aynı nakarat etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
aynı nakarat etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

5/02/23

"yine mi güzeliz?"

Normalde mayısta Adana sıcağı bariz hissedilir, henüz kıştan çıkmış hissettirmiyor mevsim... ılık yağmur sevdalısı olunca şikayet etmiyorum halimden ama genç değilim hastalıktan kurtaramıyorum paçayı... portakal çiçeklerinin enfes kokusu dolularda döküldü, şimdilik çiçek açan sarmaşıklarla sümbüllerle zambaklarla avunuyoruz.

Bayram için sildiğim camlar leş, araba kirden görünmüyor, camlar elimden öper de araba sıkıntı; dizilerde kliplerde pek seksi görünen sahne bende fok balığının buzullardaki figürlerini andırıyor, boydan kısa olunca araba yıkamak zor zanaat, tabure sakat iş, haftalık yıkatacak bütçem yok, oğlanın boy atmasını dört gözle bekliyorum.

Bir ayda üç farklı branştan doktor "zayıfla" dedi, son raddede kuzenim olan aile hekimim "abla yeme içme düzenini ciddi anlamda gözden geçirmelisin" diye söylenince kendimce dikkat eder oldum ama spora canım çektikçe giden ben, paşa gönlüme göre diyet yapınca ilerleme sıfır... buna rağmen zayıfladığımı düşünenler oldu, spor daha derli toplu görünmemi sağlıyor muhtemelen, yine de diyetisyene görünmek şart, geçen yaz ucundan döndüğüm diyabet yine kapımı tıklatıyor.

Doktorlardan biri hafif talasemi olabileceğimi söyledi, evlenirken de üç ay inceleme altında olmam gerektiğini söylemişlerdi, ihmal etmiştim, korkuyorum sanırım... İlkokuldaki sınıf arkadaşlarımdan biri ağır derecede talasemiydi, lisedeyken kardeşini o sandım karakteristik yüz şekli ve deri rengi yüzünden, öldüğünü o şekilde öğrendim, sınıftaki oğlanlar aralarına almıyordu Musa'yı, silgi verdim diye yakın arkadaşlarımdan birinin "ölecek o yaklaşma ona" dediğini hatırlıyorum,  ilk kez bu ihtimali öğrendiğimde, Musa'ya benziyor muyum diye aynaya uzun uzun bakmıştım, pek benzetemedim... tanı almasam da demire dikkat ettiğim sürece sorun olmayacağını söyledi doktor, açıkçası adını koymamayı tercih ederim.

Alerjik reaksiyonlar için bile yediklerimin mercek altına alındığı şu günlerde uzun yürüyüşlerin tam zamanı... 

Kulaklığı takıp insanlarla dünyadan uzak bir bağ kurma vaktidir şimdi, yürüdükçe kafam bulutlarda, yürüyelim güzelleşelim, kulağımda yine mi 🎵 "yine mi çiçek" 🎶

7/20/22

Baktığım her platformda aynı şarkıyla yüzleşiyorum

Yaylada tatlı bir rüzgar, ağaçların arasında beni dinliyorken sustum ve ağlamaya başladım, küçüklüğümde annem çocuk ağlamasından nefret ettiği için mi yoksa "yut sesini duymayacağım" dediğinde ses çıkarmama konusunda antrenmanlı olmamdan mı bilinmez, hiçbir şey yokmuş gibi ağrıyabiliyorum, gözüme toz kaçtığına ikna edebileceğim kadar düz aktılar yine... ağlarken yırtındığım, kendimi yerden yere vurduğum zamanlar olması şaşırtıcı fakat bana uyan daha çok böyle dümdüz olanı gibi geliyor, alışkanlık ölümden beter...

Ellerim ve ayaklarım topraktaydı, uzandım önüme piti piti düşenleri görmezden gelmek istedim, kapadım gözlerimi ter akıtırmış gibi tuzlu ılıklığın boynumda yol buluşunu kolaylaştırdım, derken, araba sesi geldi, toparlandım biraz, tozlu ellerimi toprağın biraz daha içine iteleyip omuzlarımla yanağımdaki ıslaklığı yok ettim, tam kıymığı çıkarmak üzereyken irin yerine kan çıkmaya başladığı, iğne sokmadan batıktan kurtulamadığım inatçı anlardan birine yakalandım.

Yıllardır dinlemediğim "simply red-stars" resmen kulaklarımda çınladı, internetin çektiği o ıssızda olduğum için şarkıyı açabildim, sesini sona getirdim fakat ağıdım sessizde kaldı... Şarkıyı ilk dinlediğim an pek de sessiz değildi hıçkırıklarım, ortaokul sonu veya lisenin başlarındaydım... tarih net değil ama filmi hatırlıyorum; eşi ölünce kızıyla kalmış bir baba, durmaksızın ağlayan bebek, sesi sonuna kadar açılmış bu şarkı... babamı özlemiştim, hem de çok fazla... tanımadığı adamı nasıl özlesin insan, çocukluğumun n saçma sorusu "babanı özledin mi?" oldu ama ergenliğim onu umutsuzca özleyip tanımak isteyerek geçti, ona dair koleksiyonlar, hikayeleri, bilinen maceraları, kalan ufak tefek eşyası el yazısı, kalemi, rakamlar ve çiziklerle dolu not defteri, bıyıklarını düzelttiği makası... hepsi fazlasıyla değerliydi.

Şarkıyı birkaç kez üst üste dinleyince gözlerim hainlik etti, şiştiklerini hissedebiliyordum, burnum da tutmamaya başlamıştı, toparlanıp annemin yanına gittim kucağına uzanıp uyukladım sonra ilgisini çekeceğinden emin olduğum bir laf attım ortaya, uyuyacakmışım da onun sorularına maruz kalıyormuşum gibi sesimdeki titrek tınıyı esnemelerle boğarak gözümü açmadan yarım saate yakın mızırdandım durdum, arada annemin elini alıp başıma koydum, otomatik olarak okşamaya sonrasında bit kontrolüne çıktı, gözlük bile getirdi, çocukluğumun da rutini buydu, kontroller sıklaşırsa huylanıp saçımı kazıtırdı ba o olmadı işte...

Tanımasam da seviyorum seni... araştırdıkça bulduğum ve tutunduğum insaniyetin için teşekkür ediyorum, ardından akıttığım her damlaya değersin, eminim iyi hallerimdeki gülüşlerime de değersin... iyilik Allah'tan elbet ama kökünden ucuna kötü olmadığımı hissettiren bir "insan" olduğun için, köklerimi iyiliklerle beslediğin için teşekkürler...

Bir doğum günü dileği tutacaksam seni tutmak isterdim, unuttuğum anılardan birini anımsamak veya güzel huylarından birini kendimde bulup biraz daha yakın hissetmek... ergenliğin tüm o özlemin içinde bana sunduğu hediye oldun, varlığın için teşekkürler, ağladığıma bakma ölüyken bile pek çok diriden alaydı babalığın, kızın olduğum için mutluyum, seni seviyorum.




3/22/22

değişik

 Yine buraya yazıyorum, yine aynı şarkılar dönüyor kulaklıkta, ayrılığa dair, ağlak, saçma derecede bam telime dokunan ne kadarı varsa sırada, liste yapmıyorum oysa elim gidip duruyor olmalı youtube benim yerime yerin dibine geçiyorum düşen her damlada...

Kitaplarda, filmlerde, şarkılarda, zeki görünen pek çok şahsın dilinde değişim var, iyi veya kötü yerinde saymaktan iyi diyorlar genel itibarda veya ben öyle anlıyorum yapamadığımdan gocunarak belki... değişmek çok zor.

Bir süre önce kollarına atıldığım adamdan sakınmak, kabuslarında görmek, tutup bir de çocuğuna "onu ara, onu sor, ondan uzaklaşma" diye salık vermek daha tuhaf elimde olsa anılarımı en kuytuya kilitler fersah fersah kaçardım dolaylarında olmaktan kendi yapmadıklarımı en sevdiğine gümüş tepside sunmak bir tür iki yüzlülük, küçük de olsalar hissediyorlar ama peki ya ona sövmek yerine hep aşktan ve güzel zamanlardan bahsetmeyi istemek oğluma ya buna rağmen uzak kalmam gereken biri olması ben anlıyor muyum da ne demeli kuzuya... ağlamak için kendimi zor tutuyorum böyle zamanlarda, anne olmak yerine dizinde hıçkırıklara boğulmak ve miniğimin saçımı okşamasını istemek geliyor içimden... oysa kızgınca bakıp, tüm bu mesafeleri anlamasını, odama babasıyla konuşurken dalmaması gerektiğini açıklıyorum, anlamıyor, o kadar anlamsız ki anlatmayı geç ağzımdan çıkanı duymak bile tüketiyor, kalbimi kırıyor bu saçmalık...

Öylece bu durumdan sakınıp görmezden gelsem, konuyu olduğu gibi kapatsam daha kolay daha az kafa karıştırıcı, karşı taraf için de rafa kaldırması daha kolay bir mesele olacaktır muhtemelen ama olmuyor, kıyamıyorum, babasız büyümüşken yabancılaşmasını izlemeye dayanamıyorum, yanacağını bile bile bir alev çemberine atlamak saçmalığın daniskası...

 Sadece varlığıyla kırılıp etrafa saçılan özgüvenin üzerinde parende atmak gibi onu çocuğuna övmek, kendi varlığını sorgulatan başka türlü bir yıkım... ilerde "bunu benim için yapmanı istemedim, böyle yaparak her şeyi daha kötü hale getirdin" diye suçlaması olası yavrunun fakat bu benim seçimim, yemişim acısını sızısını... ayrılırken birlikte olmaktan daha çok acıtacağının farkındaydı ama aklımı korumalıydım... buna da dayanırım son raddeye gelene kadar, olduramadıysam olmayıverir.

Değişmeliyim biliyorum, değişen sayısını arttırmak sorunu değiştirmeyecek... rengi ne acaba? sis bulutunda her şey pastel tonlarda...

1/24/22

araf

Ara tatilleri hiç sevmiyorum, evde yine bir başınayım... oğlum bana kafadan izin yazıyor, "müdürünle konuşurum ben, iyi adamdı hani, söyleyelim benimle kal" diyerek ikna çabalarında, babası karantinada olduğu için cumaya kadar görüşüp görüşemeyecekleri belli değil, çok hevesliydi gitmek için ama elden bir şey gelmiyor.

Bir zamanlar sabaha kadar kustuğu kovayı tutup endişeyle ağladığın, bir başka zaman vurmak, ısırmak istediğin adamın hasta olduğunu duyup hissizleşmek tuhaf...bu beni kötü biri mi yapıyor?

Acaba diyorum sevme yeteneğimi de mi yitirdim, ona karşı bu hissizliği yakalayabilmek için... kötüyüm ben, pisim, çirkinim, sevilmeye değmem... 

İnsanlarla konuşmaya bile zorluyorum kendimi, insan severdim ben, aramasam aklım kalırdı, sormasam merak ederdim, gitmesem de tüm samimiyetimle birlikte hissettirmenin yolunu bulurdum, yok mu oldu sevgi yetim, peki sevdiğim insanlar... hayatımın 20 yılında özenle biriktirdiğim tüm insanları son 10 yılda bozup harcamışım demek ki...

12/21/21

aynı nakarat

 Ne zaman yakın ilişkilerimde sıkıntı çıksa sosyal hayatımda topyekün çenem düşer... Çok laf ama yemek öncesi paket paket cips  yer gibi doyurmayan atıştırmalık laflar...

Üniversitede ev arkadaşlarımdan biriyle sorun oldu, çözdük fakat buzları kıramadık bir türlü ne zaman "konuşalım" desem hissedilir derecede düşüyordu oda sıcaklığı... oda arkadaşım uyardı beni "uzatan sensin" dedi "sen telafi etmeye çalıştıkça konu başa sarıyor, konuşmak istiyorsan teklifsizce konuş gitsin ama hep ağır mevzular açıyorsun, ne bileyim dizilerden müzikten falan bahset seversin filmleri bul işte suya sabuna dokunmayan bir şeyler" diye küt diye söyledi yüzüme, ilkin bozulur gibi oldum ama aldığım en hayati tavsiyelerden biriymiş gibi sarıldım sonra... işe yaradı velakin tıksırıncaya patlayıncaya kadar yemişim iştahıma gem vuramamışım gibi, asıl konuşulacaklardan fersah fersah uzakta boşboğazlık mağduru, kendi dilimin mahkumu oldum.

Susup suya konuşsam gitse, her gün yeni şeyler söylesem ne iyi olur.

11/30/21

yapma yahu...

Örümceklerden korkmayan kadın, uçan hamamböcekleriyle baş edebilen kadın, uçan karıncaları yiyeceklerden uzak tutabilen kadın, fare kapanı kurup leşini doğaya salabilen kadın, sapanla çekirge avlayabilen kadın, yavru yılanları tek adımda korkutabilen kadın, akreplerin icabına bakabilen kadın, dana böğürtenin ayaklarına çelme takabilen kadın, kertenkelelerle yarenlik eden kadın... bir tür süper kadın falan değil, dümdüz, yazlarını yaylada yemiş şehirli kadın...

Bazen diyorum yukardakileri tarihin karanlık sayfalarına gömseydim, her pazar dönüşü onca yükü sırtlanıp 3 katı tek seferde çıkarmasaydım, memleket vurgunu sonrası "kalanları sabaha çıkarırım" dediğinde atlamasaydım, her çüş dediği yere han yapmasaydım, çocuğu kilometrelerce sırtlamasaydım, hele ki o 50 kg patates çuvalını omuzlamasaydım, bana bir eşek değil de kadın gibi davranır mıydı?

Bir yanım eli kalem tutan bir okur, ontolojik düşüncelerle hezayana uğruyor; diğer yanım hoyrat yetişmiş bir yayla kızı, avam biraz da zevksiz, sahici dünyanın sahici sıkıntılarıyla kıran kırana mücadele veriyor.

9/28/21

Çizgiyi aşmak...

Gün içinde ofsayta düştüğüm anlar için VAR'a gidilsin, yok edilsin mümkünse...

Az önce işle ilgili kilit bir bilgi gerekti, eski'nin kolayca ulaşabileceği veya onun vasıtasıyla tanıdığım birkaç kişi yardımıyla edinebileceğim bir bilgi... aramadım... gururumdan değil -iş konusunda gururu kenara bırakalı uzun yıllar oluyor- yardım etmese bilenmekten korktuğumdan aramadım, yeni yeni durulmuşken göle koca bir kaya yuvarlayıp taşırmak istemedim... yardım etse de etmese de garip hissettirecek ne gerek var gerilmeye...

Böyle zamanlarda insanın rahata ne çabuk alıştığını düşünüyorum, yıllar yılı elim kolum uzun değildi, hiçbir zaman kulağım kesik olmadı, şimdiyse o 2 dakikalık işlerin rahatını arıyorum, miskin ruhum pek de hoşnutsuz durumdan...

İçinden çıkamadığım pek çok mesele var, zamanla hallolur inşallah...

7/26/21

ucundan kıyısından

 Şaka gibi geçti bayram... 


Tam da dayanamıyorum artık oğlum olmadan diye debelendiğim anda bir baktım bir hafta daha olmamasıyla son buldu gelen kasırga.


Kaza yaptığımda nezaket gösteren eski, öyle bir tepetaklak etti ki yine, ona karşı iyi niyetimi ele almışken, burun üstü düşmelere doyamadığımı gösterdi, yine ve yeniden, her zamanki gibi... arsızım ben arsız...


Bir an "seni özledim" diyemediği için böyle hakaretler savurup kasılmalar dedim ama sonra; hay benim tükrüğe ya rabbi şükür diyen dilimi keseyim dedim, o kadar bezdim ki oğlumu bir hafta görmemeyi kendim teklif ettim, yakamdan düşsün, sussun diye... kimle aşık atıyorsam.


Arabam tamirden çıktığı gün yolda kalıp tamirciye döndü, sürmeye sözde cesaretim olsa da önde otururken bile titrediğim gerçeğiyle yüzleşiyorum.


Kurban kesememek tuhaf hissettiriyor, kimse pay falan vermeyi teklif edip utandırmadı Allah'tan, bu beklenmedik borç yığını az biraz canımı sıksa da öldürmeyen güçlendiriyor mu gerçekten yoksa mazoşist mi oldum yıllar akıp giderken nedir seviyorum bu debelenmeyi, bir şekilde dinç tutuyor beni, gerçeklikten kopmamı engelliyor.


Dilimin ucundaki bakla da işte tam burda; hayallerimin peşinden uçasım var çünkü... dillendirmeye korktuğum hayaller, zor zamanlara sakladığım kefenliğimmiş gibi yastık altında uyku arasında yokladığım, yılların birikimi bir nevi...


Aklımda ve gönlümde tuttuğum tüm iyiliği, erdemi gerçeğe dönüştürebilsem ne kaza ne ceza -neyse işte bu başıma gelenler- olmaz gibi geliyor. 


Hayallerimin değil, iyiliğin güzelliğin peşinden koşmak dışındakiler belki sadece kendime söylediğim süslü yalanlar veya daha da beteri özentiliktir kimbilir, yok yere öyle... 


İdeallerim ve hayallerim pek çok noktada kesişiyor, onları mı dikkate almalıyım, hiç de özgür hissetmiyorum o noktalarda...


Bacağım durup durup sızlıyor, yumru kaldı ezilen yerde, dışardan anlaşılmıyor etin yağın içinde... korkularımı hatırlatıyor, can tatlı, ölümün yüzü soğuk hakikaten...

6/28/21

la la la

 Çok neşeli günlerimde bile -her nerede olursam olayım- beni ağlatabilecek şarkılar var veya en depresif anımda dans etme isteği uyandıracak olanlar... müziğin gücü inanılmaz.


Bir de o sıralar çok dinlemesem de hayatımın bir dönemini gözümden perde perde geçirenler var ki...


Geçen sene bu zamanları hatırladığımda özlem tekin'in kargalar'ı sarıyor başımı, oysa o sıra en çok lovely dinledim, şimdilerde yıldız tilbe'den kış güneşi dinliyorum, eskiden pek sevdiğim bir şarkı değildi, manga'nın cevapsız soruları'na da takıldım, aslında davullar çalınıyor modundayım daha ziyade... arabada mevsimlik hareketli yabancı şarkılar var, değişik işte...


Tek kelimesini anlamasam da içime işleyen tınıları seviyorum, kelimelerin yalancı vurgularındansa samimi mırıldanmalar cezbediyor beni... 


Dinozor olmaya başladım sanırım, durup durup yıllar öncesinin hatırlanmayan hitlerine vurmak pek de hayra alamet değil... 


Şu an kulağımda mad about you var, yıllar önce bu şarkıyla ilgili bir şeyler karalamıştım bloga, dönüp dolaşıp bambaşka hislerle dinlemek ortaokulda okuduğum kitabı yıllar sonra bambaşka ışıkta görmek, her gün geçtiğim yolda durup kendimi şaşırtan bir kare bulmak, dünkü çocukların nasıl yetişkinlere dönüştüğünü izlemek şaşırtıyor beni, fark ettiğim her anıyla yaşam ilgi çekici...


4/18/21

enkaz kaldırma çalışmaları devam ediyor

 Hep kötü değildi, iyi yanları mı hala sevmeme neden olan yoksa benim bağımlılığa varan bağlılığım mıdır, kim bilir?!... bağlanmayı bu yüzden istemedim, koparıp atamayacağımı bildiğimden....


9 yıllık evlilik 19 yıllık arkadaşlık boşanma kasırgasında yerle bir oldu, viran olmuş onca emek, koca çınarları köklerinden eden afet... 


Kasırga aniden gelmedi. Adı bile "kasırga vadisi" gibi bir şey olan öngörülebilir bir zeminde gelişti her şey... güzel bir manzarası vardı, yıkılan onca şeye rağmen, görülesi bir yerdi, uçurum kenarında olmaya aldırmadan dünyanın öteki ucunda olsa gitmek isteyeceğim o yerlerden biriydi velakin yaşanacak yer değildi.


Arkadaş kalabilseydik dedi dilim yüzlerce kez -imkansız- o yapabilir belki, onun için ne ilkim ne de son ama o ilk gönül bağımdı, noktayı buraya koymak da en iyisi gibi görünüyor.


Kabul ediyorum, hayatımda verdiğim kötü kararlardan en kötü ikincisiydi. Yine de oğlum için değerdi, o olmasa bile aşk güzeldi. "seni seviyorum" demeyi çok özledim.


Burası güvenli, rahat, sıcacık, ev dökülüyor ama ev gibi hissettiriyor, sessiz ve huzurlu, burda yaşamaktan mutluyum... 'seni özledim' diyemem ama sevmekten alıkoyamıyorum kendimi... belki ayrılık da sevdaya dair dedikleri budur.


Önceleri pek emin değildim, bulutlar dağılınca farkettim; ben unutmak istemiyorum, hislerimi örtbas etmek istemiyorum. Tabi ki yaşayacağımı yaşadım ve hayatımı o kaosun içine tekrar atacak değilim ama dürüst olmak istiyorum, kendime saygımı yeniden kazanmak istiyorum, yalanlarla olmuyor o...


Keşke temizce bitirebilseydik, hala helalinken sıkıca sarılıp veda etmek mümkün olabilseydi. Tüm bunları ona yazabilmek iyi olurdu, açık yüreklilikle yüz yüze gelebilmek... 


Oğlumun videosu için attığım kalpli emoji için yanlış anlaşılırım kaygısıyla saatlerce içim içimi yedi, bunları ona yazsam kabusum olurdu. Bu adresi hatırlıyor olma ihtimali bile tüylerimi diken diken ediyor.


Neden kızgın olduğunu anlamıyorum, nakliyesi ederinden pahalıya patlayan gözden çıkardığı, atmaya elimin varmadığı o döküntüler için mi? pek mantıklı sayılmaz. En akla yatkın biçimde anlaştık, neden maduru oynama hevesinde gerçekten anlamıyorum.


Bir kere bile pişmanlık duymaması akıl karı değil, nasıl dayanıyor kalbi buna, hiç sızlamıyor mu? özünde inanılmaz güzellikler barındıran bir adam nasıl böyle olabilir?!


İnsanlar için gözüm keskin değil, tanımakta iyi değilim, o böyle oldukça kendimi suçlayasım geliyor, gel gör ki için el vermiyor. sırtımı sıvazlıyorum, bu da geçer yahu





2/10/21

Defter arasından düşen kuru yaprak

Uykusuzluk sorunum ayyuka çıktı.


Beklediğim biri yok, gecenin ortasında yerinde mi diye kontrol edeceğin bir hain yok, önceki kadar stres de yok, haliyle bir süre düzene giriyor gibiydi, en azından toplamda 6 saat uyuyordum gece ki yetiyordu gündüz düşlerine dalmamak için... 


Boşanma kararımdan beridir ilk kez sıfır uykuyla gün geçiriyorum, aklımda malum şahıs, bu ara o kadar sessiz ki korkuyorum, "çocukla ilgili sinsilik peşinde mi?" derken "sanki çok da umurundaydı" diye geçiriyorum içimden...


Çok değil 2 gün önce umursamadığımla övünüp kendimi takdir ettim, şimdi kendimi utandırmak istercesine bir an aklımdan çıkmıyor.


Çivi çiviyi söker diyorlar, hayatımda bir başkasını istemiyorum ama "sev" diyorum, platonik olarak sev, uzaktan sev, fan olarak sev, hobi olarak sev alengirli meselelere girmeden... elbette farkındayım ayağımı suya sokmadan okyanuslar aşmak istediğimin...

Lisede rüyama birkaç kez kez giren anime karakteri kılıklı tipi hatırlamaya çalışıyorum, ilk kez beni heyecanlandıran imkansız adamı, neden olmasın... kırmızıya çalan koyu kahverengi gözler, tek hatırlayabildiğim... cidden uyumak istiyorum, belki olur ya lisedeki gibi sırf onu görürüm umuduna uzun uzun uyurum yine, gece darmadağın olmadan, hep kaygıyla karanlıkta uykuyu savaş meydanına çevirmeden, bir bakmışım tatlı tatlı uyumuş kalmışım...


Adana'ya taşındığım gün tırnağımda kalan iz, ellerimdeki çizgiler, yorgun bakışlarım... yaşlanmak için erken, gençlik kaf dağının ardında kalmış, ne masalların tadı var ne oyunların...




1/01/21

Zamanlı zamansız...

 Uzun bir süredir kafamda geçmişe dönseydim senaryosu yazıyorum, kusurlu olduğum üç beş nokta dışında pek hevesli olmadığımı fark ettim... tüm yaşadıklarımı sineye çekebilir miyim gerçekten, bir yıl boyunca bunun için debelendim olmadı ya zaten, dönsem fevri olmak bile anlamsız duracak üzerimde, cidden katlanabilir miyim, umursamayabilir miyim? 


Kendimi suçladığım şeylere bakıyorum da aslında o günlerde de hiç çaba  harcamadım değil... Sütten çıkmış ak kaşık olduğumdan da değil ama karnı burnunda düşük tehlikesi olan, üstüne bir de hamilelik sırasında yapayalnız her şeyle tek başıma ilgilenmeye çalışıp depresyonla boğuşurken, yatalak hastayla ilgienebilecek fiziksel ya da mental gücüm olacak mı o günlere dönsem? yok, muhtemelen aynı gönül yorgunluğu ve çok daha beter bir öfke olacak her şey başa sarmışken, telafisi olacak mı hiçbir şeyin... 


Bir anda olmadı ya da sebepsiz değildi olan biten...


Gözden geçireceğim zaman varsa çözmeye yakın olduğum soruya bakarım sınavda, en karmaşık olana değil, neden bir çıkmaza bir ömür daha vereyim... şayet sınavlarda soruyu doğru yapmak kadar zaman da önemliyse, ömür vermeyi ne ara hak etti ki bu adam; anneme kulağının duymaz yerinde alenen söverken mi, beni yakından uzağa kim varsa soyutlarken mi, öz güvenimi yerle bir ederken, yüzümü gözümü dağıtırken, mütemadiyen bir başıma ağlatırken mi, beni kölesi eli efendisi görürken mi? yok yok, ne aklım ne gönlüm razı bu senaryoya...

12/21/20

zemheride soğuk su

 Birkaç günden beri allak bullak olmuş durumdayım.


Eski kocam bana alenen yürüdü... derdi barışmak değildi, yeniden başlamak değildi, yanılsam üzülmekten çok sevinirim ama belli ki derdi intikam bile değildi. 


Bildiğin bir vücudum var, sıfır gizem, herhangi bir numarası da yok, etten ve bolca yağdan ibaret... evliyken dönüp bakmadığın veya umursamadığın bu et yığını şimdi neden!?... saçma, benim aklımın alabileceği bir şey değil bu, bir vücudun çok ötesinde şeyler verdim, cidden çıldırtıcı... 



bu adamla açtım gözümü, yıllarca gözümün ucuyla bir başkasını süzmedim, bu sülükle gönlümü kilitliyorum, ne acı...


Bu olayın sabahında geçmişe dönmeyi dilemiştim, hamileliğimin son aylarına, her şeyi farklı yaptığımı hayal ettim hatta umutsuzca yalvardım, duanın gücüne inanıyorum. Neyse ki Allah gerçekten merhametli, gerçekleşmesi facia olacak şu saf salak duanın içtenliğine rağmen beni korudu, teşekkür ediyorum.


Çocuğum ve yaşanmış tüm güzel anılarım adına minnettardım, şimdiyse dilimin ucuna gelip gelip gidiyor beddualar, bırak dilimin duasını zehirlemesin, diyip yutuyorum.


11/01/19

hey gidilerin zahmetli kişisi...

aile saadetim yerle bir olurken sadece seyirci kalabilmişim gibi geliyor.

tam bir adım atayım derken bakakaldığım tüm olaylar arasında, onunla beraber tükendim... merak ediyorum 'kişi sevdiğiyle beraberdir' dedikleri böyle bir şey mi? onunla sefil, onun kadar pişkin, bir o kadar kaypak hale gelip onun karakterinin yok oluşunu izlerken, "seni" yitirmek mi?...

galiba bir birimize hiç mi hiç iyi gelmedik. yine de tanıştığım güne lanet edemiyorum, o benim için gerçek aşk olamasa da, en saf aşkım onun sayesinde hayat buldu.

keşke bu kadar kötü olmasak... keşke yıkılan güvenimle beraber vermeseydim onurumu ve gururumu... keşke bir hal çaresi bulmanın yolu olabilse... keşke bunca geçen zamana rağmen tekrar tekrar arkamdan bıçaklamasa... keşke her seferinde bu kadar acıtmasa...

bu sefer kesin bitiriyorum deyip, bize zarar vermeyi aklından geçirmesin diye ölümüne korkuttum onu... sonra deliye vurdum, yanımda olsa yeter gibi geldi yine o anda... yetmiyor... kıskançlık tüm hücrelerimi gezinip ruhuma işleyen bir zehir gibi... 

anlamsız bir ikilemin içinde debeleniyorum, bir yanım sımsıkı sarılmak istiyor bir yanım yüzüne bakınca kusmak istiyor. ondan da onunla hala beraber olduğum için kendimden de tiksiniyorum.

insanın kendinden tiksinme hissini karşı benliğini korumak için beyninde dönen dolaplar ilginç... neden aldatılan kadının 3. tekil şahsın saçını başını yolduğunu anlamazdım eskiden, kadın denen varlığın dolambaçlı aklı işte, acılarını paylaşarak azaltmaya çalışıyor.

tüm bunlar geçmişte kalır mı acaba?

'sorun sende değil bende' desem kabus sona erer mi?

peki ya buna gerçekten inansam, umursamaktan vazgeçirir mi bi zahmet?...

düşündükçe daha evlenirken bunları öngördüğüm anlar fark ediyorum, aklıma gelir gelmez geçiştirdiğim veya senaryoyu kestirip attığımı anımsıyorum hayal meyal.. tabi saniyenin binde biri kadar süren karamsarlıklardı o günlerde, gerçeğim olamayacak kadar uzaktaydı aşk körlüğünde...

o değil de 39 yaşımda hiç olmayacak bir 'ben' daha yaşıyorum... fabrika ayarlarına dön seçeneği kişilik için de olsa ne güzel olurdu. 

kocamı biraz tanıyorsam, bu sıralar bu evliliği benden daha çok bitirmek istediğini söyleyebilirim... ne planladığını öğrenmekten ciddi anlamda korkuyorum.

beni taş mı sanıyor ki böyle hoyrat bana karşı? acı çektiğimi görse durmuyor, öfke duysam durmuyor, hissizleşmemi bekliyor olabilir mi? yok muhtemelen aklımın ötesinde bir kazık yiyeceğim yine, tahmin edemesem de...

bu uykusuz gecelere bünyem daha ne kadar dayanabilecek?

5/14/19

eziklik tarihinde şanlı bir sayfa

"Balina koca gövdesiyle sadece ağzını açıp yemeğinin ona gelmesini bekler ve aç kalmaz ama tilki karnını doyurmak için hep didinir durur yine de aç kalır." bunu ilk duyduğumda sadece hırsla ilgili olduğunu düşündüm, orta okuldaydım ve benim için önemli bir insanın ağzından dinlemiştim, hayatımı şekillendiren öykülerden biri oldu. hırs konusunda hep temkinli oldum ama bir yerlerde yanlış giden bir şey oldu kesin.

Açım sevgiye, ilgiye, başarıya, merhamete, adalete... sorun şu ki tilkiysen balina gibi ağzını açmak saçmalıktan ibaret, ağzını açtığında yemek gelmeyecek, engin maviliklerdeki koca balinaya evrilmeyeceksin.

Sanırım bir katırın ruhuna sahibim ben, eşekle at arası gidip gelen bir hissiyatım var... vur yükü dehle dağ bayır demeden gezsin, uçurum da gelse gözünü karartsın geçsin diyorsan o benim işte. 

"uçurumları sevenin kanatları olmalı..." evet, kanatları asla olmayacak kişiyim ben, yine de pür inat seviyorum uçurumları... tam da hayatımın en dik uçurumundan yuvarlanırken yazıyorum bunları...

Tepetaklak olan dünyamda nefes aldığım tek yer oğlumun yanı ama bendeki olumsuz havaya mı kapılıyor bilinmez o da olura olmaza ağlıyor son zamanlarda, yanı sıra hıçkırıklara boğulmamak için kendimi zor tutuyorum.

Evde ağlıyorum, işte ağlıyorum, telefonda ağlıyorum ve nedense hayatımda en çok ağladığım yerde tuvalette ağlıyorum yine yeniden, iç çeke çeke... isyan ediyor değilim, nalda da var mıhta da... sadece zoruma gidiyor.

yine o haksızlığa uğramışlık hissi... acıyarak bakan gözlerden ömür kurtuluşum yok... başkalarını iyi hissettirecek türden bir eziklik abidesi... 

neyse ki gerçekten öldürmeyen güçlendiriyor, başkalarının çıldıracağı anlarda aklımı yitirmiyorsam bundan... bunca darbenin ardından benim hamurumdan nasıl bir demir işleyecek hayat merak ediyorum.

3/26/19

tek taraflı aşkların bedevisi

Özendiğim tüm yaşlı aşıklar, yüzümü size dönmeyeceğim artık... çeyrek asırlık sevgililer daha nice yıllar dileklerinizi duymazdan geleceğim, sokaklarda aşkla bakan gözler hiçbirinize göz süzmeyeceğim... pes ettim.

Neydi yani beklediğim?... anka kuşu gibi küllerinden doğacak bir aşk mı umdum, bu yaşta ne saflık ama... yuvamıza sahip çıkacağız, bunu atlatacağımıza eminim demiştim, öngörülerim gerçekten berbat...

Hem aldatıp hem boşanmak isteyen yine de şartlarıyla hatta tehditleriyle beni bu lanet şehre bağlayabileceğini düşünen muhterem, sevgili kocam, aşık olduğum adam... hep böyleydi... kendine bu kadar değer vermesi her daim cezbetmiştir beni... yine de çok kırıcı... 

gözümün içine baka baka yalan söyleten ne sana?.. aldatmaya sebep neydi onu da anlayabilmiş değilim, tamam, mükemmel değilim ve şişmanım, kabul umarsızım da çokça ve lakin her an çekip gidebilirdin, aldatmasan da sadece boşansan kendimi suçlu hissederdim kesin.

Peki ya neden bu kusurlarla dolu kadına dönüp geldin sen?... hiçbir şey olmamışcasına günler, aylar belki de yıllar geçirdin, neden?... nefes alabildiğini hissetmedin mi bende?... bu da mı hüsnü kuruntum.

Sana arsız, damarına damarına basan cümleler sarf etmek istiyorum, neylersin ki eyleme dökemeyeceğimi senin de adın gibi bildiğin üç kıçı kırık kelimeyi alır beni yaftalamak için çok güzel kullanırsın, bu da senin çekiciliğin ne yapalım, pratik adamsın vesselam... 

Neden hala sarılıyorsun, madem çok da meraklı değilsin beni görmeye neden bana bakıyorsun, neden sesime katlanıyorsun seni daha da itiyorsa söylediklerim... kiminle yazıştığımı neden umursuyorsun... beni kolayca unutacaksın madem, neden sevdin, madem beni darmadağın ortada bırakacaktın, neden buralara sürükledin... madem iyi adamdın neden bana kötülük ederken gözünü kırpmıyorsun...

Senin hikayende ne yerim var ki, bitmek bilmiyorum?... doğabilen tek çocuğunun annesiyim diye mi?...

Sevgilim, kalbim çok ama çok acıyor.

3/20/19

içim kabarmış

delirmek üzereyim, beynimde dönüp duruyor evliliğimle ilgili mevzular... düşünmeyeyim diyorum, beynimi meşgul etmek için kitap alıyorum elime, odaklanamıyorum... kafam boşalsın diye bi şeyler izleyeyim diyorum, onun suçlayan tondaki sesi çınlıyor kulağımda, artık pek yardımı olmuyor. İnsan kemiklerinin içinde hisseder mi kıskançlığı, beynim dursa vücudum tuhaf tepkiler veriyor, hormonlarım da hislerim kadar karışık sanırım...

Bir tek burası var... anneme anlatamadım, arkadaşlarıma bile anlatamadım, kime ne söyleyebilirim ki? kim böyle bir evliliğe devam ettiğimi bile bile yanımda rahat kalabilir, şu anda bile birileriyle normal sohbetler sürdürmek zor... umutsuzluk böyle bir şey, mutsuzluktan çok daha beter... sadece mutsuzken bile havadan sudan konuşmak için kötü bir atmosfer oluyor... birilerine derdimi dökmek istiyorum ama kalan son dostları da böyle şeylerle sıkıp uzaklaştırmak istemiyorum, kocamla yüzleşmek neredeyse imkansız, bana her şeyi bilsem bile dürüstçe kalbini açacak biri değil o... ne sanıyorsa beni...

onun düşmanı olmadığımı defalarca söyledim... kinle öfkeyle hareket edecek olsam şu vakte kadar mahvederdim onu her anlamda hem de... 

Bana dürüstçe yüreğindekileri anlatsa şu süreci kazasız belasız atlatabiliriz, bundan eminim... kalbimi kırsa bile samimiyetine değer veririm, beni hiç mi tanımıyor?

Vazgeçmeyeceğini düşünmüştüm bizden, her şeye rağmen... niyeti sadece zaman kazanmak galiba... 

Birazcık rahatının bozulmasına bile tahammülü yok... nereye kadar bu evi tek başıma sırtlanmak zorundayım?...

evi düzende tutması gereken sadece ben... karşı tarafın isteklerini kafa yorması gereken sadece ben... çocuğa ebeveyn olması gereken sadece ben... ailelerle ilgili problem olduğunda alttan alması gereken arayı yapması beklenen sadece ben... faturaları ödemesi gereken ben... okulla ilgilenmesi gereken ben... evin reisisin diye evin kölesi değilim ki... tuhaf tipli tamircilerle muhatap olmaktan, onu bunu idare edip durmaktan, her şeyde sorumluluk hissetmekten vazgeçmeli miyim?

hiçbir şey yapmadan oturduğumda bile ev için suçluluk hisseder hale geldim, çalışıyorum ulan, eşekler bile çalıştıktan sonra yemlenip dinleniyor... uykusuzluk da bir hastalık türü, uyuyamadığım için bile suçlanırken dinlenmek nasıl suç olmasın?

kalan gücümle gayret etmeyi bırakmalı mıyım?... kim biliyor ki bunların değerini...

değersiz hissetmekten bıktım.

12/23/16

bomboş...


İnanmayı seviyorum, koşulsuzluğu bazen, bazen de beynimin hücrelerine dek tereddüt etmeyi… Zaten masalların bile “bir varmış bir yokmuş” diye başladığı şu dünyada, körü körüne inanmak ne mümkün?!...

İnancımın ilk şartı ‘hiç’lik… her şeyin “ﻻ “ ile başladığı düşünülürse önce kabulleri yıkıyorsun,  hemen ardından olmayanın tanımı geliyor. Fakat bir bakıyorsun ki tüm o yokluk içinde bir istisna ısrarla karşında... Hadi bunu geçtim, tüm inançları yok ettiğinizde kalan inançsızlık bile çoğu kişi tarafından ‘tanrı tanımazlık’ denen bir inanış biçimi zaten… Hiçliğin talihsizliği de bu işte!…

'Hiç' bütünü kuşatan bir “şey” mi yoksa aslolan hiçlik mi? Evren yoktan var olan “şey”lerden mi ibaret?... Bu önemli bir ayrım olsa da oradaki nüansın özde olan soru olmadığını düşünüyorum.

Merak ediyorum, varken yok olmak da hiçliğe dahil midir? “Ayrılık da sevdaya dahil” diye mırıldansa da gönül, akıl ayrı telden çalıyor. Tüm o tekrarlanıp duran döngü içinde ne yokluk sonsuzluk boyu sürüyor ne de var olan yokluktan sıyrılabiliyor, ama yine de işin içinde sonsuz kere sonsuz var, manidar değil mi?

Her şey yoktan var olmuşsa, halihazırda “yokluk” kapı gibi duruyorsa yaratılmışların arasında, aralanan o kapıdan geçip varlık kazanan her fikir hiçliğe edilen bir küfür olsa gerek.

Hiçliğin tekrarlanan, izler bırakan, yokolan ve yeniden doğan düzensiz çizgisi; pi sayısındaki uzayıp giden rakamlar kadar bilindik, pi sayısı kadar eşsiz…

Aykırılık, çoğu zaman dahilikle delilik arasındaki boşluğu dolduruyor. ‘Yok’tan yere soruların sonsuz dehlizinde çıkılan yolculukta, biraz merak biraz şüpheyle açtığın gözlerindeki bir nevi öğrenme çabası… “Bulanmayan deniz durulmaz” derler ya… Çok yol katetti insan; bilmek için, öğrenmek için, anlaşılır kelimeler, simgeler, filmler, imgeler, yazılar, fikirler için…

Oburluk çağının çılgınlarıyız biz... Varlık-yokluk kavramlarını bu kadar somutlaştıran, evde kullandığı en basit araçlardan, sıfır birlerle tutunduğu sanal dünyaya kadar elle tututur derecede yaşayan başka bir nesil yoktor herhalde.... Simülasyonların bile somutlaşıp kanlı canlı hatta ölümcül savaşlı gerçekler haline gelmesi bir bakıma metafizikle kuantum arasındaki uzlaşmaz sanılan sınırları yıkma konusunda umut vadediyor.

10/21/11

yarın yeni bir gün

benim mide yine tekliyor, yarın yine bir dizi işlemden geçeceğim, doktor ameliyat gerekip gerekmediğine karar verecek...

bu yılın sonu nasıl gelecek çok merak ediyorum, tam da stresimin biraz azaldığı bir dönemde patlak verdi bu mide belası ve beni upuzun sıkışık bir yıl bekliyor, yapmam gereken bir sürü şey var, hasta olmanın hiç de zamanı değil... gerçi öylece zamansız gencecik canlar gidiyorken beni mide almış götürmüş çok değil hani...insan korktuğu ecelden gidermiş, nedense kendime ecel diye pay biçtiğim kanlı kusmuklu acılı bir son!

gelgelelim ölmedik, hatta hayat daha yeni başlıyor, heyecanlanıyorum.

7/19/11

herhangi bir gün

yalın bir hayat yaşıyorum, süregiden haller sessiz ve sakin görünüyor ama kör noktalarım da yok değil hani!...dünyayı değiştirdiğimi sayısız kere hayal ettim fakat hedeflerim hep asgaride...ömrümce sevmeyi sevilmeyi bekledim fakat sevince bir yanım hep tetikte...standart dışı zamanlarım oldu fakat yaşarken baz aldığım hep sıradan şeyler, harici vakitler sıradan kılıflarda...bildim bileli inançlarım yalnızca beni bağlar, tartışmalı konulara girmekten sakınırım ama içten içe en doğrusunu bilirim sandım oysa inanmaktan daha mühimi olmaktı, olduramadım, ezberler bozuldu, anlamlar evrim geçirdi, öyle böyle derken masumiyet yalan oldu, kalan değerlerime gözüm gibi bakayım diyorum ama sakınan göze çöp batıyor işte n'aparsın?!...

bazı insanlar görüp imreniyorum, hiçbiri benden daha zeki ya da daha yetenekli değil ama yaşama becerileri had safhada, hayranım.