı bana olsa üzülürüm; ve fakat şu saatten sonra vefa bekleyecek yüzsüzlükte değilim, güç bulabildiğimce uzanmaya çalışıyorum değer verdiğim insanlara ama yalnızlık daha tatlı geliyor... aslında acı ama kolay olan bu... ölümden korkmadığımı düşünürüm genelde ama duruma bakınca durumu kabul etmeliyim, arkadaşıma karşı mahcubum ama dayımın cenazesine bile gönüllü gitmedim, y.ablanın öldüğünü sakladıkları için bir umut son anlarında yanında olabilmek için İstanbul'a koşmak istedim vefatını duyunca ayaklarım geri geri gitti... anne tarafından en büyük kuzenim 2 ay önce vefat etti, izin alabilirdim, haftasonuna kadar bekledim, iş arkadaşımın babası vefat ettiğinde maddi olarak elimden geleni yapmaya hazırdım ama cenazede en fazla on dakika durabildim...travma mı? korku mu? psikolojik bir rahatsızlık mı? sadece şımarıklık mı? gerçekten bilmiyorum.

Annem bir süredir hasta, onun hastalığından önce sıkı diyet yapmış ve spora abanmıştım bir ayda10 kiloya yakın verdim ama onun hastalığıyla beraber bütün enerjim terketti beni, spor yapıp ter atarken yediğimin iki katını mideme indiriyorum ama yapılması gerekenler için bile kılımı kıpırdatmıyorum, anneme iyi baktığım söylenemez, oğlumla tatili değerlendiremediğim de aşikar, ben açıkça isteksiz ve yorgunum.

Bir zamanlar "sevmeye yeteceği" olduğuyla övünen ben, nasıl sevileceğini unutacak kadar şuursuzum şimdi.

Kendimi bu kadar suçlu hissettiğim halde neden böyle tercihler yaptım?  

Yalnızken ölüm beni daha çabuk yutuverecekmiş gibi hissediyorum yine de sımsıkı sarılıyorum yalnızlığa, aşk-nefret ilişkisi mi anlamış değilim peki ölüm korkusu bunun neresinde?

Yanımda biri olsun istiyorum, huysuz-yalnız ihtiyar olma düşüncesi uykularımı kaçırıyor fakat sevmek şüpheli bir korku tüneli, sevilmek fazlasıyla yorucu, vefa bozuk para gibi tüketilmiş nereye gittiği bilinmeden...

kendime gelmek istiyorum artık ne zaman dağılacak beynimdeki sis, kalbim ne zaman pasını pisini atıp yeniden atmaya başlayacak, ölüm korkusu diye zırvalıyorum ya ne farkım var ölmüşten, benden geriye ne kaldı merak ediyorum!?

6/14/22

yağmur ılım ılım yağmaya devam ediyor


Sevdiğim şairlerden biri daha göçüp gidiyor yaşamak biraz daha çölleşiyor, kutuplardan bir kıta büyüklüğünde bir parça daha eriyor.

Pek iyi değilim, biraz daha kırgın oluyorum her geçen gün... çocuğumu babasının yeni evliliğine hazırlamaktan kaçınsam da önsezilerim bir de kardeş fikrine de kendini hazırlaması gerektiğini söylüyor, yavaşım bu konularda ama hislerim pek yalan söylemez.

Birlikte oldukları fotoğrafa bakmaktan nefret ediyorum yine de bakmaktan alıkoyamıyorum kendimi, beni paramparça ettiği nokta orda, kaçacakmış gibi birine yapışmak orda, yük değil de nimetmiş gibi, yanında hiç olmadığım gibi... ağzıma kum tadı geliyor, içim kuruyor okyanusta içecek bir damla su olmayışıma... nasip.

Yine ağlıyorum mütemadiyen, tabi ki geçecek ama zorluyor, daha kaç kez cümlesini harfi harfine iğnelere dizdiğimin ciğersizi için bu kısırdöngüyü yaşamalıyım bilmem, kimseyle bir ömür göremiyorum artık, oğlumla bile...

İki gün önce omzumu yaktım, avuç içi kadar omzumda bir yanık çocukluğumdan kalan güneş çillerimi yok edip yerleşti sol omzumun en güzel yerine...  normalde esmerliğimi sevmem -beyaz doğmuşum ama boz belezim bildim bileli- bir tek omzumun tonunu severdim gençlikte, kendimi desteklemek istediğimde koklayarak öperdim omzumun solundan, kim bilir kalbim o yanda diye belki sağın renginden farklı gelirdi sol omzum... canlılığını yitirmiş o tonun üstüne kara mühür vuruldu şimdi, hayallerimde daha parlak ve hoş gelecek rengi özlediğim için o pütürlü yarayı öpemem ama parmaklarımın ucu istem dışı hep orda, avutma isteği olsa gerek...

Çocukluk yaşamamış bir yeni yetmeyken "serçe" adında bir film seyretmiştim, rahibenin teki arzularına ket vurmak adına sırtını derisini yırtacak kadar kırbaçlıyordu, "dünyanın en anlamsız eylemi" diye düşündüm, neden aklıma geldiğini bilemesem de şu zaman "isyanını şahlandırmanın bir ergene uyan yöntemi" diye geçirdim içimden, hayal meyal hatırlıyorum filmi oysa, neden şimdi ve neden o sahne cevabı yok, kaşıdıkça tatlı tatlı sızlayan omzumda mühürlenmiş ton kadar gizli kapaklı... 

Karanlıkta kalmış her şey gibi duygular da ürkütücü, patlayan kaşını yanan omzunu seven ben, derinlerinde kendine zarar verme arzusu taşıyor olabilir mi? tanımlamak çok zor, görmezden gelemeyeceğim kadar da yoğun velakin; ölmek istemiyorum, yapacaklarım arkamdan ağlamasın diyecek kadar uzun, huzurlu ve mutlu bir hayat istiyorum. amin.

3/04/22

"üçüncüyü demledim amma bereketliymiş"

"Evlenmeyi düşünmüyor musun hala?" diyorum, " ne o, ikinciye mi niyetlendin yoksa?" diyor, gülüşüyoruz çeyizlik bardaklarla gazete üstü çekirdek kabuğu biriktirme seferberliğimize başladığımız sırada... biliyorum aslında bu bardakların kutularında değil de kullanımda olması onun bekar kalacağı deklaresi... eski evimin eşyalarını kullanmam, annemle yaşamam ve tek kişilik yatağım da hemen hemen öyle...

Adana'ya dönerken ona daha yakın mevkilerde ev bulmalıydım, bu konuda pişmanım.

Hiçbir şey eskisi gibi değil -geçen onca zamana rağmen bu kadarı geliyor elimden- oysa insanlar değişiyor, zaman değişiyor, ben eski halimi bile yakalayamamışken sadece sırtını görüyorum gidenlerin...  tökezlediğim için, düştüğüm yerde yığılıp kaldığım için kimseyi suçlayamam.

Yine de yitirmek istemediklerim var, hala yakınlarımda olan, elimi uzatsam, az biraz daha hızlansam...

Şaşırtıcı bir biçimde yanımda olanlardan biri, bir zamanlar epeyce ötelediğim bir arkadaş... şaşırıyorum yakınlaşabilmemize, utansam da minnetarım, umarım yine uzaklaşmayız.

 Dün annem 10 yıllık ayrılığın ardından yeniden evlenen çiftten bahsetti laf arasında, sanırım farkında eski hakkındaki hislerimin, sadece beni görüyor ve ona dair varsayımlar kuruyor, olanlardan ona bahsetmeliydim... yanlış tahmin ediyor olabilirim ama yakın zamanda evlilik haberini alacağımı düşünüyorum, iyice tartınca son sefer ne pişman olduğunu söyledi ne de özür diledi, değişen bir şey herhangi aydınlanma yokken yaptığı atak evlilik öncesi panik muhtemelen... pervasızlığı öldürüyor beni, yine de düşünmekten kendimi alamıyorum, aynı şeylere canım dayanmaz farkındayım da hala bakasım yok başkalarına, onunla yaşlanmayı cidden istemiştim... daha iyi yaşıyorum, bunun diyetini kalbim ödüyor.


1/03/22

derin ‘yol’suzluk

 Tamamen yanlış bir yolda olduğumu düşünmeye başladım.

İçimdeki boşlukla mücadele etmek dibi boylamamın asıl sebebi olmalı, halihazırda boğulan birinin yüzmeyi öğrenmek istemesi ironik... neyse ki sığ sular yutmuyor beni, yaşamak için ve derin sulara açılmak için hala umut var.

Neden bunca mücadeleyle nefes alıyorken, o azıcık nefesi bile yitirme uğruna derinlere ilerler insan? meraktan mı? yeterli değil... 

Anne karnındaymış gibi saran bu yoğun boşluğun dışındayken bilinmezin kaygan zemininde yere sağlam basamıyor olmak boşluktan daha ürkütücü... cesur olsam gider mevla'yı mı belayı mı bulacaksam arar bulurdum, yapmak söylemekten zor her zamanki gibi...

Lafın özüne dönecek olursam; beni farklı bir yaşam biçimi ve bambaşka bakış açıları için yola yeterince motive edemeyen merakım, ne sebeple derin düşüncelere dalmak konusunda ölümüne ısrarcı bir güç bulabiliyor içinde? bilmiyorum.

Fiziksel olarak daha kolay görünse de, irade ve denge açısından boşlukta yaşamak çok daha zor hatta böyle bir yolda sağlıklı kalıp aklını korumak imkansız... kişiliğim, vücudum, bilincim, algım mı sebep? kader, yazgı? seçim, irade? ortaya karışık mı desek yine?...yarısından fazlasını öyle böyle dağıttım zaten yemişim yaşamını da ölümünü de, der giderim belki sudan çıkmış balık gibi olmaktan korkumun ta yüzüne tükürüp... kim bilir?

Bunca laf ve yine yanlış yol...


Deli cesareti ver Allah'ım, öfkesi, dikeni çeri çöpü alınmışından ver, aklımı da yetecek kadar bırakıver mümkünse, eksik yamuk da olsa akılsız delirmek bile mümkün olmuyor, cesaret diyordum, evet, delilik işi bende...

7/28/21

asra dönüşen günler

 Oğlumdan bu kadar uzun süre ayrı kalacağımı söylese biri, ölüm döşeğinde olmadığım sürece imkansız derdim.


Her gece kabus gibi... uzaktayken haftada bir aramaya tenezzül etmeyen adamın beni anlamaması şaşırtıcı değil elbet, oğlumu sırf beni üzmek için kullanıyor, ne yaptıysam ben ona... Malsa mülkse evladımın, önceliğim o, her şeyim o...


İnsan neden zulmeder bu kadar? aşka inancımı parçaladı, kendime inancımı sarstı, hayallerim için çabalarımı değersiz kıldı, bana onca yıl yaptıklarının tek güzel sonucu bu çocuk... ona kızmıyorsam, kin kusmuyorsam tek sebebi bu... onu da almakla tehdit ediyor, bağımızı kırmaya çalışıyor, neden yapar insan bunu, benim hatrım yok anladık da senin de çocuğun o, gönlünde kocaman bir çukur açma çabası neden? anlamıyorum...


Ağlasan, sızlasan, tepinsen hatta delirsen de hayat devam ediyor... 30 yılımı yalnız geçirdim, yalnızlığa alışmak mesele değil benim için ama masuma kıymak niye?


Ben 'ruhum' dediğim adamı bırakmışım geride, canımdan can gitse dayanmanın yolunu illa ki bulurum ama benden bile daha kırık dökük bir insan yavrusu nasıl büyür öyle, bir çocuğun omzuna böylesi bir aşk acısı konur mu? annesinin iş dönüşü iğrenç ter kokusuna misk muamelesi yapıp içine çeken "seni çok özlemişim anne" diyen çocuğa kıymayı cidden düşünür mü? havsalam almıyor.


Nadiren öfkelenirim, saman alevi gibidir ama cidden yakıcı ve kontrolü imkansız... küle dönmüş ateşi körüklüyor sonra "yandım anam" dese bile dönüşü olmayacak, ben yanacağım da o kalacak mı? Peki ya iki ateş arasında kalan yavru, ona ne olacak? 


Sabır, sabır, sabır...


4/16/21

uğurlar ola...

 Oğlum bir hafta evde olmayacak. 


Hüzünlü ve huzursuzum, oğlumun iş dönüşü evde olmayacağını düşününce kalbim ezişip büzüşüyor. 


O çok heyecanlıydı, 2 gün önceden bavullarını hazırladı, gözleri çakmak çakmak büyük bir hevesle gitti, kursağında kalmaz inşallah... 


Yavruma başından atamadığı bir sorumlulukmuş gibi davranmasından çok korkuyorum. Sorumluluğunu anasına yıkacağı için şimdilerde çok sıkıntı yok aslında, Allah uzun ömürler versin.


Ona baba olmaktan kaçındığı zamanlar er ya da geç gelecek, izin günlerini kuzuma feda ettiğini düşünecek kadar sık görüşmediklerine memnunum...


Bana nakliyesi ederinden pahalıya mal olan, kendisinin gözden çıkardığı, benim atamadığım-yakamadığım döküntüler için diş bileyen adam, oğluma ettiği masrafları da bir kenara yazıyor olmalı... 


Babası yeni aileisini tanıştırırken kalbi kırılacak biliyorum, umarım biraz daha zaman vardır o güne, umarım çok yaralanmaz, düşe kalka büyüyecek biliyorum ama  çok küçük daha, çok masum...


Anneme 40 yaşımda bile kızgınım, o adam için... baba daha mı normal hissettirir? O aileyi bir bütün olarak görüp dahil olmak ister mi? 


Yanımda kaldığına pişman olur mu? tek başına çabalayıp duran bu şapşal daha mı acınası hissettirir ona? bazen sert davranıyorum ona ama sevgimi esirgemiyorum hiç, yine de eksik hisseder mi çok? ikimizden de nefret ettiği zamanlar olur mu? korkuyorum...

12/28/20

Arkaya acemi şoför yazsam mı?

 

Arabayla ilk kez trafiğe çıktım, katetmem gereken çoooook uzun yolum var hala... dilerim kaza bela olmaz.


Yıllardır süreceğim diyip geride durdum şimdi mümkün olduğunca ilerliyorum, sanki bu engeli aşarsam eşime dair önemli bir viraj alacağım gibi geliyor. 


Kendime yetmek istiyorum, kendime yıllar sonra bile isteyince olacak bir hediye olsun istiyorum.


Tanıdık birinden yardım alıyorum şimdilerde sürüşlerim için, tez zamanda daha iyi olur her şey inşallah...

12/21/20

zemheride soğuk su

 Birkaç günden beri allak bullak olmuş durumdayım.


Eski kocam bana alenen yürüdü... derdi barışmak değildi, yeniden başlamak değildi, yanılsam üzülmekten çok sevinirim ama belli ki derdi intikam bile değildi. 


Bildiğin bir vücudum var, sıfır gizem, herhangi bir numarası da yok, etten ve bolca yağdan ibaret... evliyken dönüp bakmadığın veya umursamadığın bu et yığını şimdi neden!?... saçma, benim aklımın alabileceği bir şey değil bu, bir vücudun çok ötesinde şeyler verdim, cidden çıldırtıcı... 



bu adamla açtım gözümü, yıllarca gözümün ucuyla bir başkasını süzmedim, bu sülükle gönlümü kilitliyorum, ne acı...


Bu olayın sabahında geçmişe dönmeyi dilemiştim, hamileliğimin son aylarına, her şeyi farklı yaptığımı hayal ettim hatta umutsuzca yalvardım, duanın gücüne inanıyorum. Neyse ki Allah gerçekten merhametli, gerçekleşmesi facia olacak şu saf salak duanın içtenliğine rağmen beni korudu, teşekkür ediyorum.


Çocuğum ve yaşanmış tüm güzel anılarım adına minnettardım, şimdiyse dilimin ucuna gelip gelip gidiyor beddualar, bırak dilimin duasını zehirlemesin, diyip yutuyorum.


10/08/20

Bu da böyle bir anı olsun

Boşanıyorum.

Yasal süreç başlayalı neredeyse 2 ay oluyor ve yaklaşık 1 ay sonra tamamıyla bitecek. Benim içinse 3 kere söylenmiş tek bir sözle manen sona erdi, sözcüklerin gücü ürkütücü...

Çok çalıştığım bir derste tekrara kalmış veya üniversite sınavında soruları kaydırmış gibi hissediyorum, evliliğime notlar veriyor değilim ya, öğrencilikten daha iyi bildiğim bir şey yok şu dünyada... "sıfır, otur yerine" sesi kulağımda.

Üzücü fakat üstündeki tonluk bir kayadan kurtulmuşsun gibi aynı zamanda... akmasını beklemediğim anlarda gözünden inen yaşlar olsa da ılık bir yağmurda duyduğun bir ferahlık hissi de var.

Ne olduğumu nasıl hissettiğimi söylemek için erken muhtemelen, şimdilik böyle... hala ailemden destek görüp, arkadaşlarımdan teselli duyarken böyle... dost acı söylemeye ailem iyiliğimi düşünmeye başladığında dananın kuyruğu kopacak büyük ihtimalle...

Tek tesellim oğlum, en ağır yük onda, haksızlık ediyor olmaktan korkuyorum... dilerim hayat hep iyilikler güzellikler getirir ona... Ben bunu sağlayamam ama dua kaderi bile değiştirir derler, dualarım şimdi sadece oğluma...

Evliliğimin başından beri hata olduğunu söyleyen veya ima eden bir sürü insan oldu, bu da bana yapılmış bir haksızlık gibi geliyor, bu kararı veren bendim, bitti diye silinip gitmedi ki, yaşanmasa daha mı iyiydi? sırf kuzumun varlığı için bile katlanamam düşünmeye...

'kendi düşen ağlamaz' diye baskı kurmaya hak buluyorsa bu toplum, ne demeye düşenin yoluna sövüp dururlar anlamam... yolumdaki taşları almayacaksan şayet; düşmüşüm, kalkmışım, ağlamışım, gülmüşüm sana ne...

Boşanmanın en kötü yanı, kararlarının 5-10 kişiyi birden fiilen etkileyeceği çok bilinmeyenli bir denklemde tüm sorumluğu almanın beklenmesi, en kötü kararın bile kararsızlıktan iyi olduğu dipsiz bir kararsızlığa itilmişsin hissi, en kararlı kararsızlık hali...

Bayılmıyorum boşanmaya, evlilik tek başıma yürütebileceğim bir durum olsa asla boşanmazdım. Bittiyse inkar etmek intihar etmekten farksız evlilikte... 

Boşanınca daha çok ilmek hissetmek boynunda, aradığı huzuru vermiyor insana... nefes alma isteğim sessizce geri çekiyor kendini, nefesimi yeniden tutuyorum.

Eskiyle aramda 10 yıl 30 kilo ve sorumluluğunu üstlendiğim bir can var ama eskisi gibi can-ı gönülden söylemek istiyorum "bu da geçer yahu" 

3/26/19

tek taraflı aşkların bedevisi

Özendiğim tüm yaşlı aşıklar, yüzümü size dönmeyeceğim artık... çeyrek asırlık sevgililer daha nice yıllar dileklerinizi duymazdan geleceğim, sokaklarda aşkla bakan gözler hiçbirinize göz süzmeyeceğim... pes ettim.

Neydi yani beklediğim?... anka kuşu gibi küllerinden doğacak bir aşk mı umdum, bu yaşta ne saflık ama... yuvamıza sahip çıkacağız, bunu atlatacağımıza eminim demiştim, öngörülerim gerçekten berbat...

Hem aldatıp hem boşanmak isteyen yine de şartlarıyla hatta tehditleriyle beni bu lanet şehre bağlayabileceğini düşünen muhterem, sevgili kocam, aşık olduğum adam... hep böyleydi... kendine bu kadar değer vermesi her daim cezbetmiştir beni... yine de çok kırıcı... 

gözümün içine baka baka yalan söyleten ne sana?.. aldatmaya sebep neydi onu da anlayabilmiş değilim, tamam, mükemmel değilim ve şişmanım, kabul umarsızım da çokça ve lakin her an çekip gidebilirdin, aldatmasan da sadece boşansan kendimi suçlu hissederdim kesin.

Peki ya neden bu kusurlarla dolu kadına dönüp geldin sen?... hiçbir şey olmamışcasına günler, aylar belki de yıllar geçirdin, neden?... nefes alabildiğini hissetmedin mi bende?... bu da mı hüsnü kuruntum.

Sana arsız, damarına damarına basan cümleler sarf etmek istiyorum, neylersin ki eyleme dökemeyeceğimi senin de adın gibi bildiğin üç kıçı kırık kelimeyi alır beni yaftalamak için çok güzel kullanırsın, bu da senin çekiciliğin ne yapalım, pratik adamsın vesselam... 

Neden hala sarılıyorsun, madem çok da meraklı değilsin beni görmeye neden bana bakıyorsun, neden sesime katlanıyorsun seni daha da itiyorsa söylediklerim... kiminle yazıştığımı neden umursuyorsun... beni kolayca unutacaksın madem, neden sevdin, madem beni darmadağın ortada bırakacaktın, neden buralara sürükledin... madem iyi adamdın neden bana kötülük ederken gözünü kırpmıyorsun...

Senin hikayende ne yerim var ki, bitmek bilmiyorum?... doğabilen tek çocuğunun annesiyim diye mi?...

Sevgilim, kalbim çok ama çok acıyor.

1/13/16

Ne yapıyorum ben?

Hayata sürekli kastırıp durmak çok sıkıcı... rahatlamam gereken zamanlarda kendimi yiyip bitirmek ya da saçma sapan tavşan deliklerinde kaybolmak, fantastik diziler, ütopik yazılar ne olursa işte... Ne yapıyorum ben cidden, gerçekten yaşıyor muyum? Son bir haftadır bir aydır bir el var boğazımda, Pazar gecesinden beri gırtlağıma kadar yumruğunu yerleştirmiş bir el var "boğuluyorum" demek bu şey için az... Ne yapıyorum ben, neden yapıyorum bunları kendime?... herkesin hayatında zorluklar var, herkes bambaşka sınavlardan geçiyor ama hiç kimse ben değil, peki ben yaşıyor muyum gerçekten?

Yolun yarısındayım, yarış atı gibi koşturmaya zamanım var mı? korkuyorum, yığılıp kalmaktan... beni safiyetle seven o minnacık kuzuya dibe vurmuş akşamlarımı veriyorum, ondan daha ne kadar dolu dolu beni sevmesini bekleyebilirim ki? kaybetmek istemiyorum bunu, sevgiye dair elimde olan tek güzel şeyi, mahvetmek istemiyorum, ellere bırakıyorum, hiç güvenmeden, hiç istemeden, kırılarak, bazen kırarak, hiç istemiyorum hiç... ona hayatımdan bir ışık verebilecek miyim? böyle koşarken, yırtınırcasına koşarken... yanında olsam onun için yumuşak karnımı saklayıp, derimi kalınlaştırmaya kasacağım bu sefer, peki bunu kaldırabilir miyim, koruyabilir miyim onu tüm incinmelerimden?...

Ne yapıyorum ben, yaşadığımı sanmıyorum, nefes bile almıyorum, bu dört duvar varsa ben de var mıyım, var mıyım hakikaten? bunları yazarken ben miyim, bunu yazabilmek için bile kasıyorum, her yerim ağrıyor, kemiklerimden iliklerime her yerim, oysa baksan tüm gün oturmaktan başka bir şey yaptığım yok, çılgınlarcasına koşup ruhumun iplerini tel tel gerdiğimden kimsenin haberi yok, tahmin edenler var belki, onlar da şüpheli, ne yapıyorum ben, kime yapıyorum bunu?...

insanların kalbine dokunmaktan oldukça uzağım, farkında mıyım? duvarlar sadece bu yerde değil, bu soğuk şehir kalbimi titretiyor, önce uyuştu sonra tatlı bir uykuda çoktan can verdi belki, beynim karıncalanırken bu varlığımın kanıtı işte demek istiyorum, yalan, otomatikleşmiş tüm o davranışlar, düşünmeden sadece yönelerek... hayır, düşünmekten de uzağım, peki onca saçmalığı beynime sokmaya çalışırken olan ne, bu yazının bir bilgisayar ekranında olmasından daha fazlası değil ya da herhangi belgenin işte...

ne yapıyorum, ne?...

koşmak kaçmak için değil, kaçamam, öğrenilmiş çaresizlik dedikleri mi? belki... kapılar var koca koca açsam bile ötesi daha da yavan, yaşanır mı? duramam, duramam da ne yapıyorum ben? neden?...

10/29/12

evim gurbet oldu, eloğlu elim avucum...

kocayı ankara'ya annemi de yürüyüşe gönderdim evde kös kös oturuyorum.

buralarda durasım hiç yok, "çok da evlilik meraklısı değilim be ya" söylemlerim geliyor da aklıma, gülüyorum, meğersem içimde ukde kalmış, yoksa insan böyle hemencecik benimser bağlanır mı?

kendimi oyalanacak yığınla nevale bulmuşum, hepsi de bomboş...hizayı bulmam zor oluyor, özellikle geçen sene hazırlanıp durduğum sınavda hatta ondan önceki seneki sınavda ve hatta son birkaç yıldır envai çeşit kulvarda habire çuvallayıp duruşumun nedeni kesinlikle dikkat eksikliği ve o boş beleş uğraşlar...

ne kadar güçsüz düşmeye başladığımı, enerjimi daha akıllıca kullanmam gerektiğini fiziksel zorlanmalarla farkedebiliyrum! eh ne de olsa hastalık, stres, kaygı, telaş aralıksız sürüp gidiyor, onlara harcadığım enerji isteklerim için efor harcama fırsatı bırakmıyor artık...birdenbire kıymete binen performansımın ve zamanın ötesinde kendini gerçekleştirme isteğimin altındaki sebep bu -evi çılgınlar gibi özlememin ardındaki bile bu, görebiliyorum- fakat yabanıl yanlarımdaki otları çekip sevimsiz huylarımı budayınca aşılama yapacak dallar gerekiyor, iyi huylu yeni arkadaşlarla geyikler, eski arkadaşlarla derinlemesine muhabbetler harika olabilir şu aşamada, ne varki bende insan içine karışma istidadı körelmiş beyhudeliğin içinde, ihtiyacım olduğunu bile bile adım atmaya gayretim yok, hayınlığa devam göz göre göre...


8/27/12

araf


kütüphane yerle yeksan oldu, yerine bir koca duvar, ahşap bir kapı ve iki yeni mesai arkadaşı geldi, bunu nedense zerre kadar önemsemiyorum, gerçi inşaat ve yerleşme faslı çok sinir bozucu, kişilerle yakınlık kurma aşamasına girmeyi de hiç istemiyorum ama bariz bir umursamazlık hakim tavırlarımda…

kitapları da özlüyorum bir yandan...okuma gereği uyandırmayan bir yığın kitabın varlığı beni rahatsız ediyordu ilk zamanlar, neden özlüyorum bilmem, okunmasını gerekli gördüğüm bir yığın kitabın benden uzakta ve okunmakla keskel alaka oluşundan olabilir elbet...

işyerinde yerimi yadırgıyorum, bu yeni oluşumun içindeki eski tek şey olmak kötü...alıştığım yerleri bırakmak gibi gelmediği için artık gittiğime pek üzülmüyorum, çalışmaya devam etmek konusunda sıkıntılı bir evre geçiriyorum fakat geçen haftaki bunaltının ardından bu fikrin üstüne koskocaman kalın bir perde çektim, eninde sonunda her şey olacağına varacak, hayırlısı bakalım.

4/29/12

bulanık su derin olur

sıcak pudingin üstüne soğuk süt içtim, dişim sızlıyor, dişimi metalik kaplamasına değin siniri henüz alınmamış minelerimde hissediyorum, evet, bu tam da içinde buluğum durum...sıcacık bir hisse yanmışken adam durduğu noktadan daha da uzağa gidiveriyor, tut ki çok yazar diye telefona bile hasret gidiyorsun, oluyor böyle...umarım sadece bazen...bazen yalnızlık iyidir ama sadece bazen! nedir yani, olmuyor mu, o olmasa gönül sevmiyor mu, seviyor elbet, ne farkediyor ki diyeceğim  ya yüzüm gözüm eğilecek diye korkuyorum! uyumadan önce sesini duymasam sabaha hiç çekilmiyorum, gece boyu rüyamda ne diller döküyorsam sesim bile gidermiş bazen...

düğüne birkaç ay kaldı, pek heyecanlı görünmediğimi söylüyorlar, ben hiç böyle hissettiğimi hatırlamıyorum, son birkaç aydır durduramadığım bir iştahım ve onca çabaya rağmen aldığım kilolar şu zamana denk gelmişse pek tesadüf olmasa gerek, eh iki yıldır gayet iradeliydim, ders konsantrasyonum bile alt üst, tüm bunlar dışa vurulmakta güçlük çekilen bir teleşın yansımaları zannımca...yazmak iyi geliyor.

okuyan birileri varsa -ki öyle umuyorum- duygularımı yaşıyorum, mütemadiyen içimden, arda kalan zamanlarda bizzat ve fiilen...


3/23/12

huy canın altındadır cancağızım

alışkanlık aşktan betermiş hakikaten azizim...bir haftadır aramadık arkadaş bırakmadım neredeyse, ı ıh kesmiyor, mail, internet sefaları, ders mers, şarkı şiir, yok yok...illa ki bir şeyler eksik...akşam on-onbir gibi kaşıntılar tutmaya başlıyor, bitleniyorum, bir hafta daha yurtdışında olacak bakalım, bahar alerjisinden önce bu ayrılık sıkıntısı derime işleyip beni pul pul dökecek zannımca...nerden icap ediyor bu alışkanlıklar bilmem, maillerimi dakka başı kontrol etmek evvelce yapışıp kalan huylardan, blog yazmak dahi eskilerden kalma bir alışkanlık esasında...huysuzluğum neden veya nereden, muallak hepsi!...

8 eylülde düğünüm var, nikah bir gün sonrasında, farklı şehirlerde, başvuru işlemlerini ayrı yerlerden hallediyoruz, tek başıma başvuru yapmak iyi hoş da değişik, evlililk izni istiyorum pos bıyıklı amcalardan, pîri fâni belediyeciğimiz elini öptürüyor (bir öpücük 58 tl, ucuza gitmiyor muhterem), olay burda bitmiyor elbette, işlemleri yalnız yürütmek ayakta durabilme havaları falan veriyor, gayet fiyakalı, herkesin onu sormasına da tamam, soba borusu değil ya soracaklar muhakkak, benim anlamadığım başvuru için gittiğim her yerde "eşin" ya da "kocan" denmesi, her defasında afallatıyor beni yemin ederim, hele bi durun yahu, alışmam için azcıcık zaman verin, değil mi ama?...

10/17/11

buraya yazmaya hasret kaldım.

duygusal yoğunluğumun zirve yaptığı noktalarda nasıl oluyor da yazamıyorum?...şöyle ki; ormanlarından geçilmeyen yemyeşil dağların bile başı kel! zirveden göğe falan fışkırmıyor insan, duygusal anlamda bir kısırlığın pençesine düşüyor bence, ne zaman ki eteklerinde gezinip dolaylarında bulunuyorsun o sıra karşında duran büsbüyük duygulardan çabadan falan feşmekandan bahsedebiliyorsun işte, hatta ağzın dilin durmuyor anlatacağım hevesiyle...

bugün sevmenin nasıl olduğunu soran bir yeni yetmeye "düpedüz aptallık" dedim, adam küfretse bile bakıp gülümsemek istiyorum sadece, kulağa bundan daha aptalca gelen başka bir şey olabilir mi?(acı ama gerçek)aptalca olduğu kesin velakin bütün uyuşturuculardan daha iyi kafa yapıyor, yan etkilerine kendisinden daha fazla dikkat edilmesi gerekmekle birlikte tamamen sağlıklıdır, hayat bile kurtarır, dozunda kalırsa elbette...aşk iyidir hani demem o ki kafam güzel mütemadiyen...

haftasonu yüzükleri aldık, nişana daha bir aydan fazla var ve fakat o zamana kadar bir daha görüşme ihtimalimiz pek yok, bunu son gün hengamesine karıştırmak istemedim, en azından keyfime göre oldu, üstelik kendimi duruma hazırlayıp korkularımla yüzleşmek için zaman da kaldı, dün taktım yüzüğü öylece baktım dakikalarca mesela, o küçücük yüzük gözümde büyüdükçe büyüdü ve olağan boyutlara döndüğünde benim cevaplanacak daha çok sorum, sorunlara bulacak daha fazla çözümüm oldu şükür...kışkırtıcı tereddütler ve onulmaz heveslerle doluyum.

uzak olmak ne kötü, kızıp küsmeye de sevip öpmeye de yeterince vakit yok...

8/10/11

'mavi duvar' iyiydi yahu, bizim evin duvarları da mavi

"aşk sırça bir köşktü, viran oldu ve geriye yalnızca kırık uçları sivrilip keskinleşmiş camlar kaldı, üzerinden şöyle bir geçildiğinde bile batan, acıtan, kanatan..." diye zırvalıyorum içten içe ve fakat aynı dakikalarda annemin camdan yapılmış bardak çanak türevine 'cıncık' dediği aklıma geliyor, kendimi tutamadan ufak bir kahkaha kaçırıyorum ağzımdan, hani şu homurtuya benzeyenlerden, ağlarken çıkardığım mırıltılardan iyidir kesin!

derin bir huzur kaplıyor etrafı, kocaman gülümsüyorum, eskisi kadar şiş yanaklarım olmasa da gülüş eh işte idare eder, en azından huzurluyum, huzurumun başımın üstünde yeri var, kızarmış yanaklarımın bile üzerinde...öyle ya huzuru başüstüne alıp ise pasa çamura bata çıka yaşıyorum hayatı, başkasının hayatını yaşıyormuşum hissinden üç beş adım ötedeyim çok şükür amma elalemin elinden çıkma tahta bacakların üstündeymişim gibi de yabancıyım gidişe, adımlar benim, gel gelelim bunlar ne ayak akka, hı, ne ayak?!

doğruyla yanlış arasında volta atıyorum, leş gibi bir hapishanenin pis duvarları gibi birbirlerine benziyorlar her geçen gün biraz daha...tuttuğu yosuna kadar tanıyorum duvarları ama artık ne farkeder, özgürlük esaretin en acımasız zindanı olmuş bir kere, doğruya da yanlışa da işemişler boş buldukları yerde mendebur herifler, kimin kimsenin yaralı parmağı olduğundan değil ya laf olsun işte...

tüh ki suçlanacak şeytanları da bağlıyorlarmış ramazanda, kendime kıyamadıksıra sokardım parmağımı şeytanın kör gözüne, fena mı!...

7/17/11

uzaklar bu kadar uzak olmasa iyiydi.

"uzuyor yıllar gibi dakikalar sen yoksan" diyor sabite tur gülerman, amma da içli söylüyor hatun, kimbilir hangi meyhanelerde kimler kafa buluyordur şimdi bu şarkıyla, ben melissa içiyorum ilk kez beni mayhoş etmek yerine uyuklatıyor bu çay, bugün her şey tersine...

evdeki her şeyi yerinden ettim, dip bucak temizledim, tek toz bırakmadım velakin içimdeki hasretin tozu pası aynen duruyor, yani püf dese muhterem ortalığa yığınla pislik kalkacak, ne diye yani; vallahi hasretten billahi de hasretten!...

var ya istanbul'da olmak vardı şimdi...şu sıcakta soğuk soğuk terlemek vardı heyecandan, yanında olmak vardı sevdiğimin -istanbul bilirsin seni de çok severim ama anla işte başka- sonra üç beş arkadaşla güzelleşmek vardı, nefes bile almadan hayal sosu bolca leziz cümleler kurmak, ballandıra ballandıra anlatmak her hissin yansımasını, var oğlu vardı işte; efil efil düşlerde gezinmek, benim için rüya olmuş bir şehirde gerçekten olmak, yamacında, kıyısında, yanıbaşında hani...

içimdeki şey -her neyse işte bu- öyle güzel ki anlatmak güç fakat anlaşılıyor bence, anlatamıyorum ve buna rağmen bir şekilde biliyor bunu insanlar, hatta bana öyle geliyor ki görenin "bu kızda bir hal var" diyesi geliyor, bak bunları anlatırken bile çehrem değişiyor üstelik...yanaklarım al al, oysa utanma faslını geçmiş olmalıydık, ay geçti sene geçti, olsun, güzel bu yanaklarımdaki yanma hissi, en az içimdeki kadar güzel...hep de böyle kalsın n'olur...

o değil de yalnızlık bana böyle tutkun olmasa iyiydi.

7/03/11

bir bir gidiyorlar.

bugün en yakın arkadaşlarımdan biri evlendi.

kız kıza dans edenler, oryantallere özenip dağıtsa da karizmayı bir daha toparlayabileceği meçhul ergenler, kös kös oturan teyzeler, ağlayan, kusan, pistte fır dönen, yerden cips yiyen, masaüstünde uyuyakalan çocuklar, çocuğuna göz ucuyla bakıp halaya devam eden analar, zeybek sırası gözleyen babalar, davullar, zurnalar, kendini piyanist şantör sanan salon çalgıcıları ve niceleri, tekmili birden düğündeydi, olağan hallerdeydik, keyfimiz yerindeydi, sonrası her zamanki hikaye işte; gelin hem ağladı hem gitti.

arkadaşı için seviniyorum; yıllardır bu birliktelik için çaba harcıyorlar ve tahminen vasatın altında bir çift olmayacaklar... onu mutlu görmek güzel ama dikkat ettim şaşkındı, sanırım kendini bu işin olmayabileceğine o kadar hazırlamıştı ki pek tadını çıkaramadı.

çiftin teki zaten yetim, diğeri öksüz sayılır, çalgıcı efendi desen arada öyle şarkılar sıraladı ki salonun atmosferi giderek koyuldu ve tabi düğünün sonunda gelin bildiğin içli içli ağladı, eh haliyle ne hevesli halleri ne cânım gülümseyişleri kaldı akılda... mutlu olmak bu kadar zor mu olmalı? biz miyiz yoksa bunu çetrefilli hale getiren? oysa üzüntüler gayet doğal sebeplerden, mutluluk da bir o kadar doğal, teraziyi şaşırtan bizim dengelerimiz mi acep?

zaten düğünde fena halde içim sızladı, ben daha o dakkaya kadar durumu kavrayamamışım; en yakın arkadaşlarımdan biri elalemin adamının peşine takılıp başka bir şehre gitti, uzağa! istediğimde yanına gitmeyi bırak arayamam bile artık, gecenin bir yarısı saatlerce konuşup gülüşmek veya kafa ütülemek başkasının tekelinde, evli bir kadını o saatte rahatsız edemezsin, elbette yeni evli hatuna "sıkıldım cancağızım, haftasonu sizdeyim" diyemezsin... şu an onu arayıp laflamak için tutuşuyorum, evet, daha ilk gününde...bencilce farkındayım, ben gitsem ardımda böyle hisseden insanlar kalacak fakat bu beni gitmekten alıkoymayacak, bunu da biliyorum ama keşke işte keşke...

5/11/11

hasıraltı

bak yine yaptım! hayaller kurdum, kırılıp dökülüşlerine aval aval bakıyorum.

gerçekleri umursama, düşleri yoksay, çaresizliğine dövün, beceriksizliğinden yakın, hayır, hayır, sadece sabret.

eskiden sıkça hissettiğim -belki de hayal ettiğim demeliyim- görüntü beynimde canlanıyor yine, defalarca; göğüs kafesimi parçalayıp fışkıran bir kaynak beni hızla içine alıyor, dibine çekiliveriyorum, derken o boğulma hissinin hemen ardına suyun içinden yükselerek belime kadar sıyrılıyorum ve kendimi bırakıveriyorum tekrar, sonra yüzüstü suyun üstünde akıntıya koyveriyorum bedenimi, sakinleşince gözlerimi kapatıyorum, orda kapanırken gerçekte faltaşı gibi açılıyor gözlerim, genelde yürürken olup bitiyor bunlar...daral mı geliyor acep?

ben bunları hakedecek pek çok hata yaptım, yapmam gerekenler yerine içimden gelenleri yaptım, yapmakta zorlandıklarım söz konusuysa sadece elimden geleni yaptım, onu bunu dinlemek yerine kalbimin hükmünü sürsem ölümüm bile gelse kanım akmaz sandım, dilin dediğiyle gözün söylediği bir değilmiş, bildim, insan nasıl da hızla özünden uzaklaşabilirmiş, öğrendim, unuttum, yalan oldum, şüphelerimin üstüne gittim, yanılgılarımı sevdim, sevdiklerim konusunda yanıldım, yine de umutluyum, yine de sabretmeye gücüm var.

ve fakat alabildiğine yorgunum, uyku saatlerim uzayıp gidiyor, bilmem tembellikten mi, depresyondan mı, hayalciliğimin gerçeğin sınırınlarında yer bulamayıp düşe sürgün gitmesinden mi ya da havalardandandır belki...

sıcaklar boğuyor, düşünmek de öyle.