kara kaplı defter etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
kara kaplı defter etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

4/28/23

kırkikindi


 Yaşam; sanki az önce dolu yağmamış gibi parıldayan, yapraklardan puslu buharlar yükselten güneş gibi... yazmadığım süre içinde yaşadığım onca olay, derinime işleyen onca his gözümü kamaştıran ışıklar içinde kayboldu gitti. 

Adana'nın en sevdiğim yanı ılık yağmurları, hayat unutabildiğim sürece daha katlanılır, kara bulutlar güneşle ılık kucaklaşmalara bahane olacaksa ne ala, üşütmeyecek veya canımı acıtmayacaksa ıslanmak başım gözüm üstüne... ısıran soğukları, buza kesen yağmurları, karda yürüyemediğim yokuşları sevmiyorum... kar yağdığını görmeyi özlüyorum elbette, ayazın yaladığı kemiklerin ısınınca gerinip katıdan sıvıya dönmüş bendine sığmayan ırmaklar gibi hissettiren coşku elbette güzel... yine de gün açtığında çıplak ayakla yağmur çukurlarını topuklamayı bulmuyor hiçbiri.

Şu an sevdiğim havalara güzellemeler yapacak kıvamda pamuk gibiyim ama yağıp gürlüyordum bir süredir, hiç yoktan yere veya yerli yerince öfke saldım dört bir yana, olmadık bir tartışmaya girdiğim adama öyle tepki gösterdim ki "yoksa bu adama ilgim mi var, niye abarttım ki" şüphesi bile duydum, ardından 'eski' yırtık dondan çıkarcasına attığı cinsel içerikli mesajla yoklayınca "yahu ben erkeklerden tiksiniyorum ondan bu reaksiyonlar" diye kendime geldim... ha o mesaja gelirsek; soyadını değiştirdiğine olumsuz tepkilerimi duymak istemediği için önden sinir patlatma hamlesi gibi bir şey... tabi benim yorumum bu, derdi ne kimbilir... Evlenmeden hemen önceki hamleleri yüzünden evli olduğu kadına da sadakati olmadığını biliyordum, şaşırtmıyor bile durup durup saçmalaması... yine de güzel anılar var tutmak istediğim, her seferinde biraz daha kararıyor, böyle böyle yok olup gidecek diye korkuyorum, o sevdi/sevmedi ayrı hikaye, kendi payıma düşene yüreğimi koydum, işte o güzelim anlar kesiliyor ya kenarından köşesinden böyle böyle, o bakmalara doyamadığın resimden çok kestiğin makası hatırlatır oluyor ya... zor... kafanı çevirip görmek istemeyeceğin kadar zor.

Sadece "özledim" dese, özlemine kıymet verebilirdim, tek hissettiğim şu an tiksinti, aşağılanmışlık, alay... yanında çırılçıplak uzanırken sırtını çevirdiğin, kadınlığını mahremden şaibeliye çevirdiğin, umumun "kadın olsaydın"lı sorgulamalarına maruz bıraktığın insana "yoklukta gideri var" muamelesi çekmek değersizleştiriyor.

Aslında üstesinden gelmeyi kolaylaştırıyor böyle durumlar; kendime güvenim ve sevgim güçlü değil ama kendimi tanıma konusunda azimliyim, tamam zamanında eğreti çabalara girmedim değil, yanlış sorulara olmaz yanıtlar vermedim değil ama eminim ki ben o ilişkilendirdiği şey değilim. 

Hissettiğim şey neden öfke değil de tiksinme? emin değilim... hayırlısı bakalım, zaman yaraları sarıp pek çoğunu iyileştiriyor, kör topal da olsa devam edip gidiyoruz, yaşamak güzel şey vesselam...

2/14/23

geçer...

Fotoğraf masamdan, arka fonda hala sünger yatak battaniye vs var, evine dönmeye korkan veya artık dönecek evi olmayan bazı çalışan yakınları hala bizimle kalmaya devam ediyor, eve sağlam raporu verilince ben evime geçtim, yalnız kaldığım düşüncesiyle rahat edemeyen annem de döndü, oğlum da yanımızda olsa iyiydi ama deprem hala tüm konuşmaların ana gündemi, korku güneşli günlere rağmen soğuğunu yayıyor etrafa, bir hafta daha kalmasına pek de itiraz edemiyorum o yüzden... 

Adana'da çalışmaların tamamlandığını söylediler, kayıp bir arkadaşın daha ölüm ilamıydı benim için... biliyorum henüz tam olarak idrak edemedik, boşluklarla dolu yerlere bakmaya başladığımızda o boşluklar tüm andaçlardan daha büyük ve etkili olacak ve zamanla bu da unutulacak ne yazık ki...

Gölcük depremini duyduğumda yayladaydım, Adana depreminin anısı taze olduğundan duyan herkes ağlamaya başlamıştı, kaybın ne kadar çok olduğunu bilmediğimiz halde, elektriğin olmadığı dağ başında çığlıkları duymadığımız veya ekrandan dehşeti izlemediğimiz halde derinden sarsıldık, iki sene sonra okumaya gittim oraya, bin parçalık yap-bozun kayıp üç beş parçası gibi duran o boşluklar kanımı dondurmuştu, deprem sözcüğünü kullanmak şöyle dursun o sene olmuş herhangi şeyden bahsedecek olsan insanların yüzüne ölüm soğukluğunun geliverdiğini görüyordun, aradan yirmi seneden fazlası geçti rafta kalmış dehşeti kucakladık yine... ders alınmasını umuyorum bu sefer ama umudu boyundan büyük yerlere yükleyip arkadan öylece bakmak istemiyorum bu sefer, kendimden ve oğlumdan başlayacağım nasipse eğitimse eğitim, donanımsa donanım...

Depremde hal hatır sordu ve ilk gün ihtiyaçlar için yardım gönderdi eski, ummadığım kadar insancıldı, eminim oğlu yanımda olmasa arayıp sormak yardım etmekle ilgilenmezdi ama darda kaldığımız kısa zaman diliminde yardımını gördük, diliyorum o da sıkıştığı zamanda yardım görür... burdakilere laf olsununa soracakları bir hikaye oldu benim acım, tuhaf... eskiden olsa ya çok konuşur sorulandan fazlasını anlatırdım yahut susar içime atardım, şimdi sorular kadar güdük kaldı hikaye, ölüm tüm duygusal fırtınaları süt liman edecek gerçeklikte ne de olsa... 

Uyuduğum ama gözümün önündekileri gördüğüm gözlerimin bilimcimden önce açıldığı sabahlara uyanıyorum yine, yattığımdan daha yorgun uyanıyorum, elbet bu da geçer yahu... aramaya sormaya fırsatım varken özlediğimi benim için değerli olduğunu söylemediğim dostlarım, arkadaşlarım, yakınlarım, nur içinde yatın, şimdiden özledim, Allah hepimize rahmet etsin.

10/25/22

ay karası

 İnsanlar çok yoruyor beni, üzücü, kırıcı, her sözüm her anımla israfmışım gibi hissediyorum baktığım yüzlerde, buraya yazarken bile acındırmalarla sevgi çalmaya çalışan bir dilenci gibiyim, öykü yok sadece ben varım, en acıyan yanımı kullanıyorum anlamsızlaşan karalamalarla... oysa çok korkuyorum ölmekten, ne de olsa melek değilim, kirliyim, çirkinim, ölmeden önce telafi edemeyeceğim kadar pisim, toprak paklamaz beni, ne yapayım ben? yalnız kalamayacak kadar insanım, olmuyor tek başıma.

Sevebilmeyi hatta sevilebilmeyi dilerdim, dua edecek yüzüm yok, kılımı kıpırdatmıyorum, yaptığım yanlışların eşgalini çıkarıp yapmam gerekenleri adım gibi bilerken bile neden, neden bilmiyorum silkinemiyorum kendimi sevmezdim önceden de ama nefret ediyorum bu versiyondan, hayallerim bile kısır, sevdiklerime tutunmaya çalışıyorum ama kanıyorum ben, ruhumun irini gözümden yaş namına akıyor ama bazen etimi kesmek istiyorum sanki o kan çıksa içimde kaynayan kurtları defedebilecekmişim gibi, biliyorum değişmeliyim, yardım et demek istiyoum, ne zaman var ne de aman diyebileceğim el, bir tek oğlumun minicik elleri, kıyamıyorum, saklamaya çalıştıkça yaralarımı daha .ok endişeleniyor, utanıyorum yara bere içinde yanına yaklaşmaktan ama uzak kalmaya da dayanamam, çok korkuyorum, biriktiriyorum, tutmaya çalışıyorum daha çok korkuyorum, kan gölünde boğulmadan yaşamayı öğrendi ya tutamadığımda akıntıya kapılıp karşı koyacak gücü bulamazsa duygu seline? seni seviyorum bebeğim,, böyle zamanlarda çok yetersizim farkındayım, utancımdan ölmek istiyorum ama o kadar güzelsin ki yaşamayı ölmekten daha da çok arzuluyorum.

8/22/22

sıklet

Yeni bir koma hali... 'yine neden yakama yapıştı' sorgusu için bile yoruldum, kaçmak çok yorucu, yüzleşmek çözümsüz, eyleme geçemediğin sürece her şey havada kalıyor.

Hiçbir zaman yüzleşmekten korkmadım, hatamı kabul zorsa bile görebildiğim yerdeyse yüzleştim, gerekiyorsa özür diledim, samimiydim ama telafi için ne yaptım tartışılır... yarama merhem aradım mı peki? düşte kaldı, diyelim.

Ruhum ve bedenim karıncalanıyor, uyuşan yanlarım için diğer yanıma bile dönmüyorum, kendime bu eziyetim niye, neyin cezasını veriyorum, neyin yargısını kestim? kimbilir... yara benim, dermanı ben değilim... oğlum ilaç gibi kesiyor pek çok ağrının acının önünü, varlığı için minnettarım... fakat içten içe çürüdüğümü, öldüğümü hissediyorum, içimden ilk kez duyduğum ve tanımadım bir ses var "yaşamak istiyorum" diye bağırıyor, tiz ve net.

Hiçbir şey için yeterince zamanım yok fakat zaman ziyan etmekte üstüme de yok... işte kendime kızgınlığımın tavan yaptığı yer burası, kendime zaman ayırabilmek için verdiğim tüm çabanın kendim elimle malum olanı yok saymak olmakta olana gözlerimi kapamak adına düştüğüm çukurdan çıkmaya kullanabileceğim enerjiyi harcamam, açken sahip olduğum son lokmayı çöpe atmaktan farkı yok, son umudum eriyip gidiyor ruhumu yaka yaka, değişmeliyim, yapabilirim, yeniden düze çıkabilirim, yolumu bulup yine çağlayıp akabilirim, düze çıkamasam da ben göl gibi sakin de kalabilirim ama bu çamur bu pis yapışkan hiç, kaçmakla kurtulamadım bu boğulma hissi...

Debelendikçe battığımı bilinçltımda fark edip canhıraş bir kaçış çabası mı veriyorum? nasıl kurutulur ruhunu yutan bataklık?



7/25/22

zaman kapsülüne dipnot

 Oğluma söylemeyi çok isteyip de yaşı küçük olduğu için kafasını karıştırmaktan korktuğum, doğru zamanları kaçırdığım, irili ufaklı çekinceler yüzünden söyleyemediğim cümleler var, ölüp söyleyememekten çok korkuyorum.

"Yavrucağım, bazen baban hakkında atıp tuttuğuma şahit oluyorsun, seni bunlarla zehirlemek istemesem de içimde tutup öfkemin kontrolünü kaybetmekten korkuyorum, tabi ki duymaman için gayret ediyor ve lakin susmuyorum çünkü irinini çıkarıp bakımını yapınca yara daha stabil hale geliyor, yaranın üstünü açık bırakmak ortamın bozuk değilse daha çabuk iyileşmeni sağlıyor, lütfen iki kötülükten daha az kötüyü seçtiğim için mazur gör, yaşattığım kötü şeyler için çok özür diliyorum, farkındayım sen bunları olgunlukla karşılıyorsun ama o olgunluk beni çok üzüyor -kendimden biliyorum insan olgun çocuk, akıllı ergen olunca içindeki çocuğu habire şımartan bir yetişkin, aklını başından atmak isteyen bir birey haline geliyor, umarım çocukluğunu ve yeni yetmeliğini doyasıya yaşarsın- kuzum, en büyük umudum babanı sevmen, benle ne yaşamış olduysa, şu an nasıl yaşıyorsa ve yaşamını nasıl sürdürmek istiyorsa istesin, babanın ruhunda yakaladığım ışıltılı bir güzellik vardı ki gözümü kör edecek kadar beni ona aşık etti, sonrası iki kişi arasında olan ve olmayanlar yığını... fakat bilmelisin ki sen tüm olmamışlıklar arasına sevgi kattın, en kötü anılara bile umut ışıltısı oldun, sadece varlığın ve masumiyetinle, en kötü yaşanmışlıkların ortasına en mutlu anıları koydun, ne zaman senin babana benzeyen taraflarını görsem aşık olduğum ışıltıyı hatırlatıyor bana... muhtemelen tüm bunları söylesem anlayacaksın veya kafanı anlamaya yoracaksın ama dilerim uzunca zaman yapmayız bu konuşmayı, dilerim anlayamayacak kadar çocuk kalırsın, umarım anlamak istemeyecek kadar ergen tribi atarsın, yaşın neyi gerektiriyorsa dilerim hakkıyla yaşar; ayakları yere sağlam basan iyilik ve güzelliklerle dolu bir yetişkin olursun... işte o gün geldiğinde seni dinleyip eski defterleri karıştırınca tecrübe sayfalarını olağan şekilde çevirip seni hiç incitip boyundan büyük laflarla kafanı bulandırmadan kalbimi açmayı isterim"

7/20/22

Baktığım her platformda aynı şarkıyla yüzleşiyorum

Yaylada tatlı bir rüzgar, ağaçların arasında beni dinliyorken sustum ve ağlamaya başladım, küçüklüğümde annem çocuk ağlamasından nefret ettiği için mi yoksa "yut sesini duymayacağım" dediğinde ses çıkarmama konusunda antrenmanlı olmamdan mı bilinmez, hiçbir şey yokmuş gibi ağrıyabiliyorum, gözüme toz kaçtığına ikna edebileceğim kadar düz aktılar yine... ağlarken yırtındığım, kendimi yerden yere vurduğum zamanlar olması şaşırtıcı fakat bana uyan daha çok böyle dümdüz olanı gibi geliyor, alışkanlık ölümden beter...

Ellerim ve ayaklarım topraktaydı, uzandım önüme piti piti düşenleri görmezden gelmek istedim, kapadım gözlerimi ter akıtırmış gibi tuzlu ılıklığın boynumda yol buluşunu kolaylaştırdım, derken, araba sesi geldi, toparlandım biraz, tozlu ellerimi toprağın biraz daha içine iteleyip omuzlarımla yanağımdaki ıslaklığı yok ettim, tam kıymığı çıkarmak üzereyken irin yerine kan çıkmaya başladığı, iğne sokmadan batıktan kurtulamadığım inatçı anlardan birine yakalandım.

Yıllardır dinlemediğim "simply red-stars" resmen kulaklarımda çınladı, internetin çektiği o ıssızda olduğum için şarkıyı açabildim, sesini sona getirdim fakat ağıdım sessizde kaldı... Şarkıyı ilk dinlediğim an pek de sessiz değildi hıçkırıklarım, ortaokul sonu veya lisenin başlarındaydım... tarih net değil ama filmi hatırlıyorum; eşi ölünce kızıyla kalmış bir baba, durmaksızın ağlayan bebek, sesi sonuna kadar açılmış bu şarkı... babamı özlemiştim, hem de çok fazla... tanımadığı adamı nasıl özlesin insan, çocukluğumun n saçma sorusu "babanı özledin mi?" oldu ama ergenliğim onu umutsuzca özleyip tanımak isteyerek geçti, ona dair koleksiyonlar, hikayeleri, bilinen maceraları, kalan ufak tefek eşyası el yazısı, kalemi, rakamlar ve çiziklerle dolu not defteri, bıyıklarını düzelttiği makası... hepsi fazlasıyla değerliydi.

Şarkıyı birkaç kez üst üste dinleyince gözlerim hainlik etti, şiştiklerini hissedebiliyordum, burnum da tutmamaya başlamıştı, toparlanıp annemin yanına gittim kucağına uzanıp uyukladım sonra ilgisini çekeceğinden emin olduğum bir laf attım ortaya, uyuyacakmışım da onun sorularına maruz kalıyormuşum gibi sesimdeki titrek tınıyı esnemelerle boğarak gözümü açmadan yarım saate yakın mızırdandım durdum, arada annemin elini alıp başıma koydum, otomatik olarak okşamaya sonrasında bit kontrolüne çıktı, gözlük bile getirdi, çocukluğumun da rutini buydu, kontroller sıklaşırsa huylanıp saçımı kazıtırdı ba o olmadı işte...

Tanımasam da seviyorum seni... araştırdıkça bulduğum ve tutunduğum insaniyetin için teşekkür ediyorum, ardından akıttığım her damlaya değersin, eminim iyi hallerimdeki gülüşlerime de değersin... iyilik Allah'tan elbet ama kökünden ucuna kötü olmadığımı hissettiren bir "insan" olduğun için, köklerimi iyiliklerle beslediğin için teşekkürler...

Bir doğum günü dileği tutacaksam seni tutmak isterdim, unuttuğum anılardan birini anımsamak veya güzel huylarından birini kendimde bulup biraz daha yakın hissetmek... ergenliğin tüm o özlemin içinde bana sunduğu hediye oldun, varlığın için teşekkürler, ağladığıma bakma ölüyken bile pek çok diriden alaydı babalığın, kızın olduğum için mutluyum, seni seviyorum.




5/26/22

tebrik mi etmeli, taziye mi iletmeli?

 Az önce çok rastgele şekilde evlilik fotoğrafına denk geldim Eski'nin... bekliyor olsam da tuhaf hissettiriyor, daha dün onun hakkında -evlendiğini bilmeden- yazdıklarıma bakınca güldüm kendime...

Oğluma alıştırmaya çalışmıştım bu fikri ama kabullenmediği için muhtemelen daha fazla tepki gösterecek.

Belki değişir, benim çektiklerimi bir başka kadının daha çekmesini istemem ama tek dileyebileceğim sadakatsizliğinin ve şiddete meylinin bir kurbanı daha olmaması... 3 ay kadar önce bu kişiye sadakati olmadığını bana yazdıklarıyla kanıtlamış oldu, yine de umarım beni ağzımı açmadığım için suçlu hissettirecek durumlara varmaz işler yine... 

Oğluma söyleyen kişi olmak istemiyorum.




4/09/22

içimden geldi

Hiçbir şeyin fazlası bana iyi gelmiyor, aşkın, hırsın, öfkenin, yalnızlığın hatta iyilerin bile fazlası kötülüğümün fazlasını tetikliyor, fazla oluyorum bu sefer, hayata fazla...

Çok çok mutlu olmak istediğim zamanlarda başa türlü fazlalar yüzünden yolumu yokuş sürdüm gibi geliyor, pişmanlığı olmayan insanlar bu tür çok çok fazlasında gözü olmayanlar olsa gerek.

Geçmiş için yapılacak bir şey yok ama daha itidalli yaşasam ya artık, abartmasam, çok fazla frene yüklenmeden kontrollü araba sürebilmeyi öğrenebildiysem belki hala hurdaya çıkmayan yaşamıma da bir ayar çekebilirim, çıkmadık candan umut kesilmez ya işte...

Burda kurgu yok, sadece ben varım fakat bazen realitemi kurgular üzerine sürdürmeye çalışıyormuşum gibi geliyor, kırılma noktam neresi emin değilim, samimiyetiyle övünen insanlardanım, nerede başladı bu rezonans emin değilim, ola ki düzeltebilir miyim bunu? ondan da pek emin değilim fakat hep böyle yaşamadım mı zaten, deneye yanıla... değiştirmem gereken yöntemlerimdir belki...


 




3/29/22

"Beni hoyrat bir makasla eski bir fotoğraftan oydular"

Kendi gençlik fotoğraflarımı ararken eski'nin yıllanmışlarını buldum, yakışıklı adamdı, hala eli yüzü düzgün, kül rengi saçlarla ayrı havası var, yüzündeki çizgilere rağmen umarsız bakışlarla yıllara kafa tutmaya devam ediyor.

Severken en büyük tereddütüm o güzel sıfatıydı, yok yere olmuyor güçlü sezgiler... yine de böyle güzel bir şeyin hayatımda yer almış olması kötü değil, sevmek güzeldi, sevgili güzeldi, belki yine olsa yine yaşamazdım böyle bu aşkı ama hem dilimden hem kalbimden sövgüler değil şükürler geçiyor ziyadesiyle, şu an olduğu kişiyi tanıyamıyor olsam bile o kişiyi tanıdığıma sevindim.

Fotoğraflara bakınca kendi gençliğimde bir ışık görüyorum, feri çekilmiş şimdi o bakışların, şükür ki gözler yerinde, bakarsın başka bir ışıkla aydınıverir, umut güzel umut...

Oğlum sandığımdan erken sormaya başladı ayrılma nedenimizi, ağlamadım, belki ağlasam o sormayı keserdi, belki boğazımdaki yumru üç beş fotoğrafla kol kadar olmazdı, kim bilir...

İnatçıyım ben, "unutacağım" diye direttikçe esiyor, rüzgar bile canımı yakıyor, uzun uzun bakıyorum fotoğrafına, ölmüş kabul etmek daha makul görünüyor gözüme, yas böyle böyle biter belki... yok saymayacağım, uyuşan hisleri de hislerim döndüğünde kıvrandıran sızıları da yok saymayacağım, uyuşukluk yakamı bıraksın diye acıya alışacağım, bitecek böyle böyle, zamanla, zaman yoksa ölümle yitip gidecek eninde sonunda... 

Şöyle aynada kendime bir bakınca, o kadar çok son görüyorum ki "son olsun bu" diyorum, sevilmek hak edilen bir şey olsaydı harcım olmadığını savunurdum.

Becerebilsem -ölsem bile- akıllarına estiğim bir an bir yerde sevdiklerimin içini ısıtmak isterdim, hala yaşıyorken olur mu dersin?




1/07/22

Eskimiş aşklar

 Fotoğraf hayata bakış açımı değiştirmiş en büyük etkenlerden biriydi, dünyadaki her şeyi bambaşka görmemi sağlıyordu, renkler daha canlı, görebildiğim her an anlamlıydı, nadir bir anı yakaladığımda kalbim gümbürdüyor, elim ayağıma karışıyordu - velhasılı kelam aşktan farkı yoktu- bazı akrabalarımın "otu b.ku çektiğimi" söyleyerek vizörüme girip zorla kendilerini çektirdikleri yıllardı, hatta birisi geçen 20 yıla rağmen onun bulaşık yıkamasına yardım ederken harika filtre olabilecek bir tabağı ödünç istediğimi nasıl da leyla olduğumu söyleyip duruyor bugün bile...

Hırslı biri değilim ama tutkuyla sarıldığım iplerden biriydi fotoğraf... 

Lise bitip ilkokuldan beri istediğim bölüme gidemeyeceğimi kabullenmek zorunda kaldığımda aylarca odamdan çıkmadım yıllarca bunun için ağladım; şimdi sınavsız şartsız gidebiliyor olsam da gitmem... Fotoğraf, aileme rağmen yaptığım bir tercihti, hayatımı adamaya karar verdiğim tutkumdu ama benim tutkularımın sonu nedense hüsran çoğu zaman... şimdi fotoğraf çektiğim bir şey, yazılarımın bana aidiyetini simgeleyen bir mühürmüş gibi bas çek vs. 

Bu aşk ne oldu da öldü dediğimiz yerde eski'yi anmak gerekiyor yine... 

O yıllarda dijital fotoğrafçılık hızlı baskı alabilmek demekti daha çok, fotoğrafın bende tutku halini alabilme sebebi başta hakir gördüğüm baskı aşaması oldu. Anı yakalayıp baskı esnasında çıkacaklar için heyecanlanmak, baskıda ortaya koyduğum ufak tefek farklarla çektiğimden bambaşka sonuçlar elde edebilmek beni şaşırtıyordu, çok az şeye şaşırıyordum, heyecan genç olmama rağmen hayatımda pek yaşadığım şey değildi, sonuç ne olursa olsun o anlar muhteşemdi.

"Her şeyin bedeli var" diyor ya şarkıda, epey pahalıydı benimkisi gibi bir tutku, bütçemi dengede tutmak zordu, annemle her telefon konuşması parada düğümleniyordu ve işin kötüsü dibine kadar haklıydı her azarında... 25 kilo verdim o dönem, fotoğrafı bırakırken kemiklerim derimden görünüyordu, burnumun uzun olduğunu fark ettim yanaklarım yok olduğunda, montum ve yağmurluğum evsizler gibi kokuyordu ama çıkaramıyordum yazın, alttaki kıyafetler hem çok bol hem de deliklerle doluydu ama olsundu.

O gün çay döküldü masa örtüsüne, kocaman bir damla uçta epey direndi o gidince kalan arka sıra iniverdi üstüme, o anı yakalamak için uğraşırken üstümden çıkarmadığım montumun ıslandığını neden sonra fark edip karanlık odada monttaki lekeyi yıkadım, kurumasını beklerken o anı yakaladım mı merakı durdurmadı beni kalan birkaç pozu masa örtüsünün lekelerinden anlamlı bir görüntü çıkarmak için harcadım, filmi yıkayıp bu sefer de o kurusun diye beklemeye başladım gece olmuştu, kötü koku burnumu deliyordu, gümüş içeren fotoğraf banyolarını biriktirmeye başlamıştım -o senelerde gümüş pek para etmiyordu velakin bir simiti 3 güne bölüp yerken 'ettiği kadar' diye umuyordum- bu solüsyonlar durdukça salyalanmaya, kokmaya ve şikayetlere neden oldu, dökmek zorunda olduğum ortadaydı, aldım az kullanılan karanlık odaya girdim. O sıralar arkadaşım olan ve yetenekli olduğunu sıkça işittiğim çalışmalarını ise çok az gördüğüm eski'nin kurumaya bıraktığı fotoğraflarına aval aval bakarken döktüm gitti hevesimi... elimdeki filmde lekeler aşkla görülebilecek ayrıntılar vadediyordu, yavaşça bıraktım kenara...

Benden yetenekli düzinelerce insan beni bu işe daha çok inandırmıştı ama ne oldu da onun fotoğrafları benim kırılma noktam oldu? arkadaşım olduğundan mıydı, benim kadar sefilken aşk değil mecburiyetle bu alana yöneldiğinden miydi? kendimden utandığımdan gibi hissettim altta varsa başka sebep bunu bilincimde asla sezmedim fakat itiraf etmeliyim yılın sonunda bana hisleri olduğunu öğrendiğimde adamakıllı teklif bile almamışken reddettim onu, farklı kişilikler ve yaşam biçimleri sebepti ama onun ışıldayan yeteneğiyle yanında olmayı düşünemiyordum esasen...

Yılar sonra onu kabul ettiğimde o da fotoğraftan uzaklaşmıştı, hem de benim aksime bu yolda ilerlediği halde ve yeteneğine rağmen...

Eski de yalan oldu.



12/21/21

aynı nakarat

 Ne zaman yakın ilişkilerimde sıkıntı çıksa sosyal hayatımda topyekün çenem düşer... Çok laf ama yemek öncesi paket paket cips  yer gibi doyurmayan atıştırmalık laflar...

Üniversitede ev arkadaşlarımdan biriyle sorun oldu, çözdük fakat buzları kıramadık bir türlü ne zaman "konuşalım" desem hissedilir derecede düşüyordu oda sıcaklığı... oda arkadaşım uyardı beni "uzatan sensin" dedi "sen telafi etmeye çalıştıkça konu başa sarıyor, konuşmak istiyorsan teklifsizce konuş gitsin ama hep ağır mevzular açıyorsun, ne bileyim dizilerden müzikten falan bahset seversin filmleri bul işte suya sabuna dokunmayan bir şeyler" diye küt diye söyledi yüzüme, ilkin bozulur gibi oldum ama aldığım en hayati tavsiyelerden biriymiş gibi sarıldım sonra... işe yaradı velakin tıksırıncaya patlayıncaya kadar yemişim iştahıma gem vuramamışım gibi, asıl konuşulacaklardan fersah fersah uzakta boşboğazlık mağduru, kendi dilimin mahkumu oldum.

Susup suya konuşsam gitse, her gün yeni şeyler söylesem ne iyi olur.

11/24/21

tutamadım, kaçtı biraz

 Siyasetten oldum olası hoşlanmam.

Halamın oğlu kapı gibi delikanlıymış sağ-sol zamanlarında, hangi taraftan olduklarını bile bilmediği, ömrünce tanışmadığı üç beş kişinin narına yandı; çıraklık yapıp ter döktüğü, uğruna küfür hatta dayak yediği haftalığını vermedi diye bir gece vurup kötürüm bırakmışlar... bizim evde kalırmış o yıllarda, babam aylarca hastanede başında beklemiş ha öldü ha ölecek diye... bir adamın vücudu kalınlığında kolları vardı abimin ama hep o kokuyla anılırdı, siyasetin kokusuyla aynı benim için, dağ gibi abimin çaresizliğinin kokusu... tekerlekli sandalyeye mahkum olduğu halde topraktan sağladı geçimini, ölümü de bahçede oldu, yine de cenazesinde insanlar evine oturmaktan kaçındı, o koku kalmamışsa bile sinmişti mekana bir şekilde...

Benim lise yıllarım da bu leş kokuya kurban gitti... işler "hangi üniversiteyi tercih etmeliyim"den bir anda "liseyi bitiremeyecek miyim"e döndüğünde birileri laf kalabalığı yapıp duruyordu, hiçbir anlam veremiyordum, bu insanlar konuştu diye neden benim hayallerim yıkılsın, neden onların lakırtıları benim için evlilik demek olsun, okuyamazsam kocaya gitmek seçimim değil de kaderim nasıl olsun? 

Nefret ettim cidden ama cidden siyasetten nefret ettim, alabildiğine korkunç bu şey hakkında her seferinde iliklerime değin titredim. 

Bir ara depresyonun etkisiyle ölümü dilemeye başlamış olsam da tutundum, okudum, evlendiğimde 30 yaşındaydım ve o kişiyi seviyordum, hayatım hakkında söz sahibiydim, olay çatıda bitmediği için Allah'a binlerce şükür... bu imkanı verenin siyaset olduğunu söyledi çoğu kişi, haklı olabilirler, bilmiyorum. Allah'ın adını anıp masuma namlu doğrultanlara şahit olduğumda beynim bir kez daha buz tuttu, bu da mı siyasetin işiydi, şaka mıydı, gerçek olabilir miydi?

Yıllarca bir atın kırbaçlanarak öğrendiği çaresizliği siyaset karşısında hissetmeye devam ediyorum, bunun bilincindeyim, beni o attan ayıran tek şey bilincim ama bir anlam veremiyorum. Savaşıp yenilmedik, masaya oturtup muhatap tutan da olmadı, bu sefer boşboğazlıktan bile değildi, "ite dalanacağına çalıyı dolan" der annem ama yakınlarda bir it dalaşı mı vardı? birinin tavuğuna kişt mi diyen oldu? Birileri çaldı birileri oynadıysa o kadar mı sağır oldum niye duymadım ben? bilmiyorum... bilincim siyasete akıl erdirebilmek için gerçekten yetersiz...

11/15/21

Semender ateşi değil nemi sever

Kötürüm kalmış gibi hissediyorum, aşka koşabileceğim ayakları kestiler, hayalet sancılarını hissediyorum hala aşkın... yalansız, günahsız, bakışımı zerre sakınmadan aşkla görebilmeyi özlüyorum.

Ne ara el oldu, ne ara ben mahremiyetimi takındım yine, neden hala acıyor, her karşılaşmada sil baştan acıyacak mı bu kadar?

Sene geçti, onun hayatından -artık beni alakadar etmeyen- bilmem kaç vücut geçti, yine de acıyacak mı?.. baksam da bakmasam da gözerim titreyecek mi her seferinde? zaman ilaç diyorlar, ben çoktan kesip attım aşkımı yine de kestiğim yerlerinden ha bire kanayacak mı?

Dün bütün gün oyaladım kendimi, sesine zaaf duyarım korkusuyla oğlumu bile arayamadım, şimdi işim başımdan aşmışken sicim gibi yaşlar döküyorum, mantıklı mı?

İnsanlar aşkı tekrar tekrar nasıl yaşayabiliyor, hepsi acıtmıyor mu bu kadar, tatlı mı geliyor zamanla?!... çocukken içtiğimiz paşa çayları bile dilimizi yakarken ılımış çaylara burun büker olmak gibi bir şey mi bu? Aslında bilmek istemiyorum, umudu tutuyorum sadece, kertenkele kuyruğu gibi kesildikçe uzasın istemiyorum.

11/08/21

umudun canı sağolsun

 Grup bu hafta sonlanacak, henüz bende işler rayına girmiş değil, yararı oldu grubun fakat kabul etmeliyim ki buraya yazmak daha derin ve samimi hisler uyandırıyor bende... 

Abim hedeflerinden sonuçlarından bahsederken birden ne kadar materyalist bir hayat sürmeye başladığımı fark ettim, silkinip özüme dönmek istedim ölümüne... yeni araba alıp gırtlağıma kadar borca batmışken maddiyatı geri plana atmakta zorlanacağım kesin ama çocuğuma yapacağım en büyük iyilik tüm bu çerçevelerden sıyrılmak olacak.

Doğruyu yanlışa katıp veryansın etmek marifet ya, biri "her şeyi bilirim havalarında bir inatçı" görüyor diye başlıyorum kendimi sorgulamaya... eski beni "asosyal cahil, köylü kurnazı" görmek istiyor diye yıllarca olmadığım sıfatların olmadık suçlamalarından kaçınmaya çalışmıştım... onların karşı oldukları başlıklar beni tanımlamıyor, beni tanıyorlar diye her söyledikleri şey olmayacağım, ben kendimi bilen bir insanım, herkes her şeyi bilemez elbette ama söylenenlerle kişiliğimin ne kadar uyuşup uyuşmadığını pekala analiz edebilirim, objektif olacağım diye kendime ettiğim eziyette paylarını neden almıyorlar, insanlar diğerlerine kötü şeyler atfetmekten neden çekinmiyor anlamıyorum.

Sakince anlatsam da avazım çıktığı kadar bağırıp kendimi yırtsam da kendini hoca gören bildiğini okumaya devam ediyor; ben hoca olmayayım, ben kimseyi böyle çaresizliklere itmemeyim, umut olayım ben, "sen yaparsın" olayım, "yine gel uzun uzun konuşalım bu konuyu düşünelim bir süre" olayım, nokta koymayayım, uzun cümleleri sevdim oldum olası varsın ben virgül olayım nokta kadar boyumla...

Hayat, bana iyi davran gözünü seveyim... seni sevmeyi çok istiyorum ama bazen cidden bensiz daha güzel mi olursun düşünmeden edemiyorum.

Ne zaman nefes alamadığımı hissetsem ormanlar düşlüyorum, ne zaman boğuluyormuş gibi olsam derede yüzdüğümü görür gibi oluyorum, geçiyor... kendimi iyileştiriyor muyum, iyileşmeyi erteliyor muyum emin değilim, belki grup bitince terapi almalıyım veya biraz daha fazla yazmak daha mı çok işe yarar?

10/18/21

normallik bilinç gerektirmese hiç çıkarmazdım maskeyi

 Grubun erkek üyelerinden biri sevmediği halde seviyor gibi takındığı maskeden bahsetti; ses tonu, anlatırken ki yorgunluğu eski'yi hatırlattı, "o da zorlanmış olmalı" diye düşündüm.

Epey ağladım o günden beri, bu yas hiç bitmeyecek gibi geliyor artık, tam üstesinden gelecekken bir çıban başı daha patlıyor, her seferinde koca çukurlar kalıyor benliğimde...

Gruptan biri açıkça belli ediyor artık benden pek haz etmediğini, konuştuğumda tuhaf bir sessizlik oluyor bazen, "yine ne dediğimden habersizim galiba" diye geçiriyorum içimden, yine o "değişiksin" lafını duyacakmışım gibi irkiliyorum... aslında bana tepkili olan kişinin davranışı yersiz değil, açıktan ve kasıtlı olmasa da kusurum var bu konuda, yine de... her neyse...

İşimde, evimde, arkadaşlarımla bunca şey yaşanırken niye hep buraya grubu yazıyorum? çünkü güvenli alanımın dışında, kendimi savunmasızca açık ettiğim tek yer burası, buradaki kadar açık olmasam da grup biraz daha savunmasız bölge çünkü adları ve anlattıkları dışında bir şey bilmediğim insanlara adım sanımla kendi gerçekliğimi açıyorum, tehlikeli.... bu kadar risk almaya değiyor mudur?

Eskisi gibi her yalnız kaldığım yerde dans ediyor olsam bunların hiçbirine gerek olmazdı... vücudumun her bir kası ağrıyıncaya, kemiklerimin zangırdadığını hissedinceye kadar yorup sonunda terle karışık tuz döktüm mü gözümden, gelsin deliksiz uykular, gitsin kilolar, oh mis...


10/13/21

Hasret uçurdu perdeleri cama iki damla yaş düştü

 Son zamanlarda anneme fazla tepkiliyim, durduk yere değil elbette ama haddimin üstünde... o üzülünce benim de kalbim darmadağın oluyor.

Eski'yi özlüyorum bu ara yine nerden estiyse... belki anneme haksızlık ettiğimden onu hatırlıyorum, neler hissettiğini daha iyi anlıyorum belki, hak vermiyorum ama o kadar yabancı ve anlaşılmaz gelmiyor o zamanki tavırları...

Sevdiklerimi incitmekten nefret ediyorum, dilimin ucuna sevgi cümleleri geliyor asla kelimelere dönüşmüyor, düşünmek bile beynimde şimşekler çaktırıyor, bir sürü korkunç sahne geçiyor gözümün önünden -diyorum ya kendi hatalarımın üstündeki perdeler kalkıyor bir bir- onun yaptığı korkunç şeyler değil de benim yol açtığım dehşet anları aklımdakiler...

Ben yolumu şaşırdım, kendime eziyet ettim, sevdiklerime zulüm oldum, kul affeder mi bilinmez, Allah beni de sevdiklerimi de şaşırtmasın, affetsin.

Şimdi filmlerini sevdiğim bir oyuncu kadar uzak... yaşananlar sanki film icabı... çocuk oyuncunun performansı inanılmaz, kadına biraz gıcığım ama adam çok yakışıklı, gerçek hali uyuzmuş diye duydum, pek yakıştıramadım ikiliyi, yine de böyle son mu olur, pek severim bu yönetmeni belki modumdayken oturup yeniden izlemeliyim.

Hayat bakalım bana daha ne roller biçeceksin ne duygular yükleyip ne tiradlar yazacaksın...



9/22/21

kendi kendime

Ödevlik bir yazıyla daha buradayım.


Kendime;

Sınırlarımı aşabileceğim halde, olduğum yerden bir adım geride durduğum için kızgınım.

En iyisi için dua ederken kendimi liyakatsiz gördüğüm için, kendimi bile ikna edemezken dilimdeki samimiyetsizlik için kızgınım.

Çekingenliği masum görüp üşengeçliği yanına yoldaş ettiğim için kızgınım.

Ortaya koyamadığı potansiyel için millete söylenip duran başkası olsa "laf yapma icraat görelim" derdim, kızgınım.

Eğitim konusundaki maymun iştahlılığıma 'başladığımı bitirmeliyim' düsturu eklenince kaosa dönen öğrenim hayatım için kızgınım.

Korkup gözlerimin önünden geçip gidişini izlediğim her yeni başlangıç için kızgınım.

En çok ama en çok o boş konuşmalar için kızgınım, ne zaman lüzumsuzluk yapsam kendimden nefret ediyorum ve o boşboğazlıklar, of of offff...

Plansızca içine daldığım ve olduramadığımı kabullenmeden debelendiğim meselelerle israf ettiğim zaman ve enerji için kızgınım.

Sağlığıma dikkat etmediğim için kızgınım.

Sağlıksız düşünceleri defetmek için dibine vurduğum atıştırmalar,  zamanımı yiyen sine-masal beyin karıncalanmalarıyla avutulmuş yapay mutluluklar için kızgınım.

Başkalarına kıyamayıp üstüme yük ettiğim sorumluluklar için kızgınım.

İhanet ettiğim hayaller için kendime kızgınım.

Yapabilecekken yapmadıklarım için, pişman olacağımı bilsem de geri durmadığım sözler ve eylemler için kızgınım.

Pişmanlıklarla dolu bir hayat yaşadığım için kızgınım.

Zamana ayak uyduramadığım için, zamanı durduramadığım için, zamansız çıkışlarım için, zamana yetişemediğim için ve işlerimi zamanında yetiştiremediğim için velhasılı kelam zamanı yönetmedeki başarısızlığım için kızgınım.

Görüntüm konusundaki özensizliğim için kızgınım.

Yıllar geçtikçe anneme daha çok benzediğim için kızgınım.

Yanlış anlaşılmaları, 'el ne der'i dert etmeyip diline düştüğüm el alemin derdine yandığıma kızgınım.

Kendimi hep ikinci plana attığıma kızgınım.

Bunca insan görüp çok farklı ortamlarda bulunduğum halde insan sarrafı olamayışıma kızgınım.

Sarsak ve kararsız kaldığımda panikleyip aceleci davrandığım için kızgınım.





Sana;


Sıkıntı yaşıyorken oturup adamakıllı konuşmadığın için, olmuş bitmişin ardından sessizliğini korumadığın için kızgınım. 

Düzeltme fırsatı bile vermemişken her hatayı bana mal etmene kızgınım.

30 yaşında olmak hayatın her alanına hakim olmayı gerektirirmiş gibi bilmediğim yerlere çerçeveler koyup bildiklerimi yok saymana kızgınım.

Anamın eviyle hayatımı sınırlamadığım halde her ağzını açtığında kaderimi doğduğum eve hapsettiğin için kızgınım.

Aklımı ve duygularımı hafife aldığın için kızgınım. 

Evin denetmeni değil hayatımın ortağı olduğunu unuttuğun için kızgınım.

Biz olmayı sevdim diye benliğimi hiç etmene kızgınım.

Hata yaptığını kabul etmek yerine suçlamana, özür dilemek yerine çoktan affedilmişsin gibi her şeyin üstüne perdeler çekmene kızgınım.

Doğruyu yanlışı tartışabildiğim adamken yargıcım haline gelmene kızgınım.

Önyargılardan ve peşin hükümlerden nefret ettiğimi bildiğin halde beni kalıplarla sıkıştırmana kızgınım.

Beni en zayıf noktalarımdan yakalayıp güvensiz ve çaresiz hissettirdiğin için kızgınım.

Suçlamaların, yargıların ve tespitlerin yok yere değildi ama ayrılığın sorumluluğunu tümden omzuma yüklemeye çalıştın ya... "Başaramadık" demek için bile 'biz' gerek, bunca yıllık yanılgı için hem sana hem kendime çok kızgınım.

O çok sevdiğim evimi içinden çıkamaz hale geldiğim sorumluluk çukuru haline getirdiğin için kızgınım.

Yakınlarımla arama görünmez duvarlar inşa edip her meselenin formülüne aileni koymana kızgınım.

Hayatıma adını tek geçip yanımda durmayışına, beni bir dolu yabancının arasında yapayalnız bırakmana kızgınım.

Hiç yaşanmamış gibi unutuverdiğin için kızgınım.

Her karşılaştığımızda attığın kin dolu bakışlar için çok ama çok kızgınım.

9/17/21

Güneşin okşadığı yağmurlar aşkına...

Buraya grup sonrası yazar oldum, sanırım oraya biriktiriyorum içimdekileri kalanlar da burada...

Buraya açıktan yazamadığım, beyazlar arasına sakladığım mektubu grupta sesli okudum, gerildim, sesimin titremesine engel olamadım ve bir şekilde oradakilerle ilk kez söylenip durmaktan ötesini açtım şahsım adına, aynı içtenliği birkaçının mektubunda da yaşadım, hepimizin çok farklı hikayeleri olsa da aynı acıyla cebelleşiyoruz.

Umarım iyi gelir hepimize...

Bu işe başladığımdan beri aklımdan uzaklaştırmayı başardığım -kaçmak yerine yüzleşmeliymişim o ayrı tabi- pek çok kaygı yine başımda... bazen başımı ağrıdan kıvrandıracak kadar çok ağrıtıyor yarayı deşmek.

Vücudum da hatırlıyor o günleri, mide ağrılarım arttı fakat o zamanki gibi dişlerimi sıkıp iştahımın limitini kırmıyorum çok şükür, bugünlerde biraz kilo bile verdim.

Duygularımdaki kaos öfkeyle son bulmuyor o zamanlardaki gibi; savaşı yaşamak gibi değil de savaş kalıntılarının sergilendiği müzelerde gezinme rahatlığı içinde "vay be neler yaşanmış" havasında...

Biraz da rahatsızlık hissi var, sebebinden emin değilim... tahminimce, onu başkasına ait görmeye başladım, elalemin adamını böyle olur olmaz düşünmeyi vicdanım kabul etmiyor.

Çok alakasız olacak ama yağmurda ıslanmayı eskiden neden öyle çok severdim hatırladım, o kadar tatlı bir yağmura yakalandım ki dün, ılık, incecik, oğlumun öpücükleri kadar sevimli... 

Geçen yıl kış ortası taşındım tek yağmur hatırlamıyorum, kafam biraz yerine geliyor mu ne...

9/09/21

Veda mektubu



Grup hala sarsak ama yine de umut var... ara sıra yaranın kabuğunu kaldırmak acıtsa da, "geriye dönüş mü yaşıyorum" kaygısına kapılsam da biliyorum irin var içeride, akması lazım...

Bu seferki ödev 'veda mektubu', ilkin kağıda yazıp yaksam mı dedim, sonra elim yine bloga gitti.

Buraya yazmak yayladaki tepeden bağırmak gibi... o çığlık benim için aklını tutma çabası, bir başkası için deliliğin ta kendisi, diğeri için gülünüp geçilecek bir taşkınlık, bilmeyen için endişe belki...

Hazır mıyım emin değilim ama bunu da yazalım bakalım bir kenara...


Dostum, sevgilim, evim, ocağım, ruhum elveda...

Sevilmek sevmekten bile güzeldi, her anı için minnettarım sevdiceğim elveda...

Saf aşkla gözü kapalı bağlılık, yıllara yollara aldırmadan çırpınan yüreğim elveda...

Bakışla da ısınmak mümkünmüş, sıcacık bakan güzelim gözler elveda...

Ne zaman gerilsem kafamı dağıtan, üzülsem muziplikler yapan dostum elveda...

Zihnimin en kuytularında gezinen, en derin sırlarımın sahibi elveda...

Sarsıldığımda tutunduğum, korktuğumda sarıldığım, mutluluğumda kenetlediğim el elveda...

Bile isteye ateşine yandığım zıt kutbum elveda...

Olduğum kişiyi sevip dönüştürdüğü kişiye kızan gönül elveda...

Tenimden ruhuma önüne serdiğim, malımdan maneviyatıma değin sunduğum el oğlu elveda...

Olduğu kadarıyla kabul görmeyip üstüme üstüme gelmeye devam eden sorumluluklar elveda...

Gülsem umarsız, ağlasam yaygaracı, tepkisizliğime ruhsuz yaftası yediğim diller elveda...

Kabusun ta kendisi olduğum, rüyamda görsem inanmayacağım senleri gördüğüm gaflete elveda...

Hayatım senden ibaretmiş gibi yaşadığım yıllara elveda...

Kavgaya, gürültüye, çatal dillere elveda...

İğneyle kazdığım kuyuda boğulduğum günlere elveda...

Şüphe ve kararsızlık sizi hiç özlemeyeceğim elveda...

Yaşam enerjimle beslenen kifayetsiz çabalarım elveda...

Kararlılık kılığına gizlenmiş ömrümden ömür yiyen inadım elveda...

Kalbimi aşk kadar güçlü çarptıran nefretim ve öfkem yormayın artık beni, size de elveda...

8/01/21

bayram şimdi başladı

Oğlum nihayet döndü, ev onunla tam bir cümbüş... Aslında yaylaya göndermem gerek, bakacak kimse olmadığı için ve maddi imkansızlıklar yüzünden, yine de bir haftalığına da olsa yanımda kalsın istedim, imkanları zorlayıp gururu kenara attım, bir yakınımdan yardım istedim.


Eski, bulduğu doktor hatunla işleri iyice ilerletmiş gibi görünüyor, dürüst olmak gerekirse kıskandım biraz... fakat öfke patlamaları yok, nedenler, niçinler, bana bunu neden yapıyorlar yok, kalp sızısı var azıcık o kadar... gidişat bu şehre gelmenin doğruluğunu bir kere daha gösterdi; gözden ırak gönülden ırak...


Olayların eksik parçaları da tamamlanmış oldu; yağlı kapıya mitili atan eski, oğlum da sebeplensin diye düşündü sanırım, ayıca kadının çocuğuna karşı dengeleyici unsur olsun diye isteyeceği tuttu velayeti... Bir çocuğun suçu için iki çocuğa bağırınca "kendi çocuğuma da aynıyım işte görüyorsun" savunması yapabiliyor baba milleti, kadınlar da salak ya düşünmeyecek "kendi çocuğuna bile kıymet vermiyor, benimkisine niye versin" diye...


Aman ne hali varsa görsün, ondaki bu ilgisizlikle ölmediğim sürece velayeti benden alması zor, çok şükür. Merak ediyorum bu ilişkisi de son bulduğunda yavrum kendisinden daha derin yaralanacak, farkına varmıyor mu?


Aslında biraz haksızlığa uğramışımlık hissi de var; o gününü gün ediyor, kendine iyi birini de buluyor, aşktan meşkten elini eteğini çeken benim. Biliyorum ömürlük ilişki onun için mümkün değil, sırf ben değil geride bıraktığı iki ciddi ilişkide de sevgilileri yuva kurup sürdürebilecek türden insanlar, huylu huyundan vazgeçebilecek mi? 


Hayırlısı artık onun mutluluğuna dua etmek içimden gelmiyor, beddua da etmiyorum, çocuğumu olumsuz etkileyen olaylar yaşamayız inşallah tek dileğim o...