keşke yalnız bunun için sevseydim seni etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
keşke yalnız bunun için sevseydim seni etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

12/21/10

:)

bir tebessümün dudak kenarında izlediği yolu takip ederken yolunu kaybedebilirmiş insan, meğer bir gülücük için tüm neşeni kaybetmeye razıysan o gülüşü çoktan yitirirmişsin, azıcık surat assan bulut olurmuş gamzeler sonra da püff...bir ömür gözünden gitmez ki bu tatlı gülüş, hele o dudaklar...

peki, amenna, bu gülüş gülden güzel, bir düşün bakalım içinde zırıldayan çocuğu nasıl avutmayı planlıyorsun, ya gerçekten çocukların olduğunda, o cânım dudaklardan tek kelime güzel söz duymadan dimdik durabilir misin?

gelecek hakkında tek kalem düşünmeyi istemeden yazıldı bu yazılar, evet, defalarca silinenlerin kafada eko yapmasına çözüm ne peki?

reva mıdır yahu!?...böyle de gülünmez ki kardeşim, cana kasıt var bak, yeminle!

11/28/10

fiilden isme dönüşmek (fiil kökü sevmek)

içimde müthiş bir sevinç patlaması yaşıyorum, patladıkça taş kesilse de lavlar kadar sıcak, inanılmaz güzellikte... yakılıp yıkılanı gözüm görüyorsa kör olayım.

zaten sevenin hali malum; körüm ben, kör kütük gibi bir şeyim.

11/24/10

delililenme deli delilenme delilenmeli

yağmur tek tük atıştırıyor, dün yağmura methiyeler düzüyordum, bak şimdi yüzüme dokunuyor ufak ufak... çok güzel.

bir gün umarım ben olmaktan başka bir şey yapmama gerek kalmayacak, olağanın altında ya da üstünde olsam da yadırganmayacağım, bir gün kimsenin beni eksik hissettirmesine izin vermeyecek kadar tastamam kendimi bulmuş olacağım... bir gün... umarım...

yaşamak sanatsa benimkisi oldukça absurdite olmuş durumda... ruhum, gerçek ortada; ben sanatçı değilim! şayet delilik sanat olsaydı bu konudaki yeteneğimi köreltmezdim bu kadar, hâlâ bile var bende biraz, iyi mi?!

kendime konduramadığım ve fakat bizzat üstümde sürükleyip durduğum 'rahatsız edici'lik bir enerji şekli değil, aynalı bir zırh; madeninde bol miktarda soğukluğu, zehri, kindarlığı barındırıyor, içi sıra da beni sarıyor, o da güzel yani.

tek istediğim; sevdiğimi hayatımın en canlı rengine boyamışken elim böğrümde kirimle pasımla kalmayayım, hem istiyorum ki o renk değiştirdiğinde bile gözümde hep böyle güzel kalsın, hani farkındayım uzun vadede zor dilekler bunlar ama ya tutarsa!

huzursuz bir bacak gibi sallanıp duruyoruz, el-kol-ayak- karın ve bilmem daha hangi uzuvlardan mürekkep bir 'yığın'ı et olmaktan çıkarıp deli divane bir hayatı yaşamaya nasıl salınırız onu düşünüyorum şimdi, üstelik yek vücut, tek tek tek...

aklına mukayyet ol canım!

11/17/10

kurbanlık

biterse, diyorum bazen yani beni bitirirse... biliyorum, bu beni öldürmez ve fakat ölü olmaya devam ettirir "beni kalbine al ve yaşat" demeye yüzüm yok, bana canından can ver denir mi sevdiğine, bizzat canını yakacağını bile bile, kıyılır mı?

"vışşş kurban ederim" derken sakızını patlatıp pencereden pencereye destan yazan mahalleliden biri olup çıksam misal, sevdiceğimi de kamyon çamurluklarındaki lafazanlıkları kapmış bir yandan çarklıya çevirsem, mutlu olabilir miydim? senaryo çingene pembesi mi olurdu, yavru ağzı mı, patlıcan moru mu kestiremiyorum velakin renkli olacağı kesin,tabi verdiği mutluluk yalnızca kafada yazınca duyduğun ironik etki, o kadar!

ah be sevdiğim, canım, senin için ölebilirim ama önce yaşamam için yardım etmelisin.

sevmek bu kadar zor olmasa iyiydi ama sanırım tadı da çıkmazdı başka türlü, şikayet ederken hatta ağlarken bile gözlerimde bir parlaklık mimiklerimde bir yaşam ibaresi oluyor ya, yüreğimin yandığına değiyor.

konular değişmiyor, kaygılar değişmiyor, mekanlar ya da statüler değişmiyor, oysa ben gün be gün değişiyoum tüm hislerimle ve fikirlerimle... hani bir de üstümden şu ölü toprağını silkeleyebilsem, aldığım nefesi bir duyurabilsem, ah...

canımızı bildik bileli 'Allahısmarladık', fikirler desen allak bullak, hisler çar çur edilmiş durumda, hevesler zaten şeytanın elinde oyuncak, kurban olurum demek nedir ki gözüm, ne kadar, nereye kadar!?

10/06/10

mevsim değişikliğinden mi nedir bir kırgınlık var üzerimde

her şey bir toz bulutunun ardındaymış gibi, birikiyorum ve çığlık atmak istiyorum, çığ gibi düşecek heyecan verici hisler değil bunlar, halının üstündeki akarlar gibi pis bir duygu yığını, üzerinde durdukça kaşındırıyor, nefes tıkanıyor, halının motifindeki ince işçilik giderek matlaşıyor ve çirkinleşiyor, elimden geldiğince yaşanmışlığımın üstünden kini nefreti hakeza bilip bilmediğim ne kadar kötü duygu varsa hepsini şimdinin vakumlusuyla temizliyorum, hatırlamak istemediğim ve fakat değer verdiğim üç beş parça anıyı daha odanın münasip boşluklarına yerleştirip kilitliyorum kapıyı üstten iki kere, pek çok evde vardır ya böyle odalar, değerli abuk subuk bir sürü anılık olur, orayı tavan arasından ayıransa bu değerlilik ve kendi içinde garip biçimde gösterdiği absurditesi yüksek uyumluluktur ya... uykumun direndiği bilincimin rüyalarıma tecavüz ettiği sıralarda bu odadayım, yaralı bir hayvan duyarlılığında tozun pisin arasında yer tutuyorum, sonra olaylar gelişiyor odadaki temsillerin her biri bir yerden hortluyor, sabaha kadar barış çubuğu tüttürüp kızıldereli dansı yapmışız gibi uyanışımın sırrı şu ki; 'değişik/tuhaf' denen bünyem, melisa çayına ilginç tepkiler veren salgılarım, çekmeden kafayı bulduran bir hayal gücüm var; dokunduğumla gıcırdayarak açılıveriyor algı kapıları, kilidinin dili yenmiş, anahtar yuvada olsa ne olmasa ne…

aslında metaforlar arasında kaybolup tüm anlamları kaybetmek isterdim, kavram kargaşası eşliğinde meramını anlatamamak dışında elde bir şey yok.

özlüyorum, bu çok anlamsız...aklımdakilerle şu gün karşılaşsam tanımazdan geleceğim eloğlu arasında bariz fark var.

bir ay öncesinde iç seslerimden biriymiş kadar benimsediğim kişi şimdi yabancının teki, üç ay kadarlık vaktin 8 yıla hükmedip başkalaştırması şaşırtıcı… çok değil dört ay evvel tüm değişkenlerden bağımsız birine yanıp yakılıyor olmak desen ironi resmen, bunu ben bile garipsiyorum.

9/24/10

bak dalgana

geçen sene yüzmeyi öğrenen ben değil miydim yahu?

attığım her kulaç beni dibe itiyor o da yetmiyor son nefesim yüzümde oynaşıp suda kabara kubara dalgaya karışıyor, boğuyor beni çırpınışlarım...

inanır mısın her yerde kahkahalar var, hiç direnmediğim bir boğuluşun tam ortasında çın çın, kulağımda hatta kulaklarıma kadar gülüşler, ses dalgaları onca dalgayı kırmış gelmiş yüzümde patlıyor, tüm mimiklerimde titreşimini hissediyorum, boğuluyor olmasam gülerdim eminim, tüh sırası mıydı şimdi!?


8/06/10

pervazda mavi bir kuş...


hadi bütün duvarlarımı elceğizlerimle yıktım diyelim, çatıları alaşağı ettim, say ki sen kuşlar kadar özgürdün ve ben gökyüzüne bakan pencerelerden ibaret bir yerdim; her yağmurda ben çatıdaki sesi, sen sığınacağın kuru sıcağı, ikimiz yağmur sonrası bir evin etrafında ötüşüp uçuşan kuşların şen şakır hallerini özlemez miyiz sanıyorsun?

çatıya çer çöple yuva yapabilmek için mi beni viraneye çeviriyorsun yoksa gökyüzüne amansız aşkın yüzünden tüm evlere garezin var da ondan mı beni temellerimden sarsan tavırların çok kere anlamıyorum, bunu bilmemin lüzumu da yok zaten... sorular hep cevaplarını bulmak istemez, bilirsin.

7/21/10

hiç

o sergideki fotoğraf gibi şimdi... ben de kendi çapımda iç içe geçmiş karşıt hiçlikleri keskel alaka bir çerçeveye oturtmuşum ama uzaktan bakınca aslında alakasız da sayılmaz hani, o sık kullanılan tezhip işleri gibi renkler velakin dedim ya uzaktan, çok çok uzaktan...

güçlü bir duygunun daha hiçe dönüşünün birinci dereceden tanığıyım, daha doğrusu tek tanığıyım belki de... hani belgeselin birinde caretta caretta yavrularının kıyıdan denize giderken heba olup gittiklerini görürmüşüm gibi bir burukluk var, türünün son örneklerinden biriydi, peki ya şimdi? hiç.

"keşke" demekten kendimi alamıyorum; keşke birbirimizin duvarlarına toslamak yerine köprüler kurabilseydik...