dur bakalım n'olcak etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
dur bakalım n'olcak etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

11/14/23

gördüğü düşü hayra yoranın eş adayı

Oğlum liseye başladığında emekli olmak istiyorum, engelli emekliliği mümkün, geçinmek zor, başka yerden gelir de yok, çok çok zor... yine de bolca zaman olacak... belki de oğlanın liseyi bitirmesini beklemeliyim -ilkokulu bile bitirmedi o ayrı tabi- beş kuruşsuz çulsuzun teki olmaya neden can atar insan? 

Yaptığı planları tutmayanlardanım ben, bazen diyorum ki önümüzdeki birkaç yıl için detaylıca ayakları yere basan bir plan yapayım, korkarım ki planlanan zamanda ya ölürüm ya 3.dünya savaşı çıkar.

Şam ve Halep'e savaş öncesi trenle gidebilirdim gitmedim, pişmanım... Kudüs en çok ziyaret etmek istediğim yerlerdendi, şimdi yürek burkan bir meçhul... evliyken eski'nin peşine takılıp en azından bir iki ülke gezebilirdim, denemedim de değil gerçi, istemedi... şimdi yeni eşiyle İtalya turu yapmış, ister istemez kalbim kırıldı... ortak arkadaşlarımızdan biri gittiğinde yadırgamıştı, kendisini oraya yakıştırdı mı merak ediyorum... onu bosnayı rengarenk anlatırken hatırlıyorum, benim için bosna hep bahar bahçe "bir gün mutlaka birlikte gitmeliyiz" demişti, gideriz sanmıştım.

Hayalini kurduğum turlu geziler değil, eski'yle yola çıksam eminim gezmekten soğurdum ama beni hala değersiz hissettirebilen kıytıklar kalmış ya...

Bir gün ansızın düşeceğim yola, param pulum olmadan, plansız şartsız şurtsuz. 

Yanımda oğlumu sefalete sürüklemeli miyim? boğulmaya biraz daha sabredip onun kendine bakabilecek yaşa gelmesini, önemli kilometre taşlarını aşmasını beklemeli miyim? liseyi açıktan okutup keşfe çıkarsam bencillik mi etmiş olurum? sorumsuzluk onu boğuluşumun şahidi tutmak mı? ona neyi istediğini sorsam sırf beni mutlu etmek için tam olarak sonuçları kestiremeden felaketine mi atlayacak? onu yolda yeterince koruyabilecek miyim? benimle ilerlediği yolda yeterince gelişebilecek mi? kendi yolunu bulmasını sağlayabilecek donanımda mıyım? ona örnek olan annesinin yetersizlikleriyle yüzleşince yolun sonu gelecek mi ikimiz için? ben onsuz yola çıkabilir miyim? onunla yolda kalabilir miyim? o bitirmek istediğinde durabilir miyim? 

Peki ya annem?... al işte, yol yaşlı bir çınarın altında kaldı.

Bazen diyorum yol arkadaşı niteliğinde bir eş arasam, hem yolun meşruiyeti de artar... seyahatlerimi güvenli kılacak, masrafları kırışabileceğimiz, yolculuğu kolaylaştıracak pasaport sağlayacak (yeşil, gri, siyah vs.) güvenilir, akli melekeleri yerinde birini arasam hatta gazetelere falan ilan versem, eşe dosta haber salsam... güzel bir vücut, sevimli huylar vadedemem ama havalı profil fotoları, can canlı videolar, dron çekimleri vs. sağlayabilirim, askıntı olmam, arabada ve çadırda konaklama tecrübelerimi paylaşabilir, en rezil koşullarda yakalanabilecek ufak tefek konfor dokunuşları sağlayabilirim, olay sadece yolu paylaşmakla kalacaksa boşanma konusunda her türlü kolaylık ve evlilik öncesi anlaşmayı da itinayla yaparız, yaşa tipe bakmam, çok mu kötü teklif yani... midesizce bir teklif oldu, evet.

Bırakıp bu hayalleri çocuk üniversiteye gidince dağ başına mı yerleşsem, bilemedim... bağ bostan eder bahçede kangal köpeği balkonda kedi, ağılda iki keçi, yayılan üç beş de tavuk beslerim, oh mis... 

Güne dair umudum yok, neyim varsa bağlamışım bilinmez yarınlara, sonum hayrolsun bakalım.

10/13/23

Direniş


 Eski kaynanamın gönderdiği tarhanayı pişirdim sabah oğlum için, geçenlerde mevzu oldu "iyi kadındı Allah var, oğlumda hakkı çok" dedim. 

İyi insan, evet, ne var ki kalbime yama tutmayacak deliklerden birini o açtı, annemin şefkati bile iyileştiremiyor, iyi insanların zulmü en kötüsü...

Eski de kötü biri değildi, bazen sosyal medyada narsistlerle ilgili paylaşımları görüp "yoksaaaa..." dediğim oluyor ama hakkını yemeyelim, kendini sevmezdi, yalancının piri olsa da 'el iyisi'ydi hatta bu hususta bildiğim en iyisi... o sanırım sadece bana zalımdı.

Annem, kardeşlerinden birinin her daim çalkantılı çokça kavgalı gürültülü evliliği için; "dayın bir zalımdı, öyle bir zalıma böyle bir zulüm gerekiyordu, Z. ona bir zulüm oldu, ona da zalım gerekiyordu, onlar birbirine iyi uyuyor, bana kimse onların lafını vermesin" der, istisnasız her seferinde...

Şu da var ki; İsrail sadece Filistin'in zalımı gibi görünse de yarın öbür gün 'vadedilmiş topraklar'ın sahibi olan herkese zulüm saçacak, Suriye ile girizgahı yaptı bile...

Zalım zulmü terk etmiyor ama ya zulüm?... direnilir mi?... zulüm, zulüm olmaktan çıkar mı, var mı umut?

9/28/23

Çıkıp biraz temiz hava alayım


Bir aydan uzun süredir spora gitmiyorum, diyet de aksadı, dün oğlumun zoruyla gitmeyi başardım. başladığım ağırlıklardan fazla ama son aşamada çalıştığım ağırlıklardan az, hafif tempolu egzersiz yaptığım halde kemiklerim bile ağrıyor, hamlamışım.

Son gidişimde kendimi oldukça zorlamıştım soluk soluğa terimi havluya silerken gülümsedim, tam karşımda çalışan orta yaşlardaki adam da soluk soluğaydı gülümsediğimi görünce tebessüm etti, flört gibi yüzümü kızartan bir an...  sırf bu andan utanç duyduğum için bir ay çalışmaya gitmemiş değilim annem hastaydı sonuçta onu yalnız bırakmak istemedim ama eskisi gibi haftada bir iki gidip kendimi zinde tutabilirdim, utandım.

Üç yılı geçti ayrılığın üzerinden hala yeniden denemeye hazır değilim. Kızarıp bozarmak desen ergen tadında geliyor, eğreti bir duruşu var üzerimde... kırk yaş üstü boşanmış çocuklu dul kadın imajı epey atılgan toplum nezdinde fakat o ben değilim, kimsenin rüyalarının kadını olamayacak kadar içim geçkin... Yine de içimdeki kerata uslanmak bilmeyenlerden, üniversite arkadaşlarımdan birinin "senin de gülüşüne ömrünü verecek biri çıkacak karşına" deyişi kulaklarımda, inanmak istiyorum, umudumu korumak istiyorum; elliden sonra dünyayı gezmek ve ister yolun sonunda isterse de yolda eşlik edecek birini umuyorum... hayalimde ötelediğim için mi hazır olmak mümkün olmuyor, hazır olmadığımdan mı uzak hayaller kuruyorum, kim bilebilir!


8/22/22

sıklet

Yeni bir koma hali... 'yine neden yakama yapıştı' sorgusu için bile yoruldum, kaçmak çok yorucu, yüzleşmek çözümsüz, eyleme geçemediğin sürece her şey havada kalıyor.

Hiçbir zaman yüzleşmekten korkmadım, hatamı kabul zorsa bile görebildiğim yerdeyse yüzleştim, gerekiyorsa özür diledim, samimiydim ama telafi için ne yaptım tartışılır... yarama merhem aradım mı peki? düşte kaldı, diyelim.

Ruhum ve bedenim karıncalanıyor, uyuşan yanlarım için diğer yanıma bile dönmüyorum, kendime bu eziyetim niye, neyin cezasını veriyorum, neyin yargısını kestim? kimbilir... yara benim, dermanı ben değilim... oğlum ilaç gibi kesiyor pek çok ağrının acının önünü, varlığı için minnettarım... fakat içten içe çürüdüğümü, öldüğümü hissediyorum, içimden ilk kez duyduğum ve tanımadım bir ses var "yaşamak istiyorum" diye bağırıyor, tiz ve net.

Hiçbir şey için yeterince zamanım yok fakat zaman ziyan etmekte üstüme de yok... işte kendime kızgınlığımın tavan yaptığı yer burası, kendime zaman ayırabilmek için verdiğim tüm çabanın kendim elimle malum olanı yok saymak olmakta olana gözlerimi kapamak adına düştüğüm çukurdan çıkmaya kullanabileceğim enerjiyi harcamam, açken sahip olduğum son lokmayı çöpe atmaktan farkı yok, son umudum eriyip gidiyor ruhumu yaka yaka, değişmeliyim, yapabilirim, yeniden düze çıkabilirim, yolumu bulup yine çağlayıp akabilirim, düze çıkamasam da ben göl gibi sakin de kalabilirim ama bu çamur bu pis yapışkan hiç, kaçmakla kurtulamadım bu boğulma hissi...

Debelendikçe battığımı bilinçltımda fark edip canhıraş bir kaçış çabası mı veriyorum? nasıl kurutulur ruhunu yutan bataklık?



7/20/22

tek nefeste

Bir haftalık İstanbul kaçamağının ardından, 4 günlük yayla havası, 3 gün tembellik derken alabildiğine yoğun bir pazartesi mesaisin aynı tempoda olmasa da olağanın hayli ötesinde hareketlilik yaşayan bir salı, ufak bir hırsızlık vakası falan derken onca zaman nasıl geçti anlayamadım... İki gün su içmeye dahi yerimden kalkamıyordum zira odadan kafamı uzattığım anda başka işler bana bakıyordu... iş arkadaşımın yıllık izin kullanmasına olur demese miydim, bilmiyorum ki...

 Oğlum bu ay babasıyla kalacaktı yasal mevzular gereği ama babası iki haftada bir kere bile yeni evine götürmeden, yeni eşinin çocuğuyla tanıştırmadan, eşiyle ailenin ferdi hissini verme kaygısına hiç mi hiç kapılmadan, geri gönderdi yavruyu... onun için üzgün hissettim fakat böylesi benim açımdan daha iyi gibi görünüyor,  velayet mevzusunu anmaz artık... yazık, hep mi böyle bir insandı ben cidden kör müydüm?

Kuzum geldiğinden beri durgun, ağzını mühürlemiş… spor ağırlıklı bir kursa gönderdim, eğlensin umuduyla olmayan bütçede eksinin dibini gördüm, onu bu halde yaylaya göndermek istemiyorum ama alternatifim yok, çok fazla yararım olduğunu da düşünmüyorum şu halde, hafta sonu yeterli zamanda bana yüreciğini açar mı merak ediyorum.

İnsan yakın gördüğü kişiye daha çok kırılıyor, babasının evliliğini ondan sakladığıma içerlemiş olabilir, özür dilemeliyim.

42 yılımın hatırlayabildiğim temiz 30 yılını anneme benzemeyi istemeyerek geçirdim, artık her geçen gün ona daha da çok benzediğimi kabulleniyorum, bu kabulle hatalardan ders çıkarmak biraz daha kolay... İyi ki var, kabul onu anlamayı da kolaylaştırıyor, ona karşı bazı tavırlarımdan utanıyorum.

Aidiyet hissetmeyi seviyorum, rahat, huzurlu, dünya ateşe de yansa sığınacağın yerin var, dünyanın öteki ucunda bile olsan seni evinde hissettirebilecek biri var, güzel şey velakin dünyanı başına yıkan yine o his...

Aidiyeti olmayan bünyemin ılık meltemler gibi savrulduğu günün birinde İstanbul sokaklarında bir adamın gülümseyişini çektim, şimdilerde ne zaman canım sıkılsa telefonumdan açıp o fotoğrafa bakıyorum, istemsiz bir tebessüm konduruyor yüzüme, çok tatlı... eski'yle çıkmaya başladığımız zamanlardan beri 2D olmayan bir adama sevimlilik atfettiğim ilk sefer bu...

Bir yıla yakın süredir, emekli olup -çocuk da üniversiteye gidip ayakları üzerine durmayı öğrenince- dünyayı gezmek, hayal olmanın ötesinde planlanmış bir durum bende... fakat İstanbul'u gezerken anladım ki feci paslanmışım, ya ciddi düzeyde spor yapmaya başlamalı ya da bu planı rafa kaldırmalıyım

Dünyanın öteki ucunda beni bekleyen biri olabileceği fikri hoş; belki ruh eşi, belki evlat edinilecek bir çocuk, belki de frekansının tutup sıkı sıkıya sarıldığı bir arkadaşlık veyahut sadece umut... vazgeçmek istemiyorum, pek tabi şartlar ne getirir bilinmez, Mevlam görelim neyler...

6/14/22

yağmur ılım ılım yağmaya devam ediyor


Sevdiğim şairlerden biri daha göçüp gidiyor yaşamak biraz daha çölleşiyor, kutuplardan bir kıta büyüklüğünde bir parça daha eriyor.

Pek iyi değilim, biraz daha kırgın oluyorum her geçen gün... çocuğumu babasının yeni evliliğine hazırlamaktan kaçınsam da önsezilerim bir de kardeş fikrine de kendini hazırlaması gerektiğini söylüyor, yavaşım bu konularda ama hislerim pek yalan söylemez.

Birlikte oldukları fotoğrafa bakmaktan nefret ediyorum yine de bakmaktan alıkoyamıyorum kendimi, beni paramparça ettiği nokta orda, kaçacakmış gibi birine yapışmak orda, yük değil de nimetmiş gibi, yanında hiç olmadığım gibi... ağzıma kum tadı geliyor, içim kuruyor okyanusta içecek bir damla su olmayışıma... nasip.

Yine ağlıyorum mütemadiyen, tabi ki geçecek ama zorluyor, daha kaç kez cümlesini harfi harfine iğnelere dizdiğimin ciğersizi için bu kısırdöngüyü yaşamalıyım bilmem, kimseyle bir ömür göremiyorum artık, oğlumla bile...

İki gün önce omzumu yaktım, avuç içi kadar omzumda bir yanık çocukluğumdan kalan güneş çillerimi yok edip yerleşti sol omzumun en güzel yerine...  normalde esmerliğimi sevmem -beyaz doğmuşum ama boz belezim bildim bileli- bir tek omzumun tonunu severdim gençlikte, kendimi desteklemek istediğimde koklayarak öperdim omzumun solundan, kim bilir kalbim o yanda diye belki sağın renginden farklı gelirdi sol omzum... canlılığını yitirmiş o tonun üstüne kara mühür vuruldu şimdi, hayallerimde daha parlak ve hoş gelecek rengi özlediğim için o pütürlü yarayı öpemem ama parmaklarımın ucu istem dışı hep orda, avutma isteği olsa gerek...

Çocukluk yaşamamış bir yeni yetmeyken "serçe" adında bir film seyretmiştim, rahibenin teki arzularına ket vurmak adına sırtını derisini yırtacak kadar kırbaçlıyordu, "dünyanın en anlamsız eylemi" diye düşündüm, neden aklıma geldiğini bilemesem de şu zaman "isyanını şahlandırmanın bir ergene uyan yöntemi" diye geçirdim içimden, hayal meyal hatırlıyorum filmi oysa, neden şimdi ve neden o sahne cevabı yok, kaşıdıkça tatlı tatlı sızlayan omzumda mühürlenmiş ton kadar gizli kapaklı... 

Karanlıkta kalmış her şey gibi duygular da ürkütücü, patlayan kaşını yanan omzunu seven ben, derinlerinde kendine zarar verme arzusu taşıyor olabilir mi? tanımlamak çok zor, görmezden gelemeyeceğim kadar da yoğun velakin; ölmek istemiyorum, yapacaklarım arkamdan ağlamasın diyecek kadar uzun, huzurlu ve mutlu bir hayat istiyorum. amin.

6/08/22

durumlar stabil

Garip hissetmeye devam ediyorum, elleri kolları dolu birinin ağırlıklarından kurtulunca rahat ve hafif velakin boşluktaymış hissi gibi, korsesini çıkaran şişman kadının vücudundaki tüm dalgalanmaları hissetmesi gibi, sabah perdeler aniden çekilince gözünü acıtan ışık gibi, bunun gibi ama tam da değil, değişik...

Hayatımda ilk kez evlilik konusu tam bir özgürlük alanı... küçüklüğümden beri "evlenince" diye başlayan bir sürü senaryo dinledim, annem tüm yaz tatillerinde şu an kullanmadığım çeyizler için başımın etini yedi, arkadaşlar evlendikçe "ee senin güzel haberlerini ne zaman alıyoruz?" cümleleriyle yıllarca gündemimdeki en sıcak konu oldu, hayaller de kurdum ilk aşk sonrası yalan değil, mütemadiyen "evlenmeyeceğim" dememi kimse ciddiye almadı, kesin tavır koysam zorla evlendirilecek de değildim ama merakım da içten iteliyordu beni, aşkın harcım olduğunu sandım, yanıldım.

41 "yeniden evlen" ısrarı yapılmayacak kadar olgun bir yaş şükür ki... 

Eski evlendiğinde her şeye rağmen ona sadakat hissettiğimi ve gözümü sakındığımı da net biçimde fark etmiş oldum, tabi ki onun evliliğiyle birlikte bu son bağlılık hissi de son bulmuş oldu. Bu özgürlük hissini çok sevdim.

Ötelerden bakınca; atının eğerini çıkarıp çitlerin olmadığı, uçsuz bucaksız bir ovaya salmışsın ama o artık yaşlı ve yorgun üstelik alışkanlıkları tarafından tımarlanmış, kendini rüzgara bırakması pek de olası görünmüyor, bu durumda alıştığını yaşıyorsun, o da başka bir rahatlık türü, şahsım adına yalnızlığım evliyken bile en alıştığım formu oldu hayatımın, yalnız ölmek ürkütücü gelse de yalnız yaşama fikri rahat hissettiriyor.

Diyet iki ileri bir geri ağır aksak ilerliyor, on yıldır yok hükmündeydim varlığımı ortaya koymak istercesine kilo aldım, bu benliğimi iyiden kör kuyuya götürdü, zaman alıyor iyileşmek... kiloları atmak, kitaplara hayatımda yeniden yer açmak ve maneviyatımla barışmak fetret dönemimi bitirmek için gerekli reçete belli ki... hayırlısı.

4/03/22

hoşgeldin iki gözüm

Ramazan ayına, ilk oto yıkama deneyimim -fiyaskom da diyebiliriz- buzdolabının azizliği, bir nevi zorunlu bahar temizliği, ıslanan halılar, bayılacak kadar yorgun bir bünyeyle hızlı bir giriş yaptım.

Bu sene misafir ağırlayabileceğimiz için heyecanlıyız biraz... evimin eksikleri ve düzelmek bilmeyen bütçem, küçük işlerle uğraşmamak için bin dereden su getiren tamirci abiler vs. dolayısıyla mutfaktaki çekmece halen kopuk, tadilat girişimim daha da beter hale getirmişti durumunu, ev kontrolleri yapmayacak bu meselelere takılmayacak yakınları çağıracağım o nedenle... ben böyle desem de davet etmek zorunda hissedip her odada ayrı renge gireceğim, sofra düzeninde yarışmacı arkadaşlara başarılar dileyecekmişsecine gerilim hissedeceğim birilerini de çağırırız illaki... neyse, söylenip bereketini kaçırmayayım.

Yine her zamanki gibi kendine has havasıyla esiyor ya, seviyorum ramazanları... 


3/29/22

"Beni hoyrat bir makasla eski bir fotoğraftan oydular"

Kendi gençlik fotoğraflarımı ararken eski'nin yıllanmışlarını buldum, yakışıklı adamdı, hala eli yüzü düzgün, kül rengi saçlarla ayrı havası var, yüzündeki çizgilere rağmen umarsız bakışlarla yıllara kafa tutmaya devam ediyor.

Severken en büyük tereddütüm o güzel sıfatıydı, yok yere olmuyor güçlü sezgiler... yine de böyle güzel bir şeyin hayatımda yer almış olması kötü değil, sevmek güzeldi, sevgili güzeldi, belki yine olsa yine yaşamazdım böyle bu aşkı ama hem dilimden hem kalbimden sövgüler değil şükürler geçiyor ziyadesiyle, şu an olduğu kişiyi tanıyamıyor olsam bile o kişiyi tanıdığıma sevindim.

Fotoğraflara bakınca kendi gençliğimde bir ışık görüyorum, feri çekilmiş şimdi o bakışların, şükür ki gözler yerinde, bakarsın başka bir ışıkla aydınıverir, umut güzel umut...

Oğlum sandığımdan erken sormaya başladı ayrılma nedenimizi, ağlamadım, belki ağlasam o sormayı keserdi, belki boğazımdaki yumru üç beş fotoğrafla kol kadar olmazdı, kim bilir...

İnatçıyım ben, "unutacağım" diye direttikçe esiyor, rüzgar bile canımı yakıyor, uzun uzun bakıyorum fotoğrafına, ölmüş kabul etmek daha makul görünüyor gözüme, yas böyle böyle biter belki... yok saymayacağım, uyuşan hisleri de hislerim döndüğünde kıvrandıran sızıları da yok saymayacağım, uyuşukluk yakamı bıraksın diye acıya alışacağım, bitecek böyle böyle, zamanla, zaman yoksa ölümle yitip gidecek eninde sonunda... 

Şöyle aynada kendime bir bakınca, o kadar çok son görüyorum ki "son olsun bu" diyorum, sevilmek hak edilen bir şey olsaydı harcım olmadığını savunurdum.

Becerebilsem -ölsem bile- akıllarına estiğim bir an bir yerde sevdiklerimin içini ısıtmak isterdim, hala yaşıyorken olur mu dersin?




2/04/22

n'aber dostum, hadi kal sağlıcakla

Garip bir barışma teklifi, daha garip varsayımlar, güç bela hizaya çekilen sohbetin ardından günlerce baş ağrısı çektim, ciddi bir teklif olmadığının gayet farkındayım velakin söylemek isteyip de söyleyemediklerimin tam yeriydi... uzun uzadıya yazdım, onunla bir ilişki hevesi veya aşk devam ettiğinden değil, içimde kalınca beni zehirlediğinden... yazının sonuna veda mektubumu iliştirip, başlığa özet de geçtim: "güzelce vedalaşalım".

Onu bilemem ama vedalaşamamak içime dert olmuştu -çift olarak başarısız olsak da 20 yıllık arkadaşımdır kendisi- burnumuzdan gelmesine karşın bunca zıtlıkla 9 yılı aynı çatı altında geçirebildiysek arada hatır gönül çok olduğundan...

Çocuk olmasa görüşmemeyi tercih ederdim ama makul mesafede, maskelenmiş, steril bir iletişim ortamı sürdürmek durumundayım.

Aramızdakiler tarih oldu, ne çocuğu boşa ümitlendirmeye ne de geçmiş için dalaşıp yavruyu üzmeye değmez, ebeveyn olarak en azından onun mağdur olmamasını sağlayabiliriz diye umuyor, mümkün olduğunca net sınırlar çiziyorum.

Miniğimin gözleri feldür füldür bu aralar, gülüyor mu üzülüyor mu belli değil, burda olsa çözerdim dilini, uzaktan uzağa şirinlikler şakalar yapıp rahatlatmaya çalışabiliyorum sadece...

1/03/22

derin ‘yol’suzluk

 Tamamen yanlış bir yolda olduğumu düşünmeye başladım.

İçimdeki boşlukla mücadele etmek dibi boylamamın asıl sebebi olmalı, halihazırda boğulan birinin yüzmeyi öğrenmek istemesi ironik... neyse ki sığ sular yutmuyor beni, yaşamak için ve derin sulara açılmak için hala umut var.

Neden bunca mücadeleyle nefes alıyorken, o azıcık nefesi bile yitirme uğruna derinlere ilerler insan? meraktan mı? yeterli değil... 

Anne karnındaymış gibi saran bu yoğun boşluğun dışındayken bilinmezin kaygan zemininde yere sağlam basamıyor olmak boşluktan daha ürkütücü... cesur olsam gider mevla'yı mı belayı mı bulacaksam arar bulurdum, yapmak söylemekten zor her zamanki gibi...

Lafın özüne dönecek olursam; beni farklı bir yaşam biçimi ve bambaşka bakış açıları için yola yeterince motive edemeyen merakım, ne sebeple derin düşüncelere dalmak konusunda ölümüne ısrarcı bir güç bulabiliyor içinde? bilmiyorum.

Fiziksel olarak daha kolay görünse de, irade ve denge açısından boşlukta yaşamak çok daha zor hatta böyle bir yolda sağlıklı kalıp aklını korumak imkansız... kişiliğim, vücudum, bilincim, algım mı sebep? kader, yazgı? seçim, irade? ortaya karışık mı desek yine?...yarısından fazlasını öyle böyle dağıttım zaten yemişim yaşamını da ölümünü de, der giderim belki sudan çıkmış balık gibi olmaktan korkumun ta yüzüne tükürüp... kim bilir?

Bunca laf ve yine yanlış yol...


Deli cesareti ver Allah'ım, öfkesi, dikeni çeri çöpü alınmışından ver, aklımı da yetecek kadar bırakıver mümkünse, eksik yamuk da olsa akılsız delirmek bile mümkün olmuyor, cesaret diyordum, evet, delilik işi bende...

11/15/21

aşkolsun

Hadi kabullenelim artık, aşka aşığım ben... bu sevda hiç bitmeyecek... belki evveli, ahiri, platonik olanı, kalp kıranı falan değişecek ama aşkın kıçıma tekme atsa tanımayacağım zamanlarına bile hayrandım, uzatmayalım, koyverelim gitsin hadi...

Sınırlar mı koymak istiyorum, baştan çekeyim çizgisini... kabuğumu kırmak veya derimi değiştirmek mi istediğim, olsun varsın... çizgiler aşılır savunmasız varlığım tehlikede kalır mı, kalsın...

Zaman duvara harç mı getirir, yıkmaya balyoz mu getirir bilinmez... hadi salayım gitsin.

Yaşamak istiyorum "yaşadığımı hissettiğim kısacık anlar" değil... insan olmak istiyorum, ruhumu okşamak, yaşamın hakkını vermek istiyorum, tabular yıkıp yasaklar aşmak değil kastım veya dünyamı değiştirmek niyetinde değilim, sadece pürüzsüzce nefes almak; kabadan solumadan, iç geçirmeden, boğulmadan... 

Camın ardından bakmakla, pervazdan burnumu uzatmakla, şemsiye altı romantizmiyle olmuyor... tam da eskisi gibi çıplak ayakla yağmura çamura aldırmadan ıslanmak istiyorum.

Ankara'nın karında ayazında olmazdı, olmadı zaten, bak yine bahar, belki sonbahar ama mevsim Akdeniz yine, hadi ıslanayım gitsin.

10/13/21

Hasret uçurdu perdeleri cama iki damla yaş düştü

 Son zamanlarda anneme fazla tepkiliyim, durduk yere değil elbette ama haddimin üstünde... o üzülünce benim de kalbim darmadağın oluyor.

Eski'yi özlüyorum bu ara yine nerden estiyse... belki anneme haksızlık ettiğimden onu hatırlıyorum, neler hissettiğini daha iyi anlıyorum belki, hak vermiyorum ama o kadar yabancı ve anlaşılmaz gelmiyor o zamanki tavırları...

Sevdiklerimi incitmekten nefret ediyorum, dilimin ucuna sevgi cümleleri geliyor asla kelimelere dönüşmüyor, düşünmek bile beynimde şimşekler çaktırıyor, bir sürü korkunç sahne geçiyor gözümün önünden -diyorum ya kendi hatalarımın üstündeki perdeler kalkıyor bir bir- onun yaptığı korkunç şeyler değil de benim yol açtığım dehşet anları aklımdakiler...

Ben yolumu şaşırdım, kendime eziyet ettim, sevdiklerime zulüm oldum, kul affeder mi bilinmez, Allah beni de sevdiklerimi de şaşırtmasın, affetsin.

Şimdi filmlerini sevdiğim bir oyuncu kadar uzak... yaşananlar sanki film icabı... çocuk oyuncunun performansı inanılmaz, kadına biraz gıcığım ama adam çok yakışıklı, gerçek hali uyuzmuş diye duydum, pek yakıştıramadım ikiliyi, yine de böyle son mu olur, pek severim bu yönetmeni belki modumdayken oturup yeniden izlemeliyim.

Hayat bakalım bana daha ne roller biçeceksin ne duygular yükleyip ne tiradlar yazacaksın...



10/04/21

efil efil

Rahat ama tekinsiz hallerdeyim.

Arabayı sattım, üstümden arabanın kaygıları kalktı gitti ama rahatlığı iyiydi, daha güvenli ve tamirden çıkabilen bir araçla yola devam etmek nasip olur inşallah...

Sabah otobüs saatleri değiştiği halde uygulamaya yansıtmayan belediyenin azizliğine uğradım, mesai saatimden 40 dakika erken çıkıp 15 dakikalık yolda işe yarım saat geç kaldım, yürüsem 1 saat 10 dk sürüyor oysa... cebimde taksi parası olmaması da ayrı mevzu tabi...

Şimdilerde üstümde yavan, oturmamış bir şey var, kekremsi tat veren... dilerim bulup sorunun çaresine bakabilirim.

9/28/21

Çizgiyi aşmak...

Gün içinde ofsayta düştüğüm anlar için VAR'a gidilsin, yok edilsin mümkünse...

Az önce işle ilgili kilit bir bilgi gerekti, eski'nin kolayca ulaşabileceği veya onun vasıtasıyla tanıdığım birkaç kişi yardımıyla edinebileceğim bir bilgi... aramadım... gururumdan değil -iş konusunda gururu kenara bırakalı uzun yıllar oluyor- yardım etmese bilenmekten korktuğumdan aramadım, yeni yeni durulmuşken göle koca bir kaya yuvarlayıp taşırmak istemedim... yardım etse de etmese de garip hissettirecek ne gerek var gerilmeye...

Böyle zamanlarda insanın rahata ne çabuk alıştığını düşünüyorum, yıllar yılı elim kolum uzun değildi, hiçbir zaman kulağım kesik olmadı, şimdiyse o 2 dakikalık işlerin rahatını arıyorum, miskin ruhum pek de hoşnutsuz durumdan...

İçinden çıkamadığım pek çok mesele var, zamanla hallolur inşallah...

9/27/21

Serin bir sonbahar akşamı...

 Oğlumla yürüyoruz, serin ama dondurma yenebilecek kadar da ılık hava... köpekler havlıyor, tam korkacakken "bak anne martı geçti üstümüzden" diyor kuzucuk, martıyı takip edip havlayan köpekleri unutuyoruz.

Akşamları futbol oynuyoruz mütemadiyen, hafta sonları bir günümü komadaymış gibi geçiriyorum, bütün haftayı ancak öyle kurtarabiliyorum, tembelliğin bile cılkını çıkarmadan yapamıyorum n'apim...

Kendimi bildim bileli ordan burdan tasarruf etmeye çalışıp en temel ihtiyaçlarımdan bile kısıyorum sonra öyle bir masraf çıkıyor ki birikimimin boşa gidişini trene bakar gibi izlemekten fazlası gelmiyor elimden... her şey olacağına varıyor işte... insan rızkından fazlasını yiyemiyor sonuçta.

Akşamlar artık biraz serin, yine de incecik giyiniyorum sonra sarılıyorum oğluma, anneme, yorgana, koltuğun örtüsüne... saralanmak iyi hissettiriyor, en çok bu ılık havaları seviyorum, başka şehirlerin yazları gibi geçen ılık sonbaharlar, bu şehrin başka güzelliği... bu şehir özlediğim için mi bu kadar sevimli?!

Lise için iyi okul kazanırsa İstanbul'a gitme sözü verdim yavruya, önümde 5-6 sene var, oraya tayinim imkansız gibi bir şey, 46 yaşında emekli de olamıyorum, iş bulabilir miyim merak ediyorum.

Bir sürü ilgi alanımın hiçbirinde kalifiye değilim, iş yerimde iş niteliğim sıkça değişti artı alanımda iddialı da değilim, yetenekli olduğumu düşündüğüm işlere el uzatmayalı on yıllar oldu.

Aç kalmam Allah'ın izniyle, çok boş beleş biri de sayılmam, 3'e 5'e değil de 1-2'ye razı olmam gerekir ve kendimi sıktığım kadar oğlumu sıkıştırırım diye korkuyorum sadece...

Kaygıları gerçek ama bunlar şimdilik hayalden ibaret, bakalım ömrüm vefa eder de görürsem o günleri zaman neler getirecek!?...


9/23/21

Kendimle barışsam ya ilkin...

 Dün grupta bir sürü övgü aldım -ödevin bir parçasıydı tabi ki- uzun zaman olmuş "güçlüsün" dışında bana atfedilen güzel şeyler olmayalı... çok mutlu oldum. 

Her zamanki gibi en çok bayanlar övdü beni, arkadaşlarımdan da iltifatlar alıyorum, çiçek bile almışlığım var defalarca, seviyorum bu hissi, çok utandırıyor ama iltifat almak çok tatlı...

Abim dışında öven erkek pek yok, bunda ciddi görünmemin etkisi var elbet ama kabul ediyorum öyle övülecek güzelliğim içte de dışta da yok...

Eski, "güzel değilsin ama ben zaten çirkin kadın severim" derdi, evli olduğumuz sıra ortamı ısıtmak için mahrem şeyler fısıldardı iltifat namına, sona doğru o tür laflarla hakaret etti düşününce, ilk zamanlar sevgi göstergesi olduğundan emindim yine de, nasıl oluyorsa o... 

kıskançlık duygusunu çok yoğun hissettiğim ilk an; ilişkisini öğrendiğim an değildi de ona gönderdiği sabah çekilmiş fotoğrafıydı, mahmur gözler şefkatle bakan... sözlerin gücü inkar edilemez elbette ama güzel hissettirmek "güzelsin" demekten daha güçlü, en azından bende böyle...

Geçen hafta kalp rahatsızlığını öğrendim (dedim ya güzel değil içim en azından eskisi kadar) üzüldüm ama çok umursamadım, ölsün istediğim zamanlar da olmuştu, üzülmeme şaşırdım biraz. 

Bu ara onu hatırlatan binlerce sebep oluyor fakat mühim değil, görsem dağılır mıyım bilemiyorum sesini duymak hala kalbimi kırdığı için kulaklık takıyorum oğlum konuşurken... 

Onun şimdiki haliyle barıştım aslında, yazın neden hır gür oldu anlayamadım, şu an hatıra olarak güçlü ve fakat zararsız; yormuyor, üstünkörü gülüp geçebiliyorum. 

Arkadaş olmayı umuyorum eski'yle; dost gibi değil de iş arkadaşımmış gibi... hiç görmemeyi dilerdim oğlum olmasa, oğlum için gelecekte de sınırlı düzeyde iletişime ihtiyacımız olacak, kötü kalmayı sevmiyorum, gereksiz yük...

Üstelik sevmeye bahanem olur, bunca sevmekten geriye dikenleri temizlenmiş arkadaşça davranabilecek kadarını bile saklayamamak yazık olur.




9/17/21

Güneşin okşadığı yağmurlar aşkına...

Buraya grup sonrası yazar oldum, sanırım oraya biriktiriyorum içimdekileri kalanlar da burada...

Buraya açıktan yazamadığım, beyazlar arasına sakladığım mektubu grupta sesli okudum, gerildim, sesimin titremesine engel olamadım ve bir şekilde oradakilerle ilk kez söylenip durmaktan ötesini açtım şahsım adına, aynı içtenliği birkaçının mektubunda da yaşadım, hepimizin çok farklı hikayeleri olsa da aynı acıyla cebelleşiyoruz.

Umarım iyi gelir hepimize...

Bu işe başladığımdan beri aklımdan uzaklaştırmayı başardığım -kaçmak yerine yüzleşmeliymişim o ayrı tabi- pek çok kaygı yine başımda... bazen başımı ağrıdan kıvrandıracak kadar çok ağrıtıyor yarayı deşmek.

Vücudum da hatırlıyor o günleri, mide ağrılarım arttı fakat o zamanki gibi dişlerimi sıkıp iştahımın limitini kırmıyorum çok şükür, bugünlerde biraz kilo bile verdim.

Duygularımdaki kaos öfkeyle son bulmuyor o zamanlardaki gibi; savaşı yaşamak gibi değil de savaş kalıntılarının sergilendiği müzelerde gezinme rahatlığı içinde "vay be neler yaşanmış" havasında...

Biraz da rahatsızlık hissi var, sebebinden emin değilim... tahminimce, onu başkasına ait görmeye başladım, elalemin adamını böyle olur olmaz düşünmeyi vicdanım kabul etmiyor.

Çok alakasız olacak ama yağmurda ıslanmayı eskiden neden öyle çok severdim hatırladım, o kadar tatlı bir yağmura yakalandım ki dün, ılık, incecik, oğlumun öpücükleri kadar sevimli... 

Geçen yıl kış ortası taşındım tek yağmur hatırlamıyorum, kafam biraz yerine geliyor mu ne...

8/31/21

"Yemi sarı arabamla ez, resmimi cama yapıştır ki özlemesinler"

İzin su gibi geçti gitti, oğlum yanımdayken her şey daha renkli daha canlı...


Sıcak yüzünden planladığımız gezilerin çoğunu yapamadık, yine de huzurlu ve güzeldi. Yayla, deniz, müze, yürüyüş falan derken epey de yorulduk, üstüne okula hazırlık maratonu da eklenince yavrumun pestili çıktı, yalnız neredeyse yazmayı unutacakmış garibim, okuması tamam ama kalemi tutuşu bile bozulmuş iki ayda... 


Karşı komşunun yeğeni -bizim hızır ablamız- yok bu sene, iş bulmuş başka şehirde, teyzesiyle kalmayacakmış... onun için sevinsem de oğlum ağladı duyduğunda, neyse ki odi gitmedi, anane korkusuyla köpek alamasak da komşudaki odi'yi sahipleniyoruz iyi kötü...


Kömür ve Kılıç adında iki balığımız var şimdi, kaplumbağalarını halen gözleri dolarak hatırlayan oğlum adına bolca dua ediyorum, Allah uzun ömürler versin onlara diye...


Boşanma sonrası toparlanma grubuna katıldım, sanal olduğundan mıdır nedir sarsak bir grubuz, epeyce de güvensiz... bir yerden başlamak lazım, yardıma ihtiyacım olduğunu kabullenmek büyük adım benim için, herkes "çok güçlüsün" dedikçe öyleyim sanıp görmezden geliyorum aksayan yanımı... motoru yakmadan, diyabete teslim olmadan neredeymiş sorun anlayalım, yağla suyla oluru var mı bakalım, olmadı psikolog yolu gözükür, hayırlısı...

7/26/21

ucundan kıyısından

 Şaka gibi geçti bayram... 


Tam da dayanamıyorum artık oğlum olmadan diye debelendiğim anda bir baktım bir hafta daha olmamasıyla son buldu gelen kasırga.


Kaza yaptığımda nezaket gösteren eski, öyle bir tepetaklak etti ki yine, ona karşı iyi niyetimi ele almışken, burun üstü düşmelere doyamadığımı gösterdi, yine ve yeniden, her zamanki gibi... arsızım ben arsız...


Bir an "seni özledim" diyemediği için böyle hakaretler savurup kasılmalar dedim ama sonra; hay benim tükrüğe ya rabbi şükür diyen dilimi keseyim dedim, o kadar bezdim ki oğlumu bir hafta görmemeyi kendim teklif ettim, yakamdan düşsün, sussun diye... kimle aşık atıyorsam.


Arabam tamirden çıktığı gün yolda kalıp tamirciye döndü, sürmeye sözde cesaretim olsa da önde otururken bile titrediğim gerçeğiyle yüzleşiyorum.


Kurban kesememek tuhaf hissettiriyor, kimse pay falan vermeyi teklif edip utandırmadı Allah'tan, bu beklenmedik borç yığını az biraz canımı sıksa da öldürmeyen güçlendiriyor mu gerçekten yoksa mazoşist mi oldum yıllar akıp giderken nedir seviyorum bu debelenmeyi, bir şekilde dinç tutuyor beni, gerçeklikten kopmamı engelliyor.


Dilimin ucundaki bakla da işte tam burda; hayallerimin peşinden uçasım var çünkü... dillendirmeye korktuğum hayaller, zor zamanlara sakladığım kefenliğimmiş gibi yastık altında uyku arasında yokladığım, yılların birikimi bir nevi...


Aklımda ve gönlümde tuttuğum tüm iyiliği, erdemi gerçeğe dönüştürebilsem ne kaza ne ceza -neyse işte bu başıma gelenler- olmaz gibi geliyor. 


Hayallerimin değil, iyiliğin güzelliğin peşinden koşmak dışındakiler belki sadece kendime söylediğim süslü yalanlar veya daha da beteri özentiliktir kimbilir, yok yere öyle... 


İdeallerim ve hayallerim pek çok noktada kesişiyor, onları mı dikkate almalıyım, hiç de özgür hissetmiyorum o noktalarda...


Bacağım durup durup sızlıyor, yumru kaldı ezilen yerde, dışardan anlaşılmıyor etin yağın içinde... korkularımı hatırlatıyor, can tatlı, ölümün yüzü soğuk hakikaten...