kuytuda kalan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
kuytuda kalan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

12/14/22

patika

Kaybolmuş hissediyorum, kocaman bir ormandayım, bilindik bir mekanda fakat nasılsa bildiğim yoldan şaşıyorum, belki kopan fırtınalardan uzun yağmurlardan sonra yer yerinden oynadı ve ben artık yeni yollar bulmalıyım kendime... dönüp dolaşıp eski ile yolum kesişse işaretlediğim ağacı yeniden görüp yolumu kaybettiğimi bir kez daha fark ediyormuşum gibi hissediyorum, ormandaki herhangi bir ağaç, yine de sinir bozucu...

Bir an evvel düze çıkmak, kaybolma kaygısını atıp ormanın tadını çıkarmak istiyorum.

Oğlum ilk kez kuşak sınavına girecek, anaokulunda zorbalık gördüğünden beridir bir savunma sanatı öğrenmesini istiyordum ama öğrenirken daha çok hırpalanacak korkusuyla erteledim, iyi gidiyor gibi... 

Dün annemle ayrıldıklarından beri ilk kez üvey babama rastladım, yüzünü çevirdi, muhtemelen savaş-barış döngüsü yaşayan ilişkilerinde çomak sokanın be olduğumu düşünüyor -oldum olası sevmez- arkasından birkaç iyi cümle kurma gereği hissettim, ben boşandığım için annemin ardına bakmadığının farkındayım.

Güzel/yakışıklı kişileri daha katlanılır buluyorum, sevdiğim kişileri genelde çirkin bulsalar bile güzel görme eğilimindeyim, çoğu kişi için böyle olmalı, "yarasaya yavrusu tatlıymış" oğlumdan yakışıklısı annemden tatlısı yok dünyamda...

Çenemi sıkıca kapatmam gereken hassas bir dönemdeyim ama yazdığım özel şeylerin olduğu ekranı kabak gibi ortada bırakıp gidiyorken boşboğazlığımı dizginlemek yetmez, bu da geçer ne diyeyim, bir yanım rüzgara karşı koşmak istiyor bir yanım emekliliğime kadar rutinimde kalmak... nasipte ne var gönül nereye akıp gider bakalım... 


11/14/22

arda kalan


Dün oğlumu almaya geldi babası, otogara çocuğu ben bıraktım, birbirine bakmaya korkan iki kişi haline gelmek tuhaf... ben çocukla ilgili bir şey yazıyorum -sözcükler zaten diken üstü- karşı tarafın profil fotoğrafı çift kişi oluveriyor, çocuk rahat olsun diye "içerde konuşun" diyorum eve girmiyor, bu sefer evliliği konusunda daha özenli diye umuyorum... ikinci şık beni bir psikopatmış gibi resmedip kendisinin yalanına inanmış olması ki suçluluk hissetmemek için bunu bile yapabilir, inandığı yalanlar yüzünden inandırıcıydı çoğu zaman... umarım ikinci ihtimal kuruntumdan ibarettir, sıkça abarttığımı inkar edemem.

Bu iki yabancı karşısında, sperm bankasının başarılı bir işiymiş gibi hissediyor mudur oğlum? yapay tavırlardan bıkmış mıdır?  tuhaf hissettiğine eminim... zeki ve algısı kuvvetli bir çocuk, zoraki gülümsemesini ne zaman görsem ruhumun paramparça olduğunu hissediyorum.

Babasızlık konusundaki tecrübelerime rağmen baba yokluğuyla baba yoksunluğu farklı elbette... ben elimden geldiğince doğru olanı yapmaya çalışsam da aynı duyarlılığı çevremden sadece umabiliyorum, üvey babam konusunda ne tür densizlikler yaşadıysam oğlumun da benzerlerini yaşıyor olması muhtemel...

Sürekli nasihat modunda olup, ben de böyle şeyler yaşadım mesajı da bir yere kadar... artık o yaşı geçiyor, korkuyorum, doğru olan ne emin değilim... ikimizin de onunla derin bağlar kurmada başarılı olduğunu düşünmüyorum, kendimle ve hayat zorluklarıyla boğuşmaktan ona mutlu anılar vermekte zorlanıyorum, babası oldum olası uzak akraba modunda... mutlu bir çocukluk geçirmesini her şeyden çok isterdim.

8/22/22

sıklet

Yeni bir koma hali... 'yine neden yakama yapıştı' sorgusu için bile yoruldum, kaçmak çok yorucu, yüzleşmek çözümsüz, eyleme geçemediğin sürece her şey havada kalıyor.

Hiçbir zaman yüzleşmekten korkmadım, hatamı kabul zorsa bile görebildiğim yerdeyse yüzleştim, gerekiyorsa özür diledim, samimiydim ama telafi için ne yaptım tartışılır... yarama merhem aradım mı peki? düşte kaldı, diyelim.

Ruhum ve bedenim karıncalanıyor, uyuşan yanlarım için diğer yanıma bile dönmüyorum, kendime bu eziyetim niye, neyin cezasını veriyorum, neyin yargısını kestim? kimbilir... yara benim, dermanı ben değilim... oğlum ilaç gibi kesiyor pek çok ağrının acının önünü, varlığı için minnettarım... fakat içten içe çürüdüğümü, öldüğümü hissediyorum, içimden ilk kez duyduğum ve tanımadım bir ses var "yaşamak istiyorum" diye bağırıyor, tiz ve net.

Hiçbir şey için yeterince zamanım yok fakat zaman ziyan etmekte üstüme de yok... işte kendime kızgınlığımın tavan yaptığı yer burası, kendime zaman ayırabilmek için verdiğim tüm çabanın kendim elimle malum olanı yok saymak olmakta olana gözlerimi kapamak adına düştüğüm çukurdan çıkmaya kullanabileceğim enerjiyi harcamam, açken sahip olduğum son lokmayı çöpe atmaktan farkı yok, son umudum eriyip gidiyor ruhumu yaka yaka, değişmeliyim, yapabilirim, yeniden düze çıkabilirim, yolumu bulup yine çağlayıp akabilirim, düze çıkamasam da ben göl gibi sakin de kalabilirim ama bu çamur bu pis yapışkan hiç, kaçmakla kurtulamadım bu boğulma hissi...

Debelendikçe battığımı bilinçltımda fark edip canhıraş bir kaçış çabası mı veriyorum? nasıl kurutulur ruhunu yutan bataklık?



7/20/22

Baktığım her platformda aynı şarkıyla yüzleşiyorum

Yaylada tatlı bir rüzgar, ağaçların arasında beni dinliyorken sustum ve ağlamaya başladım, küçüklüğümde annem çocuk ağlamasından nefret ettiği için mi yoksa "yut sesini duymayacağım" dediğinde ses çıkarmama konusunda antrenmanlı olmamdan mı bilinmez, hiçbir şey yokmuş gibi ağrıyabiliyorum, gözüme toz kaçtığına ikna edebileceğim kadar düz aktılar yine... ağlarken yırtındığım, kendimi yerden yere vurduğum zamanlar olması şaşırtıcı fakat bana uyan daha çok böyle dümdüz olanı gibi geliyor, alışkanlık ölümden beter...

Ellerim ve ayaklarım topraktaydı, uzandım önüme piti piti düşenleri görmezden gelmek istedim, kapadım gözlerimi ter akıtırmış gibi tuzlu ılıklığın boynumda yol buluşunu kolaylaştırdım, derken, araba sesi geldi, toparlandım biraz, tozlu ellerimi toprağın biraz daha içine iteleyip omuzlarımla yanağımdaki ıslaklığı yok ettim, tam kıymığı çıkarmak üzereyken irin yerine kan çıkmaya başladığı, iğne sokmadan batıktan kurtulamadığım inatçı anlardan birine yakalandım.

Yıllardır dinlemediğim "simply red-stars" resmen kulaklarımda çınladı, internetin çektiği o ıssızda olduğum için şarkıyı açabildim, sesini sona getirdim fakat ağıdım sessizde kaldı... Şarkıyı ilk dinlediğim an pek de sessiz değildi hıçkırıklarım, ortaokul sonu veya lisenin başlarındaydım... tarih net değil ama filmi hatırlıyorum; eşi ölünce kızıyla kalmış bir baba, durmaksızın ağlayan bebek, sesi sonuna kadar açılmış bu şarkı... babamı özlemiştim, hem de çok fazla... tanımadığı adamı nasıl özlesin insan, çocukluğumun n saçma sorusu "babanı özledin mi?" oldu ama ergenliğim onu umutsuzca özleyip tanımak isteyerek geçti, ona dair koleksiyonlar, hikayeleri, bilinen maceraları, kalan ufak tefek eşyası el yazısı, kalemi, rakamlar ve çiziklerle dolu not defteri, bıyıklarını düzelttiği makası... hepsi fazlasıyla değerliydi.

Şarkıyı birkaç kez üst üste dinleyince gözlerim hainlik etti, şiştiklerini hissedebiliyordum, burnum da tutmamaya başlamıştı, toparlanıp annemin yanına gittim kucağına uzanıp uyukladım sonra ilgisini çekeceğinden emin olduğum bir laf attım ortaya, uyuyacakmışım da onun sorularına maruz kalıyormuşum gibi sesimdeki titrek tınıyı esnemelerle boğarak gözümü açmadan yarım saate yakın mızırdandım durdum, arada annemin elini alıp başıma koydum, otomatik olarak okşamaya sonrasında bit kontrolüne çıktı, gözlük bile getirdi, çocukluğumun da rutini buydu, kontroller sıklaşırsa huylanıp saçımı kazıtırdı ba o olmadı işte...

Tanımasam da seviyorum seni... araştırdıkça bulduğum ve tutunduğum insaniyetin için teşekkür ediyorum, ardından akıttığım her damlaya değersin, eminim iyi hallerimdeki gülüşlerime de değersin... iyilik Allah'tan elbet ama kökünden ucuna kötü olmadığımı hissettiren bir "insan" olduğun için, köklerimi iyiliklerle beslediğin için teşekkürler...

Bir doğum günü dileği tutacaksam seni tutmak isterdim, unuttuğum anılardan birini anımsamak veya güzel huylarından birini kendimde bulup biraz daha yakın hissetmek... ergenliğin tüm o özlemin içinde bana sunduğu hediye oldun, varlığın için teşekkürler, ağladığıma bakma ölüyken bile pek çok diriden alaydı babalığın, kızın olduğum için mutluyum, seni seviyorum.




6/14/22

yağmur ılım ılım yağmaya devam ediyor


Sevdiğim şairlerden biri daha göçüp gidiyor yaşamak biraz daha çölleşiyor, kutuplardan bir kıta büyüklüğünde bir parça daha eriyor.

Pek iyi değilim, biraz daha kırgın oluyorum her geçen gün... çocuğumu babasının yeni evliliğine hazırlamaktan kaçınsam da önsezilerim bir de kardeş fikrine de kendini hazırlaması gerektiğini söylüyor, yavaşım bu konularda ama hislerim pek yalan söylemez.

Birlikte oldukları fotoğrafa bakmaktan nefret ediyorum yine de bakmaktan alıkoyamıyorum kendimi, beni paramparça ettiği nokta orda, kaçacakmış gibi birine yapışmak orda, yük değil de nimetmiş gibi, yanında hiç olmadığım gibi... ağzıma kum tadı geliyor, içim kuruyor okyanusta içecek bir damla su olmayışıma... nasip.

Yine ağlıyorum mütemadiyen, tabi ki geçecek ama zorluyor, daha kaç kez cümlesini harfi harfine iğnelere dizdiğimin ciğersizi için bu kısırdöngüyü yaşamalıyım bilmem, kimseyle bir ömür göremiyorum artık, oğlumla bile...

İki gün önce omzumu yaktım, avuç içi kadar omzumda bir yanık çocukluğumdan kalan güneş çillerimi yok edip yerleşti sol omzumun en güzel yerine...  normalde esmerliğimi sevmem -beyaz doğmuşum ama boz belezim bildim bileli- bir tek omzumun tonunu severdim gençlikte, kendimi desteklemek istediğimde koklayarak öperdim omzumun solundan, kim bilir kalbim o yanda diye belki sağın renginden farklı gelirdi sol omzum... canlılığını yitirmiş o tonun üstüne kara mühür vuruldu şimdi, hayallerimde daha parlak ve hoş gelecek rengi özlediğim için o pütürlü yarayı öpemem ama parmaklarımın ucu istem dışı hep orda, avutma isteği olsa gerek...

Çocukluk yaşamamış bir yeni yetmeyken "serçe" adında bir film seyretmiştim, rahibenin teki arzularına ket vurmak adına sırtını derisini yırtacak kadar kırbaçlıyordu, "dünyanın en anlamsız eylemi" diye düşündüm, neden aklıma geldiğini bilemesem de şu zaman "isyanını şahlandırmanın bir ergene uyan yöntemi" diye geçirdim içimden, hayal meyal hatırlıyorum filmi oysa, neden şimdi ve neden o sahne cevabı yok, kaşıdıkça tatlı tatlı sızlayan omzumda mühürlenmiş ton kadar gizli kapaklı... 

Karanlıkta kalmış her şey gibi duygular da ürkütücü, patlayan kaşını yanan omzunu seven ben, derinlerinde kendine zarar verme arzusu taşıyor olabilir mi? tanımlamak çok zor, görmezden gelemeyeceğim kadar da yoğun velakin; ölmek istemiyorum, yapacaklarım arkamdan ağlamasın diyecek kadar uzun, huzurlu ve mutlu bir hayat istiyorum. amin.

3/29/22

"Beni hoyrat bir makasla eski bir fotoğraftan oydular"

Kendi gençlik fotoğraflarımı ararken eski'nin yıllanmışlarını buldum, yakışıklı adamdı, hala eli yüzü düzgün, kül rengi saçlarla ayrı havası var, yüzündeki çizgilere rağmen umarsız bakışlarla yıllara kafa tutmaya devam ediyor.

Severken en büyük tereddütüm o güzel sıfatıydı, yok yere olmuyor güçlü sezgiler... yine de böyle güzel bir şeyin hayatımda yer almış olması kötü değil, sevmek güzeldi, sevgili güzeldi, belki yine olsa yine yaşamazdım böyle bu aşkı ama hem dilimden hem kalbimden sövgüler değil şükürler geçiyor ziyadesiyle, şu an olduğu kişiyi tanıyamıyor olsam bile o kişiyi tanıdığıma sevindim.

Fotoğraflara bakınca kendi gençliğimde bir ışık görüyorum, feri çekilmiş şimdi o bakışların, şükür ki gözler yerinde, bakarsın başka bir ışıkla aydınıverir, umut güzel umut...

Oğlum sandığımdan erken sormaya başladı ayrılma nedenimizi, ağlamadım, belki ağlasam o sormayı keserdi, belki boğazımdaki yumru üç beş fotoğrafla kol kadar olmazdı, kim bilir...

İnatçıyım ben, "unutacağım" diye direttikçe esiyor, rüzgar bile canımı yakıyor, uzun uzun bakıyorum fotoğrafına, ölmüş kabul etmek daha makul görünüyor gözüme, yas böyle böyle biter belki... yok saymayacağım, uyuşan hisleri de hislerim döndüğünde kıvrandıran sızıları da yok saymayacağım, uyuşukluk yakamı bıraksın diye acıya alışacağım, bitecek böyle böyle, zamanla, zaman yoksa ölümle yitip gidecek eninde sonunda... 

Şöyle aynada kendime bir bakınca, o kadar çok son görüyorum ki "son olsun bu" diyorum, sevilmek hak edilen bir şey olsaydı harcım olmadığını savunurdum.

Becerebilsem -ölsem bile- akıllarına estiğim bir an bir yerde sevdiklerimin içini ısıtmak isterdim, hala yaşıyorken olur mu dersin?




1/31/22

avare

Doğduğum şehre dönme kararı aldığımda, eğitimini aldığım bölümle ilgili iş yapmayı bırakmak zorunda kaldım... diretsem bir çaresi bulunurdu, farklı şartlarda alanımla ilgili çalışabilirdim ama açıkçası pek istekli değildim, riskliydi, karmakarışık olduğum bir dönemde henüz vakıf olmadığım tiplerin arasında efor harcamak için yeterli motivasyonum yoktu, elime yüzüme bulaştırırım korkusu da cabası... işsiz kalmayı göze alabilecek bir noktada değilim açıkçası.

Ortam korktuğum gibi değil, rahatım hatta garajdan sadece hafta sonları çıkan yarış arabası gibiyim, kapışırken motoru dağıtan toros gibi hissetmekten iyidir herhalde, emin değilim.

Online bir sürü eğitim, her yerde ve saatte ulaşabileceğim korkunç derecede fazla bilgi var, yine de emekli olunca kursiyerlerin pasta börek çörek getirdiği tarzda hobi kurslarına katılmayı hayal ediyorum... kırkyama yapmak, kütüphaneden kitap almak, oğlumla üç öğün yemek yiyip, yorgun veya bıkkın olmadan ebeveyn olmaya odaklanabilmek, anneme sıkça masaj yapmak, bilfiil emeğimle insanlara yardım etmek ve tek sırt çantasıyla az az çok açılmadan dünyayı dolaşmak istiyorum, bu aralar hayata tutunmamı sağlayan en tatlı hayaller bunlar.

Bazen hiç yayınlanmayacak bir romanın karakterlerini oturtmaya çalışırken buluyorum kendimi...

Senaryo denemeleri yaptığım sıralar bir türlü farklı karakterleri aynı biçimde konuşmaktan kurtaramadım, 100 sayfa kadar yazıp kağıtta olanları yaktım, bilgisayarda derlediklerimi sildim, bir şekilde kurmacalar türetmek o zamandan kalma sevdiğim bir oyun olarak yok olup gitmedi.

Tuhaf şey sinema, fotoğraf da öyle... sihirli deniyor ya lanetli aynı zamanda, ucundan dokunsan bile yapışıp kalıyor eline rengarenk...

12/30/21

ruh budansa yeşillenir mi?

Civa ağırlığında akışıyla kanım kurumuş çıban başı gibi, kalbimi sıksan irinler damarlarımı yırtıp oluk oluk akacak...bilmediğim dilde şarkılar, aval aval baktığım yabancı aşklar, değişik kafalardan sayfalarca düşler, şifa niyetine yalayıp yuttuğum tüm yalancıktan duygular dilimden kelimelerime acıtıyor, daha fazla istemiyorum, dua etsem sadece olmaz mı? ruhumu yaşam üniteleriden ayırıp bedenime bağlamayı umacağım... kanseri yener mi? insanlığımın avuç avuç elimde kalan yerlerinde yenileri hayat bulur mu? "sadece öl, öl" diyen beynimdeki şu ses defolup gider mi artık?!

Hey ufaklık, sen, sırtını dönme yine... sorun senin dolaylarında, gözden ırak kalmasaydın böyle... masumiyetin tartışılırdı belki ama saftı sende bir şeyler, hep küf kokusu var artık burnumda... ayaklarımı duvara çapraz uzatıp çatlaklarda kaybolmanın daha yeşildi tadı... çürümüşlüğün köklerimi sarmadığını ummak safça bir iyimserlikse yine de umut var o ufacık saflık hatırına.

8/13/21

Çayı demledim, çekirdekler de çıtır, kaçta gelirsin?

Kara günde elini uzatan dostlara şükür ama bir ara fark ettim ne zaman arasam dert döküyorum onlara, neşeli mevzular çok nadir... aklıma hiç yoktan gelen saçma bir şey için aramak istiyorum, eskisi gibi arayıp saatlerce konuşmak güzel olurdu.

Lisede ne konuşurmuşuz o kadar hatırlamıyorum... annemden faturalar yüzünden sürekli azar işitirdim, "gün boyu laklak ettiği yetmiyor, geceye kadar konuşuyor fesübhanallah" diye dört dönerdi etrafımda... erkek arkadaşım var sanıyordu belki bilmiyorum, hakikaten, aşkla meşkle ben kadar alakasız insan, modadan makyajdan bahsetmediğim de kesin... 

Muhtemelen pebinle kitaplardan, şadikle aileden, hedişle üniversite hayallerinden, suatla puanlardan sıralamalardan, suziyle dinden imandan, rubata ile serserilikten bahsediyordum, nadiren okulun yanındaki kitapçıyı arayıp kitap ısmarlardım -çıkışta çok dolu oluyordu- şayet oranın sahibi olan abi denk gelirse, içeriklerine dair laflardım, pek severdi tartışmayı ama birlikte çalıştığı eşi azıcık kıskançtı, şimdilerde yadsımasam da o sıra garip gelirdi.

Üniversitede sabahlara kadar konuşmaktan çenem ağrırdı, ilkokulun ilk 2 yılında sıra arkadaşım kulaklarını tutar yalvarırdı susmam için... suskunken hiç konuşmayacak gibi görünüyorum, konuşmaya başladığımda dizginlemek zor... buraya yazıyor olmasam yaylada ıssız köşelerde avaz avaz bağırmasam susmaya mecalim olmazdı.

Lisede bölüm seçince sınıfım değişti, 2 sene suskunluğuma denk geip son sene dilimin kemiği olmadığını fark eden arkadaş, inanamayan gözlerle "ne oldu bir sorun mu var, sen böyle değildin" diyince, "ben böyleyim ama görünmezlik iksiri içmiştim, kendime geldim" dedim, bir insanın şaşkınlıktan gözlerinin nasıl büyüyebileceğini ondan öğrendim.

Şimdi öğretmenlik yapıyormuş, okul dergisinde çektiği fotoğrafı görünce ilk kez sınıftan birini kıskandım, iki sayfa yazım yayınlandığı halde onun sayfanın üçte birini kaplamayan fotoğrafı, harikaydı. Yazmak istemediğim şeyler yazmamaya karar verdim o an; yıllarca tutamadığım sözlerden biri oldu.

7/26/21

ucundan kıyısından

 Şaka gibi geçti bayram... 


Tam da dayanamıyorum artık oğlum olmadan diye debelendiğim anda bir baktım bir hafta daha olmamasıyla son buldu gelen kasırga.


Kaza yaptığımda nezaket gösteren eski, öyle bir tepetaklak etti ki yine, ona karşı iyi niyetimi ele almışken, burun üstü düşmelere doyamadığımı gösterdi, yine ve yeniden, her zamanki gibi... arsızım ben arsız...


Bir an "seni özledim" diyemediği için böyle hakaretler savurup kasılmalar dedim ama sonra; hay benim tükrüğe ya rabbi şükür diyen dilimi keseyim dedim, o kadar bezdim ki oğlumu bir hafta görmemeyi kendim teklif ettim, yakamdan düşsün, sussun diye... kimle aşık atıyorsam.


Arabam tamirden çıktığı gün yolda kalıp tamirciye döndü, sürmeye sözde cesaretim olsa da önde otururken bile titrediğim gerçeğiyle yüzleşiyorum.


Kurban kesememek tuhaf hissettiriyor, kimse pay falan vermeyi teklif edip utandırmadı Allah'tan, bu beklenmedik borç yığını az biraz canımı sıksa da öldürmeyen güçlendiriyor mu gerçekten yoksa mazoşist mi oldum yıllar akıp giderken nedir seviyorum bu debelenmeyi, bir şekilde dinç tutuyor beni, gerçeklikten kopmamı engelliyor.


Dilimin ucundaki bakla da işte tam burda; hayallerimin peşinden uçasım var çünkü... dillendirmeye korktuğum hayaller, zor zamanlara sakladığım kefenliğimmiş gibi yastık altında uyku arasında yokladığım, yılların birikimi bir nevi...


Aklımda ve gönlümde tuttuğum tüm iyiliği, erdemi gerçeğe dönüştürebilsem ne kaza ne ceza -neyse işte bu başıma gelenler- olmaz gibi geliyor. 


Hayallerimin değil, iyiliğin güzelliğin peşinden koşmak dışındakiler belki sadece kendime söylediğim süslü yalanlar veya daha da beteri özentiliktir kimbilir, yok yere öyle... 


İdeallerim ve hayallerim pek çok noktada kesişiyor, onları mı dikkate almalıyım, hiç de özgür hissetmiyorum o noktalarda...


Bacağım durup durup sızlıyor, yumru kaldı ezilen yerde, dışardan anlaşılmıyor etin yağın içinde... korkularımı hatırlatıyor, can tatlı, ölümün yüzü soğuk hakikaten...

1/26/21

Akışına bıraktım

Davranış analizi ve tahmini konusunda yeteneğim güçlü olmasına rağmen insan sarrafı olsam dükkanı batırırdım.

Okuduğum kitaplarda seyrettiğim filmlerde dinlediğim öykülerde ne zaman naif ince ruhlu birinin tasviriyle karşılaşsam yalan geliyor. Bildiğim üç beş insan var aslında öylesi tanımlara tam da oturan fakat kalıplaşmış yahut alışılagelmişin ötesinde biri var mıdır?

Kendi şahsına münhasır olmak illa kalıpları kırmayı gerektirmez ama ola ki kırdı diyelim incelikle naifliğinden bir şey kaybetmeden yapan var mıdır bunu? Kırıp geçse her şeyi kendine gelebilen?

Dedim ya insan tanımakta usta değilim; sıklıkla yanılıyorum, mütemadiyen hayretler içinde kalıyorum ki bazen kendime bile şaşıyorum, güvenimden güven kaybediyorum her yıl, güvenmeden de olmuyor ki umut olmadan yaşanmıyor. 

Zaten incelikte bulunmak için de insan gerekiyor, naif edalar için de... kendimi bulduğum kadar birilerinin ruhuna dokunmak istiyorum, ne az ne çok...


Tekil çocukların kare kutular tarafından büyütüldüğü zamanın birinde başlamış, deveyi pire yapan bir kara deliğe dönüşüp dellalın berber olduğu onlarca sezonluk dizilerde hiçe gitmiş çocukluğunu kafasıyla değil ama yüreğinin yettiğince özleyen, halka halka birbirine tutunamadığı gibi sivrilmiş düşünceleri esneklikten uzak her köşede birbirini kesip çatışarak bilinci kafesine tel tel örülmüş, her karesi gözümün önünden geçen bir hayata bakıyorum aynanın dümdüz açısında... Film şeridi gibi geçen yıllar bir son değil henüz, başlangıç... 

Daha kaç yaşama dokunacağım, sivri uçlarımı törpüleyen birileriyle tanışacak mıyım yahut her seferinde gözüne battığım birileri olacak mı? 

Genetiğiyle oynanmasa kafalar güzel...


11/01/19

hey gidilerin zahmetli kişisi...

aile saadetim yerle bir olurken sadece seyirci kalabilmişim gibi geliyor.

tam bir adım atayım derken bakakaldığım tüm olaylar arasında, onunla beraber tükendim... merak ediyorum 'kişi sevdiğiyle beraberdir' dedikleri böyle bir şey mi? onunla sefil, onun kadar pişkin, bir o kadar kaypak hale gelip onun karakterinin yok oluşunu izlerken, "seni" yitirmek mi?...

galiba bir birimize hiç mi hiç iyi gelmedik. yine de tanıştığım güne lanet edemiyorum, o benim için gerçek aşk olamasa da, en saf aşkım onun sayesinde hayat buldu.

keşke bu kadar kötü olmasak... keşke yıkılan güvenimle beraber vermeseydim onurumu ve gururumu... keşke bir hal çaresi bulmanın yolu olabilse... keşke bunca geçen zamana rağmen tekrar tekrar arkamdan bıçaklamasa... keşke her seferinde bu kadar acıtmasa...

bu sefer kesin bitiriyorum deyip, bize zarar vermeyi aklından geçirmesin diye ölümüne korkuttum onu... sonra deliye vurdum, yanımda olsa yeter gibi geldi yine o anda... yetmiyor... kıskançlık tüm hücrelerimi gezinip ruhuma işleyen bir zehir gibi... 

anlamsız bir ikilemin içinde debeleniyorum, bir yanım sımsıkı sarılmak istiyor bir yanım yüzüne bakınca kusmak istiyor. ondan da onunla hala beraber olduğum için kendimden de tiksiniyorum.

insanın kendinden tiksinme hissini karşı benliğini korumak için beyninde dönen dolaplar ilginç... neden aldatılan kadının 3. tekil şahsın saçını başını yolduğunu anlamazdım eskiden, kadın denen varlığın dolambaçlı aklı işte, acılarını paylaşarak azaltmaya çalışıyor.

tüm bunlar geçmişte kalır mı acaba?

'sorun sende değil bende' desem kabus sona erer mi?

peki ya buna gerçekten inansam, umursamaktan vazgeçirir mi bi zahmet?...

düşündükçe daha evlenirken bunları öngördüğüm anlar fark ediyorum, aklıma gelir gelmez geçiştirdiğim veya senaryoyu kestirip attığımı anımsıyorum hayal meyal.. tabi saniyenin binde biri kadar süren karamsarlıklardı o günlerde, gerçeğim olamayacak kadar uzaktaydı aşk körlüğünde...

o değil de 39 yaşımda hiç olmayacak bir 'ben' daha yaşıyorum... fabrika ayarlarına dön seçeneği kişilik için de olsa ne güzel olurdu. 

kocamı biraz tanıyorsam, bu sıralar bu evliliği benden daha çok bitirmek istediğini söyleyebilirim... ne planladığını öğrenmekten ciddi anlamda korkuyorum.

beni taş mı sanıyor ki böyle hoyrat bana karşı? acı çektiğimi görse durmuyor, öfke duysam durmuyor, hissizleşmemi bekliyor olabilir mi? yok muhtemelen aklımın ötesinde bir kazık yiyeceğim yine, tahmin edemesem de...

bu uykusuz gecelere bünyem daha ne kadar dayanabilecek?

3/19/19

bitmek bilmeyen kışın dağ dolusu karları

İçim içimi yiyor, eşeledikçe daha da pislik çıkıyor altından... beni kim bilir kaç kez aldattı, bitti mi peki, yeniden aldatılacak mıyım? 

Yük gibi hissediyorum yanında, başkalarının prensesler gibi muamele gördüğü aşikar...

Ben seni sevmeye devam etmeli miyim? devam edebilir miyim? tabi ki bunu yapabilirim ama bunun için biraz daha öldürmeliyim kendimi, kendimden daha çok daha da çok vermeliyim, değmeyecek bir aşk için... korkuyorum... Allah'a havale ediyorum.

Evliliğimi bitirmeyi hiç ama hiç istemiyorum fakat yüreğim kursağımda bir yumru şimdi... kalbimi bu kadar yormasa... bana güvenebilmek için birazcık sebep verse... yuvamız için azıcık gayret...

Kore dizisi izlediğimden dem vuruyor ha bire... evi derleyip toparlamak yerine oturup dizi izliyormuşum... yapmadım diyemem ama beni alabildiğine yalnız ve sevgisiz bırakırken, yine de seni bekliyorken beynimdeki tüm sesleri susturmak adına bu kadarını da yapmasam veya seninle gece gündüz tartışıp beklentilerimle seni sıktıkça sıksam, buralara kadar gelmezdi bu meseleler muhtemelen, boynuz yemezdim, inceldiği yerden kopardı, istediğin buydu belki... umduğun?

Beklemekle gelmeyen sabahlar...hele o susuşlar... gecenin bir yarısına değin adamın yollarını gözlüyorsun, iki kelam etsen oflayıp pofluyor, tartışıp duran birilerinin sesi var ekranda, ne hissettim sence?...

dizilerdeki sahte romantizmlerle avunuşum bile aldatmaktan daha kötüdür belki... gözümün kocamdan başkasına kör kalışı kusurdur... kıskandırmalı mıyım seni, kadının olduğumu anlaman için? sana mı benzemeliyim, mutluluğumu da mutsuzluğu da yuvamın dört duvarında yaşamak yerine ortaya mı atmalıyım her şeyimi... yapamam, harcım değil, hala ayakta tutabildiğim tek şey sadakatim, onu da iki paralık edersem, nem kalacak geriye...

senin korktuğun ne? kaybetsen de evinin mobilyalarını yeniler gibi çocuğu, kadını yenileyebilirsin bu belli artık... daha kaç vücut gerek kopup gitmen için... 

benim kalbim kırık ama ya seninkisi? her yeni kadında dönüp beni buluyorsun, hiç mi rahatsız etmiyor seni... sevgili ben, sevgilin olamayan ben, bunu düşünmek benim kalbimi kırıyor açıkçası, seni düşünmek yani... senin elini tutmak kendimin saçlarını okşamak istiyorum.

Aynı zamanda enseme bir tane şaklatmak istiyorum, senin duygularını önemsediğim için... 

Bana ne yaparsan ne söylersen söyle senin yüreğine senden bile fazla güvendim, senin hislerinin sonsuzluğuna inanmak istedim belli ki... kalbinin bu kadarcık yılda değişeceğine ihtimal vermedim. 

kalp kalbe karşıydı hani?!... kalbimin hala senin için atması haksızlık...

10/27/11

kovuk

kafamı masaya yasladığımda şakaklarımdan patlayıp büyümek isteyen şarmaşıklara dolanıyor fikrim...hızla bütün vücudumu dallar kaplıyor...gözlerim rüzgar değdikçe kiprişen iki yaprak...masanın üstünde bir kaktüs var, onun dikeni gözüme batıyor, baktıkça sızlıyor bakışlarım...beynimi delip geçen koca kök dilimde saçaklanmış durumda...kalbim şehrimin toprakları gibi verimli, içten içe kurtçukları semirtiyor, aklımdan fışkıran köklere can veriyor, kalbim toprak kadar un ufak...kafamı masadan kaldırıp en azından bir ağaç kadar dik durayım diyorum ya, imkansız, masa artık şekilsizleşen bu bitki kümesinin beni bağladığı bir parça, ayaklarım sandalyenin döner ayağıyla bir...ben düşünmeye devam ettikçe beynimi delen gövde şişiyor, kahverengi tonlar koyuldukça dallara yeni damarlar ekleniyor...bağlılığım bir ağaca, gövdem kovuğa dönüşüyor, sanki vücudumun olduğu yerde incecik ağlarla örülmüş kocaman bir boşluk var.

beni kimse gömüyor mu?

duyuyor musunuz beni?

umursayan tek bir kişi bile mi yok?

ben burdayım, bu ağaçtan masanın ağaçtan ayağı kadar varım, burdayım, varım burda...