kır dümeni kaptan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
kır dümeni kaptan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

1/15/24

havanda dövülmüş su

 Hazır değilim, onca geçen zamana rağmen hazır olmaya yakın bile sayılmam... birileri var etrafımda, alıcı gözle baktığım ama kendimi yanında göremediğim... üzerimde mesafeli bakışlarını hissettiğim ama asla aradaki buzları küremeyeceğim... en kötüsü zaman zaman arsızlığını sezdiğim kişiler var, midemi bulandıran... büyük de mi konuştum nedir, gezip tozulabilecek, mülayim pozlarına tav olabileceğim, orta yaş üstü de var (hayatla dalga geçilmiyor) alenen yürüse de yok, iyiye de kötüye de niyet yok içimde... 

Ayrılıkla ilgili meseleleri büyük ölçüde aştım gibi... gel gelelim başa döndüm; 30 yaşında evlilik ve çocuk konusunda motive edilmiş bana değil de lisede evlenmek istemediğinden emin olan o güvensiz ergene...

Dışardan kolay görünmüyorum, tanıdıkça daha da zor her şey... benim uğraştıkça bezdiğim gönlümle el ne demeye uğraşsın? yalnızlık kolay, tanıdık, güvenli; sıcak değil ama olsun.

Aşktan geriye ne kaldı sanki? kubbede hoş bir sada mı? kötürüm kalmış gibi hissediyorum, hayalet acılarım var.



9/28/23

Çıkıp biraz temiz hava alayım


Bir aydan uzun süredir spora gitmiyorum, diyet de aksadı, dün oğlumun zoruyla gitmeyi başardım. başladığım ağırlıklardan fazla ama son aşamada çalıştığım ağırlıklardan az, hafif tempolu egzersiz yaptığım halde kemiklerim bile ağrıyor, hamlamışım.

Son gidişimde kendimi oldukça zorlamıştım soluk soluğa terimi havluya silerken gülümsedim, tam karşımda çalışan orta yaşlardaki adam da soluk soluğaydı gülümsediğimi görünce tebessüm etti, flört gibi yüzümü kızartan bir an...  sırf bu andan utanç duyduğum için bir ay çalışmaya gitmemiş değilim annem hastaydı sonuçta onu yalnız bırakmak istemedim ama eskisi gibi haftada bir iki gidip kendimi zinde tutabilirdim, utandım.

Üç yılı geçti ayrılığın üzerinden hala yeniden denemeye hazır değilim. Kızarıp bozarmak desen ergen tadında geliyor, eğreti bir duruşu var üzerimde... kırk yaş üstü boşanmış çocuklu dul kadın imajı epey atılgan toplum nezdinde fakat o ben değilim, kimsenin rüyalarının kadını olamayacak kadar içim geçkin... Yine de içimdeki kerata uslanmak bilmeyenlerden, üniversite arkadaşlarımdan birinin "senin de gülüşüne ömrünü verecek biri çıkacak karşına" deyişi kulaklarımda, inanmak istiyorum, umudumu korumak istiyorum; elliden sonra dünyayı gezmek ve ister yolun sonunda isterse de yolda eşlik edecek birini umuyorum... hayalimde ötelediğim için mi hazır olmak mümkün olmuyor, hazır olmadığımdan mı uzak hayaller kuruyorum, kim bilebilir!


8/26/23

"çaresizliğim; çaresiz değilim"

 Çevremde ölüm kol gezmeye devam ediyor, lisede çok yakın olduğumuz bir arkadaşımın önce annesi birkaç hafta sonra abisi vefat etti, gidemedim, geç duydum, zaman mekan uymadı ama açık ve net vefa gösteremedim, aynısı halamın kocası için de oldu, iş dedim, çocuk dedim elzem görünen geçerli pek çok sebep vardı ama vefa yoktu o işte... aynısı bana olsa üzülürüm; ve fakat şu saatten sonra vefa bekleyecek yüzsüzlükte değilim, güç bulabildiğimce uzanmaya çalışıyorum değer verdiğim insanlara ama yalnızlık daha tatlı geliyor... aslında acı ama kolay olan bu... ölümden korkmadığımı düşünürüm genelde ama duruma bakınca durumu kabul etmeliyim, arkadaşıma karşı mahcubum ama dayımın cenazesine bile gönüllü gitmedim, y.ablanın öldüğünü sakladıkları için bir umut son anlarında yanında olabilmek için İstanbul'a koşmak istedim vefatını duyunca ayaklarım geri geri gitti... anne tarafından en büyük kuzenim 2 ay önce vefat etti, izin alabilirdim, haftasonuna kadar bekledim, iş arkadaşımın babası vefat ettiğinde maddi olarak elimden geleni yapmaya hazırdım ama cenazede en fazla on dakika durabildim...travma mı? korku mu? psikolojik bir rahatsızlık mı? sadece şımarıklık mı? gerçekten bilmiyorum.

Annem bir süredir hasta, onun hastalığından önce sıkı diyet yapmış ve spora abanmıştım bir ayda10 kiloya yakın verdim ama onun hastalığıyla beraber bütün enerjim terketti beni, spor yapıp ter atarken yediğimin iki katını mideme indiriyorum ama yapılması gerekenler için bile kılımı kıpırdatmıyorum, anneme iyi baktığım söylenemez, oğlumla tatili değerlendiremediğim de aşikar, ben açıkça isteksiz ve yorgunum.

Bir zamanlar "sevmeye yeteceği" olduğuyla övünen ben, nasıl sevileceğini unutacak kadar şuursuzum şimdi.

Kendimi bu kadar suçlu hissettiğim halde neden böyle tercihler yaptım?  

Yalnızken ölüm beni daha çabuk yutuverecekmiş gibi hissediyorum yine de sımsıkı sarılıyorum yalnızlığa, aşk-nefret ilişkisi mi anlamış değilim peki ölüm korkusu bunun neresinde?

Yanımda biri olsun istiyorum, huysuz-yalnız ihtiyar olma düşüncesi uykularımı kaçırıyor fakat sevmek şüpheli bir korku tüneli, sevilmek fazlasıyla yorucu, vefa bozuk para gibi tüketilmiş nereye gittiği bilinmeden...

kendime gelmek istiyorum artık ne zaman dağılacak beynimdeki sis, kalbim ne zaman pasını pisini atıp yeniden atmaya başlayacak, ölüm korkusu diye zırvalıyorum ya ne farkım var ölmüşten, benden geriye ne kaldı merak ediyorum!?

5/02/23

"yine mi güzeliz?"

Normalde mayısta Adana sıcağı bariz hissedilir, henüz kıştan çıkmış hissettirmiyor mevsim... ılık yağmur sevdalısı olunca şikayet etmiyorum halimden ama genç değilim hastalıktan kurtaramıyorum paçayı... portakal çiçeklerinin enfes kokusu dolularda döküldü, şimdilik çiçek açan sarmaşıklarla sümbüllerle zambaklarla avunuyoruz.

Bayram için sildiğim camlar leş, araba kirden görünmüyor, camlar elimden öper de araba sıkıntı; dizilerde kliplerde pek seksi görünen sahne bende fok balığının buzullardaki figürlerini andırıyor, boydan kısa olunca araba yıkamak zor zanaat, tabure sakat iş, haftalık yıkatacak bütçem yok, oğlanın boy atmasını dört gözle bekliyorum.

Bir ayda üç farklı branştan doktor "zayıfla" dedi, son raddede kuzenim olan aile hekimim "abla yeme içme düzenini ciddi anlamda gözden geçirmelisin" diye söylenince kendimce dikkat eder oldum ama spora canım çektikçe giden ben, paşa gönlüme göre diyet yapınca ilerleme sıfır... buna rağmen zayıfladığımı düşünenler oldu, spor daha derli toplu görünmemi sağlıyor muhtemelen, yine de diyetisyene görünmek şart, geçen yaz ucundan döndüğüm diyabet yine kapımı tıklatıyor.

Doktorlardan biri hafif talasemi olabileceğimi söyledi, evlenirken de üç ay inceleme altında olmam gerektiğini söylemişlerdi, ihmal etmiştim, korkuyorum sanırım... İlkokuldaki sınıf arkadaşlarımdan biri ağır derecede talasemiydi, lisedeyken kardeşini o sandım karakteristik yüz şekli ve deri rengi yüzünden, öldüğünü o şekilde öğrendim, sınıftaki oğlanlar aralarına almıyordu Musa'yı, silgi verdim diye yakın arkadaşlarımdan birinin "ölecek o yaklaşma ona" dediğini hatırlıyorum,  ilk kez bu ihtimali öğrendiğimde, Musa'ya benziyor muyum diye aynaya uzun uzun bakmıştım, pek benzetemedim... tanı almasam da demire dikkat ettiğim sürece sorun olmayacağını söyledi doktor, açıkçası adını koymamayı tercih ederim.

Alerjik reaksiyonlar için bile yediklerimin mercek altına alındığı şu günlerde uzun yürüyüşlerin tam zamanı... 

Kulaklığı takıp insanlarla dünyadan uzak bir bağ kurma vaktidir şimdi, yürüdükçe kafam bulutlarda, yürüyelim güzelleşelim, kulağımda yine mi 🎵 "yine mi çiçek" 🎶

4/28/23

kırkikindi


 Yaşam; sanki az önce dolu yağmamış gibi parıldayan, yapraklardan puslu buharlar yükselten güneş gibi... yazmadığım süre içinde yaşadığım onca olay, derinime işleyen onca his gözümü kamaştıran ışıklar içinde kayboldu gitti. 

Adana'nın en sevdiğim yanı ılık yağmurları, hayat unutabildiğim sürece daha katlanılır, kara bulutlar güneşle ılık kucaklaşmalara bahane olacaksa ne ala, üşütmeyecek veya canımı acıtmayacaksa ıslanmak başım gözüm üstüne... ısıran soğukları, buza kesen yağmurları, karda yürüyemediğim yokuşları sevmiyorum... kar yağdığını görmeyi özlüyorum elbette, ayazın yaladığı kemiklerin ısınınca gerinip katıdan sıvıya dönmüş bendine sığmayan ırmaklar gibi hissettiren coşku elbette güzel... yine de gün açtığında çıplak ayakla yağmur çukurlarını topuklamayı bulmuyor hiçbiri.

Şu an sevdiğim havalara güzellemeler yapacak kıvamda pamuk gibiyim ama yağıp gürlüyordum bir süredir, hiç yoktan yere veya yerli yerince öfke saldım dört bir yana, olmadık bir tartışmaya girdiğim adama öyle tepki gösterdim ki "yoksa bu adama ilgim mi var, niye abarttım ki" şüphesi bile duydum, ardından 'eski' yırtık dondan çıkarcasına attığı cinsel içerikli mesajla yoklayınca "yahu ben erkeklerden tiksiniyorum ondan bu reaksiyonlar" diye kendime geldim... ha o mesaja gelirsek; soyadını değiştirdiğine olumsuz tepkilerimi duymak istemediği için önden sinir patlatma hamlesi gibi bir şey... tabi benim yorumum bu, derdi ne kimbilir... Evlenmeden hemen önceki hamleleri yüzünden evli olduğu kadına da sadakati olmadığını biliyordum, şaşırtmıyor bile durup durup saçmalaması... yine de güzel anılar var tutmak istediğim, her seferinde biraz daha kararıyor, böyle böyle yok olup gidecek diye korkuyorum, o sevdi/sevmedi ayrı hikaye, kendi payıma düşene yüreğimi koydum, işte o güzelim anlar kesiliyor ya kenarından köşesinden böyle böyle, o bakmalara doyamadığın resimden çok kestiğin makası hatırlatır oluyor ya... zor... kafanı çevirip görmek istemeyeceğin kadar zor.

Sadece "özledim" dese, özlemine kıymet verebilirdim, tek hissettiğim şu an tiksinti, aşağılanmışlık, alay... yanında çırılçıplak uzanırken sırtını çevirdiğin, kadınlığını mahremden şaibeliye çevirdiğin, umumun "kadın olsaydın"lı sorgulamalarına maruz bıraktığın insana "yoklukta gideri var" muamelesi çekmek değersizleştiriyor.

Aslında üstesinden gelmeyi kolaylaştırıyor böyle durumlar; kendime güvenim ve sevgim güçlü değil ama kendimi tanıma konusunda azimliyim, tamam zamanında eğreti çabalara girmedim değil, yanlış sorulara olmaz yanıtlar vermedim değil ama eminim ki ben o ilişkilendirdiği şey değilim. 

Hissettiğim şey neden öfke değil de tiksinme? emin değilim... hayırlısı bakalım, zaman yaraları sarıp pek çoğunu iyileştiriyor, kör topal da olsa devam edip gidiyoruz, yaşamak güzel şey vesselam...

1/23/23

dombili dambıl

Spora başladım, haftalardır gittiğim gün sayısı toplamda iki elin parmaklarını geçemiyor, çoğunlukla oğlum hoplayıp rahatça tepinebildiği için sürüklüyor beni

Karışık yer tercih etmek zorunda kaldım eve yakın olsun saat sorunu olmasın diye -şimdiden pişmanım- sorun devam ediyor annem gece evden çıkartmıyor beni... ben de sıkıntılı buldum gördüğüm kadarıyla, erkeklerin ağırlık kaldırırken niye alelacayip sesler çıkarttığına akıl erdiremiyorum, bi hanım abla var zıpkın gibi maşallah halter çalışıyor koca koca ağırlıklarla gıkını çıkarmıyor, adamlar çığlık çığlığa... içim fesat herhalde çok rahatsız edici! geçenlerde geç gittim üç beş kişiyiz, muhtemelen üniversite öğrencisi bir çocukcağız ıkınıp duruyor, kulaklık taktım bangır bangır müziğe rağmen duyuyorum, 'çocuğum beynin çıkacak bir tarafından yeterse yeter' diyeceğim tabi ki diyemedim... bu aralar erkekler üzerinde kadınlardan daha çok baskı var. tüm erkekler baklavaları kadar konuşsun gibi bir atmosfer... sanki tüm kadınlar da savunma sanatı bilmek, ukala ve sinsi olmak zorunda, bense dinozorluğunun hakkını vermeye çalışan o mızmızcı teyze... antrenörler ayrı alem, oturttu beni aletin birine, üç set on beş dedi gitti, bir tür şifre falan mı, aleti çalıştırmak için parola mı gerekiyor, üç sıfır on beş dedi de ben mi yanlış anladım derken tepemde biri "çiftli yapalım, set değişelim mi" dedi, ufak çaplı bir şok daha geçirip yandan kopya çekerek hareketin 15 kere tekrarlanıp ara verilerek 3 turda tamamlanacağını çözdüm, yaşlıyım ben bu atraksiyonlar için cidden ya...

N'apalım evde oturup bazlama börek yiyerek olmuyor, kendimce zaman beni çiğneyip tükürmesin diye bir yerlerden tutunmaya çalışıyorum... neden tembellik spor yapmaktan daha yorucu ve stresli benim yaşamımda?

11/04/22

aklımı seveyim

 Hayatı; çok fazla beklentiye girmeden ve çok da kısıtlamadan, yani kendi ayağıma çelme takmadan yaşamak isterim, fakat ayarı tutturmak zor, olur belki zamanla, kim bilir...

kendim hakkındaki tutumum çocukluğumda çok olumlu değildi ama olumsuz sayılmazdı hatta zaman zaman annem -dili keskin bir eleştirmen olduğu halde- olduğumdan çok daha olağanüstü hissettirirdi, her şeyi yapabilirmişim gibi gelirdi.

İlk isteme mevzu olduğunda 14 yaşındaydım, "sapıklık" diye düşündüm, sıkça "yaşına göre olgunsun" lafı duysam da aklım hala kaf dağının ötesindeydi, vücudum konusunda bir fikirleri olamazdı çünkü ilkokuldan sonra abimin eskileri cüssesi gibi iriydi, üstelik aldığım kıyafetler de kendimden iki beden büyüktü, nedense uzayacağımdan emindim -14 yaş sonrası bir cm bile uzamadım- nereden baksam saçmaydı ama benzer teklifler gelmeye devam etti... yetimdim ya, önüne bir tas yemek koyup kaderi kabullenmesi kolay gözüküyordu uzaktan bakınca muhtemelen, kaybetmeye alışık olmalıydım dik durmaya değil... toplumun bu tarafını görmek, üvey babamın evden def etme çabaları ters tepki yaptı bende, evlenmek istemedim, tek kalmak da istemedim, üstelik alabildiğine dik kafalıydım.

21 yaşımda sevmeye yeteneğim olmadığını düşünmeye başlamıştım, çekici bulduğum erkekler oluyordu ama arkadaşlık kurduklarımla bile derin bağlar kurmak gözüme mümkün görünmedi, tabi ki aşık olana kadar... 

Duygusuzluğumun temelinde sıkı sıkıya bağladığım duygular olduğunu keşfettim ve pandora'nın kutusunu açan "aşk" oldu, aşık olduğum kişiyle asla ast-üst ilişkisinin ötesinde bir şey yaşamadım, arkadaş bile değildim ama "bu insanla bir ömür yan yana olmak güzel olurdu" hayaline kement attım resmen, duygular serbestti hayallerim kördüğüm... 

İşte benim asıl sorunum aşkla başladı... aşk bitti velakin duygularıma dizgin vurmayı ve dümeni aklıma vermeyi beceremedim, tabi ki hayatım kaostan başka şeye dönüşemezdi, tüm o duygusal kötü kararlar benimdi... aşk masumdu, kalbimi kötü yollara düşüren bendim, kötü olmayı ben seçtim... bak hala tüm o yıkımın ardından çığlık atmayı sürdürüyor duygu denen aşüfte!

Duygular çok üç kağıtçı, evliliğim esnasında defalarca aldatıldım ama kendini sokak kadını gibi hisseden benim, böyle hissin içine tüküreyim, aklım böyle derken duygularım çirkef yapmayı bırakmıyor, aldatıcılığından nefret edecekken nasıl da tongaya düştüğümü gör işte, nefret de bir duygu deli olmamak işten değil...

Aklımı başıma devşirmeye ihtiyacım var, kendimi sevmeye değil... hislerimi değil sezgilerimi dinlemeye ihtiyacım var... özüme döneceksem, duygu canavarının ipleri koparmadığından emin olmalıyım, restorasyon çalışmaları çöpten başka şey değil bu haliyle...

10/12/22

pişmanlık, nereye kadar...

Geçmişe baktığımda taşıyamayacağım kadar ağır pişmanlıklar yaşıyorum, bazılarından tövbe edip kurtulmaya çalışıyorum... kendimi affetmek en zor olanı, kin gütmüyorsam da çok pis içerliyorum, başkalarına yaptığım gibi kendimden uzaklaşmak da mümkün olmuyor, her aynaya baktığımda gördüğüm şahsın her yaptığı batıyor... aklından ne geçtiğini bilsen de, yığınla mazeret dizilse de, huy belli olsa da, o kişi ta kendin olsa da yanlış yaptığın gerçeğini değiştirmiyor.

Allah affetsin diyorsam, kuldan özür diliyorsam, kendime de sarılsam ya nerde... yanlışsa bile yaşamışım, yaşamımdan daha mı değerli? saçmaladığımın o kadar farkındayım ki... sinir bozucu.

Pişmanlıklarımdan dem vurduğumda etrafım bomboş... bana öyle geliyor ki yaşadığı hayattan, aldığı çoğu karardan benim kadar pişman olan yok denecek kadar az... bir tek ben miyim köpekler gibi pişman olduğu anlar için hayatı sil baştan yaşamayı dileyen, hatırladığında nefes alamadığı anılar yaşamış olan bir ben miyim!?  laf işte benimkisi de, bu yolun sonu yaklaştığı halde ite kaka zor yürütüyorum yaşamımı, sil baştan bu yorgun kafa taşır mı o sıkleti? zor.

9/01/22

girift

Evimle işim arası med-cezir gibi beni çeken güzelim yolda çalışma var, yürümek yine güzel ama arabayla evden çıkıp herhangi bir yere gitmek benim için artık işkence... Normalde küfür ve hakaret içeren sözler kullanmam ama bu aralar dilimden bolca güzelleme, gün görmemiş laflar dökülüyor direksiyon başında... aksi gibi kurstan sonraki boşluk yollarla taçlandırmayı gerektiriyor. 

Zaman zaman yaşadığım o tıkanmışlık sadece trafikte değil elbet, yine lavabo tıkandı dün, fazla zorlayınca biriken bulaşık suyu foşurt diye bütünüyle tezgahın altına indi, gece boyu tamir edip etrafı temizlemekle geçti... bloga yazmak da tıkanmış lavabolar gibi birikiyor ve sözcükler viran.

Oldukça inatçıyım, azmim ve kolayca vazgeçmediğimle övünürüm, geçende oğluma "ben isteyim de olmasın bakayım" diye böbürlendim; çok defa olmazları oldurmuşluğum var ama değmeyecek bedeler ödediğim çoğunlukta... şimdi düşünüyorum da en zorlu sınavım inadımdır belki... beni pek ziyaret etmeyen özgüvenim inadımla buluşunca tavan yapıyor ya var orda bir terslik... kibir?! belki... umarım değildir.

Sol avcumdaki düz çizgiye "maymun çizgisi" dendiğini öğrendim, hakkında spekülatif yığınla laf edilmiş... "duygusal akıl" vurgusu var ekserisinde... bana uyuyor, yalan değil... aklım nerde bitiyor duygularım ne ara düşüncelerime sızdı pek ayırdı yok... gerçeklikle temasını hislerin doğrultusunda kurup, duygulara mantıklı çerçeveler oluşturmak "duygusal akıl"sa bu benim işte!

İnsanı avucundan, gözünden, kaşından, dudağından, fiziği hatta renk seçimi ve stilinden tanımak ne tuhaf... Allah, ne nemen şey olduğumuzu bildiğinden çevredeki zararı en aza indirgemek için insanı uyarı levhalarıyla donatmış sanırım... ben trafikte olduğum kadar insan tanımada da kötüyüm, yine de çabalıyorum başkalarını okuyamasam da kendimi bileyim en azından diye...

5/25/22

değişkenler, eşlenikler, basınç, sıcaklık vs.

Diyet iki gün sürdü, üçüncü gün sabah simit almaya gittiğimde para üstünü aldığım kişi adımla hitap etti, yüz çok tanıdık gelse de kim olduğunu çıkaramadım, gülümseyip "çıkaramadım, özür dilerim" dedim, meğerse 5 yaz boyunca ailesi yoluyla evlilik teklifi aldığım komşu oğlumuzmuş, çocukluğumda her günümü birlikte geçirdiğim ama gençliğimde mesafe koymak durumunda kaldığım şahıs epeyce yaşlanmış, çocukluğumda gözleri çakmak taşı gibi parlıyordu şimdilerde yosunlu görünüyor, açıkçası kendini tanıtınca yüzümde donan gülümsemeyle hızlıca uzaklaştım -bana olan takıntısına anlam veremediğim insanlardandır, ben evli o 3 çocukluyken sosyal medya hesaplarımdan takip isteği yollamıştı- sürekli evimin yakınındaki pastanede olmuyormuş başka şubelere gidiyormuş o kişi ama yine karşılaşacağımız belli... benim ışığım kalmadı, o da zamanında ısrarcı olsa da sınırını aşmadı fakat yine de korkuyorum böylesi durumlarda, kendimi koruyabilirim diye düşünüyorum ama korunaksız hissetmek sinir bozucu... 

Eski'den ses seda yok, benim için iyi olsa da oğlumun içerlediği belli, ben demediğim sürece telefon etmiyor babasına yine... bir ara neyin suçluluğunu duyduysa üstüne düşmüştü çocuğun, kuzu her şeyi babasına da anlatmak için hevesleniyordu... hafta sonu günübirlik gelip gitmek çok mu zor, millerini oğluna kullanmak mı zor, 19 Mayıs'ta Ankara'daki bir etkinliği bahane edip ben götüreyim bari çocuğu diye girişimde bulundum, yine vakit ayırmadı.

Kendi çocukluğumdaki gibi bir yoksunluk yaşasın istemiyorum ama ben çok üstelesem olmaz ümitlere kapılabilir veya babasıyla ilişkisini oldurmaya çalışırken zedelemelere yol açabilir bu durumlar diye diken üstündeyim.

Eski'yi hala özlediğim zamanlar oluyor, Stockholm sendromu gibi bir şey yaşıyorum galiba, etraftaki çetrefilli hatta kangren haline gelip iki tarafı da zehirleyen boşanma süreçlerine bakıp "en azından temiz bitirdik" diye ona minnet duyuyorum, sonra aklım yerine gelsin diye zamanında delil niyetine elimde tuttuğum tüm kayıt altındaki o yaşanmışlıkları, okuyorum bakıyorum, dinliyorum... yok diyorum "sen hala bu adamın adını anarak bile zararda, ziyandasın"...

Küçükken -cenazesini net hatırladığım halde- babamın filmlerdeki gibi aslında ölmemiş olan bir ajan yahut yeniden hayata dönen bir süper kahraman falan olduğunu kanlı canlı karşıma çıkacağını hayal ettim, kayıplar karşısında takındığım tavır bu yaşımda çok da farklı görünmüyor, gönlüm ölmüş bir ilişkiden bile medet umabiliyor, tabi ki ölen öldü, biten geçti gitti.

Onu tanıdığım 20 yılla değil de tanıyamaz hale geldiğim 2 yılla resmediyorum bazen işler zorlaştığında, haksızlık... o tanıdığım adam değiştiyse bu tanımadığım adam da değişebilir -ölü ilişki umudu için demiyorum bunu oğlumda yeşil kalan baba sevgisinin kuruyup gidişini görmek istemediğimden onda hala ümit görmek istiyorum- çok geç olmadan olumlu değişimler görmeyi dört gözle bekliyorum. 


1/03/22

derin ‘yol’suzluk

 Tamamen yanlış bir yolda olduğumu düşünmeye başladım.

İçimdeki boşlukla mücadele etmek dibi boylamamın asıl sebebi olmalı, halihazırda boğulan birinin yüzmeyi öğrenmek istemesi ironik... neyse ki sığ sular yutmuyor beni, yaşamak için ve derin sulara açılmak için hala umut var.

Neden bunca mücadeleyle nefes alıyorken, o azıcık nefesi bile yitirme uğruna derinlere ilerler insan? meraktan mı? yeterli değil... 

Anne karnındaymış gibi saran bu yoğun boşluğun dışındayken bilinmezin kaygan zemininde yere sağlam basamıyor olmak boşluktan daha ürkütücü... cesur olsam gider mevla'yı mı belayı mı bulacaksam arar bulurdum, yapmak söylemekten zor her zamanki gibi...

Lafın özüne dönecek olursam; beni farklı bir yaşam biçimi ve bambaşka bakış açıları için yola yeterince motive edemeyen merakım, ne sebeple derin düşüncelere dalmak konusunda ölümüne ısrarcı bir güç bulabiliyor içinde? bilmiyorum.

Fiziksel olarak daha kolay görünse de, irade ve denge açısından boşlukta yaşamak çok daha zor hatta böyle bir yolda sağlıklı kalıp aklını korumak imkansız... kişiliğim, vücudum, bilincim, algım mı sebep? kader, yazgı? seçim, irade? ortaya karışık mı desek yine?...yarısından fazlasını öyle böyle dağıttım zaten yemişim yaşamını da ölümünü de, der giderim belki sudan çıkmış balık gibi olmaktan korkumun ta yüzüne tükürüp... kim bilir?

Bunca laf ve yine yanlış yol...


Deli cesareti ver Allah'ım, öfkesi, dikeni çeri çöpü alınmışından ver, aklımı da yetecek kadar bırakıver mümkünse, eksik yamuk da olsa akılsız delirmek bile mümkün olmuyor, cesaret diyordum, evet, delilik işi bende...

12/21/21

aynı nakarat

 Ne zaman yakın ilişkilerimde sıkıntı çıksa sosyal hayatımda topyekün çenem düşer... Çok laf ama yemek öncesi paket paket cips  yer gibi doyurmayan atıştırmalık laflar...

Üniversitede ev arkadaşlarımdan biriyle sorun oldu, çözdük fakat buzları kıramadık bir türlü ne zaman "konuşalım" desem hissedilir derecede düşüyordu oda sıcaklığı... oda arkadaşım uyardı beni "uzatan sensin" dedi "sen telafi etmeye çalıştıkça konu başa sarıyor, konuşmak istiyorsan teklifsizce konuş gitsin ama hep ağır mevzular açıyorsun, ne bileyim dizilerden müzikten falan bahset seversin filmleri bul işte suya sabuna dokunmayan bir şeyler" diye küt diye söyledi yüzüme, ilkin bozulur gibi oldum ama aldığım en hayati tavsiyelerden biriymiş gibi sarıldım sonra... işe yaradı velakin tıksırıncaya patlayıncaya kadar yemişim iştahıma gem vuramamışım gibi, asıl konuşulacaklardan fersah fersah uzakta boşboğazlık mağduru, kendi dilimin mahkumu oldum.

Susup suya konuşsam gitse, her gün yeni şeyler söylesem ne iyi olur.

12/13/21

zeytin dalı


Zeytinlerimiz simsiyah olmuş, rüzgarın hışmıyla dökülse de yağmurla verimliliğinden yitirse de harika görünüyorlar... 

"Zeytin gözlüm" en güzel iltifatlardan biri bence, sadece yeşil gözlülere söylenemeyeceği işte simsiyah tanelerden belli... ışıl ışıl gözlere bu iltifat, parıldayan bakışlara...

Zeytin hasadından tükenmiş vaziyette çıktık, şükür ki bu yıl tutma senesiydi, seneye vermeyecek... hepi topu 3 ağaç ama paslı gövdeler için düzineler dolusu geldi, yemek kolay da emeği hayli zor zeytinin, çekirdeğini atarken bile eliniz titriyor... 

Oğlumu ilk kez zeytine götürdüm, çocuk işçi çalıştırılmaması fikrine desteğim sonsuz "istiyorsan yardım edebilirsin ama çalışmak istemezsen sakın çalışanlara engel olma" dedim demesine fakat ilk saat istifasını verip kuzenlerinin de aklını çeldi, curcunaya kattılar bahçeyi... sonuç itibariyle vücudumuzdaki tüm kaslar ağrıdığı gibi sesler de kısıldı gün sonunda... maksat toprağa yabancı kalmamalarıydı ama olgunlaşmamış canım portakalların suçu neydi, doğaya saygı duymak neredeydi hiç o konuya girmek istemiyorum.

Manevi olarak da yorucuydu, abime kızgınlığım geçmiş olsa da haksızlığa uğramışlık hissi geçmedi, yine de evine gittim birlikte çalıştık, yedik, içtik... konuyu bile açmadı, kendini suçlu gördüğünü sanmıyorum, beni en çok kızdıran bu -eski de pişmanlık emaresi göstermiyordu- abime aşırı tepki göstermiş olmam muhtemelen bu tavırdan ölesiye nefret etmiş olmamdan... açıkça yanlış yapmışsın bana, bir özürden alıkoyan ne olabilir anlayamıyorum.

Büyüğüm olsa da büyüklük bende kalsın madem, bunu da yazıp bu köşeye geçelim gitsin, çözmek mümkün olmuyor ne de olsa...






11/30/21

yapma yahu...

Örümceklerden korkmayan kadın, uçan hamamböcekleriyle baş edebilen kadın, uçan karıncaları yiyeceklerden uzak tutabilen kadın, fare kapanı kurup leşini doğaya salabilen kadın, sapanla çekirge avlayabilen kadın, yavru yılanları tek adımda korkutabilen kadın, akreplerin icabına bakabilen kadın, dana böğürtenin ayaklarına çelme takabilen kadın, kertenkelelerle yarenlik eden kadın... bir tür süper kadın falan değil, dümdüz, yazlarını yaylada yemiş şehirli kadın...

Bazen diyorum yukardakileri tarihin karanlık sayfalarına gömseydim, her pazar dönüşü onca yükü sırtlanıp 3 katı tek seferde çıkarmasaydım, memleket vurgunu sonrası "kalanları sabaha çıkarırım" dediğinde atlamasaydım, her çüş dediği yere han yapmasaydım, çocuğu kilometrelerce sırtlamasaydım, hele ki o 50 kg patates çuvalını omuzlamasaydım, bana bir eşek değil de kadın gibi davranır mıydı?

Bir yanım eli kalem tutan bir okur, ontolojik düşüncelerle hezayana uğruyor; diğer yanım hoyrat yetişmiş bir yayla kızı, avam biraz da zevksiz, sahici dünyanın sahici sıkıntılarıyla kıran kırana mücadele veriyor.

11/24/21

tutamadım, kaçtı biraz

 Siyasetten oldum olası hoşlanmam.

Halamın oğlu kapı gibi delikanlıymış sağ-sol zamanlarında, hangi taraftan olduklarını bile bilmediği, ömrünce tanışmadığı üç beş kişinin narına yandı; çıraklık yapıp ter döktüğü, uğruna küfür hatta dayak yediği haftalığını vermedi diye bir gece vurup kötürüm bırakmışlar... bizim evde kalırmış o yıllarda, babam aylarca hastanede başında beklemiş ha öldü ha ölecek diye... bir adamın vücudu kalınlığında kolları vardı abimin ama hep o kokuyla anılırdı, siyasetin kokusuyla aynı benim için, dağ gibi abimin çaresizliğinin kokusu... tekerlekli sandalyeye mahkum olduğu halde topraktan sağladı geçimini, ölümü de bahçede oldu, yine de cenazesinde insanlar evine oturmaktan kaçındı, o koku kalmamışsa bile sinmişti mekana bir şekilde...

Benim lise yıllarım da bu leş kokuya kurban gitti... işler "hangi üniversiteyi tercih etmeliyim"den bir anda "liseyi bitiremeyecek miyim"e döndüğünde birileri laf kalabalığı yapıp duruyordu, hiçbir anlam veremiyordum, bu insanlar konuştu diye neden benim hayallerim yıkılsın, neden onların lakırtıları benim için evlilik demek olsun, okuyamazsam kocaya gitmek seçimim değil de kaderim nasıl olsun? 

Nefret ettim cidden ama cidden siyasetten nefret ettim, alabildiğine korkunç bu şey hakkında her seferinde iliklerime değin titredim. 

Bir ara depresyonun etkisiyle ölümü dilemeye başlamış olsam da tutundum, okudum, evlendiğimde 30 yaşındaydım ve o kişiyi seviyordum, hayatım hakkında söz sahibiydim, olay çatıda bitmediği için Allah'a binlerce şükür... bu imkanı verenin siyaset olduğunu söyledi çoğu kişi, haklı olabilirler, bilmiyorum. Allah'ın adını anıp masuma namlu doğrultanlara şahit olduğumda beynim bir kez daha buz tuttu, bu da mı siyasetin işiydi, şaka mıydı, gerçek olabilir miydi?

Yıllarca bir atın kırbaçlanarak öğrendiği çaresizliği siyaset karşısında hissetmeye devam ediyorum, bunun bilincindeyim, beni o attan ayıran tek şey bilincim ama bir anlam veremiyorum. Savaşıp yenilmedik, masaya oturtup muhatap tutan da olmadı, bu sefer boşboğazlıktan bile değildi, "ite dalanacağına çalıyı dolan" der annem ama yakınlarda bir it dalaşı mı vardı? birinin tavuğuna kişt mi diyen oldu? Birileri çaldı birileri oynadıysa o kadar mı sağır oldum niye duymadım ben? bilmiyorum... bilincim siyasete akıl erdirebilmek için gerçekten yetersiz...

11/09/21

bir buçuk adana, acılı olsun

 Dertlerin olması güzel şey yahu... şükretmeyi unuttum mu nedir... 

Çok aşırı acı yerken genzinden beynine tuhaf bir serinlik hissi yayılıyor ya yangın öncesi, bir de ağlarken ki burnundaki o sızı tatlı geliyor bana, eşsiz derecede sevimli, masumiyetinden kalmış nadide bir parça, alabildiğine insancıl...

Rahat battığında mı çıkıyor aşk meşk mevzu, derdi tasayı insanın kendi mi çağırıyor? seviyoruz derdimizi aslında...

Sevmeyi dert etmek güzel, akşama ne yapsam derdi güzel, ne olacak bu çocuğun hali demek güzel, dermanın varsa hasta olup azıcık sevdiklerine nazlanmak bile güzel...  Düşününce dert ne yük ne de yol o da yoluna bir yoldaş işte... eminim hep eleştirilmeyi sevmiyordur, belki de yerden yere vurduğum deridir dertler... 

Allah kaza bela vermesin, dert varsın sıksın canımı, canıma da daralan nefesime de şükür... 

Var olduğunun farkındalığı bile bir varlık tasası gerektiriyorken varsın derdim yaksın... küllerimden doğabileceksem silkinip tazelenmek yanmaya değer.

Diliyorum ölünceye değin çaresiz dertlere rast gelmeyelim...

11/08/21

umudun canı sağolsun

 Grup bu hafta sonlanacak, henüz bende işler rayına girmiş değil, yararı oldu grubun fakat kabul etmeliyim ki buraya yazmak daha derin ve samimi hisler uyandırıyor bende... 

Abim hedeflerinden sonuçlarından bahsederken birden ne kadar materyalist bir hayat sürmeye başladığımı fark ettim, silkinip özüme dönmek istedim ölümüne... yeni araba alıp gırtlağıma kadar borca batmışken maddiyatı geri plana atmakta zorlanacağım kesin ama çocuğuma yapacağım en büyük iyilik tüm bu çerçevelerden sıyrılmak olacak.

Doğruyu yanlışa katıp veryansın etmek marifet ya, biri "her şeyi bilirim havalarında bir inatçı" görüyor diye başlıyorum kendimi sorgulamaya... eski beni "asosyal cahil, köylü kurnazı" görmek istiyor diye yıllarca olmadığım sıfatların olmadık suçlamalarından kaçınmaya çalışmıştım... onların karşı oldukları başlıklar beni tanımlamıyor, beni tanıyorlar diye her söyledikleri şey olmayacağım, ben kendimi bilen bir insanım, herkes her şeyi bilemez elbette ama söylenenlerle kişiliğimin ne kadar uyuşup uyuşmadığını pekala analiz edebilirim, objektif olacağım diye kendime ettiğim eziyette paylarını neden almıyorlar, insanlar diğerlerine kötü şeyler atfetmekten neden çekinmiyor anlamıyorum.

Sakince anlatsam da avazım çıktığı kadar bağırıp kendimi yırtsam da kendini hoca gören bildiğini okumaya devam ediyor; ben hoca olmayayım, ben kimseyi böyle çaresizliklere itmemeyim, umut olayım ben, "sen yaparsın" olayım, "yine gel uzun uzun konuşalım bu konuyu düşünelim bir süre" olayım, nokta koymayayım, uzun cümleleri sevdim oldum olası varsın ben virgül olayım nokta kadar boyumla...

Hayat, bana iyi davran gözünü seveyim... seni sevmeyi çok istiyorum ama bazen cidden bensiz daha güzel mi olursun düşünmeden edemiyorum.

Ne zaman nefes alamadığımı hissetsem ormanlar düşlüyorum, ne zaman boğuluyormuş gibi olsam derede yüzdüğümü görür gibi oluyorum, geçiyor... kendimi iyileştiriyor muyum, iyileşmeyi erteliyor muyum emin değilim, belki grup bitince terapi almalıyım veya biraz daha fazla yazmak daha mı çok işe yarar?

10/18/21

normallik bilinç gerektirmese hiç çıkarmazdım maskeyi

 Grubun erkek üyelerinden biri sevmediği halde seviyor gibi takındığı maskeden bahsetti; ses tonu, anlatırken ki yorgunluğu eski'yi hatırlattı, "o da zorlanmış olmalı" diye düşündüm.

Epey ağladım o günden beri, bu yas hiç bitmeyecek gibi geliyor artık, tam üstesinden gelecekken bir çıban başı daha patlıyor, her seferinde koca çukurlar kalıyor benliğimde...

Gruptan biri açıkça belli ediyor artık benden pek haz etmediğini, konuştuğumda tuhaf bir sessizlik oluyor bazen, "yine ne dediğimden habersizim galiba" diye geçiriyorum içimden, yine o "değişiksin" lafını duyacakmışım gibi irkiliyorum... aslında bana tepkili olan kişinin davranışı yersiz değil, açıktan ve kasıtlı olmasa da kusurum var bu konuda, yine de... her neyse...

İşimde, evimde, arkadaşlarımla bunca şey yaşanırken niye hep buraya grubu yazıyorum? çünkü güvenli alanımın dışında, kendimi savunmasızca açık ettiğim tek yer burası, buradaki kadar açık olmasam da grup biraz daha savunmasız bölge çünkü adları ve anlattıkları dışında bir şey bilmediğim insanlara adım sanımla kendi gerçekliğimi açıyorum, tehlikeli.... bu kadar risk almaya değiyor mudur?

Eskisi gibi her yalnız kaldığım yerde dans ediyor olsam bunların hiçbirine gerek olmazdı... vücudumun her bir kası ağrıyıncaya, kemiklerimin zangırdadığını hissedinceye kadar yorup sonunda terle karışık tuz döktüm mü gözümden, gelsin deliksiz uykular, gitsin kilolar, oh mis...


9/23/21

Bereketiyle gelsin

İki gündür yağıyor mübarek; ara ara sıkmadan ama sırnaşır gibi sevimli, ılık, minicik adımlarla... 

İlla yeniden aşık olmam gerekse yağmura olurdum, nasıl da çarpıyor kalbim görünce... böyle tatlılık dondurmada yok, nasıl da ferah, nasıl da çeliveriyor insanın aklını... kalkıp uzun uzun yürümek istiyorum yağmurda, kuru yerim kalmayana kadar...

Şu sıcak başlayan günün serin sonunda yağmura iç dökmeyi diliyorum, araba kornaları aşkımızı kıskanırmış gibi parazit yapıp duruyor.

Ağaçları kıskanıyorum ben, bu kadar mı yakışılır... o toprağın kokusuna ne demeli, nispet yapar gibi... şansım yok bunca güzelliğin arasında, bu da karşılıksız aşklar hanesinin en derinlerine kazınacak...

Kendime şemsiye almayacağım oğlum çok sevse de, onun şemsiyesini küçük diye öteleyeceğim yine, çaktırmadan delicesine seveceğim seni yağmur, her değen tanende gülümseyeceğim... bu şehrin bu mevsiminde bir başka güzelsin.

8/31/21

"Yemi sarı arabamla ez, resmimi cama yapıştır ki özlemesinler"

İzin su gibi geçti gitti, oğlum yanımdayken her şey daha renkli daha canlı...


Sıcak yüzünden planladığımız gezilerin çoğunu yapamadık, yine de huzurlu ve güzeldi. Yayla, deniz, müze, yürüyüş falan derken epey de yorulduk, üstüne okula hazırlık maratonu da eklenince yavrumun pestili çıktı, yalnız neredeyse yazmayı unutacakmış garibim, okuması tamam ama kalemi tutuşu bile bozulmuş iki ayda... 


Karşı komşunun yeğeni -bizim hızır ablamız- yok bu sene, iş bulmuş başka şehirde, teyzesiyle kalmayacakmış... onun için sevinsem de oğlum ağladı duyduğunda, neyse ki odi gitmedi, anane korkusuyla köpek alamasak da komşudaki odi'yi sahipleniyoruz iyi kötü...


Kömür ve Kılıç adında iki balığımız var şimdi, kaplumbağalarını halen gözleri dolarak hatırlayan oğlum adına bolca dua ediyorum, Allah uzun ömürler versin onlara diye...


Boşanma sonrası toparlanma grubuna katıldım, sanal olduğundan mıdır nedir sarsak bir grubuz, epeyce de güvensiz... bir yerden başlamak lazım, yardıma ihtiyacım olduğunu kabullenmek büyük adım benim için, herkes "çok güçlüsün" dedikçe öyleyim sanıp görmezden geliyorum aksayan yanımı... motoru yakmadan, diyabete teslim olmadan neredeymiş sorun anlayalım, yağla suyla oluru var mı bakalım, olmadı psikolog yolu gözükür, hayırlısı...