hava sessiz ve serin etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
hava sessiz ve serin etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

3/25/24

Eski'yle normal konuşabiliyorum artık -oğlanı bile çekiştirdim bir ara- artık sesimde titreme yok, çatallık yok, öfke yok, heyecan yok, gerçi iğnelenince tepki vermiyor değilim ama ölçüsüz tepkiler yok, duygu krizleri yok... 

Yıllar sonra uzun sayılabilecek ilk normal konuşma sonrası "acaba beni özlüyor mudur?" sorusu içimden geçse de "amaaaan özlerse gider karısına sarılır bitti gitti dedim" çok da üstüne eğilmedim fikrimin...

Tuhaf... yıllar sonra hiç görmediğim biriyle normalleşebildiğim için gururlanmam da bu durumun birazcık da olsa kalbimi hala kırıyor olması da, oğlumun her konuştuğumuzda dikkat kesilmesi de tuhaf... ama en tuhafı normal konuşabiliyor olmak... ben normale dönemiyorum çünkü... ya hastayım ya yorgun, aynaya gülerek veya gördüğünü severek bakmayalı kaç yıl oldu? 

Nekahat halimin bu kadar uzun sürmesinde onun suçu yok... bir şeyler kırıldı bir yerde, yuva tutmuyor, bozulup duruyor... tamiri benim harcım değil belli oldu, bunca zaman geçtikten sonra dikiş tutturamadığıma göre... yardım almalıyım ama işin ironik tarafı; ben eski dışında hiçbir insana "yardıma ihtiyacım var, yardım et" demedim, belki babasız büyümüş kız sendromudur (adını atıyorum ama sezgilerim babama bağlıyor olayı) annemden veya abimden bile direkt yardım istemedim.

En net hatamdı yardım ummak... yardım istemek benim için yeni olabilir ama belki muhatabım için yardım etmeyi hiç istemeyecek kadar kadim bir mesele... bunu böyle düşünürken, bedeli tahsil edilmiş bir terapiye bile gitsem yardım isteme fikri tüylerimi diken diken ediyor.

Fikrimin değişmesi güvenmekle mi dayanılmaz acılarla mı mümkün olur? değişecek gibi değil şu haliyle... Bu dağı arşınlamak bakalım ne zaman mümkün olacak, hayırlısı...

10/09/23

"bi' fotoğraf çekinebilir miyiz?"

 İnsanın dişinden sarkıp dudak bükümüne uzanan siyah ince çizgiyle -implantın ipi- gülümsemesi komik aynı zamanda ürkütücü oluyor; joker etkisi... ipi kesebilirdim, dikişi erken aldırabilirdim; ben ipin varlığına aldırmamayı seçtim... görmezden gelmesem o minik ip beni boğabilirdi o gerginlikte, basit çözümleri olmasına rağmen.

Nefes alabilmek için tek yapabildiğim yazmak... ıssızda çığlık atmak, karanlıkta dans etmek, kulağında müzikle kilometrelerce yürümek, çiğ yağmış çimende üşüyerek yıldız saymak, bir dağın tepesinde rüzgar kemiklerine işlerken sisler içindeki güneşin içini ısıtmasına izin vermek de işe yarıyor, haklarını yemeyeyim... işe gitmek gerekiyorken, aşağı katta şikayet beklerken, tatil günlerin sen olmadan yürüyebilecek  yığınla işin yürütülmesine rezerve edilmişken, yazmak dışında tüm alternatifler çok çok zor -imkansız değil- onlara sardığım da oluyor ama en çok yazmaya sığınıyorum; deliliğimin gözde tutamağı... olmasa bir adım ötesi nedir kim bilir, ben bilmek istemiyorum.

Mutlu zamanlarımın fotoğraflarını buraya koysam keşke... mutluyken zaman çok hızlı akıyor, yakalamanın tek yolu fotoğraflar... hiç yazılmıyor diyemem ama mutluluğa es verince yazmak yine de hüzünlü, mutluluğun içindeyken bile özlem duygusu barındıran az mutlu anlar... musmutlu fotoğraflar gibi değil... mutluyken daha çok fotoğraf çekmeliyim.

2/14/23

geçer...

Fotoğraf masamdan, arka fonda hala sünger yatak battaniye vs var, evine dönmeye korkan veya artık dönecek evi olmayan bazı çalışan yakınları hala bizimle kalmaya devam ediyor, eve sağlam raporu verilince ben evime geçtim, yalnız kaldığım düşüncesiyle rahat edemeyen annem de döndü, oğlum da yanımızda olsa iyiydi ama deprem hala tüm konuşmaların ana gündemi, korku güneşli günlere rağmen soğuğunu yayıyor etrafa, bir hafta daha kalmasına pek de itiraz edemiyorum o yüzden... 

Adana'da çalışmaların tamamlandığını söylediler, kayıp bir arkadaşın daha ölüm ilamıydı benim için... biliyorum henüz tam olarak idrak edemedik, boşluklarla dolu yerlere bakmaya başladığımızda o boşluklar tüm andaçlardan daha büyük ve etkili olacak ve zamanla bu da unutulacak ne yazık ki...

Gölcük depremini duyduğumda yayladaydım, Adana depreminin anısı taze olduğundan duyan herkes ağlamaya başlamıştı, kaybın ne kadar çok olduğunu bilmediğimiz halde, elektriğin olmadığı dağ başında çığlıkları duymadığımız veya ekrandan dehşeti izlemediğimiz halde derinden sarsıldık, iki sene sonra okumaya gittim oraya, bin parçalık yap-bozun kayıp üç beş parçası gibi duran o boşluklar kanımı dondurmuştu, deprem sözcüğünü kullanmak şöyle dursun o sene olmuş herhangi şeyden bahsedecek olsan insanların yüzüne ölüm soğukluğunun geliverdiğini görüyordun, aradan yirmi seneden fazlası geçti rafta kalmış dehşeti kucakladık yine... ders alınmasını umuyorum bu sefer ama umudu boyundan büyük yerlere yükleyip arkadan öylece bakmak istemiyorum bu sefer, kendimden ve oğlumdan başlayacağım nasipse eğitimse eğitim, donanımsa donanım...

Depremde hal hatır sordu ve ilk gün ihtiyaçlar için yardım gönderdi eski, ummadığım kadar insancıldı, eminim oğlu yanımda olmasa arayıp sormak yardım etmekle ilgilenmezdi ama darda kaldığımız kısa zaman diliminde yardımını gördük, diliyorum o da sıkıştığı zamanda yardım görür... burdakilere laf olsununa soracakları bir hikaye oldu benim acım, tuhaf... eskiden olsa ya çok konuşur sorulandan fazlasını anlatırdım yahut susar içime atardım, şimdi sorular kadar güdük kaldı hikaye, ölüm tüm duygusal fırtınaları süt liman edecek gerçeklikte ne de olsa... 

Uyuduğum ama gözümün önündekileri gördüğüm gözlerimin bilimcimden önce açıldığı sabahlara uyanıyorum yine, yattığımdan daha yorgun uyanıyorum, elbet bu da geçer yahu... aramaya sormaya fırsatım varken özlediğimi benim için değerli olduğunu söylemediğim dostlarım, arkadaşlarım, yakınlarım, nur içinde yatın, şimdiden özledim, Allah hepimize rahmet etsin.

1/12/23

toz tahmini

Ne zaman gerçeklerle aram bozulsa; filmlerle, şarkılarla, şiirler hatta çizgilerle hallaç pamuğu gibi kendimi çırpmak yetmese "çok eski zamanlardan birinde" diye uydurduğum fantastik bir hikayeye çiviliyorum odağımı, bir süre için kafa rahatlasa da düşünmekten kaçmak derinleme kafa patlatmak kadar yorucu... sonuçta ikisinde de kaçıyor uyku, huzursuzluk yakayı bırakmıyor.

Kendime baktığımda yaşlanmak başlı başına bir sorunmuş gibi görünüyor, sadece sağlık açısından değil yaş almak bana bilgelik getirmediği için belki... 

Merak ediyorum; olası bir zaman, sanal gerçeklik kapsülünde bir ağaca dönüşerek ölmek isteyecek mi yaşlı insanlar? Lunaparklarda son sürat bir birine giren arabalardan zarar görmeden çıkabileceğimiz düzenekler olacak mı? Arabalar gerçekten uçacak mı? Sisle kaplı yemyeşil vadiler gelecekte de olacak mı? Görebilecek ömrüm olacak mı? Bugünümle yarınım barışıp dünü kucaklayacak mı?

İnsan tek, biz onun her bir zerresi miyiz merak ediyorum... her çakranın ayrı alemi var mıdır? topyekün insan iyisiyle insancıkların yaşamlarının sorumluluğunu alabilecek mi? ben, sen, o olmasa insan kendini tamamlamaktan ziyade eksiltmez mi? kendim çalıp kendim oynayamadığım varsayımlar arasında ufalanan gerçek tozları uçuşuyor mudur beynimde? bir gün onları doğru yerde toplayabilir miyim?




8/22/22

sıklet

Yeni bir koma hali... 'yine neden yakama yapıştı' sorgusu için bile yoruldum, kaçmak çok yorucu, yüzleşmek çözümsüz, eyleme geçemediğin sürece her şey havada kalıyor.

Hiçbir zaman yüzleşmekten korkmadım, hatamı kabul zorsa bile görebildiğim yerdeyse yüzleştim, gerekiyorsa özür diledim, samimiydim ama telafi için ne yaptım tartışılır... yarama merhem aradım mı peki? düşte kaldı, diyelim.

Ruhum ve bedenim karıncalanıyor, uyuşan yanlarım için diğer yanıma bile dönmüyorum, kendime bu eziyetim niye, neyin cezasını veriyorum, neyin yargısını kestim? kimbilir... yara benim, dermanı ben değilim... oğlum ilaç gibi kesiyor pek çok ağrının acının önünü, varlığı için minnettarım... fakat içten içe çürüdüğümü, öldüğümü hissediyorum, içimden ilk kez duyduğum ve tanımadım bir ses var "yaşamak istiyorum" diye bağırıyor, tiz ve net.

Hiçbir şey için yeterince zamanım yok fakat zaman ziyan etmekte üstüme de yok... işte kendime kızgınlığımın tavan yaptığı yer burası, kendime zaman ayırabilmek için verdiğim tüm çabanın kendim elimle malum olanı yok saymak olmakta olana gözlerimi kapamak adına düştüğüm çukurdan çıkmaya kullanabileceğim enerjiyi harcamam, açken sahip olduğum son lokmayı çöpe atmaktan farkı yok, son umudum eriyip gidiyor ruhumu yaka yaka, değişmeliyim, yapabilirim, yeniden düze çıkabilirim, yolumu bulup yine çağlayıp akabilirim, düze çıkamasam da ben göl gibi sakin de kalabilirim ama bu çamur bu pis yapışkan hiç, kaçmakla kurtulamadım bu boğulma hissi...

Debelendikçe battığımı bilinçltımda fark edip canhıraş bir kaçış çabası mı veriyorum? nasıl kurutulur ruhunu yutan bataklık?



3/17/22

kiraz çiçekleri var iyi ki...

Yetişemediğim bir yer var gibi telaştayım, uzaklarda bekleyenim var gibi tedirgin, boşa geçen her dakika için üzgünüm, elimi kolumu bağlayan her şey için pişman fakat biliyorum var o bağlarda bir hayır, biliyorum o zamanlar da ince eleyip sık dokudum, biliyorum ben bu değilim kendimde olmadığım zamanlarda bile ruhum bildiğini okur, biliyorum yanlış yollarda zamanı yitiriyorum, biliyorum kendimi tam da böyle kaybediyorum.

Evliyken bir başkasının esaret zinciri gibiydim, zaman gösterdi ki o da ben de maddi refahın gönüllü köleleriymişiz. İşi bırakmak istiyorum ama kendime bağladığım zinciri söküp atamıyorum.

Çevremdeki herkes memleketi bir şeylerden korumaya çalışıyor, kimi yobazlıktan irticadan şeriattan kimi ahlaksızlıktan, vicdansızlıktan, maziyi bilmeyen nesilden, kimi çorak topraklardan nefes alınamayan havalardan, safiyetini kaybetmiş zehirli sulardan, kimi düzenden kimi düzensizlikten, içten, dıştan, ta kendisinden... benim gibi bir güruh da istiyor ki memleket kurtarsın, gökten zembille insin mutluluk...

Hayat yaşanmaya değer ama asla ölüm kadar gizemli, çekici ve karizmatik olmayacak -kötü çocukları sevenlerdenim, evet- geçen boş günler bile başladığın işi bitirmenin güzelliğini taşıyor.

Nergis kokuları bir süredir çekilir kılıyordu kalabalık caddeleri, onlardan önce portakal çiçekleriyle kurtarıyordum günü, yazın yaylada sedir ağaçları... soğuk başlayan baharda bu renksiz duman kokan havayı solumak Ankara'yı hatırlatıyor.


1/24/22

araf

Ara tatilleri hiç sevmiyorum, evde yine bir başınayım... oğlum bana kafadan izin yazıyor, "müdürünle konuşurum ben, iyi adamdı hani, söyleyelim benimle kal" diyerek ikna çabalarında, babası karantinada olduğu için cumaya kadar görüşüp görüşemeyecekleri belli değil, çok hevesliydi gitmek için ama elden bir şey gelmiyor.

Bir zamanlar sabaha kadar kustuğu kovayı tutup endişeyle ağladığın, bir başka zaman vurmak, ısırmak istediğin adamın hasta olduğunu duyup hissizleşmek tuhaf...bu beni kötü biri mi yapıyor?

Acaba diyorum sevme yeteneğimi de mi yitirdim, ona karşı bu hissizliği yakalayabilmek için... kötüyüm ben, pisim, çirkinim, sevilmeye değmem... 

İnsanlarla konuşmaya bile zorluyorum kendimi, insan severdim ben, aramasam aklım kalırdı, sormasam merak ederdim, gitmesem de tüm samimiyetimle birlikte hissettirmenin yolunu bulurdum, yok mu oldu sevgi yetim, peki sevdiğim insanlar... hayatımın 20 yılında özenle biriktirdiğim tüm insanları son 10 yılda bozup harcamışım demek ki...

6/09/21

Ne güzel günsün, içimi ısıtıyorsun

Yürünecek kilometrelerce yol, okunacak düzinelerce kitap, görülecek milyonlarca güzellik, fark edilecek yığınla ayrıntı var hayatta... 

Kös kös otururken gündüz düşü kurmaktan öteye gidemesem de, işin gücün parçasıymış gibi ciddi bir suratla bloga takılmakla yetinsem de, yazıldığı yerde kalmayacak inşallah... 

Çok minicik adımlarla usul usul yürüyorum artık, elim onca yıl sonra sayfaları çevirmenin güzelliğini hatırlıyor, fotoğraflamak istediklerim her geçen gün artıyor ve beynimdeki karıncalanmadan kurtulduğum anlarda aklımı an be an kullanıyorum, bir bebek kadar savunmasız ve savruk oluyor bu dediklerim ama oluyor artık...

"Belki başkaları için burası cehennem kadar sıcak bir suç şehri ama benim cennetim" dedim, güldü iş arkadaşım. Ne kadar uzun zamandır nefesimi yutkunurmuş gibi güç bela içime aldığımı bilse... şükür, şükür...