ortaya karışık etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
ortaya karışık etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

1/15/24

havanda dövülmüş su

 Hazır değilim, onca geçen zamana rağmen hazır olmaya yakın bile sayılmam... birileri var etrafımda, alıcı gözle baktığım ama kendimi yanında göremediğim... üzerimde mesafeli bakışlarını hissettiğim ama asla aradaki buzları küremeyeceğim... en kötüsü zaman zaman arsızlığını sezdiğim kişiler var, midemi bulandıran... büyük de mi konuştum nedir, gezip tozulabilecek, mülayim pozlarına tav olabileceğim, orta yaş üstü de var (hayatla dalga geçilmiyor) alenen yürüse de yok, iyiye de kötüye de niyet yok içimde... 

Ayrılıkla ilgili meseleleri büyük ölçüde aştım gibi... gel gelelim başa döndüm; 30 yaşında evlilik ve çocuk konusunda motive edilmiş bana değil de lisede evlenmek istemediğinden emin olan o güvensiz ergene...

Dışardan kolay görünmüyorum, tanıdıkça daha da zor her şey... benim uğraştıkça bezdiğim gönlümle el ne demeye uğraşsın? yalnızlık kolay, tanıdık, güvenli; sıcak değil ama olsun.

Aşktan geriye ne kaldı sanki? kubbede hoş bir sada mı? kötürüm kalmış gibi hissediyorum, hayalet acılarım var.



11/28/23

anıları lime lime doğrayıp blog çorbası yaptım buyurmaz mısın?

Yeni yetmenin tekiyken bir şef bıçağı gibiydim, keskin, becerikli, çok yönlü, tuttuğunu koparan, edindiği bilgileri ince ince işleyen, hayatı çorbaya dönse bile içine lezzetli dokunuşlar sunabilen ışıl ışıl dövme demirden harika bir bıçaktım... bir kaya kadar sert olan annemin yassı köşesine yaslana yaslana ömrümce bilenebilirdim fakat onu sivri köşelerinden hoyratça yontmaya koyuldum, kırıldım, minik çentikler edindim, köreldim.

Sıcacık bir kalpte eriyip yeniden şekillendirilebilirdim, bıçak olmaktan vazgeçsem bile özümü tüm ışıltısıyla ortaya koyabilirdim... ya da sabırla bilensem -biraz kendimden yitirsem bile- benliğimi koruyabilirdim... ne var ki bulutların üstüne çıkmayı diledim, sonra gördüm ki buluttan nem kapıyordum, paslandım, daha da pörsüdüm... ben artık ne demire ne bıçağa benzemiyordum... kör bıçak ele yamanmış ya, köreldikçe kendimi daha da incittim. 

Bıçak olduğum gerçeğini kabul edip mutfakta yer tutmaya ve lezzetli aşların vazgeçilmezi olmaya odaklanmalıydım, gelgelelim mutfağın ruhunu bulutta unuttum... paslı bir çubuk gibi saplandığım yerde kaldım, toza toprağa karıştım, gören taş sandı, taş olsam çatlardım, dayandım.

Geçenlerde tanınmaz haldeki bir hançerin özenle yenilenişini izledim; rengi, dokusu bambaşkaydı artık... bilenip eskisinden bile keskin olsa da savaşta olması gerekmiyordu bundan böyle, muhtemelen duvarları süsleyecekti velakin 'ne ise o olmak' için bir umut verecek kadar ışıldıyordu.


10/09/23

"bi' fotoğraf çekinebilir miyiz?"

 İnsanın dişinden sarkıp dudak bükümüne uzanan siyah ince çizgiyle -implantın ipi- gülümsemesi komik aynı zamanda ürkütücü oluyor; joker etkisi... ipi kesebilirdim, dikişi erken aldırabilirdim; ben ipin varlığına aldırmamayı seçtim... görmezden gelmesem o minik ip beni boğabilirdi o gerginlikte, basit çözümleri olmasına rağmen.

Nefes alabilmek için tek yapabildiğim yazmak... ıssızda çığlık atmak, karanlıkta dans etmek, kulağında müzikle kilometrelerce yürümek, çiğ yağmış çimende üşüyerek yıldız saymak, bir dağın tepesinde rüzgar kemiklerine işlerken sisler içindeki güneşin içini ısıtmasına izin vermek de işe yarıyor, haklarını yemeyeyim... işe gitmek gerekiyorken, aşağı katta şikayet beklerken, tatil günlerin sen olmadan yürüyebilecek  yığınla işin yürütülmesine rezerve edilmişken, yazmak dışında tüm alternatifler çok çok zor -imkansız değil- onlara sardığım da oluyor ama en çok yazmaya sığınıyorum; deliliğimin gözde tutamağı... olmasa bir adım ötesi nedir kim bilir, ben bilmek istemiyorum.

Mutlu zamanlarımın fotoğraflarını buraya koysam keşke... mutluyken zaman çok hızlı akıyor, yakalamanın tek yolu fotoğraflar... hiç yazılmıyor diyemem ama mutluluğa es verince yazmak yine de hüzünlü, mutluluğun içindeyken bile özlem duygusu barındıran az mutlu anlar... musmutlu fotoğraflar gibi değil... mutluyken daha çok fotoğraf çekmeliyim.

2/14/23

geçer...

Fotoğraf masamdan, arka fonda hala sünger yatak battaniye vs var, evine dönmeye korkan veya artık dönecek evi olmayan bazı çalışan yakınları hala bizimle kalmaya devam ediyor, eve sağlam raporu verilince ben evime geçtim, yalnız kaldığım düşüncesiyle rahat edemeyen annem de döndü, oğlum da yanımızda olsa iyiydi ama deprem hala tüm konuşmaların ana gündemi, korku güneşli günlere rağmen soğuğunu yayıyor etrafa, bir hafta daha kalmasına pek de itiraz edemiyorum o yüzden... 

Adana'da çalışmaların tamamlandığını söylediler, kayıp bir arkadaşın daha ölüm ilamıydı benim için... biliyorum henüz tam olarak idrak edemedik, boşluklarla dolu yerlere bakmaya başladığımızda o boşluklar tüm andaçlardan daha büyük ve etkili olacak ve zamanla bu da unutulacak ne yazık ki...

Gölcük depremini duyduğumda yayladaydım, Adana depreminin anısı taze olduğundan duyan herkes ağlamaya başlamıştı, kaybın ne kadar çok olduğunu bilmediğimiz halde, elektriğin olmadığı dağ başında çığlıkları duymadığımız veya ekrandan dehşeti izlemediğimiz halde derinden sarsıldık, iki sene sonra okumaya gittim oraya, bin parçalık yap-bozun kayıp üç beş parçası gibi duran o boşluklar kanımı dondurmuştu, deprem sözcüğünü kullanmak şöyle dursun o sene olmuş herhangi şeyden bahsedecek olsan insanların yüzüne ölüm soğukluğunun geliverdiğini görüyordun, aradan yirmi seneden fazlası geçti rafta kalmış dehşeti kucakladık yine... ders alınmasını umuyorum bu sefer ama umudu boyundan büyük yerlere yükleyip arkadan öylece bakmak istemiyorum bu sefer, kendimden ve oğlumdan başlayacağım nasipse eğitimse eğitim, donanımsa donanım...

Depremde hal hatır sordu ve ilk gün ihtiyaçlar için yardım gönderdi eski, ummadığım kadar insancıldı, eminim oğlu yanımda olmasa arayıp sormak yardım etmekle ilgilenmezdi ama darda kaldığımız kısa zaman diliminde yardımını gördük, diliyorum o da sıkıştığı zamanda yardım görür... burdakilere laf olsununa soracakları bir hikaye oldu benim acım, tuhaf... eskiden olsa ya çok konuşur sorulandan fazlasını anlatırdım yahut susar içime atardım, şimdi sorular kadar güdük kaldı hikaye, ölüm tüm duygusal fırtınaları süt liman edecek gerçeklikte ne de olsa... 

Uyuduğum ama gözümün önündekileri gördüğüm gözlerimin bilimcimden önce açıldığı sabahlara uyanıyorum yine, yattığımdan daha yorgun uyanıyorum, elbet bu da geçer yahu... aramaya sormaya fırsatım varken özlediğimi benim için değerli olduğunu söylemediğim dostlarım, arkadaşlarım, yakınlarım, nur içinde yatın, şimdiden özledim, Allah hepimize rahmet etsin.

11/04/22

aklımı seveyim

 Hayatı; çok fazla beklentiye girmeden ve çok da kısıtlamadan, yani kendi ayağıma çelme takmadan yaşamak isterim, fakat ayarı tutturmak zor, olur belki zamanla, kim bilir...

kendim hakkındaki tutumum çocukluğumda çok olumlu değildi ama olumsuz sayılmazdı hatta zaman zaman annem -dili keskin bir eleştirmen olduğu halde- olduğumdan çok daha olağanüstü hissettirirdi, her şeyi yapabilirmişim gibi gelirdi.

İlk isteme mevzu olduğunda 14 yaşındaydım, "sapıklık" diye düşündüm, sıkça "yaşına göre olgunsun" lafı duysam da aklım hala kaf dağının ötesindeydi, vücudum konusunda bir fikirleri olamazdı çünkü ilkokuldan sonra abimin eskileri cüssesi gibi iriydi, üstelik aldığım kıyafetler de kendimden iki beden büyüktü, nedense uzayacağımdan emindim -14 yaş sonrası bir cm bile uzamadım- nereden baksam saçmaydı ama benzer teklifler gelmeye devam etti... yetimdim ya, önüne bir tas yemek koyup kaderi kabullenmesi kolay gözüküyordu uzaktan bakınca muhtemelen, kaybetmeye alışık olmalıydım dik durmaya değil... toplumun bu tarafını görmek, üvey babamın evden def etme çabaları ters tepki yaptı bende, evlenmek istemedim, tek kalmak da istemedim, üstelik alabildiğine dik kafalıydım.

21 yaşımda sevmeye yeteneğim olmadığını düşünmeye başlamıştım, çekici bulduğum erkekler oluyordu ama arkadaşlık kurduklarımla bile derin bağlar kurmak gözüme mümkün görünmedi, tabi ki aşık olana kadar... 

Duygusuzluğumun temelinde sıkı sıkıya bağladığım duygular olduğunu keşfettim ve pandora'nın kutusunu açan "aşk" oldu, aşık olduğum kişiyle asla ast-üst ilişkisinin ötesinde bir şey yaşamadım, arkadaş bile değildim ama "bu insanla bir ömür yan yana olmak güzel olurdu" hayaline kement attım resmen, duygular serbestti hayallerim kördüğüm... 

İşte benim asıl sorunum aşkla başladı... aşk bitti velakin duygularıma dizgin vurmayı ve dümeni aklıma vermeyi beceremedim, tabi ki hayatım kaostan başka şeye dönüşemezdi, tüm o duygusal kötü kararlar benimdi... aşk masumdu, kalbimi kötü yollara düşüren bendim, kötü olmayı ben seçtim... bak hala tüm o yıkımın ardından çığlık atmayı sürdürüyor duygu denen aşüfte!

Duygular çok üç kağıtçı, evliliğim esnasında defalarca aldatıldım ama kendini sokak kadını gibi hisseden benim, böyle hissin içine tüküreyim, aklım böyle derken duygularım çirkef yapmayı bırakmıyor, aldatıcılığından nefret edecekken nasıl da tongaya düştüğümü gör işte, nefret de bir duygu deli olmamak işten değil...

Aklımı başıma devşirmeye ihtiyacım var, kendimi sevmeye değil... hislerimi değil sezgilerimi dinlemeye ihtiyacım var... özüme döneceksem, duygu canavarının ipleri koparmadığından emin olmalıyım, restorasyon çalışmaları çöpten başka şey değil bu haliyle...

7/04/22

yola düştüğümün ertesi

Aşırı derece yorucu bir o kadar güzel fakat alabildiğine uzak gelen bir İstanbul haftası oldu.

İzmit'te yaşarken gözüme korkunç gelirdi İstanbul, 'böyle bir şehrin bu kadar müptelası nasıl olabilir, neden kaçıp kurtulmuyorlar?' diye merak ederdim ta ki ömrümün en güzel üç yılını bu şehre borçlanana kadar... 

Oğluma şöyle bir gösterip kaçmak için gittim ve yine İzmit'teki gibi uzak geldi şehrin havası... sanırım İstanbul düşündüğümden daha tutkulu bir şehir "seyirlik değil ömürlük" olanlardan... ümüğünüze çöküp canınıza kastetse bile kalıp şehrin çılgınlığına kapılmamak zor, tabi ki dış kapıdan boynunu uzatan için değil, yaşayanına... bir bakıp çıktıktan sonra "bir daha uzun süre görüşmeyelim" dedim şehre usulca, umurunda bile olmadı.

Her yerde o kadar çok turist vardı ki, kendi ülkemden bir şehri gezmek onların girdiği kuyrukları uzattığı için utandım, çekindim, rahatça gezmeye hak göremedim, Ayasofya'ya bile giremedim.

Başka bir ülkeyi geziyormuşum gibi düşünmeye karar verdim sonra, her yerde fotoğraf çekip tuhaf bakışlarla her şeyi süzen yabancı olma fikri hoşuma gitmedi, sadece üç beş yer gezeceksem bile en az üç ay kalayım gittiğim yerde diye netleştirdim dünyayı gezme planımı.... koltuğun kenarında oturup kapıyı her fırsatta dikizlediğim ev gezmelerini sevmiyorum, kaçan göçen varmışçasına gezince İstanbul bile sevimsiz... 

O kadar çok turist görünce, tüm bu milletlerden daha fakir olduğumuz gerçeğiyle yüzleşmek zorunda kaldım, dünyayı gezmek yine dilde kalacak benim için muhtemelen, yine de hayat ne getirir bilinmez, hayırlısı bakalım...

Arkadaşlarımdan ve akrabalarımdan bazılarını ziyaret ettim, y. ablamı çok özledim, evi uzakta diye hep şikayet ederdim ama o varken başka yerde kalamazdım, yokluğunda 'bugün nerede kalsam?' için bir sürü seçeceğim olsa da onun yanı kadar rahatı yokmuş, içimi acıttı, birkaç gece oğluma çaktırmadan ağladım.

İkimizin de bekar olduğu ve sık yazdığı sıralar buluştuğum blog arkadaşımla çoluklu çocuklu piknik yaptık, şehrin çılgınlığı arasında nefes almamı sağladı.

Uzakdoğu filmlerinde gördüğüm tek odalı iki adımlık hatta azıcık hareket edince benim gibi yerden bitmenin bile kafasını vurabileceği evlerin bizim memlekette de olduğunu, ana oğul bu eve sığışabileceğimizi görmek şaşırttı, ben sevsem de oğlum yadırgadı bu yeri, diğer gittiğimiz yerlerde kalmak istedi, buna da şaşırdım, normalde benimle yalnız olabilmeyi tercih ederdi, ev bana karavan havasında, ona basık ve ürkütücü geldi bir şekilde...

Eski ev arkadaşlarımdan biri kan bağıyla yakın, mesafede uzak bir akrabamla evli... arkadaşın ısrarı üzerine ziyarete gittim, akrabamla senli benli konuşmaya başlamama karşın "siz" diye hitap etti, ilerleyen zamanlarda siz veya sen demeyeceğim cümleler kurup mümkün olduğunca az konuştum onunla -böyle durumlarda ne yapılır pek kestiremediğimden kaçmayı tercih ediyorum- aslında Allah biliyor ya yemek bile yemeden çekip gideyim dedim fakat arkadaşım ummadığım kadar ilgiliydi ve oğlum oğullarıyla çok iyi anlaştı -gitmek istememde "yaşlanmışsınız" demesinin etkisi de var elbet, ne münasebet, siz diye hitap ettiğin kişiyle edilecek muhabbet mi bu?- tüm uyuzluğuna rağmen akrabam iyi biri galiba, arkadaşım pek yıpranmış görünmüyor, çocukların gözleri de pırıl pırıl...

İstanbul'un son gününde eski, önce evliliğini oğluma birlikte söylemeyi teklif etti, kabul etmedim, yavruyu ona bıraktığım sırada da "nereye gideceksen bırakayım" dedi, 2 yıldır ya askıntı olup ya kavga çıkaran mütemadiyen gördüğü üç beş saniyede kinle bakan adam dedi bana bunu... bir an yine yabancılaştı, hiçbir şey olmamış gibi davranması nedense şaşırtmıyor bile artık, 20 yıldır değişmeyen tek huyu bu belki, mesafeye rağmen kopsak da yakınlaşsak da her şey doğal"mış" gibi davranıyor.


Bir tür zafer kazandığını düşünüyor olmalı, mutludur yeniden evlendiği için, öfkesinin gazı kaçtığına göre... merak etmedim değil 'baksam yeniden ruhuna dokunabilir miyim?' diye, gözümü sakındım, yüzüne bakmadan "gerek yok" dedim gittim, sarstı elbette beni... kafa dağınık olunca abuk bir saatten aldığım ucuz biletle gece yarısı Adana'nın göbeğindeydim, Ankara sabahında onun yakınında olmaktan korktuğumun zerresi kadar bile korkmadım herkesin ürkütücü bulduğu şehrin gecesinden, o kadar canlıydı ki sokaklar, dolmuşlar bile çalışıyordu işlek caddelerde...

Evde yalnız olmak tuhaf, oğlumu da annemi de özledim.

6/20/22

gün ortası


 Hayat, su gibi... rahat ve serin, dertlerini alıp götürüyor derken bir kaşık suda boğuluveriyorsun.

Yeni eve çıkmak akıl almayacak maliyette olduğundan ufak tefek tadilat işlerine giriştim, mutfak duvarındaki su borusu patladı, boya maliyeti çıkmasın diye kendim boyadım pek bir şeye benzemedi ama kendi emeğim olduğu için kötü sıvanmış duvara bakıp sinirlenmekten iyi...

Ev tabi ki berbat durumda, nasıl temizlenip yerine yerleştireceğim tek başıma bilmiyorum, temizlik işine yüzüm yok buna karşın makinaları, evye batarları sök-tak işleri yapabilmek yalnızlığıma apayrı bir sevimlilik katıyor,  gönüllü amele, tamirci çırağı ruhu varmış bende onu fark ettim.

Oğlum yüzmeyi öğrendi, havuza gittik birlikte gülüşüp oynaştık  sevgilileri bile kıskandırdık, nazar değmesin.

İstanbul için oldukça heyecanlıyız, inşallah sıkıntı çıkmaz.

Gönlümdeki tüm çalkantıların ardından, şükrediyorum, acabalarım olmuştu şimdiye kadar, eskinin şu an yaptıklarını bana karşı tahammülsüzlüğü ve dayatmalarıyla kıyaslayınca yazık etmişim kendime diyorum, şükür ki bitti.

Yalnızlık iyi, kendi başımın çaresine bakabiliyorum, yaşlanınca yanımda muhabbet edecek birinin olması güzel olur ama bekar çocukluk arkadaşımın sitesine taşınıp şu çocukların yaptığı bardaklı telefonlarla binadan binaya sohbet etme planları kuruyoruz, bütçem ordan evden almaya asla yetmeyecek gibi görünse de nasip artık.... o evlenirse birini bulma telaşına kapılabilirim gibi görünüyor.

Aslında artık tamamen karşısında da durmuyorum biriyle birlikte olma fikrinin, "tekrar evlenmeyi düşünmez misin şöyle biri var" dediklerinde kulak ardı etsem de, sert ifadeler takınmıyorum suratıma, evlilerin bakışını suratına geri sokmak istercesine keskin olsam da niyetini temiz gördüğüm kişilere dövecek gibi bakmıyorum hiç yoktan, filmlerdeki öpüşme sahnelerini ileri sarmıyorum, bu hiç kimse için büyük bir adım değil elbet, bir tek gönlüm yoruluyor pek yol kat etmiş gibi o kadar...

Dualar ve kitaplar yine hayatımda, bitik olsam da zamansızlık içinde zaman ayırıyorum ikisine yanlarına bolca hayal de ekleyip uçuruyorum kelimeleri, mümkünse ardına da bakmıyorum onların... hayaller hayatımın parçası, onlar için yaşamak aklıma yatmıyor, gönlüm zaten hovarda, ona kalsan her hayalin zirilyon gümbürtüsünde ritim tutacak, hayırlısı bakalım.

6/08/22

durumlar stabil

Garip hissetmeye devam ediyorum, elleri kolları dolu birinin ağırlıklarından kurtulunca rahat ve hafif velakin boşluktaymış hissi gibi, korsesini çıkaran şişman kadının vücudundaki tüm dalgalanmaları hissetmesi gibi, sabah perdeler aniden çekilince gözünü acıtan ışık gibi, bunun gibi ama tam da değil, değişik...

Hayatımda ilk kez evlilik konusu tam bir özgürlük alanı... küçüklüğümden beri "evlenince" diye başlayan bir sürü senaryo dinledim, annem tüm yaz tatillerinde şu an kullanmadığım çeyizler için başımın etini yedi, arkadaşlar evlendikçe "ee senin güzel haberlerini ne zaman alıyoruz?" cümleleriyle yıllarca gündemimdeki en sıcak konu oldu, hayaller de kurdum ilk aşk sonrası yalan değil, mütemadiyen "evlenmeyeceğim" dememi kimse ciddiye almadı, kesin tavır koysam zorla evlendirilecek de değildim ama merakım da içten iteliyordu beni, aşkın harcım olduğunu sandım, yanıldım.

41 "yeniden evlen" ısrarı yapılmayacak kadar olgun bir yaş şükür ki... 

Eski evlendiğinde her şeye rağmen ona sadakat hissettiğimi ve gözümü sakındığımı da net biçimde fark etmiş oldum, tabi ki onun evliliğiyle birlikte bu son bağlılık hissi de son bulmuş oldu. Bu özgürlük hissini çok sevdim.

Ötelerden bakınca; atının eğerini çıkarıp çitlerin olmadığı, uçsuz bucaksız bir ovaya salmışsın ama o artık yaşlı ve yorgun üstelik alışkanlıkları tarafından tımarlanmış, kendini rüzgara bırakması pek de olası görünmüyor, bu durumda alıştığını yaşıyorsun, o da başka bir rahatlık türü, şahsım adına yalnızlığım evliyken bile en alıştığım formu oldu hayatımın, yalnız ölmek ürkütücü gelse de yalnız yaşama fikri rahat hissettiriyor.

Diyet iki ileri bir geri ağır aksak ilerliyor, on yıldır yok hükmündeydim varlığımı ortaya koymak istercesine kilo aldım, bu benliğimi iyiden kör kuyuya götürdü, zaman alıyor iyileşmek... kiloları atmak, kitaplara hayatımda yeniden yer açmak ve maneviyatımla barışmak fetret dönemimi bitirmek için gerekli reçete belli ki... hayırlısı.

5/26/22

tebrik mi etmeli, taziye mi iletmeli?

 Az önce çok rastgele şekilde evlilik fotoğrafına denk geldim Eski'nin... bekliyor olsam da tuhaf hissettiriyor, daha dün onun hakkında -evlendiğini bilmeden- yazdıklarıma bakınca güldüm kendime...

Oğluma alıştırmaya çalışmıştım bu fikri ama kabullenmediği için muhtemelen daha fazla tepki gösterecek.

Belki değişir, benim çektiklerimi bir başka kadının daha çekmesini istemem ama tek dileyebileceğim sadakatsizliğinin ve şiddete meylinin bir kurbanı daha olmaması... 3 ay kadar önce bu kişiye sadakati olmadığını bana yazdıklarıyla kanıtlamış oldu, yine de umarım beni ağzımı açmadığım için suçlu hissettirecek durumlara varmaz işler yine... 

Oğluma söyleyen kişi olmak istemiyorum.




2/14/22

sevgili günlük


 Koronayı güç bela geride bırakıp işe döndüğüm sırada, işlerle cebelleşip geçen haftayı temize çekmek için acele ederken olmadık bir kaza yaşadım ve kafamı sandalyeye çarptım, buna görünmez kaza mı denir "görmedin mi eşşek kadar sandalyeyi" mi denir, neyse artık deşmeyelim bu konuyu, annem eve gittiğimde zaten yeterinde azarlayacak... 

Göz kapağıma 4 dikiş attılar, ve yapıştırıcı da kullandılar,  izin hemen üstünde de üniversiteden kalma 4 dikişlik başka iz vardı -çift izli göz kapağı da öyle her hatunda bulunmaz bak, kendim diye söylemiyorum- berbat görünüyorum ama nedense çok da önemsemedim, ağrım sızım yok şükür...

Karşıki restorandan kalpli balon çalıp oğluma götürmek istiyorum, belki de oğlumun kalpli çıkartmalarından alıp moraran yerlere yapıştırırım, telaşlanmasın diye... dilerim ömür boyu birbirimizi sevebiliriz.



1/03/22

derin ‘yol’suzluk

 Tamamen yanlış bir yolda olduğumu düşünmeye başladım.

İçimdeki boşlukla mücadele etmek dibi boylamamın asıl sebebi olmalı, halihazırda boğulan birinin yüzmeyi öğrenmek istemesi ironik... neyse ki sığ sular yutmuyor beni, yaşamak için ve derin sulara açılmak için hala umut var.

Neden bunca mücadeleyle nefes alıyorken, o azıcık nefesi bile yitirme uğruna derinlere ilerler insan? meraktan mı? yeterli değil... 

Anne karnındaymış gibi saran bu yoğun boşluğun dışındayken bilinmezin kaygan zemininde yere sağlam basamıyor olmak boşluktan daha ürkütücü... cesur olsam gider mevla'yı mı belayı mı bulacaksam arar bulurdum, yapmak söylemekten zor her zamanki gibi...

Lafın özüne dönecek olursam; beni farklı bir yaşam biçimi ve bambaşka bakış açıları için yola yeterince motive edemeyen merakım, ne sebeple derin düşüncelere dalmak konusunda ölümüne ısrarcı bir güç bulabiliyor içinde? bilmiyorum.

Fiziksel olarak daha kolay görünse de, irade ve denge açısından boşlukta yaşamak çok daha zor hatta böyle bir yolda sağlıklı kalıp aklını korumak imkansız... kişiliğim, vücudum, bilincim, algım mı sebep? kader, yazgı? seçim, irade? ortaya karışık mı desek yine?...yarısından fazlasını öyle böyle dağıttım zaten yemişim yaşamını da ölümünü de, der giderim belki sudan çıkmış balık gibi olmaktan korkumun ta yüzüne tükürüp... kim bilir?

Bunca laf ve yine yanlış yol...


Deli cesareti ver Allah'ım, öfkesi, dikeni çeri çöpü alınmışından ver, aklımı da yetecek kadar bırakıver mümkünse, eksik yamuk da olsa akılsız delirmek bile mümkün olmuyor, cesaret diyordum, evet, delilik işi bende...

11/24/21

tutamadım, kaçtı biraz

 Siyasetten oldum olası hoşlanmam.

Halamın oğlu kapı gibi delikanlıymış sağ-sol zamanlarında, hangi taraftan olduklarını bile bilmediği, ömrünce tanışmadığı üç beş kişinin narına yandı; çıraklık yapıp ter döktüğü, uğruna küfür hatta dayak yediği haftalığını vermedi diye bir gece vurup kötürüm bırakmışlar... bizim evde kalırmış o yıllarda, babam aylarca hastanede başında beklemiş ha öldü ha ölecek diye... bir adamın vücudu kalınlığında kolları vardı abimin ama hep o kokuyla anılırdı, siyasetin kokusuyla aynı benim için, dağ gibi abimin çaresizliğinin kokusu... tekerlekli sandalyeye mahkum olduğu halde topraktan sağladı geçimini, ölümü de bahçede oldu, yine de cenazesinde insanlar evine oturmaktan kaçındı, o koku kalmamışsa bile sinmişti mekana bir şekilde...

Benim lise yıllarım da bu leş kokuya kurban gitti... işler "hangi üniversiteyi tercih etmeliyim"den bir anda "liseyi bitiremeyecek miyim"e döndüğünde birileri laf kalabalığı yapıp duruyordu, hiçbir anlam veremiyordum, bu insanlar konuştu diye neden benim hayallerim yıkılsın, neden onların lakırtıları benim için evlilik demek olsun, okuyamazsam kocaya gitmek seçimim değil de kaderim nasıl olsun? 

Nefret ettim cidden ama cidden siyasetten nefret ettim, alabildiğine korkunç bu şey hakkında her seferinde iliklerime değin titredim. 

Bir ara depresyonun etkisiyle ölümü dilemeye başlamış olsam da tutundum, okudum, evlendiğimde 30 yaşındaydım ve o kişiyi seviyordum, hayatım hakkında söz sahibiydim, olay çatıda bitmediği için Allah'a binlerce şükür... bu imkanı verenin siyaset olduğunu söyledi çoğu kişi, haklı olabilirler, bilmiyorum. Allah'ın adını anıp masuma namlu doğrultanlara şahit olduğumda beynim bir kez daha buz tuttu, bu da mı siyasetin işiydi, şaka mıydı, gerçek olabilir miydi?

Yıllarca bir atın kırbaçlanarak öğrendiği çaresizliği siyaset karşısında hissetmeye devam ediyorum, bunun bilincindeyim, beni o attan ayıran tek şey bilincim ama bir anlam veremiyorum. Savaşıp yenilmedik, masaya oturtup muhatap tutan da olmadı, bu sefer boşboğazlıktan bile değildi, "ite dalanacağına çalıyı dolan" der annem ama yakınlarda bir it dalaşı mı vardı? birinin tavuğuna kişt mi diyen oldu? Birileri çaldı birileri oynadıysa o kadar mı sağır oldum niye duymadım ben? bilmiyorum... bilincim siyasete akıl erdirebilmek için gerçekten yetersiz...

11/08/21

umudun canı sağolsun

 Grup bu hafta sonlanacak, henüz bende işler rayına girmiş değil, yararı oldu grubun fakat kabul etmeliyim ki buraya yazmak daha derin ve samimi hisler uyandırıyor bende... 

Abim hedeflerinden sonuçlarından bahsederken birden ne kadar materyalist bir hayat sürmeye başladığımı fark ettim, silkinip özüme dönmek istedim ölümüne... yeni araba alıp gırtlağıma kadar borca batmışken maddiyatı geri plana atmakta zorlanacağım kesin ama çocuğuma yapacağım en büyük iyilik tüm bu çerçevelerden sıyrılmak olacak.

Doğruyu yanlışa katıp veryansın etmek marifet ya, biri "her şeyi bilirim havalarında bir inatçı" görüyor diye başlıyorum kendimi sorgulamaya... eski beni "asosyal cahil, köylü kurnazı" görmek istiyor diye yıllarca olmadığım sıfatların olmadık suçlamalarından kaçınmaya çalışmıştım... onların karşı oldukları başlıklar beni tanımlamıyor, beni tanıyorlar diye her söyledikleri şey olmayacağım, ben kendimi bilen bir insanım, herkes her şeyi bilemez elbette ama söylenenlerle kişiliğimin ne kadar uyuşup uyuşmadığını pekala analiz edebilirim, objektif olacağım diye kendime ettiğim eziyette paylarını neden almıyorlar, insanlar diğerlerine kötü şeyler atfetmekten neden çekinmiyor anlamıyorum.

Sakince anlatsam da avazım çıktığı kadar bağırıp kendimi yırtsam da kendini hoca gören bildiğini okumaya devam ediyor; ben hoca olmayayım, ben kimseyi böyle çaresizliklere itmemeyim, umut olayım ben, "sen yaparsın" olayım, "yine gel uzun uzun konuşalım bu konuyu düşünelim bir süre" olayım, nokta koymayayım, uzun cümleleri sevdim oldum olası varsın ben virgül olayım nokta kadar boyumla...

Hayat, bana iyi davran gözünü seveyim... seni sevmeyi çok istiyorum ama bazen cidden bensiz daha güzel mi olursun düşünmeden edemiyorum.

Ne zaman nefes alamadığımı hissetsem ormanlar düşlüyorum, ne zaman boğuluyormuş gibi olsam derede yüzdüğümü görür gibi oluyorum, geçiyor... kendimi iyileştiriyor muyum, iyileşmeyi erteliyor muyum emin değilim, belki grup bitince terapi almalıyım veya biraz daha fazla yazmak daha mı çok işe yarar?

10/13/21

Hasret uçurdu perdeleri cama iki damla yaş düştü

 Son zamanlarda anneme fazla tepkiliyim, durduk yere değil elbette ama haddimin üstünde... o üzülünce benim de kalbim darmadağın oluyor.

Eski'yi özlüyorum bu ara yine nerden estiyse... belki anneme haksızlık ettiğimden onu hatırlıyorum, neler hissettiğini daha iyi anlıyorum belki, hak vermiyorum ama o kadar yabancı ve anlaşılmaz gelmiyor o zamanki tavırları...

Sevdiklerimi incitmekten nefret ediyorum, dilimin ucuna sevgi cümleleri geliyor asla kelimelere dönüşmüyor, düşünmek bile beynimde şimşekler çaktırıyor, bir sürü korkunç sahne geçiyor gözümün önünden -diyorum ya kendi hatalarımın üstündeki perdeler kalkıyor bir bir- onun yaptığı korkunç şeyler değil de benim yol açtığım dehşet anları aklımdakiler...

Ben yolumu şaşırdım, kendime eziyet ettim, sevdiklerime zulüm oldum, kul affeder mi bilinmez, Allah beni de sevdiklerimi de şaşırtmasın, affetsin.

Şimdi filmlerini sevdiğim bir oyuncu kadar uzak... yaşananlar sanki film icabı... çocuk oyuncunun performansı inanılmaz, kadına biraz gıcığım ama adam çok yakışıklı, gerçek hali uyuzmuş diye duydum, pek yakıştıramadım ikiliyi, yine de böyle son mu olur, pek severim bu yönetmeni belki modumdayken oturup yeniden izlemeliyim.

Hayat bakalım bana daha ne roller biçeceksin ne duygular yükleyip ne tiradlar yazacaksın...



9/28/21

Çizgiyi aşmak...

Gün içinde ofsayta düştüğüm anlar için VAR'a gidilsin, yok edilsin mümkünse...

Az önce işle ilgili kilit bir bilgi gerekti, eski'nin kolayca ulaşabileceği veya onun vasıtasıyla tanıdığım birkaç kişi yardımıyla edinebileceğim bir bilgi... aramadım... gururumdan değil -iş konusunda gururu kenara bırakalı uzun yıllar oluyor- yardım etmese bilenmekten korktuğumdan aramadım, yeni yeni durulmuşken göle koca bir kaya yuvarlayıp taşırmak istemedim... yardım etse de etmese de garip hissettirecek ne gerek var gerilmeye...

Böyle zamanlarda insanın rahata ne çabuk alıştığını düşünüyorum, yıllar yılı elim kolum uzun değildi, hiçbir zaman kulağım kesik olmadı, şimdiyse o 2 dakikalık işlerin rahatını arıyorum, miskin ruhum pek de hoşnutsuz durumdan...

İçinden çıkamadığım pek çok mesele var, zamanla hallolur inşallah...

8/17/21

Su içsem yarıyor

 Mütemadiyen uyuyorum, yetmiyor... ya açım ya susuz, hareket etmemek içinse hep bir bahanem var... diyabetle savaş vermiyorum, böyle giderse vücudumun yakında iflas edecek; oğluma, motivasyona, hayata dört elle sarılmaya ihtiyacım var.


100 yıl geçse de unutmayı başaramayacağım... aklıma geldiğinde ya üzülüyorum ya öfkeleniyorum ya da en kötüsü güzel zamanları özlüyorum, ayrılığın ilk zamanlarında yapmadığım kadar ağlıyorum... belki içimdeki zehri akıtamadığımdan oldu bunca dert...


Kendimle barışmalıyım, tamam, belki unutulmayacak, olsun, inceldiği yerden kopmuyorsa, çektikçe uzuyorsa, bol acılı harçla kapatalım üstünü, atalım mideye, sindirelim gitsin... millet solucan yiyor, ben dert yemişim çok mu!?


Allah dermansız dert vermesin...

8/03/21

Ondan bundan

 

Ne zaman basmakalıp laflar, hayat tavsiyeleri okusam her şeyim yanlışmış gibi hissediyorum, o cümlede yer alan şeyi yapıyor olsam da olmasam da bu böyle... bir şüphe genel geçere inanmayan, bir diğer şüphe, genel kabule aykırı olmanın verdiği o ayrıksı his...


Hayat masllardaki gibi değil, NLP söylemlerindeki gibi değil, dizilerdeki gibi hiç değil... kitaplar çare değil diye okumamak mı lazım, kulak mı tıkamalı süslü hayallere, gözü yormamak mı lazım aklı rahatlatmak adına... bilmiyorum.


Ne zaman konuşsam tedirginim, insanlara güvenmiyorum özellikle de kendim kişisine... 


Çocukların çabuk büyüyor olması benim için büyük dezavantaj, ben hangi yöntem diye düşünürken geçiveriyor o evreyi oğlum, bakıyorum ne de çok şeyin üstesinden gelmiş...


Ömür çabucak geçiyor, hayatımda özel bir yeri olan bir kişi daha toprak oldu, birinin gülüşüyle hatırlanması güzel şey... kendi vefasızlığım içinse sızlanmak dışında yaptığım bir şey yok.


Sağlığım için kilo vermeliyim, şeker hastasıyım artık ama zerre dikkat etmiyorum ne kiloya ne perhize...


Ciddi ciddi düşünüyorum velayeti alırlarsa diye; "üveyin en iyisini bile eşek arıları kovalasın" dediğim günler geliyor aklıma, amcası tarafından sahiplenilip kardeşlerinden daha rahat bir hayat sürse de ailesini affedemeyen arkadaş geliyor gözümün önüne, üvey annesi tarafından habire aşağılanıp duran sekteye uğratılan bir başkası, genel anlamda ciddi bir zararı dokunmamış olsa da Allah fırsat vermesin dedirten kendi üvey babam geliyor, üveylik olan için de zor, maruz kalan için de...


Belki çatıda havuz, evde piyano, envai çeşit kurs sağlayamam ama güvende hissettirebilirim, olduramadıklarımıza kartondan hayaller kesip biçer yapıştırırız çözüm noktasına... belki ciple dağ bayır gezemeyiz ama yaylada dalından kiraz toplamanın, pınardan getirdiği bir şişe soğuk suya sürüyle iltifat almanın güzelliğini, doğayla barışık yaşamanın huzurunu gösterebilirim.


Sürekli kendinden ve insanlardan şüphe etmenin yoruculuğundan yetişkin oluncaya değin uzak tutabilirim belki...


Hakkımda ne ipe sapa gelmez hikayeler anlattı kadına kimbilir, kendisini şiddetten dava eden eski sevgilisi hakkında bana anlattıkları gibi... Deli kadın imajını delip gitsem adam akıllı konuşsam, "adamı al hayrını gör görebilirsen, çocuğumun huzurunu bozmayın" desem... Hayal ederken bile "ne münasebet" cümlesi çeşitli tizliklerde yankılanıyor beynimde, sıkıntılı iş.


Rabbim tek yardım isteyebildiğim sensin, lütfen...


7/26/21

ucundan kıyısından

 Şaka gibi geçti bayram... 


Tam da dayanamıyorum artık oğlum olmadan diye debelendiğim anda bir baktım bir hafta daha olmamasıyla son buldu gelen kasırga.


Kaza yaptığımda nezaket gösteren eski, öyle bir tepetaklak etti ki yine, ona karşı iyi niyetimi ele almışken, burun üstü düşmelere doyamadığımı gösterdi, yine ve yeniden, her zamanki gibi... arsızım ben arsız...


Bir an "seni özledim" diyemediği için böyle hakaretler savurup kasılmalar dedim ama sonra; hay benim tükrüğe ya rabbi şükür diyen dilimi keseyim dedim, o kadar bezdim ki oğlumu bir hafta görmemeyi kendim teklif ettim, yakamdan düşsün, sussun diye... kimle aşık atıyorsam.


Arabam tamirden çıktığı gün yolda kalıp tamirciye döndü, sürmeye sözde cesaretim olsa da önde otururken bile titrediğim gerçeğiyle yüzleşiyorum.


Kurban kesememek tuhaf hissettiriyor, kimse pay falan vermeyi teklif edip utandırmadı Allah'tan, bu beklenmedik borç yığını az biraz canımı sıksa da öldürmeyen güçlendiriyor mu gerçekten yoksa mazoşist mi oldum yıllar akıp giderken nedir seviyorum bu debelenmeyi, bir şekilde dinç tutuyor beni, gerçeklikten kopmamı engelliyor.


Dilimin ucundaki bakla da işte tam burda; hayallerimin peşinden uçasım var çünkü... dillendirmeye korktuğum hayaller, zor zamanlara sakladığım kefenliğimmiş gibi yastık altında uyku arasında yokladığım, yılların birikimi bir nevi...


Aklımda ve gönlümde tuttuğum tüm iyiliği, erdemi gerçeğe dönüştürebilsem ne kaza ne ceza -neyse işte bu başıma gelenler- olmaz gibi geliyor. 


Hayallerimin değil, iyiliğin güzelliğin peşinden koşmak dışındakiler belki sadece kendime söylediğim süslü yalanlar veya daha da beteri özentiliktir kimbilir, yok yere öyle... 


İdeallerim ve hayallerim pek çok noktada kesişiyor, onları mı dikkate almalıyım, hiç de özgür hissetmiyorum o noktalarda...


Bacağım durup durup sızlıyor, yumru kaldı ezilen yerde, dışardan anlaşılmıyor etin yağın içinde... korkularımı hatırlatıyor, can tatlı, ölümün yüzü soğuk hakikaten...

6/14/21

Akıcı ruh hali serüveni

Banyoyu yaptırdım; ustalar ufak işlere burun bükük gelmiyor diye sıfırladık, giderler artık çalışıyor şükür, musluk da akıtmıyor ama bu sefer de lavabonun suyu gitmiyor, nereden olduğu belirsiz bir sızıntı var, şaka gibi...


Bir kitap vardı sevdiğim, evin tamamında tıkanıklık sorunu yaşanıyordu da manevi tıkanmaya yoruyordu yazar... cidden mi diyorum, bunun için de kendimi suçlu hissetmeli miyim?


Dün gece her zamanki gibi yatmadan evvel havadan sudan sohbet ediyorduk oğlumla, birden benim ve babasının maaşını sordu, yuvarlak rakamlar söyledim, "ikisinin toplamı iyiymiş" dedi. "Neden topladın ki, babanın maaşıyla ne alakamız var" dedim, "belki yine birlikte olursunuz" diyince anlatmaya çalıştım bunun mümkün olmadığını, ağladı. Ne para mevzunu açmasına bir anlam verebildim ne de ikimizle ilgili ümidi olmasına... Bu konunun da tıkandığını hissediyorum, kabul etmek istemiyor sanırım. 


Anneme sordum açmamış öyle bir mevzu, para ne alaka çözemedim. Bazı şeyleri şimdi alamam diye erteliyorum ondan mı dert etti kendine, anlayamadım.


"Ölüme gidelim dedin de mazot mu yok dedik" modunda araba sürmeye başlamıştım ki ciddi bir kazayla burun buruna geldim. Motosiklet sürücüsü çok kızgındı, acayip korktum. Korkunca epey tereddütlü sürmeye başladım, sanırsın acemiliğin ilk günlerindeyim, bir an önce bu korkuyu atamazsam sürmeyi bırakmalıyım ama sürmek dışında seçeneğim de yok. 


Ömrün su gibi akıp gittiği yerde sızdırılan bu anlar kimin tepesinden aşağı şıp şıp damlıyor merak ediyorum, o da kapıma dayanır mı bir gün?


3/05/21

unut gitsin...

Bazen benim de etten kemikten olduğumu, kestiğinde kan akıtacağımı, üzülünce gözyaşı dökebileceğimi unutuyorum, kahkaha atarken nefes almayı unutan şapşal suratlar yapabildiğimi, çığlık çığlığa koşup heyecandan havalara sıçrayabildiğimi unutuyorum.


Eski gotik bir yapıda süs diye duran çelik zırhlar gibi... her an savaşa başlayacakmış izlenimi veren  ve fakat kılını kıpırdatamayan çelikten bir kabuk mu kaldı benden geriye gerçekten? umut var, son nefese kadar umut hep var...