problemli yazılar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
problemli yazılar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

11/21/22

serzeniş

 Milletçe yüzümüze tükürseler "şükür" diyecek kıvama gelmişiz artık... beklediğim bir kdrama vardı "reborn rich", dizi başlamadan önce Türkiye'deki ekiple başrolün eğlenceli fotoğraflarını falan görüp umutlanmıştım "ülke bu sefer doğal güzellikleri ve misafirperverliğiyle falan konu edilecek galiba" diye... diziyi izleyince şok oldum.

Hayır kızamıyorum dizi ekibine; kara para aklayıp eminönü gibi pazar günü bile ıssız sessiz kalmayan yerde adam kaçırıldığı ve gündüz gözüne sahilde adamın kafasına sıkıldığı konu ediliyor diye senaristi suçlayamıyorum çünkü Türkiye kara para aklama ve terörde gri listede... fakat size ne oluyor yurdum insanı yahu... hiç mi utanma kalmadı, kurgu üzerinden hırsız ve katil damgası vurulmuş, bize hakaret eden ekibe sitem bile eden yok... kakara kikiri fotoğraflar, başrole ayş oyş methiyeler, kişinin oyunculuğuyla hiçbir problemim yok ama denizaşırı ülke deyip ülke ismi vermediniz madem o bayrağı üçkağıtçılık yaftası üzerinde dalgalandırmasaydınız, yazık günah ya... sizin ülkenizin özgürlüğü için canını ortaya koyan insanlar var burada hala, bu kadar vefasızlık olmaz yahu... ulusal kanalda her daim yer edinmiş bir ülke üstelik.

"Kardeş" dediğimiz ülke yüzümüze söverse düşmanımızdan Allah korusun... 

10/12/22

pişmanlık, nereye kadar...

Geçmişe baktığımda taşıyamayacağım kadar ağır pişmanlıklar yaşıyorum, bazılarından tövbe edip kurtulmaya çalışıyorum... kendimi affetmek en zor olanı, kin gütmüyorsam da çok pis içerliyorum, başkalarına yaptığım gibi kendimden uzaklaşmak da mümkün olmuyor, her aynaya baktığımda gördüğüm şahsın her yaptığı batıyor... aklından ne geçtiğini bilsen de, yığınla mazeret dizilse de, huy belli olsa da, o kişi ta kendin olsa da yanlış yaptığın gerçeğini değiştirmiyor.

Allah affetsin diyorsam, kuldan özür diliyorsam, kendime de sarılsam ya nerde... yanlışsa bile yaşamışım, yaşamımdan daha mı değerli? saçmaladığımın o kadar farkındayım ki... sinir bozucu.

Pişmanlıklarımdan dem vurduğumda etrafım bomboş... bana öyle geliyor ki yaşadığı hayattan, aldığı çoğu karardan benim kadar pişman olan yok denecek kadar az... bir tek ben miyim köpekler gibi pişman olduğu anlar için hayatı sil baştan yaşamayı dileyen, hatırladığında nefes alamadığı anılar yaşamış olan bir ben miyim!?  laf işte benimkisi de, bu yolun sonu yaklaştığı halde ite kaka zor yürütüyorum yaşamımı, sil baştan bu yorgun kafa taşır mı o sıkleti? zor.

8/22/22

sıklet

Yeni bir koma hali... 'yine neden yakama yapıştı' sorgusu için bile yoruldum, kaçmak çok yorucu, yüzleşmek çözümsüz, eyleme geçemediğin sürece her şey havada kalıyor.

Hiçbir zaman yüzleşmekten korkmadım, hatamı kabul zorsa bile görebildiğim yerdeyse yüzleştim, gerekiyorsa özür diledim, samimiydim ama telafi için ne yaptım tartışılır... yarama merhem aradım mı peki? düşte kaldı, diyelim.

Ruhum ve bedenim karıncalanıyor, uyuşan yanlarım için diğer yanıma bile dönmüyorum, kendime bu eziyetim niye, neyin cezasını veriyorum, neyin yargısını kestim? kimbilir... yara benim, dermanı ben değilim... oğlum ilaç gibi kesiyor pek çok ağrının acının önünü, varlığı için minnettarım... fakat içten içe çürüdüğümü, öldüğümü hissediyorum, içimden ilk kez duyduğum ve tanımadım bir ses var "yaşamak istiyorum" diye bağırıyor, tiz ve net.

Hiçbir şey için yeterince zamanım yok fakat zaman ziyan etmekte üstüme de yok... işte kendime kızgınlığımın tavan yaptığı yer burası, kendime zaman ayırabilmek için verdiğim tüm çabanın kendim elimle malum olanı yok saymak olmakta olana gözlerimi kapamak adına düştüğüm çukurdan çıkmaya kullanabileceğim enerjiyi harcamam, açken sahip olduğum son lokmayı çöpe atmaktan farkı yok, son umudum eriyip gidiyor ruhumu yaka yaka, değişmeliyim, yapabilirim, yeniden düze çıkabilirim, yolumu bulup yine çağlayıp akabilirim, düze çıkamasam da ben göl gibi sakin de kalabilirim ama bu çamur bu pis yapışkan hiç, kaçmakla kurtulamadım bu boğulma hissi...

Debelendikçe battığımı bilinçltımda fark edip canhıraş bir kaçış çabası mı veriyorum? nasıl kurutulur ruhunu yutan bataklık?



11/08/21

umudun canı sağolsun

 Grup bu hafta sonlanacak, henüz bende işler rayına girmiş değil, yararı oldu grubun fakat kabul etmeliyim ki buraya yazmak daha derin ve samimi hisler uyandırıyor bende... 

Abim hedeflerinden sonuçlarından bahsederken birden ne kadar materyalist bir hayat sürmeye başladığımı fark ettim, silkinip özüme dönmek istedim ölümüne... yeni araba alıp gırtlağıma kadar borca batmışken maddiyatı geri plana atmakta zorlanacağım kesin ama çocuğuma yapacağım en büyük iyilik tüm bu çerçevelerden sıyrılmak olacak.

Doğruyu yanlışa katıp veryansın etmek marifet ya, biri "her şeyi bilirim havalarında bir inatçı" görüyor diye başlıyorum kendimi sorgulamaya... eski beni "asosyal cahil, köylü kurnazı" görmek istiyor diye yıllarca olmadığım sıfatların olmadık suçlamalarından kaçınmaya çalışmıştım... onların karşı oldukları başlıklar beni tanımlamıyor, beni tanıyorlar diye her söyledikleri şey olmayacağım, ben kendimi bilen bir insanım, herkes her şeyi bilemez elbette ama söylenenlerle kişiliğimin ne kadar uyuşup uyuşmadığını pekala analiz edebilirim, objektif olacağım diye kendime ettiğim eziyette paylarını neden almıyorlar, insanlar diğerlerine kötü şeyler atfetmekten neden çekinmiyor anlamıyorum.

Sakince anlatsam da avazım çıktığı kadar bağırıp kendimi yırtsam da kendini hoca gören bildiğini okumaya devam ediyor; ben hoca olmayayım, ben kimseyi böyle çaresizliklere itmemeyim, umut olayım ben, "sen yaparsın" olayım, "yine gel uzun uzun konuşalım bu konuyu düşünelim bir süre" olayım, nokta koymayayım, uzun cümleleri sevdim oldum olası varsın ben virgül olayım nokta kadar boyumla...

Hayat, bana iyi davran gözünü seveyim... seni sevmeyi çok istiyorum ama bazen cidden bensiz daha güzel mi olursun düşünmeden edemiyorum.

Ne zaman nefes alamadığımı hissetsem ormanlar düşlüyorum, ne zaman boğuluyormuş gibi olsam derede yüzdüğümü görür gibi oluyorum, geçiyor... kendimi iyileştiriyor muyum, iyileşmeyi erteliyor muyum emin değilim, belki grup bitince terapi almalıyım veya biraz daha fazla yazmak daha mı çok işe yarar?

1/14/21

böyle değildim sonradan oldum

 Memnuniyetsizliğimle de boşanabilir miyim? 


Şükür kötü durumda sayılmam ama bi tatsızlık bi buldum bunuyorumculuktur gidiyor hayırlısı... 


Tabi ki maddi durumum pek iç açıcı değil, insanlarla ilişkilerimde ciddi sıkıntılarım var ama bu değil, yani onlar öyle aşılmayacak şeyler değil... ve lakin ufak tefeke takılmak, anneme atarlanmak, oğlumun saf masum aşkına mum dikmek gibi hiç de kendime yakıştıramadığım tuhaflıklar, bi haller bi haller... 


Normale döneyim desem de dilime yakışmayacak, zira bu zatta hiç olmadı normal... ayarında kalabilmek dileğiyle ne diyeyim...

11/01/19

hey gidilerin zahmetli kişisi...

aile saadetim yerle bir olurken sadece seyirci kalabilmişim gibi geliyor.

tam bir adım atayım derken bakakaldığım tüm olaylar arasında, onunla beraber tükendim... merak ediyorum 'kişi sevdiğiyle beraberdir' dedikleri böyle bir şey mi? onunla sefil, onun kadar pişkin, bir o kadar kaypak hale gelip onun karakterinin yok oluşunu izlerken, "seni" yitirmek mi?...

galiba bir birimize hiç mi hiç iyi gelmedik. yine de tanıştığım güne lanet edemiyorum, o benim için gerçek aşk olamasa da, en saf aşkım onun sayesinde hayat buldu.

keşke bu kadar kötü olmasak... keşke yıkılan güvenimle beraber vermeseydim onurumu ve gururumu... keşke bir hal çaresi bulmanın yolu olabilse... keşke bunca geçen zamana rağmen tekrar tekrar arkamdan bıçaklamasa... keşke her seferinde bu kadar acıtmasa...

bu sefer kesin bitiriyorum deyip, bize zarar vermeyi aklından geçirmesin diye ölümüne korkuttum onu... sonra deliye vurdum, yanımda olsa yeter gibi geldi yine o anda... yetmiyor... kıskançlık tüm hücrelerimi gezinip ruhuma işleyen bir zehir gibi... 

anlamsız bir ikilemin içinde debeleniyorum, bir yanım sımsıkı sarılmak istiyor bir yanım yüzüne bakınca kusmak istiyor. ondan da onunla hala beraber olduğum için kendimden de tiksiniyorum.

insanın kendinden tiksinme hissini karşı benliğini korumak için beyninde dönen dolaplar ilginç... neden aldatılan kadının 3. tekil şahsın saçını başını yolduğunu anlamazdım eskiden, kadın denen varlığın dolambaçlı aklı işte, acılarını paylaşarak azaltmaya çalışıyor.

tüm bunlar geçmişte kalır mı acaba?

'sorun sende değil bende' desem kabus sona erer mi?

peki ya buna gerçekten inansam, umursamaktan vazgeçirir mi bi zahmet?...

düşündükçe daha evlenirken bunları öngördüğüm anlar fark ediyorum, aklıma gelir gelmez geçiştirdiğim veya senaryoyu kestirip attığımı anımsıyorum hayal meyal.. tabi saniyenin binde biri kadar süren karamsarlıklardı o günlerde, gerçeğim olamayacak kadar uzaktaydı aşk körlüğünde...

o değil de 39 yaşımda hiç olmayacak bir 'ben' daha yaşıyorum... fabrika ayarlarına dön seçeneği kişilik için de olsa ne güzel olurdu. 

kocamı biraz tanıyorsam, bu sıralar bu evliliği benden daha çok bitirmek istediğini söyleyebilirim... ne planladığını öğrenmekten ciddi anlamda korkuyorum.

beni taş mı sanıyor ki böyle hoyrat bana karşı? acı çektiğimi görse durmuyor, öfke duysam durmuyor, hissizleşmemi bekliyor olabilir mi? yok muhtemelen aklımın ötesinde bir kazık yiyeceğim yine, tahmin edemesem de...

bu uykusuz gecelere bünyem daha ne kadar dayanabilecek?

5/14/19

eziklik tarihinde şanlı bir sayfa

"Balina koca gövdesiyle sadece ağzını açıp yemeğinin ona gelmesini bekler ve aç kalmaz ama tilki karnını doyurmak için hep didinir durur yine de aç kalır." bunu ilk duyduğumda sadece hırsla ilgili olduğunu düşündüm, orta okuldaydım ve benim için önemli bir insanın ağzından dinlemiştim, hayatımı şekillendiren öykülerden biri oldu. hırs konusunda hep temkinli oldum ama bir yerlerde yanlış giden bir şey oldu kesin.

Açım sevgiye, ilgiye, başarıya, merhamete, adalete... sorun şu ki tilkiysen balina gibi ağzını açmak saçmalıktan ibaret, ağzını açtığında yemek gelmeyecek, engin maviliklerdeki koca balinaya evrilmeyeceksin.

Sanırım bir katırın ruhuna sahibim ben, eşekle at arası gidip gelen bir hissiyatım var... vur yükü dehle dağ bayır demeden gezsin, uçurum da gelse gözünü karartsın geçsin diyorsan o benim işte. 

"uçurumları sevenin kanatları olmalı..." evet, kanatları asla olmayacak kişiyim ben, yine de pür inat seviyorum uçurumları... tam da hayatımın en dik uçurumundan yuvarlanırken yazıyorum bunları...

Tepetaklak olan dünyamda nefes aldığım tek yer oğlumun yanı ama bendeki olumsuz havaya mı kapılıyor bilinmez o da olura olmaza ağlıyor son zamanlarda, yanı sıra hıçkırıklara boğulmamak için kendimi zor tutuyorum.

Evde ağlıyorum, işte ağlıyorum, telefonda ağlıyorum ve nedense hayatımda en çok ağladığım yerde tuvalette ağlıyorum yine yeniden, iç çeke çeke... isyan ediyor değilim, nalda da var mıhta da... sadece zoruma gidiyor.

yine o haksızlığa uğramışlık hissi... acıyarak bakan gözlerden ömür kurtuluşum yok... başkalarını iyi hissettirecek türden bir eziklik abidesi... 

neyse ki gerçekten öldürmeyen güçlendiriyor, başkalarının çıldıracağı anlarda aklımı yitirmiyorsam bundan... bunca darbenin ardından benim hamurumdan nasıl bir demir işleyecek hayat merak ediyorum.

3/20/19

içim kabarmış

delirmek üzereyim, beynimde dönüp duruyor evliliğimle ilgili mevzular... düşünmeyeyim diyorum, beynimi meşgul etmek için kitap alıyorum elime, odaklanamıyorum... kafam boşalsın diye bi şeyler izleyeyim diyorum, onun suçlayan tondaki sesi çınlıyor kulağımda, artık pek yardımı olmuyor. İnsan kemiklerinin içinde hisseder mi kıskançlığı, beynim dursa vücudum tuhaf tepkiler veriyor, hormonlarım da hislerim kadar karışık sanırım...

Bir tek burası var... anneme anlatamadım, arkadaşlarıma bile anlatamadım, kime ne söyleyebilirim ki? kim böyle bir evliliğe devam ettiğimi bile bile yanımda rahat kalabilir, şu anda bile birileriyle normal sohbetler sürdürmek zor... umutsuzluk böyle bir şey, mutsuzluktan çok daha beter... sadece mutsuzken bile havadan sudan konuşmak için kötü bir atmosfer oluyor... birilerine derdimi dökmek istiyorum ama kalan son dostları da böyle şeylerle sıkıp uzaklaştırmak istemiyorum, kocamla yüzleşmek neredeyse imkansız, bana her şeyi bilsem bile dürüstçe kalbini açacak biri değil o... ne sanıyorsa beni...

onun düşmanı olmadığımı defalarca söyledim... kinle öfkeyle hareket edecek olsam şu vakte kadar mahvederdim onu her anlamda hem de... 

Bana dürüstçe yüreğindekileri anlatsa şu süreci kazasız belasız atlatabiliriz, bundan eminim... kalbimi kırsa bile samimiyetine değer veririm, beni hiç mi tanımıyor?

Vazgeçmeyeceğini düşünmüştüm bizden, her şeye rağmen... niyeti sadece zaman kazanmak galiba... 

Birazcık rahatının bozulmasına bile tahammülü yok... nereye kadar bu evi tek başıma sırtlanmak zorundayım?...

evi düzende tutması gereken sadece ben... karşı tarafın isteklerini kafa yorması gereken sadece ben... çocuğa ebeveyn olması gereken sadece ben... ailelerle ilgili problem olduğunda alttan alması gereken arayı yapması beklenen sadece ben... faturaları ödemesi gereken ben... okulla ilgilenmesi gereken ben... evin reisisin diye evin kölesi değilim ki... tuhaf tipli tamircilerle muhatap olmaktan, onu bunu idare edip durmaktan, her şeyde sorumluluk hissetmekten vazgeçmeli miyim?

hiçbir şey yapmadan oturduğumda bile ev için suçluluk hisseder hale geldim, çalışıyorum ulan, eşekler bile çalıştıktan sonra yemlenip dinleniyor... uykusuzluk da bir hastalık türü, uyuyamadığım için bile suçlanırken dinlenmek nasıl suç olmasın?

kalan gücümle gayret etmeyi bırakmalı mıyım?... kim biliyor ki bunların değerini...

değersiz hissetmekten bıktım.

3/19/19

bitmek bilmeyen kışın dağ dolusu karları

İçim içimi yiyor, eşeledikçe daha da pislik çıkıyor altından... beni kim bilir kaç kez aldattı, bitti mi peki, yeniden aldatılacak mıyım? 

Yük gibi hissediyorum yanında, başkalarının prensesler gibi muamele gördüğü aşikar...

Ben seni sevmeye devam etmeli miyim? devam edebilir miyim? tabi ki bunu yapabilirim ama bunun için biraz daha öldürmeliyim kendimi, kendimden daha çok daha da çok vermeliyim, değmeyecek bir aşk için... korkuyorum... Allah'a havale ediyorum.

Evliliğimi bitirmeyi hiç ama hiç istemiyorum fakat yüreğim kursağımda bir yumru şimdi... kalbimi bu kadar yormasa... bana güvenebilmek için birazcık sebep verse... yuvamız için azıcık gayret...

Kore dizisi izlediğimden dem vuruyor ha bire... evi derleyip toparlamak yerine oturup dizi izliyormuşum... yapmadım diyemem ama beni alabildiğine yalnız ve sevgisiz bırakırken, yine de seni bekliyorken beynimdeki tüm sesleri susturmak adına bu kadarını da yapmasam veya seninle gece gündüz tartışıp beklentilerimle seni sıktıkça sıksam, buralara kadar gelmezdi bu meseleler muhtemelen, boynuz yemezdim, inceldiği yerden kopardı, istediğin buydu belki... umduğun?

Beklemekle gelmeyen sabahlar...hele o susuşlar... gecenin bir yarısına değin adamın yollarını gözlüyorsun, iki kelam etsen oflayıp pofluyor, tartışıp duran birilerinin sesi var ekranda, ne hissettim sence?...

dizilerdeki sahte romantizmlerle avunuşum bile aldatmaktan daha kötüdür belki... gözümün kocamdan başkasına kör kalışı kusurdur... kıskandırmalı mıyım seni, kadının olduğumu anlaman için? sana mı benzemeliyim, mutluluğumu da mutsuzluğu da yuvamın dört duvarında yaşamak yerine ortaya mı atmalıyım her şeyimi... yapamam, harcım değil, hala ayakta tutabildiğim tek şey sadakatim, onu da iki paralık edersem, nem kalacak geriye...

senin korktuğun ne? kaybetsen de evinin mobilyalarını yeniler gibi çocuğu, kadını yenileyebilirsin bu belli artık... daha kaç vücut gerek kopup gitmen için... 

benim kalbim kırık ama ya seninkisi? her yeni kadında dönüp beni buluyorsun, hiç mi rahatsız etmiyor seni... sevgili ben, sevgilin olamayan ben, bunu düşünmek benim kalbimi kırıyor açıkçası, seni düşünmek yani... senin elini tutmak kendimin saçlarını okşamak istiyorum.

Aynı zamanda enseme bir tane şaklatmak istiyorum, senin duygularını önemsediğim için... 

Bana ne yaparsan ne söylersen söyle senin yüreğine senden bile fazla güvendim, senin hislerinin sonsuzluğuna inanmak istedim belli ki... kalbinin bu kadarcık yılda değişeceğine ihtimal vermedim. 

kalp kalbe karşıydı hani?!... kalbimin hala senin için atması haksızlık...

4/24/15

sınav zamanı

ufak tefek her şeyi kafayı takmaya başladığımda çok çok ama çok daha büyük dertlerle karşılaştım, tam 'atlattık, şükür' derken o koca koca dertler yeniden geliyor gündeme...

eşim işinden istifa etmiş, iş yoğunluğu nedeniyle hazirana kadar devam edecek çalışmaya ama işsizliğin cenderesindeyiz yine, üstelik bu sefer ağzını bıçak açmıyor, suçluyor mu suçluluk mu duyuyor, bu olanlarla ilgili ne düşünüyor bilmiyorum ama bu suskunluğun hayra yorulacak yanı olmadığının pekala farkındayım.

işimden yana da çekindiğim bir dönemdeyim, çok rahat çalışıyorum ve bu benim adıma pek artı sayılmaz, gözden rahatça çıkarılabilecek pozisyonda olduğum kesin, haziran sonunda ikimiz de evdeyiz gibi görünüyor.

kendimi onun yerine koymaya çalışıyorum ama ne kadar farklı iki insan olduğumuz bir kez daha ortaya çıkıyor; ağzımı açtığımda iyi bir cümle kursam bile incitiyorum onu sanki, çünkü zannımca  onun gözünde ben ve oğlumun varlığı başlı başına sorun ve sorumluluk demek... onun "hiç evlenmemeliydim" diye beyninde bağıran sesi duymak hiç de zor değil...

çocuğum benim gibi babasız büyümesin istiyorum ama nasıl korunur dengeler sarsılmadan? işleri oluruna bırakıyorum, hayırlısı...


1/30/12

kaydırma yapmışım

soruyu anlayıp anlamadığından daha önemli olan tek şey soruya nasıl baktığın...

problemlerime matematiksel yaklaşmaktan alamıyorum kendimi...soyut düşünmenin esnek yollarından gidilen kesin sonuçlara sosyal bilimlerde varılamıyor zannımca...mesela tarih, cevapta netliği bırak sorusu dahi kaypak; falanca savaşın nedeni isteniyor, döşüyorsun, "yok o neden değil ardındaki" oluyor, dumur ediyor insanı...bir coğrafya sorusu var karşında; geçen yılın dediği bu yılı tutmuyor zaten, bir barajla iklim özellikleri değişiyor, bir depremle yerleşim, bu da bizden olsun diyor bilir kişiler bölgeleri bile değiştiriyorlar, siyasetçiler bile öylece coğrafyanın içine dalabiliyor, yeni bir şehir kuruyor adamlar, daha n'olsun? sevmiyorum emin olamadığım yerlerden gelen soruları...

'işte bu!' diyebileceğim cevaplar için problemleri soyutlayan bir kafa yapım olduğunu keşfettim, insanın zihninden çıkan insanın doğasından nasıl bu kadar uzakta olabilir anlamıyorum, işime gelmiyor diye yanlışa düşmek hiç işime gelmiyor, haliyle bilmediğim patikalarda yol bulmaya çalışıyorum, sonum hayrolsun.

her şey matematik kadar harbi olsa, çözümsüzlük bile bir çözüm kümesi oluşturabilse diyorum hani...sorunu görmekle çözmek aynı şey olabilse geometrideki gibi...her şey mantıkla hallolsa iyiydi. (bunu bir sözelci olarak söylüyorum hem de yeminle...)

9/08/11

vaziyet tarhana çorbası

bunları yazmamam lazım ama yazmasam eksik kalırım...ayrıca öfkelenmemem lazım fakat patlayabilirim, üstelik tepkisizleşmek öfkeden beter...ne diyor yastıklı şarkı; "sevmesen ölürdün, sevdin onu öldün, sevmesen ölürdün ama sevdin gene öldün"...bu arada yanlışa mahal vermeyeyim,"iyiki de sevmişim" diyorum elbet...öyle de böyle de topun ucundayım, onu ağzımda geveliyorum esasen...

ne öfke gibi güçlü hisleri kaybetmek istiyorum ne de sevdiğimi, bunun bir ara yolu varsa anlatsın hayrına birileri yahu...derdim öfke kusmak falan değil ama bayramda bile bayramlık ağzına ot tıkayan ruhsuzun teki olmak da değil mesele, bu ben değilim, güçlü duyguların insanıyım ben, dengesizlik uğruna bile olsa mutluluğumu da üzüntümü de öfkemi de tamı tamına yaşamayı severim, hani uyuşmuş gibi yaşamak hiç bana göre değil, mıy mıy...eh yani kalp kırmak da olmuyor, nedir çözüm, biri bana hayrına anlatsın nolur...var ya ilkokula başlamış çocuğuna ders yaptırırken tüm kabusu en başından yaşayan garibim anneler gibiyim, canını yediğimin çok bilnmeyenli denkemlerinde debeleniyorum.

otuz yılda epey insan tanıdım, yıllar yılı iyi kötü gördüm konuştum, gel gelelim bir tek insanı adamakıllı tanımak için en başa döndüm, konuşmayı bile yeni öğreniyorum dersin, ben mi yokuşuna gidiyorum, bunları aşmak harbiden mi zor? nedir yani mesele nedir?






2/13/11

eksi sonsuz

hayat en kazığından bir geometri sorusu olsa (çözmek için zaman kısıtlaması
olmasa), en olmadık yerinden görürüm şekli muhtemelen velakin çözebilirim
gibi geliyor ama gel gelelim ömrüm trigonometrinin ezber bozmaya müsaadesi
olmayan sivri uçlarını taşıyor ve dört bir yandan batıyor bana hayat, 'hıh'
diyorum 'işte bu sefer oldu' diyorum, 'budur' diyorum fakat sonsuz kere
yanılıyorum.

aklı, yazı ikliminin tozlu raflarında taklalar atan hayalgücü haşarılığına
alışmış bir sözelcinin 'matematiğin yaramaz çocuğu geometri'ye iltimas
geçmesi şaşılası bir durum olmasa gerek, hani aslında matematikle de severiz birbirimizi -soyutu zihnine düşünce yolu seçenin matematiğin sol şeridini görmezden gelme imkanı var mı?- matematik beni sevmese rakamlara boğar mıydı böyle, öylesi sevmese okumaya tutkulu yaklaşımımı görüp sayfa sayfa kitap kitap etrafımı sarar mıydı hiç!? (bkz. istatistikî yayınlarla dolu üç duvarın ortasında çalışmak) ben sevmesem, iletişimimi 0/1lerden olaşan bir programmış gibi kurar mıydım, diyaloglarda netlik olmadığında hata uyarısı verir miydi düşünce sistemim yine de?

insan ölümüne işleme girince sonuç kümesinde sonsuz oluyor olmasına ya,
söyle bir problem var; gidişat nereye?