yaşamak güzel şey be insan kardeşim etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
yaşamak güzel şey be insan kardeşim etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

10/09/23

"bi' fotoğraf çekinebilir miyiz?"

 İnsanın dişinden sarkıp dudak bükümüne uzanan siyah ince çizgiyle -implantın ipi- gülümsemesi komik aynı zamanda ürkütücü oluyor; joker etkisi... ipi kesebilirdim, dikişi erken aldırabilirdim; ben ipin varlığına aldırmamayı seçtim... görmezden gelmesem o minik ip beni boğabilirdi o gerginlikte, basit çözümleri olmasına rağmen.

Nefes alabilmek için tek yapabildiğim yazmak... ıssızda çığlık atmak, karanlıkta dans etmek, kulağında müzikle kilometrelerce yürümek, çiğ yağmış çimende üşüyerek yıldız saymak, bir dağın tepesinde rüzgar kemiklerine işlerken sisler içindeki güneşin içini ısıtmasına izin vermek de işe yarıyor, haklarını yemeyeyim... işe gitmek gerekiyorken, aşağı katta şikayet beklerken, tatil günlerin sen olmadan yürüyebilecek  yığınla işin yürütülmesine rezerve edilmişken, yazmak dışında tüm alternatifler çok çok zor -imkansız değil- onlara sardığım da oluyor ama en çok yazmaya sığınıyorum; deliliğimin gözde tutamağı... olmasa bir adım ötesi nedir kim bilir, ben bilmek istemiyorum.

Mutlu zamanlarımın fotoğraflarını buraya koysam keşke... mutluyken zaman çok hızlı akıyor, yakalamanın tek yolu fotoğraflar... hiç yazılmıyor diyemem ama mutluluğa es verince yazmak yine de hüzünlü, mutluluğun içindeyken bile özlem duygusu barındıran az mutlu anlar... musmutlu fotoğraflar gibi değil... mutluyken daha çok fotoğraf çekmeliyim.

4/28/23

kırkikindi


 Yaşam; sanki az önce dolu yağmamış gibi parıldayan, yapraklardan puslu buharlar yükselten güneş gibi... yazmadığım süre içinde yaşadığım onca olay, derinime işleyen onca his gözümü kamaştıran ışıklar içinde kayboldu gitti. 

Adana'nın en sevdiğim yanı ılık yağmurları, hayat unutabildiğim sürece daha katlanılır, kara bulutlar güneşle ılık kucaklaşmalara bahane olacaksa ne ala, üşütmeyecek veya canımı acıtmayacaksa ıslanmak başım gözüm üstüne... ısıran soğukları, buza kesen yağmurları, karda yürüyemediğim yokuşları sevmiyorum... kar yağdığını görmeyi özlüyorum elbette, ayazın yaladığı kemiklerin ısınınca gerinip katıdan sıvıya dönmüş bendine sığmayan ırmaklar gibi hissettiren coşku elbette güzel... yine de gün açtığında çıplak ayakla yağmur çukurlarını topuklamayı bulmuyor hiçbiri.

Şu an sevdiğim havalara güzellemeler yapacak kıvamda pamuk gibiyim ama yağıp gürlüyordum bir süredir, hiç yoktan yere veya yerli yerince öfke saldım dört bir yana, olmadık bir tartışmaya girdiğim adama öyle tepki gösterdim ki "yoksa bu adama ilgim mi var, niye abarttım ki" şüphesi bile duydum, ardından 'eski' yırtık dondan çıkarcasına attığı cinsel içerikli mesajla yoklayınca "yahu ben erkeklerden tiksiniyorum ondan bu reaksiyonlar" diye kendime geldim... ha o mesaja gelirsek; soyadını değiştirdiğine olumsuz tepkilerimi duymak istemediği için önden sinir patlatma hamlesi gibi bir şey... tabi benim yorumum bu, derdi ne kimbilir... Evlenmeden hemen önceki hamleleri yüzünden evli olduğu kadına da sadakati olmadığını biliyordum, şaşırtmıyor bile durup durup saçmalaması... yine de güzel anılar var tutmak istediğim, her seferinde biraz daha kararıyor, böyle böyle yok olup gidecek diye korkuyorum, o sevdi/sevmedi ayrı hikaye, kendi payıma düşene yüreğimi koydum, işte o güzelim anlar kesiliyor ya kenarından köşesinden böyle böyle, o bakmalara doyamadığın resimden çok kestiğin makası hatırlatır oluyor ya... zor... kafanı çevirip görmek istemeyeceğin kadar zor.

Sadece "özledim" dese, özlemine kıymet verebilirdim, tek hissettiğim şu an tiksinti, aşağılanmışlık, alay... yanında çırılçıplak uzanırken sırtını çevirdiğin, kadınlığını mahremden şaibeliye çevirdiğin, umumun "kadın olsaydın"lı sorgulamalarına maruz bıraktığın insana "yoklukta gideri var" muamelesi çekmek değersizleştiriyor.

Aslında üstesinden gelmeyi kolaylaştırıyor böyle durumlar; kendime güvenim ve sevgim güçlü değil ama kendimi tanıma konusunda azimliyim, tamam zamanında eğreti çabalara girmedim değil, yanlış sorulara olmaz yanıtlar vermedim değil ama eminim ki ben o ilişkilendirdiği şey değilim. 

Hissettiğim şey neden öfke değil de tiksinme? emin değilim... hayırlısı bakalım, zaman yaraları sarıp pek çoğunu iyileştiriyor, kör topal da olsa devam edip gidiyoruz, yaşamak güzel şey vesselam...

9/09/22

sahilde ılgın...

Çocukken atlattığım boğulma tehlikesinin ardından ilk kez Adana'nın sahillerinden birinde denize girdim, ılıktı ve korkutucu olmaktan çok uzaktı... gerçi Karataş'taki arkadaşım için sıkça gidip kumsalda vakit geçirmiş olsam da yüzmeye cesaret edememiştim.

Lisedeyken gece sahilden Kıbrıs'ın ışıklarına bakıp şimdiki yaşamlarımızdan bambaşka hayaller kurardık... lise bittikten sonraki sene sınava yakın, dershanenin düzenlediği gezi için evine 15 dakika olan sahile güzel anılar kalsın niyetine para verdi, gezide bizden daha çok gülen olmadı tabi ki... sınıfta selamlaşmanın dışında tek kelime etmediğimiz oğlanlardan birine aramızda geyiğine takılıyorduk -çok yakışıklıydı- geziye kuzeniyle gelmişti -sağlam genleri varmış kuzeni ondan daha da yakışıklıydı- yolculuk boyunca bize baktı, hangimiz daha deli anlamaya mı çalışıyordu, dönen muhabbeti mi anladı, yoksa gülüşlerimiz miydi sebep bilmiyorum ama onunla ilgili kısmın ergenlikte kalması güzel, hatırlamak bile utandırıyor şu an, o kıkırdamaların tatlılığı gülümsetiyor aynı zamanda... oğlum da öyle yakışıklı olur mu acaba?

Bizim kız şimdilerde üç çocuk anası, Mersin'de denize 3 dakika mesafede oturuyor ve halen yüzemiyor, geceyi birlikte geçirmeyeli çok uzun yıllar oldu, gökyüzündeki hayallerimiz yıldızlar gibi gecede kaldı, hala çok seviyorum, anlatırken özledim yine... her görüştüğümüzde "daha sık buluşalım" diyor ve araya yılların girmesine engel olamıyoruz, yine de var iyi ki, hayatımı yaşanır kılan böyle üç beş insan.

7/29/22

yaz sıcağı

İnsanlar beni iyi tanıdığını iddia ediyor, ben kendimi tanıyamazken bu mümkün mü? belki kelin ilacı misali kendime aklım ermiyordur diyeceğim ama bu iddiada bulunan üç kişinin hakkımdaki görüşleri bambaşka... üç farklı dev aynası, hepsinde ben varım ve hiçbiri ben değilim, onların aynasıyla buluşan izdüşümlerim.

Eminim biriyle birlikteyken karşında gülümseyen hakiki suretini bulmak harika bir histir... etrafımdaki "ben"lerin bazıları komik çoğu ürkütücü... uzun süre başkalarının gözüyle kendine bakmak algını olumsuz etkiliyor, kendini gördüğünde bile tanıyamıyorsun çünkü beyninde bir şeyler o halden bu hale dalgalanmaya devam ediyor, beynin süreklilik istiyor çünkü, hislerin de öyle... çarpıklıkta bile süreklilik... gözlerimi hatta algımı kapatıyorum bir süre nasıl göründüğümle ilgilenmemek iyi geliyor.

Uzun bir yokuşun en esintili yerinde mola veriyor gibiyim, saatlerce kat ettiğim mesafeyi dakikalar içinde bitirip kendimi rüzgara kaptırmanın hayaliyle çıkıyorum yokuşun dikine, yüzümde muzip gülümseme...

Bu aralar sabrım çok sınanıyor, maşallah aladağlardan serinim, hatırlayabildiğim "ben"e en yakın görüntülerden biri... insan seviyorum ben onu fark ettim.

Güneş yemyeşil yapraklar üstünden ıpıl ıpıl bakarken, göz kırpıyorum kısıldıkça teri akına karışan iki çukurdan... 


7/20/22

tek nefeste

Bir haftalık İstanbul kaçamağının ardından, 4 günlük yayla havası, 3 gün tembellik derken alabildiğine yoğun bir pazartesi mesaisin aynı tempoda olmasa da olağanın hayli ötesinde hareketlilik yaşayan bir salı, ufak bir hırsızlık vakası falan derken onca zaman nasıl geçti anlayamadım... İki gün su içmeye dahi yerimden kalkamıyordum zira odadan kafamı uzattığım anda başka işler bana bakıyordu... iş arkadaşımın yıllık izin kullanmasına olur demese miydim, bilmiyorum ki...

 Oğlum bu ay babasıyla kalacaktı yasal mevzular gereği ama babası iki haftada bir kere bile yeni evine götürmeden, yeni eşinin çocuğuyla tanıştırmadan, eşiyle ailenin ferdi hissini verme kaygısına hiç mi hiç kapılmadan, geri gönderdi yavruyu... onun için üzgün hissettim fakat böylesi benim açımdan daha iyi gibi görünüyor,  velayet mevzusunu anmaz artık... yazık, hep mi böyle bir insandı ben cidden kör müydüm?

Kuzum geldiğinden beri durgun, ağzını mühürlemiş… spor ağırlıklı bir kursa gönderdim, eğlensin umuduyla olmayan bütçede eksinin dibini gördüm, onu bu halde yaylaya göndermek istemiyorum ama alternatifim yok, çok fazla yararım olduğunu da düşünmüyorum şu halde, hafta sonu yeterli zamanda bana yüreciğini açar mı merak ediyorum.

İnsan yakın gördüğü kişiye daha çok kırılıyor, babasının evliliğini ondan sakladığıma içerlemiş olabilir, özür dilemeliyim.

42 yılımın hatırlayabildiğim temiz 30 yılını anneme benzemeyi istemeyerek geçirdim, artık her geçen gün ona daha da çok benzediğimi kabulleniyorum, bu kabulle hatalardan ders çıkarmak biraz daha kolay... İyi ki var, kabul onu anlamayı da kolaylaştırıyor, ona karşı bazı tavırlarımdan utanıyorum.

Aidiyet hissetmeyi seviyorum, rahat, huzurlu, dünya ateşe de yansa sığınacağın yerin var, dünyanın öteki ucunda bile olsan seni evinde hissettirebilecek biri var, güzel şey velakin dünyanı başına yıkan yine o his...

Aidiyeti olmayan bünyemin ılık meltemler gibi savrulduğu günün birinde İstanbul sokaklarında bir adamın gülümseyişini çektim, şimdilerde ne zaman canım sıkılsa telefonumdan açıp o fotoğrafa bakıyorum, istemsiz bir tebessüm konduruyor yüzüme, çok tatlı... eski'yle çıkmaya başladığımız zamanlardan beri 2D olmayan bir adama sevimlilik atfettiğim ilk sefer bu...

Bir yıla yakın süredir, emekli olup -çocuk da üniversiteye gidip ayakları üzerine durmayı öğrenince- dünyayı gezmek, hayal olmanın ötesinde planlanmış bir durum bende... fakat İstanbul'u gezerken anladım ki feci paslanmışım, ya ciddi düzeyde spor yapmaya başlamalı ya da bu planı rafa kaldırmalıyım

Dünyanın öteki ucunda beni bekleyen biri olabileceği fikri hoş; belki ruh eşi, belki evlat edinilecek bir çocuk, belki de frekansının tutup sıkı sıkıya sarıldığı bir arkadaşlık veyahut sadece umut... vazgeçmek istemiyorum, pek tabi şartlar ne getirir bilinmez, Mevlam görelim neyler...

1/17/22

ansızın

 Maske takmanın salgın dışındaki en büyük yararı sokakta sırıtarak dolaşabiliyor olmak, otobüste, eczanede, bekleme salonlarında... kimseyi huylandırmadan pişmiş kelle gibi sırıtmak için biçilmiş kaftan. kafkavari yüz ifadeleri de yapabiliyorsunuz, o la la...

Uzun zamandır ilk kez dişlerimi göstererek gülümsedim, dişlerimi kimse görmedi, utanıyorum onlardan, hamilelikten itibaren pek çoğu döküldü kalanlar sigara içiyormuşum gibi lekeli, oysa gülüşüm güzeldi benim, dişlerimi eskiden gösterir miydim göstermez miydim bilmiyorum ama gözlerim ışıldardı.

Yaşlanınca gülüşler bile yorgun görünüyor, şen kahkahalar biraz çığlığımsı, belki işitme kaybım ilerlediği için tonunu tutturamıyorumdur ama kahkahama dönüp bakıyorlar insanlar, utanıyorum, belki de o kadar neşeye güç bulamayacak kadar yorgun göründüğümden garipsiyorlardır.

Özlemişim içimde endişe dalgaları yükselmeden gülmeyi, sonradan içimi böyle şeyler kemiriyor olsa da iyi geldi, o an o dakikayı yaşıyor olmak güzel.




9/27/21

Serin bir sonbahar akşamı...

 Oğlumla yürüyoruz, serin ama dondurma yenebilecek kadar da ılık hava... köpekler havlıyor, tam korkacakken "bak anne martı geçti üstümüzden" diyor kuzucuk, martıyı takip edip havlayan köpekleri unutuyoruz.

Akşamları futbol oynuyoruz mütemadiyen, hafta sonları bir günümü komadaymış gibi geçiriyorum, bütün haftayı ancak öyle kurtarabiliyorum, tembelliğin bile cılkını çıkarmadan yapamıyorum n'apim...

Kendimi bildim bileli ordan burdan tasarruf etmeye çalışıp en temel ihtiyaçlarımdan bile kısıyorum sonra öyle bir masraf çıkıyor ki birikimimin boşa gidişini trene bakar gibi izlemekten fazlası gelmiyor elimden... her şey olacağına varıyor işte... insan rızkından fazlasını yiyemiyor sonuçta.

Akşamlar artık biraz serin, yine de incecik giyiniyorum sonra sarılıyorum oğluma, anneme, yorgana, koltuğun örtüsüne... saralanmak iyi hissettiriyor, en çok bu ılık havaları seviyorum, başka şehirlerin yazları gibi geçen ılık sonbaharlar, bu şehrin başka güzelliği... bu şehir özlediğim için mi bu kadar sevimli?!

Lise için iyi okul kazanırsa İstanbul'a gitme sözü verdim yavruya, önümde 5-6 sene var, oraya tayinim imkansız gibi bir şey, 46 yaşında emekli de olamıyorum, iş bulabilir miyim merak ediyorum.

Bir sürü ilgi alanımın hiçbirinde kalifiye değilim, iş yerimde iş niteliğim sıkça değişti artı alanımda iddialı da değilim, yetenekli olduğumu düşündüğüm işlere el uzatmayalı on yıllar oldu.

Aç kalmam Allah'ın izniyle, çok boş beleş biri de sayılmam, 3'e 5'e değil de 1-2'ye razı olmam gerekir ve kendimi sıktığım kadar oğlumu sıkıştırırım diye korkuyorum sadece...

Kaygıları gerçek ama bunlar şimdilik hayalden ibaret, bakalım ömrüm vefa eder de görürsem o günleri zaman neler getirecek!?...


9/17/21

Güneşin okşadığı yağmurlar aşkına...

Buraya grup sonrası yazar oldum, sanırım oraya biriktiriyorum içimdekileri kalanlar da burada...

Buraya açıktan yazamadığım, beyazlar arasına sakladığım mektubu grupta sesli okudum, gerildim, sesimin titremesine engel olamadım ve bir şekilde oradakilerle ilk kez söylenip durmaktan ötesini açtım şahsım adına, aynı içtenliği birkaçının mektubunda da yaşadım, hepimizin çok farklı hikayeleri olsa da aynı acıyla cebelleşiyoruz.

Umarım iyi gelir hepimize...

Bu işe başladığımdan beri aklımdan uzaklaştırmayı başardığım -kaçmak yerine yüzleşmeliymişim o ayrı tabi- pek çok kaygı yine başımda... bazen başımı ağrıdan kıvrandıracak kadar çok ağrıtıyor yarayı deşmek.

Vücudum da hatırlıyor o günleri, mide ağrılarım arttı fakat o zamanki gibi dişlerimi sıkıp iştahımın limitini kırmıyorum çok şükür, bugünlerde biraz kilo bile verdim.

Duygularımdaki kaos öfkeyle son bulmuyor o zamanlardaki gibi; savaşı yaşamak gibi değil de savaş kalıntılarının sergilendiği müzelerde gezinme rahatlığı içinde "vay be neler yaşanmış" havasında...

Biraz da rahatsızlık hissi var, sebebinden emin değilim... tahminimce, onu başkasına ait görmeye başladım, elalemin adamını böyle olur olmaz düşünmeyi vicdanım kabul etmiyor.

Çok alakasız olacak ama yağmurda ıslanmayı eskiden neden öyle çok severdim hatırladım, o kadar tatlı bir yağmura yakalandım ki dün, ılık, incecik, oğlumun öpücükleri kadar sevimli... 

Geçen yıl kış ortası taşındım tek yağmur hatırlamıyorum, kafam biraz yerine geliyor mu ne...

8/31/21

"Yemi sarı arabamla ez, resmimi cama yapıştır ki özlemesinler"

İzin su gibi geçti gitti, oğlum yanımdayken her şey daha renkli daha canlı...


Sıcak yüzünden planladığımız gezilerin çoğunu yapamadık, yine de huzurlu ve güzeldi. Yayla, deniz, müze, yürüyüş falan derken epey de yorulduk, üstüne okula hazırlık maratonu da eklenince yavrumun pestili çıktı, yalnız neredeyse yazmayı unutacakmış garibim, okuması tamam ama kalemi tutuşu bile bozulmuş iki ayda... 


Karşı komşunun yeğeni -bizim hızır ablamız- yok bu sene, iş bulmuş başka şehirde, teyzesiyle kalmayacakmış... onun için sevinsem de oğlum ağladı duyduğunda, neyse ki odi gitmedi, anane korkusuyla köpek alamasak da komşudaki odi'yi sahipleniyoruz iyi kötü...


Kömür ve Kılıç adında iki balığımız var şimdi, kaplumbağalarını halen gözleri dolarak hatırlayan oğlum adına bolca dua ediyorum, Allah uzun ömürler versin onlara diye...


Boşanma sonrası toparlanma grubuna katıldım, sanal olduğundan mıdır nedir sarsak bir grubuz, epeyce de güvensiz... bir yerden başlamak lazım, yardıma ihtiyacım olduğunu kabullenmek büyük adım benim için, herkes "çok güçlüsün" dedikçe öyleyim sanıp görmezden geliyorum aksayan yanımı... motoru yakmadan, diyabete teslim olmadan neredeymiş sorun anlayalım, yağla suyla oluru var mı bakalım, olmadı psikolog yolu gözükür, hayırlısı...

8/17/21

Su içsem yarıyor

 Mütemadiyen uyuyorum, yetmiyor... ya açım ya susuz, hareket etmemek içinse hep bir bahanem var... diyabetle savaş vermiyorum, böyle giderse vücudumun yakında iflas edecek; oğluma, motivasyona, hayata dört elle sarılmaya ihtiyacım var.


100 yıl geçse de unutmayı başaramayacağım... aklıma geldiğinde ya üzülüyorum ya öfkeleniyorum ya da en kötüsü güzel zamanları özlüyorum, ayrılığın ilk zamanlarında yapmadığım kadar ağlıyorum... belki içimdeki zehri akıtamadığımdan oldu bunca dert...


Kendimle barışmalıyım, tamam, belki unutulmayacak, olsun, inceldiği yerden kopmuyorsa, çektikçe uzuyorsa, bol acılı harçla kapatalım üstünü, atalım mideye, sindirelim gitsin... millet solucan yiyor, ben dert yemişim çok mu!?


Allah dermansız dert vermesin...

7/26/21

ucundan kıyısından

 Şaka gibi geçti bayram... 


Tam da dayanamıyorum artık oğlum olmadan diye debelendiğim anda bir baktım bir hafta daha olmamasıyla son buldu gelen kasırga.


Kaza yaptığımda nezaket gösteren eski, öyle bir tepetaklak etti ki yine, ona karşı iyi niyetimi ele almışken, burun üstü düşmelere doyamadığımı gösterdi, yine ve yeniden, her zamanki gibi... arsızım ben arsız...


Bir an "seni özledim" diyemediği için böyle hakaretler savurup kasılmalar dedim ama sonra; hay benim tükrüğe ya rabbi şükür diyen dilimi keseyim dedim, o kadar bezdim ki oğlumu bir hafta görmemeyi kendim teklif ettim, yakamdan düşsün, sussun diye... kimle aşık atıyorsam.


Arabam tamirden çıktığı gün yolda kalıp tamirciye döndü, sürmeye sözde cesaretim olsa da önde otururken bile titrediğim gerçeğiyle yüzleşiyorum.


Kurban kesememek tuhaf hissettiriyor, kimse pay falan vermeyi teklif edip utandırmadı Allah'tan, bu beklenmedik borç yığını az biraz canımı sıksa da öldürmeyen güçlendiriyor mu gerçekten yoksa mazoşist mi oldum yıllar akıp giderken nedir seviyorum bu debelenmeyi, bir şekilde dinç tutuyor beni, gerçeklikten kopmamı engelliyor.


Dilimin ucundaki bakla da işte tam burda; hayallerimin peşinden uçasım var çünkü... dillendirmeye korktuğum hayaller, zor zamanlara sakladığım kefenliğimmiş gibi yastık altında uyku arasında yokladığım, yılların birikimi bir nevi...


Aklımda ve gönlümde tuttuğum tüm iyiliği, erdemi gerçeğe dönüştürebilsem ne kaza ne ceza -neyse işte bu başıma gelenler- olmaz gibi geliyor. 


Hayallerimin değil, iyiliğin güzelliğin peşinden koşmak dışındakiler belki sadece kendime söylediğim süslü yalanlar veya daha da beteri özentiliktir kimbilir, yok yere öyle... 


İdeallerim ve hayallerim pek çok noktada kesişiyor, onları mı dikkate almalıyım, hiç de özgür hissetmiyorum o noktalarda...


Bacağım durup durup sızlıyor, yumru kaldı ezilen yerde, dışardan anlaşılmıyor etin yağın içinde... korkularımı hatırlatıyor, can tatlı, ölümün yüzü soğuk hakikaten...

7/13/21

Şehrin gecesinde parlayan tek yıldızı buluta kaptırmak

Karışığım bu sıra; ciddi boyutlarda masraf, tonla nasihatin yerine geçebilecek uykuma bile musallat olmuş bir korku ve tabi kötüsünden koruduğu için yaradana çokca şükür...

Ömrü billah kalabilirmiş boynumdaki ağrı "fıtık atmıştır" dediler.

Şoku üzerimden biraz attım, masraf henüz net olmasa da durum pek iç açıcı gitmiyor, kasko olmaması da tuz biber oldu.

Tamir edilmemiş halde arabayı elden çıkarayım istedim ama yenisini almama imkan vermeyecek derecede düşük miktarlar mevzu bahis, sürebilir miyim hala emin olmasam da hem iş yerimden hem de ailemden bu yönde baskı var. Hayata sıfırdan başlayayım derken cüzdanı deleceğim aklıma gelmezdi.

Ev bomboş, oğlumu özlüyorum.

Evladından üzüldüğümde saçımı okşamasını beklemek eziklik belki, yine de o minik ellere her zamankinden çok ihtiyacım var ne yapayım...

Gönül istiyor ki sadaka vereyim, adak keseyim falan ama kredi çekip hayra hasenata girişmek pek mantıklı gelmiyor, gelen giden de soruyor hayrın gizli olanı makbul değilmiş gibi, ayıp geliyor ne dersem diyeyim.



6/28/21

la la la

 Çok neşeli günlerimde bile -her nerede olursam olayım- beni ağlatabilecek şarkılar var veya en depresif anımda dans etme isteği uyandıracak olanlar... müziğin gücü inanılmaz.


Bir de o sıralar çok dinlemesem de hayatımın bir dönemini gözümden perde perde geçirenler var ki...


Geçen sene bu zamanları hatırladığımda özlem tekin'in kargalar'ı sarıyor başımı, oysa o sıra en çok lovely dinledim, şimdilerde yıldız tilbe'den kış güneşi dinliyorum, eskiden pek sevdiğim bir şarkı değildi, manga'nın cevapsız soruları'na da takıldım, aslında davullar çalınıyor modundayım daha ziyade... arabada mevsimlik hareketli yabancı şarkılar var, değişik işte...


Tek kelimesini anlamasam da içime işleyen tınıları seviyorum, kelimelerin yalancı vurgularındansa samimi mırıldanmalar cezbediyor beni... 


Dinozor olmaya başladım sanırım, durup durup yıllar öncesinin hatırlanmayan hitlerine vurmak pek de hayra alamet değil... 


Şu an kulağımda mad about you var, yıllar önce bu şarkıyla ilgili bir şeyler karalamıştım bloga, dönüp dolaşıp bambaşka hislerle dinlemek ortaokulda okuduğum kitabı yıllar sonra bambaşka ışıkta görmek, her gün geçtiğim yolda durup kendimi şaşırtan bir kare bulmak, dünkü çocukların nasıl yetişkinlere dönüştüğünü izlemek şaşırtıyor beni, fark ettiğim her anıyla yaşam ilgi çekici...


6/15/21

Yıllığımız yok ama albüm dolusu sararmış fotoğraf var

En sevdiğim arkadaşım bekar, hiç evlenmedi. Aslında orta öğretimden tanıdığım pek çok bekar arkadaş var ama onun gibisi yok, sanmıyorum. Bu aralar eviyle aşk yaşıyor, evde sigara içmiyor oluşu aşkının en büyük kanıtı... 


Sırf aşkından sebeplenmek için eve çok yakışacak hatta bakıp bakıp "bu ne güzel oldu burda" dedirtecek bir şey bakınıyorum... evin sıvaları dökülene kadar bekleyip duvara şekilli şüküllü bir şeyler mi yapsam, bilemedim. Hediyelik zevkim dipte, napim... Kitaplığına sevdiği yazardan set alsam eminim evin aşk köşesi olacağına ama çok para, aşk başka bahara artık...


Karşı apartmanda liseden bir arkadaşım varmış, muhitteki hayatım sayesinde epey kolaylaştı, minnettarım... En büyük evladı üniversiteye gidiyor, kocası emeklilik planlarında, eskiden de olgundu ama farklı bir seviyede benim için şu an... 


Bir başka arkadaş bilmem kaçıncı erkek arkadaşından ayrılmış, hovarda olmanın da ayrı bir havası var, yüreği nasıl dayanıyor anlıyorum desem yalan ama seviyorum keratayı, o  da ayrı bir rengi hayatımın, hikayelerine kıkırdayıp durmak lise günlerimi hatırlatıyor. 


En garibi, buruk bir sebepten biraz kırık dökük toparlamaya çalıştığım bir arkadaşlık... o tüm ihtişamıyla orda, hayatının en parlak günlerini yaşıyor ama tüplü  tv'de 4k izlemek gibi... anca başka vizyonlardan bakmaya çabalarsam özel hissettiriyor. 


bir japon dizisinde "tamir ettiklerin, özenin sayesinde seninle olduklarından daha özel hissettirir" gibi bir şey demişti -çeviriyi hakkıyla yapabilecek kadar ingilizcem veya japoncam yok tabi ki- denemeye ve 'tamir için özenle çabaya' değer diyorum ama pek zaman bulamıyoruz.


Herkes meşgul... yine de arkadaşlarımın sıkılınca çat kapı gidebileceğim mesafede olması başlı başına paha biçilemez.


Bu arada, evet, ingilizce altyazılı uzakdoğu dizileri seyrederek YDS'ye hazırlanıyorum -şaka tabi ki- dil tazminatı da kötü para sayılmaz, işe yarasa ne güzel olurdu. (ingilizce altyazılı uzakdoğu dizileri konusunda ciddiyim ;))

12/29/20

Geleceğe dönüş

 Geçmişe dönme şansım olsa hamile olduğum zamanlara dönmek isterdim, neden hiç evlenmemiş olduğum zamana değil? Çünkü oğlum hayatımdaki en güzel şey, aşk da güzeldi.


Üstelik suçlu hissettiğim tek mesele orada, evliliğimizin bendeki ilk çatlağı da orada... 


Ona zamanında benimle evlenmek isteyen bazı kişileri ebeveynlerinden bir veya ikisini kaybetmiş oldukları için hiç şans tanımadan reddettiğimi söylesem beni takıntılı bir delibozuk olarak görürdü eminim... Babasını hastanede yattığı 7 ay boyunca 'gittiğimde öleceği' korkusuyla ziyaret etmediğimi söylesem görüşü netleşirdi. Aylarca bilinci kapalı bu adamı ziyaret edersem "baba" diyebilir miyim diye düşünüp aylarca uyuyamadığımı söylesem inanmazdı, ailesinin onunla geçireceği kısıtlı zamanı çaldığımı düşüneceklerinden çekindiğimi (çünkü ablası yakınmıştı halalarının el gördülük gelip ziyaret saatlerini boşa harcadıklarından), aylarca babasına dua edip aklımdan hiç çıkaramadığımı söylesem saçmaladığımı düşünecekti. 


Neden yine de beni anladığını düşündüm? Gitsem mi dediğimde "gerek yok" demesini hislerimi aktarabildiğime yordum, hatta 'babasını umursamıyor mu' diye sıkça içimden geçirdim. Ben onu anlamıyorken o beni nasıl anlasın... 


Babasının ölümünü aç gözlülüğümün cezası olduğuna yorduğumu, doğal yollarla ölen bu adamı feci bir kazaya kurban etmişim gibi hissettiğimi ne bilsin... Tek görebildiği karısının babasını 7 aylık hastane döneminde yalnızca bir kere ziyaret ettiğiydi, haklıydı.


Keşke bir saatliğine de olsa onları gözlerinin önünde eriyen aile ferdini görmekten gönül rahatlığında kurtarabilseydim, keşke salaklık etmeyip korkumla yüzleşseydim, kimse için olmasa bile kendim için "baba" kelimesi kullanabileceğim son kişiye temizce veda edebilseydim keşke... Sakin kafayla daha da kederleniyorum, "ne yapmışım ben" diye yakınmak boşuna... 


Bana ilk kez boşanalım dediğinde bebeğim birkaç aylıktı, ilk o zaman ayrılırsak diye alternatifler üretmeye başladım sonra öyle bir gün geldi ki evliliği devam ettirmek herhangi alternatiften biriydi hem de pek muhtemel görünmeyenlerden... o zamanlara dönsem evliliğimi böyle ihtimallere bölmezdim diye düşünüyorum ama bir yandan da "Daha sağlam dursam 9. yılda değil de 3. yılda daha sert bir çatışma mı yaşardık acaba?" demekten kendimi alamıyorum. Olacakla öleceğe çare yok derler, belki herkes haklıdır, belki bu evlilik başından ölü doğdu, kimbilir...


Olmamışlarla ölmemişlere odaklanma vakti şimdi... Oğlum ve annemle mümkün olduğunca dolu dolu yaşamak istiyorum, sorun şu ki yaşamak konusunda pek de iyi değilim, araba sürmek benim hayata dönmek adına yaptığım en zor işlerden biri, dilerim elime yüzüme bulaştırmam...

5/14/19

eziklik tarihinde şanlı bir sayfa

"Balina koca gövdesiyle sadece ağzını açıp yemeğinin ona gelmesini bekler ve aç kalmaz ama tilki karnını doyurmak için hep didinir durur yine de aç kalır." bunu ilk duyduğumda sadece hırsla ilgili olduğunu düşündüm, orta okuldaydım ve benim için önemli bir insanın ağzından dinlemiştim, hayatımı şekillendiren öykülerden biri oldu. hırs konusunda hep temkinli oldum ama bir yerlerde yanlış giden bir şey oldu kesin.

Açım sevgiye, ilgiye, başarıya, merhamete, adalete... sorun şu ki tilkiysen balina gibi ağzını açmak saçmalıktan ibaret, ağzını açtığında yemek gelmeyecek, engin maviliklerdeki koca balinaya evrilmeyeceksin.

Sanırım bir katırın ruhuna sahibim ben, eşekle at arası gidip gelen bir hissiyatım var... vur yükü dehle dağ bayır demeden gezsin, uçurum da gelse gözünü karartsın geçsin diyorsan o benim işte. 

"uçurumları sevenin kanatları olmalı..." evet, kanatları asla olmayacak kişiyim ben, yine de pür inat seviyorum uçurumları... tam da hayatımın en dik uçurumundan yuvarlanırken yazıyorum bunları...

Tepetaklak olan dünyamda nefes aldığım tek yer oğlumun yanı ama bendeki olumsuz havaya mı kapılıyor bilinmez o da olura olmaza ağlıyor son zamanlarda, yanı sıra hıçkırıklara boğulmamak için kendimi zor tutuyorum.

Evde ağlıyorum, işte ağlıyorum, telefonda ağlıyorum ve nedense hayatımda en çok ağladığım yerde tuvalette ağlıyorum yine yeniden, iç çeke çeke... isyan ediyor değilim, nalda da var mıhta da... sadece zoruma gidiyor.

yine o haksızlığa uğramışlık hissi... acıyarak bakan gözlerden ömür kurtuluşum yok... başkalarını iyi hissettirecek türden bir eziklik abidesi... 

neyse ki gerçekten öldürmeyen güçlendiriyor, başkalarının çıldıracağı anlarda aklımı yitirmiyorsam bundan... bunca darbenin ardından benim hamurumdan nasıl bir demir işleyecek hayat merak ediyorum.

3/22/19

ofiste kedi var

Bu günün kurtarıcısı bu güzellik oldu. Oğlum da kedi istiyor ama onun astımı benim allerjim nedeniyle imkansız... balıkta karar kıldık en son.

Gözler, pozlar, zerafet olağanüstüydü, benden edepli... onca insan geldi, sevdi, mıncırdı, ama o hiç istifini bile bozmadı.

Kedisine aşık insanları hiç yadırgamıyorum.


7/31/15

iyilik sağlık işte n'olsun...

"o iyi biri" demek kolay da nedir bu "iyi insan" olayı, nedendir?... İyi insan mükemmel insan demek değildir, iyi insan fikri olmayan insan demek değildir, iyi insan lirik duygular taşıyan insan demek değildir, daha bir yığın ne olmadığını anlatabileceğim iyi insanın "ne" olduğunu bilmiyorum.

Bir zamanlar vicdanını rehber edinmenin iyi insan olmaya yetebileceğini düşünüyordum, iyi olmaya çabalamanın mükemmel olmayan iyi insan demek olduğunu sandım hatta bir parça daha ileri gittim iyiye yöneleni iyi saydım, yanıldığım ortada...

İyi niyetli insanlar da iyi insan tanımını karşılamıyor zannımca... iyi olmanın bir yaradılış hediyesi olmadığını savundum hep, şimdi "acaba" diyorum, saflık ve masumiyetten mi ibaret iyi insan? yine de içimden bir ses ısrarla "değil" diyor.

tüm bu değiller arasında ben "iyi insan" değilim, uzak eski günlerde öyle olduğumu düşünüyordum, günden güne her şey bulanıklaşıyor, muhtemelen o zamanlar da iyi insan değil safça bir çocuktum, içimde barındırdığım tüm kötü hislere rağmen iyilere tutunmaya çabalıyorum ve bu beni iyi insan yapmıyor.

eh be güzel insan, insan olsan yeter iyisi mi gerisini oluruna bırak desen, haklısın...



4/28/15

Kuzu

Oğlumu oyun oynarken izlemeye bayılıyorum, bazen orada olduğumu unutuyor, neden sonra bana bakıp yanında görünce atılıyor boynuma, kucağıma oturup kendince çıkardığı seslerle oyuncağı kurcalamaya devam ediyor. Arada parmak uçlarıyla yüzüme dokunuyor, saçlarıma, kulaklarıma, normalde de güzel ama olağanüstü oluyor işte o zamanlar... Banyo yaparken köpüklerle sürekli savaş halinde, suya girmekten çok sudan çıkmak olay oluyor hep, kıyafetleriyle köpüklere dalmışlığı var defalarca...annelik güzel şey vesselam... Rabbim korusun onu tüm kötülüklerden, bizim hatalarımızdan, dünyanın kirli rütuşlarından...

11/12/12

a aa!...

moral gücü yadsınmayacak bir olay...bugün birkaç kişiden çok iyi göründüğümü duydum, suratımdaki tüm sivilceler ve lekeler kremler marifetiyle değil de stresten uzak, mutlu bir haftasonuyla düzeldi.

gerçi gidişimden gelişimde leylalığım üzerimdeydi, telefonu anahtarı gelirken yolda yemeyi istediğim keki bile unuttutacak kadar aklım havalardaydı.

insan sevdiğinin yanında olmalı...ölümle içli dışlı bir işte çalışmak hergün bu türden cümleleri beynimde çınlatıyor, bazen ölümden bahsediyor annem, eşim, abim, arkadaşlarım, bana o sırada nasıl bir an yaşattıklarının farkında bile değiller...

ölümle yalnızlık oldukça uyumlu bir çift, hayatın imüğüne çöktüklerinde lafa söze ne hacet!...kendileriyle tanışıklığım olduğunu anlamak zor olmasa gerek, zaman zaman kabullendiğim bile söylenebilir hatta kabullendiğim bile oluyor, dün sırf 20 tl kaybettim diye "ben öleyim" dedim mesela...sonra sevda beni öptü gerdanımdan, geçti gitti.

maddi meselelerle boğuşurken derimin kalınlaştığını farketmemişim, nasırım batıyor bu aralar, ince ince sızlıyor, törpülenmeli...kendime bakmak bebek bakmak kadar zor, acaba neden?