12/11/17

bütün olay gözlerde

Gözler de yalan söylermiş biliyor musun? şaşırttı beni... dürüstçe gözlerimin içine baksa tamamdır derim genelde fakat gözler bile kandırıkçı çıktı, iyi mi?!...

"gerçeklere bile ayak direyecek kadar inatçı bir ruha sahip olmak" övgüymüş gibi geliyor kulağa, safsata, kendini kandırmanın tepetaklak hali...

boğazım fena, yutkunmak bile zor, yememek aşırı halsizlikle son buluyor, yesem boğazımdan geçmesi için onca zorladığım lokma dümeni çeviriyor gerisin geriye... çalışmak zorundayım, ev harap, gözümde ölü bakışlar...

11/28/17

Kendinden habersizliğin dibi

Hayatımla ilgili en utanç verici ayrıntılardan birini paylaştığım arkadaşım, içimi rahatlatacak ya da en azından destekleyecek hiçbir şey yapmadı, içten içe beni suçladığından da eminim "zamanında ben seni uyarmıştım" dememek için zor tuttu muhtemelen kendini... yine de dün akşam gönderdiği mesaj... içim içimi yiyor... görüştüğümüzde konuştuğumuz bir diziyle ilgili benim yanılgıma dair 'tatlı' denebilecek bir sataşmayı içeriyordu, tek yazdığım "iyiymiş" oldu, cevabıma gıcık olduğuna da eminim... görmezden gelsem daha kasvetli olacaktı, tatlı atışmalar içinse yanlış zaman...

hep kendinden ve sorunlarından bahsedip ilgi bekleyen bir başka arkadaşı nasıl acımasızca eleştirdiğimi hatırlıyorum da pek farkım yok şu anda... yine de gönül koymaktan alamıyorum kendimi... beni iyi hissettirmek için değildi, samimiyetle yaptığımız hararetli laf kalabalığını özledi muhtemelen, şu depresif hallerimden nefret ettiğimi biliyorum ama... gerçekten yardıma ihtiyacım var, görmemiş olabilir mi bu iri gövdede sakladığım o üfürsen düşecek zayıflıktaki kızı... ben de uzun cümleler kurmayı özlüyorum, birilerinin ekseninde olmayı değil de kendimce yaşamayı ben de özlüyorum, yine de böyle mi yani, şu anki beni yok sayarsan yani yok sayarsam değişecek miyim?!...

Bir değişimin daha eşiğinde olduğumu hissediyorum -ama iyi ama kötü- şimdikiyle aynı olamayacağım, öncekiyle de aynı olmayacağım, ellerimle bu yeni hatunu şekillendirmek için güçsüzüm, peki neye benzeyecek? yaranın kabuk bağlaması gibi geçici, olağan ve izler barındıran bir şey mi? daha mı başka? yoksa güçlenene kadar sürüncemeye devam mı?...

11/22/17

içimden hiçbir şey yapmak gelmiyor

Öylece uzanmak istiyorum, tüm gün uyumak mesela... panik atak olması kuvvetle muhtemel kalp sıkışıklığı dün gece serviste soluğumu kesti resmen... feci bir baş ağrısı sonra, fır dönen dünya... doktorlardan hoşlanmıyorum, hastaneler babamın vücudundaki o delikleri hatırlatıyor, ölümcül hastalıklar kurşunlanıp bıçaklanmaktan beter, kalan izler benziyor zaten... velhasıl ölmeyi istediğim zamanlarda aklım kalbime oyunlar oynuyor muhtemelen, her şey gönlümce olsun diye...

Hiçbir şey yapmadan kafamı dağıtayım istiyorum sıkça, yapacak o kadar çok şey oluyor ki, yapmasam beynimi deliyor sorumluluklar, kalkıp yaptıklarımdan pek hayır görmüyorum, kafamı dağıtmak için başka şeylere veriyorum aklımı, öğrenmeye çalışıyorum, çalışmaya çalışıyorum, rüzgara tükürüp kendine tam isabet dönüş almak gibi, aslında daha çok zihnini bağır çağır iteliyormuşsun gibi, tuhaf işte, mide bulandırıcı, bunaltıyla bulantıyı mı karıştırıyorum nedir, ne zaman zihnim bulansa midem tepki veriyor, ilginç biçimde bazen kusmak zihnimi boşaltıyor, bedenimi yatıştırmaya uğraşırken fikrimin sakinleşmesi iyi, yine de yorucu, yoktan yere...

11/21/17

İşi yokuşa sürmek istiyorum

Yoldayım, az evvel bir alt geçitten geçtim, arayıp birine 'tüneldeyim, çekmiyor' demek istedim, öyle de özentiyim işte, biri arasa keşke öteki geçitte 

İşe gittiğim yol sıkıcı, bir buçuk saat değil de tüm gün sürüyor sanki, yolda olmayı da severdim oysa... Ankara'dan mıdır yaşlandığımdan mıdır bilmem arabadan atlayıp yürümek istiyorum, pek öyle bir çırpıda gidilecek yer değil ama...

Üzerime kalın şeyler giymek istemiyorum, bu soğuk gerçekçi hissettiriyor, mahsuscuktan yaşamıyormuşum gibi... az biraz robotik de hissettiriyor, böyle her bir tarafın buz tutunca insanlığını duyumsamak zor, öyle kesilip ağlamak var ya en insancıl hissettiren o, gözlerin soğuktan kısılp kalıyorken yumuşturuyorsun ya dumur dumur, içini yarıp gözünde intihar etmiş sıcaklık yanaklarının orta yerine kadar insan kılıyor seni, sonrası rüzgar yaladıkça titreten hayvani soğuk... ağlamıyorum... ağlayamadığımdan bu yazı, yığınla insan var otobüste, pencereye kafayı gömeceğim bir kuytuda da değilim... bak işte bu cümleden sonrası kesat, yazılar sisli, inşallah yağmur başlar, en azından yokuş bitene kadar...

11/05/17

Uzun zaman oldu

Yıllardır görmediğin bir arkadaşla karşılaşmışsın gibi hissettiriyor yazmak şu an... Daha dün gibi ama bilincin geçen yılların gayet farkında, yüreğinde kopmuş bir şeyler var yine de yıllar önceki senin suyun yüzüne çıkmak isteyen debelenişi hatıralar arasında, heyecanlı biraz, yine de yorgun hissettiriyor sadece görmekle bile... ardında bıraktığın iyi-kötü her şey karşında kanlı canlı el sallıyor, azıcık da ürkütücü mü ne?!... geçmişin korkunç olmasından değil, beklenmedikle bilindik olanın çarpık birleşiminden işte..

tırnaklarımı geçirmek için uygun bir zemin arıyorum, bildiğim en rahatlatıcı yerdi burası, eskisi kadar güvenli hissettirmiyor, birçok kişi tarafından çok uzun zaman önce keşfedildi, unutulsun diye beklesem de emin olmamın imkanı var mı ki!... yine de benzer bir yerde değil, burdayım, çünkü artık yeni başlangıçlar için fazlasıyla tembelim.

Şimdilik budur, öylesine bir yazı daha...

12/23/16

bomboş...


İnanmayı seviyorum, koşulsuzluğu bazen, bazen de beynimin hücrelerine dek tereddüt etmeyi… Zaten masalların bile “bir varmış bir yokmuş” diye başladığı şu dünyada, körü körüne inanmak ne mümkün?!...

İnancımın ilk şartı ‘hiç’lik… her şeyin “ﻻ “ ile başladığı düşünülürse önce kabulleri yıkıyorsun,  hemen ardından olmayanın tanımı geliyor. Fakat bir bakıyorsun ki tüm o yokluk içinde bir istisna ısrarla karşında... Hadi bunu geçtim, tüm inançları yok ettiğinizde kalan inançsızlık bile çoğu kişi tarafından ‘tanrı tanımazlık’ denen bir inanış biçimi zaten… Hiçliğin talihsizliği de bu işte!…

'Hiç' bütünü kuşatan bir “şey” mi yoksa aslolan hiçlik mi? Evren yoktan var olan “şey”lerden mi ibaret?... Bu önemli bir ayrım olsa da oradaki nüansın özde olan soru olmadığını düşünüyorum.

Merak ediyorum, varken yok olmak da hiçliğe dahil midir? “Ayrılık da sevdaya dahil” diye mırıldansa da gönül, akıl ayrı telden çalıyor. Tüm o tekrarlanıp duran döngü içinde ne yokluk sonsuzluk boyu sürüyor ne de var olan yokluktan sıyrılabiliyor, ama yine de işin içinde sonsuz kere sonsuz var, manidar değil mi?

Her şey yoktan var olmuşsa, halihazırda “yokluk” kapı gibi duruyorsa yaratılmışların arasında, aralanan o kapıdan geçip varlık kazanan her fikir hiçliğe edilen bir küfür olsa gerek.

Hiçliğin tekrarlanan, izler bırakan, yokolan ve yeniden doğan düzensiz çizgisi; pi sayısındaki uzayıp giden rakamlar kadar bilindik, pi sayısı kadar eşsiz…

Aykırılık, çoğu zaman dahilikle delilik arasındaki boşluğu dolduruyor. ‘Yok’tan yere soruların sonsuz dehlizinde çıkılan yolculukta, biraz merak biraz şüpheyle açtığın gözlerindeki bir nevi öğrenme çabası… “Bulanmayan deniz durulmaz” derler ya… Çok yol katetti insan; bilmek için, öğrenmek için, anlaşılır kelimeler, simgeler, filmler, imgeler, yazılar, fikirler için…

Oburluk çağının çılgınlarıyız biz... Varlık-yokluk kavramlarını bu kadar somutlaştıran, evde kullandığı en basit araçlardan, sıfır birlerle tutunduğu sanal dünyaya kadar elle tututur derecede yaşayan başka bir nesil yoktor herhalde.... Simülasyonların bile somutlaşıp kanlı canlı hatta ölümcül savaşlı gerçekler haline gelmesi bir bakıma metafizikle kuantum arasındaki uzlaşmaz sanılan sınırları yıkma konusunda umut vadediyor.

9/07/16

yerle göğün arasında

duygularıma yavaş yavaş kavuşuyorum; dün mütemadiyen ağlıyordum bugün ha bire gülümsüyorum, ispatı bu bana göre!

yüklerimi atmaya kilolardan başlama kararındayım, kocamla anlaşma bile yaptım, bir sürü vaadler aldım, hayırlısı bakalım...

yüzümdeki kasların farkına varmak harika, gülümsemek güçlü hissettiriyor, coşabilen duygulara sahip olmak müthiş... beni saran uyuşukluğun geçmesi canımı yakar diye korkuyormuşum onu farkettim, ağlamayı bile es geçtiğim bunca zaman kendimi koruyabildim mi? ortada "ben" diyecek bir şey kalmadığına göre çuvalladım. düşmüşüz madem kalkarız, yürümek güzel, gülümseyince kilometrelerce yürüyebilirim gibi geliyor.

bu oğlumun gücü, onunla geçirilmiş sevimli bir akşam üstü, yeniden annesi gibi hissettiğim mutlu birkaç saat ve beynimi boşaltan minik masum gülücükler, evet, hayat sırf öylesi bir an için bile yaşanabilir, şükür çok şükür...

9/05/16

nostalji zamanı

seneler sonra bile şuraya yazmak istiyorum ya her başım sıkıştığında... deli olmalıyım.

bol bulutlu bir hava var dışarda, parmak uçlarım üşüyor, ellerimin yapacak çok işi var, kalkmış farkedileceği besbelli yazıyorum kabak gibi ortadaki bilgisayarımda bunları, her an biri gelip "ne yazıyorsun hararetle" diyecek ödlekliğiyle, gergin bir rahatlama isteğiyle, pek kafa yormadan, burdayım, şimdi

sen nerdesin iki gözüm, özledin mi beni?

hiç bekleyenim oldu mu? gerçekten... komik yahu çift laf arasında bile bunca boşluk, "eziklik" demek daha doğru ama kendime acımasız olmuyorum artık, değiştim, tortop oldum bu arada, var ya yalnız teneke aynı teneke, her zamanki gibi takur tukur, boşluk sesi arttıkça hacmim genişledi herhalde... daha suskun daha sıradan... öyleyim işte...

nasılsın?

ortaya konuşmayalı epey olmuş,whatsapp grubunda sorularım araya karışmış gibi hissettirdi birden, cevap gelmeyeceğinden emin ve lakin bir saat sonra bile sürpriz bir cevap ummaya devam edermişcesine...

yazmak iyi geldi, işe dönmeliyim, özlemeye mi yoksa yazmaya mı devam?... gönlüm burdan yana, parmaklarım zan altında...