istanbul hatırası etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
istanbul hatırası etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

7/20/22

tek nefeste

Bir haftalık İstanbul kaçamağının ardından, 4 günlük yayla havası, 3 gün tembellik derken alabildiğine yoğun bir pazartesi mesaisin aynı tempoda olmasa da olağanın hayli ötesinde hareketlilik yaşayan bir salı, ufak bir hırsızlık vakası falan derken onca zaman nasıl geçti anlayamadım... İki gün su içmeye dahi yerimden kalkamıyordum zira odadan kafamı uzattığım anda başka işler bana bakıyordu... iş arkadaşımın yıllık izin kullanmasına olur demese miydim, bilmiyorum ki...

 Oğlum bu ay babasıyla kalacaktı yasal mevzular gereği ama babası iki haftada bir kere bile yeni evine götürmeden, yeni eşinin çocuğuyla tanıştırmadan, eşiyle ailenin ferdi hissini verme kaygısına hiç mi hiç kapılmadan, geri gönderdi yavruyu... onun için üzgün hissettim fakat böylesi benim açımdan daha iyi gibi görünüyor,  velayet mevzusunu anmaz artık... yazık, hep mi böyle bir insandı ben cidden kör müydüm?

Kuzum geldiğinden beri durgun, ağzını mühürlemiş… spor ağırlıklı bir kursa gönderdim, eğlensin umuduyla olmayan bütçede eksinin dibini gördüm, onu bu halde yaylaya göndermek istemiyorum ama alternatifim yok, çok fazla yararım olduğunu da düşünmüyorum şu halde, hafta sonu yeterli zamanda bana yüreciğini açar mı merak ediyorum.

İnsan yakın gördüğü kişiye daha çok kırılıyor, babasının evliliğini ondan sakladığıma içerlemiş olabilir, özür dilemeliyim.

42 yılımın hatırlayabildiğim temiz 30 yılını anneme benzemeyi istemeyerek geçirdim, artık her geçen gün ona daha da çok benzediğimi kabulleniyorum, bu kabulle hatalardan ders çıkarmak biraz daha kolay... İyi ki var, kabul onu anlamayı da kolaylaştırıyor, ona karşı bazı tavırlarımdan utanıyorum.

Aidiyet hissetmeyi seviyorum, rahat, huzurlu, dünya ateşe de yansa sığınacağın yerin var, dünyanın öteki ucunda bile olsan seni evinde hissettirebilecek biri var, güzel şey velakin dünyanı başına yıkan yine o his...

Aidiyeti olmayan bünyemin ılık meltemler gibi savrulduğu günün birinde İstanbul sokaklarında bir adamın gülümseyişini çektim, şimdilerde ne zaman canım sıkılsa telefonumdan açıp o fotoğrafa bakıyorum, istemsiz bir tebessüm konduruyor yüzüme, çok tatlı... eski'yle çıkmaya başladığımız zamanlardan beri 2D olmayan bir adama sevimlilik atfettiğim ilk sefer bu...

Bir yıla yakın süredir, emekli olup -çocuk da üniversiteye gidip ayakları üzerine durmayı öğrenince- dünyayı gezmek, hayal olmanın ötesinde planlanmış bir durum bende... fakat İstanbul'u gezerken anladım ki feci paslanmışım, ya ciddi düzeyde spor yapmaya başlamalı ya da bu planı rafa kaldırmalıyım

Dünyanın öteki ucunda beni bekleyen biri olabileceği fikri hoş; belki ruh eşi, belki evlat edinilecek bir çocuk, belki de frekansının tutup sıkı sıkıya sarıldığı bir arkadaşlık veyahut sadece umut... vazgeçmek istemiyorum, pek tabi şartlar ne getirir bilinmez, Mevlam görelim neyler...

12/08/15

akıl terazisi kayıp

beynim sünger gibi... oğlum için süt, iş için göz, ev için eller, yol için ayaklar... hepsi ama hepsi beynimden bağımsız çalışıyor, belki gerçekten öyle, sınavlara girip sorular çözerken bile beynimin varlığını hissedemiyorum, zekayla akıl iyi dost ama kesinlikle aynı şey değil... kafadan şöyle, kafadan böyle... peşin hükümlülük de beynimin iş astığını göstermiyorsa artık... aklımı kurcalayan hiçbir şey yok, oysa bir sürü sorun var aklıma takılabilecek, oysaki hiç sorunum yokken bile beynim çatlayıncaya kadar düşünürdüm, pek çok kez tavandaki çatlaklarda beynimin tüm kıvrımlarına ulaşabildiğimi hissediyordum, kendimi bilmesem beyinsizin tekiyim zanneceğim.

'Beni nasıl tanımaz bunca zamandır' diye bozuluyorum insanlara, nasıl da otomatiğe bağladığımı hiçe sayarak, beynimin bedenimden bağımsızlığını ilan ettiğini yok sayarak... onu görmezden gelmelerimin bedeli mi bu acaba? beyin küser mi canım, yok artık, umarsızlaşır ama, duyarsız hale gelebilir, belleğimde bunun zirilyon tane anısı var.

çocuk gelişimine kafayı taktığım dönemde "beni neden suluyorsunuz" diyen bir çocuğun hikayesi dönüp duruyordu paylaşım bıdı bıdılarında, akıl zembereği denen meret ben yaşlarda da boşalır mı acaba?'... sorular bile ne kadar inceliksiz...

virajdayım, hayatın dönüm noktalarından ödüm kopuyor, baskı altında hissetmeyi oldum olası sevmedim, neydim çok net hatırlıyorum, ne olduğum kısmından nefret ediyorum; annelik hariç, beyinsizliğimin tamamı dahil...

'dünyayı gezmek istiyorum' bunu sesli söylediğimde yalnızsam bile alaycı bir gülümseme yerleşiyor suratıma, artık kendime inanmıyorum, hiç... kendi yalanına inanan insanlar var ya benim sorunum insanların yalanlamalarına inanmak... "yapamazsın sen onu" denilen hiç bir şeyi gerçekleştiremedim şimdiye kadar... vazgeçtiğim için değil, o alaycı gülümseme, kendimleyken dönüp beni bulduğu için...

İnsanın doyduğu yer derler, sevdiğin insanlarla güzelleşir şehirler derler, bende bunlar yalan... Adana'dakinden daha iyi kazanıyorum, Ankarada sevdiğim iki buçuk insan var ki İstanbul'dakilere denk tutmak cinayet olur, yine de İstanbul "İstanbul" işte... deliler gibi özlüyorum, orda hissettiğim duygu yoğunluğu ne Adana'da ne Ankara'da var. Kocamla ilk gerçek randevum İstanbul'da olmasaydı, hissettiklerimden emin olabilir miydim veya ben İstanbul'da geçirdiğim o üç seneyi hiç yaşamasam kendime dair hiçbir fikrim olur muydu? kendimi tanıyorum, kocamı seviyorum ve İstanbul'a şükrediyorum, iyi ki varsın İstanbul, sen fondayken her şey daha net, ruhum, kalbim, aklım birlikte olmayı hiç sendeki kadar sevmiyor. Ankara robotik, rahatına alışırsın da sevmesi... Adana konusunda zaten hiç ağzımı açtırma... güzelim İstanbul, seni bulmasam Adana'yı yeniden sevebilir miydim ondan bile emin değilim...

İstanbul=trafik, yolda olanın gördüğü yalnızca yolculuğun seyri... yuva her şehrin çok çok ötesinde elbette, o ayrı... ama İstanbul "İstanbul" işte...




7/31/10

bir 'evim' olmasını özledim

istanbul'da kalacağım kesinleşince bir arkadaşla eve çıkmaya karar vermiştik, iki minderi birleştirip yatağa çevirmiş bir valize onu diğer bir valize de giysilerimi tıkıp düşmüştüm yola, planda iki hafta kadar kuzenimde kalacaktım o kadarlık zaman zarfı bile gözümde büyürken onlar iki ay kalmam için ısrar edip durdu, ev işi yatınca süre üç haftaya uzadı ama iki aya asla... son gidişimde ilk kez olarak o kuzenime gitmedim, halen önemli bir sorumluluğum varmış da aksatmışım gibi geliyor, olmadık şeyleri üstüme vazife ettiğime kızıyorum aslında, her neyse...

geri döneceğim gün istanbuldayken kaldığım evi ziyaret ettim, sanırsın ev adam oldu da gözüme bulanık bulanık baktı!

salonun perdeleri kapalıydı, mutfağın tülü uçuşuyordu tıpkı eskideki gibi, zamanında mutfaktaki boyanın sıvanın arasına kocaman solucanlar girmişti de bütün tavanı/duvarı elimle kazımış ve boyamıştım, şimdi mutfak farklı bir renkte... kulaklıklarımı takıp şarkılara eşlik ederekten kıpır kıpır yemek yaptığım el kadar tezgahın önünde ağır oturaklı bir hanım abla var, bir tek çıkmazın merdivenleri değişmemiş bir de sokak başındaki deli kadın...

mazi, içimi bulandırıyorsun, lütfen olduğun yerde, geçmişte kal