kafa ağrısı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
kafa ağrısı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

2/13/24

ağla çocuk ciğerlerin açılsın

 Zihnimdeki sisi dağıtamıyorum, düşünme kapasitemin azaldığını ve beynimin ufaldığını seziyorum, emin değilim... nörolojiden randevu alıp iptal ettim... yakınlarımdan erken bunama, alzhaimer vs. yaşayan yok... diyabetle gel-gitli halimden veya depresyondan falandır belki... 

Abimle konuştuk "İşin rutini beni köreltmeye başladığında öyle hissetmiştim, maaşımı arttırmasa da işte beni zorlayacak tercihler yaptım şimdi hem daha az sıkılıyorum hem de beynimi eriten o atıllıktan kurtuldum" dedi, öyle bir tercih yapma fırsatımı çok ama çok geride bıraktım, emekli olup beni zorlayacak farklı mecralara yelken açsam hala ekmek kazanabileceğime güvenim var ama gerekli mi? 11 yıl evvel şu anki işime geçerken -evlilik ve şehir değişimi öncelikli sebepler olsa da- o işe gönül vermediğim için bırakmak kolay olmuştu, bu işte de umudumu yitirdim diye bir başka arayışa geçmeli miyim? rahatımı bozup şekillendiremediğim hayallerin peşinde koşmak için enerjim yok... kendimi ertelemeye devam edeceğim muhtemelen... beynimi yıllarca uyutmaya, susturmaya çalıştığım göz önünde bulundurulursa iyi bile dayandı.

Beynim ne zaman isyan etse içimden delicesine yazmak geliyor, oysa onu okuyarak beslemeliyim, aç çocuğa emzik niyetine buraya yazmak şu an... bile bile yine kendime yeniliyorum.

10/27/23

kaza

 Yıllar beni daha 'bilge', daha 'oturaklı', daha 'az şapşal', daha 'nerde nasıl davranılacağından emin' kılar sanıyordum... olası durum buydu ama görüyorum ki yıldan yıla daha sakar, daha özgüvensiz, daha sakar, daha kararsız ve ne yazık ki "daha fazla bunları düşünmek istemiyorum" kaygısıyla daha düşüncesiz, daha ebleh buldum kendimi.

İkinci araba kazamı yaptım, hafif bir kazaydı şükür ki cana zarar gelmemiş basit bir durum, yaklaşık 3 saatime mal oldu, ömrümden aptallığımın çalması canımı sıkan...

Geçmişi ve pişmanlıklarımı düşünüp durmak istemiyorum tamam ama aptallaşmaksa bedeli bu tavrı bırakmak zorundayım.


11/14/22

arda kalan


Dün oğlumu almaya geldi babası, otogara çocuğu ben bıraktım, birbirine bakmaya korkan iki kişi haline gelmek tuhaf... ben çocukla ilgili bir şey yazıyorum -sözcükler zaten diken üstü- karşı tarafın profil fotoğrafı çift kişi oluveriyor, çocuk rahat olsun diye "içerde konuşun" diyorum eve girmiyor, bu sefer evliliği konusunda daha özenli diye umuyorum... ikinci şık beni bir psikopatmış gibi resmedip kendisinin yalanına inanmış olması ki suçluluk hissetmemek için bunu bile yapabilir, inandığı yalanlar yüzünden inandırıcıydı çoğu zaman... umarım ikinci ihtimal kuruntumdan ibarettir, sıkça abarttığımı inkar edemem.

Bu iki yabancı karşısında, sperm bankasının başarılı bir işiymiş gibi hissediyor mudur oğlum? yapay tavırlardan bıkmış mıdır?  tuhaf hissettiğine eminim... zeki ve algısı kuvvetli bir çocuk, zoraki gülümsemesini ne zaman görsem ruhumun paramparça olduğunu hissediyorum.

Babasızlık konusundaki tecrübelerime rağmen baba yokluğuyla baba yoksunluğu farklı elbette... ben elimden geldiğince doğru olanı yapmaya çalışsam da aynı duyarlılığı çevremden sadece umabiliyorum, üvey babam konusunda ne tür densizlikler yaşadıysam oğlumun da benzerlerini yaşıyor olması muhtemel...

Sürekli nasihat modunda olup, ben de böyle şeyler yaşadım mesajı da bir yere kadar... artık o yaşı geçiyor, korkuyorum, doğru olan ne emin değilim... ikimizin de onunla derin bağlar kurmada başarılı olduğunu düşünmüyorum, kendimle ve hayat zorluklarıyla boğuşmaktan ona mutlu anılar vermekte zorlanıyorum, babası oldum olası uzak akraba modunda... mutlu bir çocukluk geçirmesini her şeyden çok isterdim.

11/04/22

aklımı seveyim

 Hayatı; çok fazla beklentiye girmeden ve çok da kısıtlamadan, yani kendi ayağıma çelme takmadan yaşamak isterim, fakat ayarı tutturmak zor, olur belki zamanla, kim bilir...

kendim hakkındaki tutumum çocukluğumda çok olumlu değildi ama olumsuz sayılmazdı hatta zaman zaman annem -dili keskin bir eleştirmen olduğu halde- olduğumdan çok daha olağanüstü hissettirirdi, her şeyi yapabilirmişim gibi gelirdi.

İlk isteme mevzu olduğunda 14 yaşındaydım, "sapıklık" diye düşündüm, sıkça "yaşına göre olgunsun" lafı duysam da aklım hala kaf dağının ötesindeydi, vücudum konusunda bir fikirleri olamazdı çünkü ilkokuldan sonra abimin eskileri cüssesi gibi iriydi, üstelik aldığım kıyafetler de kendimden iki beden büyüktü, nedense uzayacağımdan emindim -14 yaş sonrası bir cm bile uzamadım- nereden baksam saçmaydı ama benzer teklifler gelmeye devam etti... yetimdim ya, önüne bir tas yemek koyup kaderi kabullenmesi kolay gözüküyordu uzaktan bakınca muhtemelen, kaybetmeye alışık olmalıydım dik durmaya değil... toplumun bu tarafını görmek, üvey babamın evden def etme çabaları ters tepki yaptı bende, evlenmek istemedim, tek kalmak da istemedim, üstelik alabildiğine dik kafalıydım.

21 yaşımda sevmeye yeteneğim olmadığını düşünmeye başlamıştım, çekici bulduğum erkekler oluyordu ama arkadaşlık kurduklarımla bile derin bağlar kurmak gözüme mümkün görünmedi, tabi ki aşık olana kadar... 

Duygusuzluğumun temelinde sıkı sıkıya bağladığım duygular olduğunu keşfettim ve pandora'nın kutusunu açan "aşk" oldu, aşık olduğum kişiyle asla ast-üst ilişkisinin ötesinde bir şey yaşamadım, arkadaş bile değildim ama "bu insanla bir ömür yan yana olmak güzel olurdu" hayaline kement attım resmen, duygular serbestti hayallerim kördüğüm... 

İşte benim asıl sorunum aşkla başladı... aşk bitti velakin duygularıma dizgin vurmayı ve dümeni aklıma vermeyi beceremedim, tabi ki hayatım kaostan başka şeye dönüşemezdi, tüm o duygusal kötü kararlar benimdi... aşk masumdu, kalbimi kötü yollara düşüren bendim, kötü olmayı ben seçtim... bak hala tüm o yıkımın ardından çığlık atmayı sürdürüyor duygu denen aşüfte!

Duygular çok üç kağıtçı, evliliğim esnasında defalarca aldatıldım ama kendini sokak kadını gibi hisseden benim, böyle hissin içine tüküreyim, aklım böyle derken duygularım çirkef yapmayı bırakmıyor, aldatıcılığından nefret edecekken nasıl da tongaya düştüğümü gör işte, nefret de bir duygu deli olmamak işten değil...

Aklımı başıma devşirmeye ihtiyacım var, kendimi sevmeye değil... hislerimi değil sezgilerimi dinlemeye ihtiyacım var... özüme döneceksem, duygu canavarının ipleri koparmadığından emin olmalıyım, restorasyon çalışmaları çöpten başka şey değil bu haliyle...

5/26/22

tebrik mi etmeli, taziye mi iletmeli?

 Az önce çok rastgele şekilde evlilik fotoğrafına denk geldim Eski'nin... bekliyor olsam da tuhaf hissettiriyor, daha dün onun hakkında -evlendiğini bilmeden- yazdıklarıma bakınca güldüm kendime...

Oğluma alıştırmaya çalışmıştım bu fikri ama kabullenmediği için muhtemelen daha fazla tepki gösterecek.

Belki değişir, benim çektiklerimi bir başka kadının daha çekmesini istemem ama tek dileyebileceğim sadakatsizliğinin ve şiddete meylinin bir kurbanı daha olmaması... 3 ay kadar önce bu kişiye sadakati olmadığını bana yazdıklarıyla kanıtlamış oldu, yine de umarım beni ağzımı açmadığım için suçlu hissettirecek durumlara varmaz işler yine... 

Oğluma söyleyen kişi olmak istemiyorum.




12/28/21

yılsonu kapanan hesaplar

 Zorlamaya gelmiyor hayat, mutluluk hatta gözünden sakındığın çocuk... hiç zorlamaya gelmiyor kopuyor, dağılıyor, yer yer elinde kalıyor. Akışına bırakmak için bile suyun yatağını bulması gerek, bize kolay da suya sorsan ne çiledir kim bilir...

Melankolinin dibine vurduğum şu dakikalarda ortamın harareti kaynar kazana atılmışsın gibi fokurduyor, benimle zerre alakası olmayan bir tartışmanın göbeğinden yazıyorum; herkesin kendi mücadelesi var, saygı duyarım ama yönetici değilim, iş paylaşımı gibi mevzularımız yok, iş dışında taraflarla uzaktan bile yakınlığımız yok, bu mesele neden benim başımı ağrıtıyor cidden çok ama çok merak ediyorum, bela paratoneri miyim ben?!

Fazla rahat hissetmenin iş hayatını olumsuz etkilediği yönünde bir yazı okumuştum, galiba böyle böyle monotonluğu kırıp o malum rahatı kaçırıyoruz ki işteki huzurun kıymeti bilinsin...



11/30/21

yapma yahu...

Örümceklerden korkmayan kadın, uçan hamamböcekleriyle baş edebilen kadın, uçan karıncaları yiyeceklerden uzak tutabilen kadın, fare kapanı kurup leşini doğaya salabilen kadın, sapanla çekirge avlayabilen kadın, yavru yılanları tek adımda korkutabilen kadın, akreplerin icabına bakabilen kadın, dana böğürtenin ayaklarına çelme takabilen kadın, kertenkelelerle yarenlik eden kadın... bir tür süper kadın falan değil, dümdüz, yazlarını yaylada yemiş şehirli kadın...

Bazen diyorum yukardakileri tarihin karanlık sayfalarına gömseydim, her pazar dönüşü onca yükü sırtlanıp 3 katı tek seferde çıkarmasaydım, memleket vurgunu sonrası "kalanları sabaha çıkarırım" dediğinde atlamasaydım, her çüş dediği yere han yapmasaydım, çocuğu kilometrelerce sırtlamasaydım, hele ki o 50 kg patates çuvalını omuzlamasaydım, bana bir eşek değil de kadın gibi davranır mıydı?

Bir yanım eli kalem tutan bir okur, ontolojik düşüncelerle hezayana uğruyor; diğer yanım hoyrat yetişmiş bir yayla kızı, avam biraz da zevksiz, sahici dünyanın sahici sıkıntılarıyla kıran kırana mücadele veriyor.

7/13/21

Şehrin gecesinde parlayan tek yıldızı buluta kaptırmak

Karışığım bu sıra; ciddi boyutlarda masraf, tonla nasihatin yerine geçebilecek uykuma bile musallat olmuş bir korku ve tabi kötüsünden koruduğu için yaradana çokca şükür...

Ömrü billah kalabilirmiş boynumdaki ağrı "fıtık atmıştır" dediler.

Şoku üzerimden biraz attım, masraf henüz net olmasa da durum pek iç açıcı gitmiyor, kasko olmaması da tuz biber oldu.

Tamir edilmemiş halde arabayı elden çıkarayım istedim ama yenisini almama imkan vermeyecek derecede düşük miktarlar mevzu bahis, sürebilir miyim hala emin olmasam da hem iş yerimden hem de ailemden bu yönde baskı var. Hayata sıfırdan başlayayım derken cüzdanı deleceğim aklıma gelmezdi.

Ev bomboş, oğlumu özlüyorum.

Evladından üzüldüğümde saçımı okşamasını beklemek eziklik belki, yine de o minik ellere her zamankinden çok ihtiyacım var ne yapayım...

Gönül istiyor ki sadaka vereyim, adak keseyim falan ama kredi çekip hayra hasenata girişmek pek mantıklı gelmiyor, gelen giden de soruyor hayrın gizli olanı makbul değilmiş gibi, ayıp geliyor ne dersem diyeyim.



6/04/21

Ustam tavana da mı el atsak?

 Banyo akıtmaya devam edip alt komşuyu çileden çıkarınca önceki sucuyla basitçe çözülemeyen sorunları tesisatta aramak icap etti, haliyle her yer kırılıp dökülecek ve yeniden yapılacak. 


Mutfakla ilgili hayaller boyut değiştirdi -bunca borç içindeyken yıkılsa bile idare etmek durumundayım- çekmeceleri abim açılabilir hale getirecek, sehpayı boyamayı becerebilirsem mutfak dolaplarını, tezgahı falan da ben elden geçireceğim. 


Boşanmaya ilk karar verdiğimde habire tamirat fikirleri dolanıyordu aklımda, oğlumun aynı eşyalarla yeni düzenine alışırken daha rahat edebileceğini ve bunca karmaşa içinde başlamamamı salık verek arkadaşımın söyledikleri mantıklı geldiği için ertelemiştim. Zamanlama daha iyi oldu gibi... 


Sürekli masraf sürekli borçlanma, parasal endişelere endeksli yaşıyorum; hayatımın dümenini aklı veya sağduyusu olmayan bir nesneye bırakmak saçmalık...




4/18/21

enkaz kaldırma çalışmaları devam ediyor

 Hep kötü değildi, iyi yanları mı hala sevmeme neden olan yoksa benim bağımlılığa varan bağlılığım mıdır, kim bilir?!... bağlanmayı bu yüzden istemedim, koparıp atamayacağımı bildiğimden....


9 yıllık evlilik 19 yıllık arkadaşlık boşanma kasırgasında yerle bir oldu, viran olmuş onca emek, koca çınarları köklerinden eden afet... 


Kasırga aniden gelmedi. Adı bile "kasırga vadisi" gibi bir şey olan öngörülebilir bir zeminde gelişti her şey... güzel bir manzarası vardı, yıkılan onca şeye rağmen, görülesi bir yerdi, uçurum kenarında olmaya aldırmadan dünyanın öteki ucunda olsa gitmek isteyeceğim o yerlerden biriydi velakin yaşanacak yer değildi.


Arkadaş kalabilseydik dedi dilim yüzlerce kez -imkansız- o yapabilir belki, onun için ne ilkim ne de son ama o ilk gönül bağımdı, noktayı buraya koymak da en iyisi gibi görünüyor.


Kabul ediyorum, hayatımda verdiğim kötü kararlardan en kötü ikincisiydi. Yine de oğlum için değerdi, o olmasa bile aşk güzeldi. "seni seviyorum" demeyi çok özledim.


Burası güvenli, rahat, sıcacık, ev dökülüyor ama ev gibi hissettiriyor, sessiz ve huzurlu, burda yaşamaktan mutluyum... 'seni özledim' diyemem ama sevmekten alıkoyamıyorum kendimi... belki ayrılık da sevdaya dair dedikleri budur.


Önceleri pek emin değildim, bulutlar dağılınca farkettim; ben unutmak istemiyorum, hislerimi örtbas etmek istemiyorum. Tabi ki yaşayacağımı yaşadım ve hayatımı o kaosun içine tekrar atacak değilim ama dürüst olmak istiyorum, kendime saygımı yeniden kazanmak istiyorum, yalanlarla olmuyor o...


Keşke temizce bitirebilseydik, hala helalinken sıkıca sarılıp veda etmek mümkün olabilseydi. Tüm bunları ona yazabilmek iyi olurdu, açık yüreklilikle yüz yüze gelebilmek... 


Oğlumun videosu için attığım kalpli emoji için yanlış anlaşılırım kaygısıyla saatlerce içim içimi yedi, bunları ona yazsam kabusum olurdu. Bu adresi hatırlıyor olma ihtimali bile tüylerimi diken diken ediyor.


Neden kızgın olduğunu anlamıyorum, nakliyesi ederinden pahalıya patlayan gözden çıkardığı, atmaya elimin varmadığı o döküntüler için mi? pek mantıklı sayılmaz. En akla yatkın biçimde anlaştık, neden maduru oynama hevesinde gerçekten anlamıyorum.


Bir kere bile pişmanlık duymaması akıl karı değil, nasıl dayanıyor kalbi buna, hiç sızlamıyor mu? özünde inanılmaz güzellikler barındıran bir adam nasıl böyle olabilir?!


İnsanlar için gözüm keskin değil, tanımakta iyi değilim, o böyle oldukça kendimi suçlayasım geliyor, gel gör ki için el vermiyor. sırtımı sıvazlıyorum, bu da geçer yahu





1/26/21

Akışına bıraktım

Davranış analizi ve tahmini konusunda yeteneğim güçlü olmasına rağmen insan sarrafı olsam dükkanı batırırdım.

Okuduğum kitaplarda seyrettiğim filmlerde dinlediğim öykülerde ne zaman naif ince ruhlu birinin tasviriyle karşılaşsam yalan geliyor. Bildiğim üç beş insan var aslında öylesi tanımlara tam da oturan fakat kalıplaşmış yahut alışılagelmişin ötesinde biri var mıdır?

Kendi şahsına münhasır olmak illa kalıpları kırmayı gerektirmez ama ola ki kırdı diyelim incelikle naifliğinden bir şey kaybetmeden yapan var mıdır bunu? Kırıp geçse her şeyi kendine gelebilen?

Dedim ya insan tanımakta usta değilim; sıklıkla yanılıyorum, mütemadiyen hayretler içinde kalıyorum ki bazen kendime bile şaşıyorum, güvenimden güven kaybediyorum her yıl, güvenmeden de olmuyor ki umut olmadan yaşanmıyor. 

Zaten incelikte bulunmak için de insan gerekiyor, naif edalar için de... kendimi bulduğum kadar birilerinin ruhuna dokunmak istiyorum, ne az ne çok...


Tekil çocukların kare kutular tarafından büyütüldüğü zamanın birinde başlamış, deveyi pire yapan bir kara deliğe dönüşüp dellalın berber olduğu onlarca sezonluk dizilerde hiçe gitmiş çocukluğunu kafasıyla değil ama yüreğinin yettiğince özleyen, halka halka birbirine tutunamadığı gibi sivrilmiş düşünceleri esneklikten uzak her köşede birbirini kesip çatışarak bilinci kafesine tel tel örülmüş, her karesi gözümün önünden geçen bir hayata bakıyorum aynanın dümdüz açısında... Film şeridi gibi geçen yıllar bir son değil henüz, başlangıç... 

Daha kaç yaşama dokunacağım, sivri uçlarımı törpüleyen birileriyle tanışacak mıyım yahut her seferinde gözüne battığım birileri olacak mı? 

Genetiğiyle oynanmasa kafalar güzel...


12/21/20

zemheride soğuk su

 Birkaç günden beri allak bullak olmuş durumdayım.


Eski kocam bana alenen yürüdü... derdi barışmak değildi, yeniden başlamak değildi, yanılsam üzülmekten çok sevinirim ama belli ki derdi intikam bile değildi. 


Bildiğin bir vücudum var, sıfır gizem, herhangi bir numarası da yok, etten ve bolca yağdan ibaret... evliyken dönüp bakmadığın veya umursamadığın bu et yığını şimdi neden!?... saçma, benim aklımın alabileceği bir şey değil bu, bir vücudun çok ötesinde şeyler verdim, cidden çıldırtıcı... 



bu adamla açtım gözümü, yıllarca gözümün ucuyla bir başkasını süzmedim, bu sülükle gönlümü kilitliyorum, ne acı...


Bu olayın sabahında geçmişe dönmeyi dilemiştim, hamileliğimin son aylarına, her şeyi farklı yaptığımı hayal ettim hatta umutsuzca yalvardım, duanın gücüne inanıyorum. Neyse ki Allah gerçekten merhametli, gerçekleşmesi facia olacak şu saf salak duanın içtenliğine rağmen beni korudu, teşekkür ediyorum.


Çocuğum ve yaşanmış tüm güzel anılarım adına minnettardım, şimdiyse dilimin ucuna gelip gelip gidiyor beddualar, bırak dilimin duasını zehirlemesin, diyip yutuyorum.


5/14/19

eziklik tarihinde şanlı bir sayfa

"Balina koca gövdesiyle sadece ağzını açıp yemeğinin ona gelmesini bekler ve aç kalmaz ama tilki karnını doyurmak için hep didinir durur yine de aç kalır." bunu ilk duyduğumda sadece hırsla ilgili olduğunu düşündüm, orta okuldaydım ve benim için önemli bir insanın ağzından dinlemiştim, hayatımı şekillendiren öykülerden biri oldu. hırs konusunda hep temkinli oldum ama bir yerlerde yanlış giden bir şey oldu kesin.

Açım sevgiye, ilgiye, başarıya, merhamete, adalete... sorun şu ki tilkiysen balina gibi ağzını açmak saçmalıktan ibaret, ağzını açtığında yemek gelmeyecek, engin maviliklerdeki koca balinaya evrilmeyeceksin.

Sanırım bir katırın ruhuna sahibim ben, eşekle at arası gidip gelen bir hissiyatım var... vur yükü dehle dağ bayır demeden gezsin, uçurum da gelse gözünü karartsın geçsin diyorsan o benim işte. 

"uçurumları sevenin kanatları olmalı..." evet, kanatları asla olmayacak kişiyim ben, yine de pür inat seviyorum uçurumları... tam da hayatımın en dik uçurumundan yuvarlanırken yazıyorum bunları...

Tepetaklak olan dünyamda nefes aldığım tek yer oğlumun yanı ama bendeki olumsuz havaya mı kapılıyor bilinmez o da olura olmaza ağlıyor son zamanlarda, yanı sıra hıçkırıklara boğulmamak için kendimi zor tutuyorum.

Evde ağlıyorum, işte ağlıyorum, telefonda ağlıyorum ve nedense hayatımda en çok ağladığım yerde tuvalette ağlıyorum yine yeniden, iç çeke çeke... isyan ediyor değilim, nalda da var mıhta da... sadece zoruma gidiyor.

yine o haksızlığa uğramışlık hissi... acıyarak bakan gözlerden ömür kurtuluşum yok... başkalarını iyi hissettirecek türden bir eziklik abidesi... 

neyse ki gerçekten öldürmeyen güçlendiriyor, başkalarının çıldıracağı anlarda aklımı yitirmiyorsam bundan... bunca darbenin ardından benim hamurumdan nasıl bir demir işleyecek hayat merak ediyorum.

3/26/19

tek taraflı aşkların bedevisi

Özendiğim tüm yaşlı aşıklar, yüzümü size dönmeyeceğim artık... çeyrek asırlık sevgililer daha nice yıllar dileklerinizi duymazdan geleceğim, sokaklarda aşkla bakan gözler hiçbirinize göz süzmeyeceğim... pes ettim.

Neydi yani beklediğim?... anka kuşu gibi küllerinden doğacak bir aşk mı umdum, bu yaşta ne saflık ama... yuvamıza sahip çıkacağız, bunu atlatacağımıza eminim demiştim, öngörülerim gerçekten berbat...

Hem aldatıp hem boşanmak isteyen yine de şartlarıyla hatta tehditleriyle beni bu lanet şehre bağlayabileceğini düşünen muhterem, sevgili kocam, aşık olduğum adam... hep böyleydi... kendine bu kadar değer vermesi her daim cezbetmiştir beni... yine de çok kırıcı... 

gözümün içine baka baka yalan söyleten ne sana?.. aldatmaya sebep neydi onu da anlayabilmiş değilim, tamam, mükemmel değilim ve şişmanım, kabul umarsızım da çokça ve lakin her an çekip gidebilirdin, aldatmasan da sadece boşansan kendimi suçlu hissederdim kesin.

Peki ya neden bu kusurlarla dolu kadına dönüp geldin sen?... hiçbir şey olmamışcasına günler, aylar belki de yıllar geçirdin, neden?... nefes alabildiğini hissetmedin mi bende?... bu da mı hüsnü kuruntum.

Sana arsız, damarına damarına basan cümleler sarf etmek istiyorum, neylersin ki eyleme dökemeyeceğimi senin de adın gibi bildiğin üç kıçı kırık kelimeyi alır beni yaftalamak için çok güzel kullanırsın, bu da senin çekiciliğin ne yapalım, pratik adamsın vesselam... 

Neden hala sarılıyorsun, madem çok da meraklı değilsin beni görmeye neden bana bakıyorsun, neden sesime katlanıyorsun seni daha da itiyorsa söylediklerim... kiminle yazıştığımı neden umursuyorsun... beni kolayca unutacaksın madem, neden sevdin, madem beni darmadağın ortada bırakacaktın, neden buralara sürükledin... madem iyi adamdın neden bana kötülük ederken gözünü kırpmıyorsun...

Senin hikayende ne yerim var ki, bitmek bilmiyorum?... doğabilen tek çocuğunun annesiyim diye mi?...

Sevgilim, kalbim çok ama çok acıyor.

3/20/19

içim kabarmış

delirmek üzereyim, beynimde dönüp duruyor evliliğimle ilgili mevzular... düşünmeyeyim diyorum, beynimi meşgul etmek için kitap alıyorum elime, odaklanamıyorum... kafam boşalsın diye bi şeyler izleyeyim diyorum, onun suçlayan tondaki sesi çınlıyor kulağımda, artık pek yardımı olmuyor. İnsan kemiklerinin içinde hisseder mi kıskançlığı, beynim dursa vücudum tuhaf tepkiler veriyor, hormonlarım da hislerim kadar karışık sanırım...

Bir tek burası var... anneme anlatamadım, arkadaşlarıma bile anlatamadım, kime ne söyleyebilirim ki? kim böyle bir evliliğe devam ettiğimi bile bile yanımda rahat kalabilir, şu anda bile birileriyle normal sohbetler sürdürmek zor... umutsuzluk böyle bir şey, mutsuzluktan çok daha beter... sadece mutsuzken bile havadan sudan konuşmak için kötü bir atmosfer oluyor... birilerine derdimi dökmek istiyorum ama kalan son dostları da böyle şeylerle sıkıp uzaklaştırmak istemiyorum, kocamla yüzleşmek neredeyse imkansız, bana her şeyi bilsem bile dürüstçe kalbini açacak biri değil o... ne sanıyorsa beni...

onun düşmanı olmadığımı defalarca söyledim... kinle öfkeyle hareket edecek olsam şu vakte kadar mahvederdim onu her anlamda hem de... 

Bana dürüstçe yüreğindekileri anlatsa şu süreci kazasız belasız atlatabiliriz, bundan eminim... kalbimi kırsa bile samimiyetine değer veririm, beni hiç mi tanımıyor?

Vazgeçmeyeceğini düşünmüştüm bizden, her şeye rağmen... niyeti sadece zaman kazanmak galiba... 

Birazcık rahatının bozulmasına bile tahammülü yok... nereye kadar bu evi tek başıma sırtlanmak zorundayım?...

evi düzende tutması gereken sadece ben... karşı tarafın isteklerini kafa yorması gereken sadece ben... çocuğa ebeveyn olması gereken sadece ben... ailelerle ilgili problem olduğunda alttan alması gereken arayı yapması beklenen sadece ben... faturaları ödemesi gereken ben... okulla ilgilenmesi gereken ben... evin reisisin diye evin kölesi değilim ki... tuhaf tipli tamircilerle muhatap olmaktan, onu bunu idare edip durmaktan, her şeyde sorumluluk hissetmekten vazgeçmeli miyim?

hiçbir şey yapmadan oturduğumda bile ev için suçluluk hisseder hale geldim, çalışıyorum ulan, eşekler bile çalıştıktan sonra yemlenip dinleniyor... uykusuzluk da bir hastalık türü, uyuyamadığım için bile suçlanırken dinlenmek nasıl suç olmasın?

kalan gücümle gayret etmeyi bırakmalı mıyım?... kim biliyor ki bunların değerini...

değersiz hissetmekten bıktım.

3/19/19

bitmek bilmeyen kışın dağ dolusu karları

İçim içimi yiyor, eşeledikçe daha da pislik çıkıyor altından... beni kim bilir kaç kez aldattı, bitti mi peki, yeniden aldatılacak mıyım? 

Yük gibi hissediyorum yanında, başkalarının prensesler gibi muamele gördüğü aşikar...

Ben seni sevmeye devam etmeli miyim? devam edebilir miyim? tabi ki bunu yapabilirim ama bunun için biraz daha öldürmeliyim kendimi, kendimden daha çok daha da çok vermeliyim, değmeyecek bir aşk için... korkuyorum... Allah'a havale ediyorum.

Evliliğimi bitirmeyi hiç ama hiç istemiyorum fakat yüreğim kursağımda bir yumru şimdi... kalbimi bu kadar yormasa... bana güvenebilmek için birazcık sebep verse... yuvamız için azıcık gayret...

Kore dizisi izlediğimden dem vuruyor ha bire... evi derleyip toparlamak yerine oturup dizi izliyormuşum... yapmadım diyemem ama beni alabildiğine yalnız ve sevgisiz bırakırken, yine de seni bekliyorken beynimdeki tüm sesleri susturmak adına bu kadarını da yapmasam veya seninle gece gündüz tartışıp beklentilerimle seni sıktıkça sıksam, buralara kadar gelmezdi bu meseleler muhtemelen, boynuz yemezdim, inceldiği yerden kopardı, istediğin buydu belki... umduğun?

Beklemekle gelmeyen sabahlar...hele o susuşlar... gecenin bir yarısına değin adamın yollarını gözlüyorsun, iki kelam etsen oflayıp pofluyor, tartışıp duran birilerinin sesi var ekranda, ne hissettim sence?...

dizilerdeki sahte romantizmlerle avunuşum bile aldatmaktan daha kötüdür belki... gözümün kocamdan başkasına kör kalışı kusurdur... kıskandırmalı mıyım seni, kadının olduğumu anlaman için? sana mı benzemeliyim, mutluluğumu da mutsuzluğu da yuvamın dört duvarında yaşamak yerine ortaya mı atmalıyım her şeyimi... yapamam, harcım değil, hala ayakta tutabildiğim tek şey sadakatim, onu da iki paralık edersem, nem kalacak geriye...

senin korktuğun ne? kaybetsen de evinin mobilyalarını yeniler gibi çocuğu, kadını yenileyebilirsin bu belli artık... daha kaç vücut gerek kopup gitmen için... 

benim kalbim kırık ama ya seninkisi? her yeni kadında dönüp beni buluyorsun, hiç mi rahatsız etmiyor seni... sevgili ben, sevgilin olamayan ben, bunu düşünmek benim kalbimi kırıyor açıkçası, seni düşünmek yani... senin elini tutmak kendimin saçlarını okşamak istiyorum.

Aynı zamanda enseme bir tane şaklatmak istiyorum, senin duygularını önemsediğim için... 

Bana ne yaparsan ne söylersen söyle senin yüreğine senden bile fazla güvendim, senin hislerinin sonsuzluğuna inanmak istedim belli ki... kalbinin bu kadarcık yılda değişeceğine ihtimal vermedim. 

kalp kalbe karşıydı hani?!... kalbimin hala senin için atması haksızlık...

12/23/16

bomboş...


İnanmayı seviyorum, koşulsuzluğu bazen, bazen de beynimin hücrelerine dek tereddüt etmeyi… Zaten masalların bile “bir varmış bir yokmuş” diye başladığı şu dünyada, körü körüne inanmak ne mümkün?!...

İnancımın ilk şartı ‘hiç’lik… her şeyin “ﻻ “ ile başladığı düşünülürse önce kabulleri yıkıyorsun,  hemen ardından olmayanın tanımı geliyor. Fakat bir bakıyorsun ki tüm o yokluk içinde bir istisna ısrarla karşında... Hadi bunu geçtim, tüm inançları yok ettiğinizde kalan inançsızlık bile çoğu kişi tarafından ‘tanrı tanımazlık’ denen bir inanış biçimi zaten… Hiçliğin talihsizliği de bu işte!…

'Hiç' bütünü kuşatan bir “şey” mi yoksa aslolan hiçlik mi? Evren yoktan var olan “şey”lerden mi ibaret?... Bu önemli bir ayrım olsa da oradaki nüansın özde olan soru olmadığını düşünüyorum.

Merak ediyorum, varken yok olmak da hiçliğe dahil midir? “Ayrılık da sevdaya dahil” diye mırıldansa da gönül, akıl ayrı telden çalıyor. Tüm o tekrarlanıp duran döngü içinde ne yokluk sonsuzluk boyu sürüyor ne de var olan yokluktan sıyrılabiliyor, ama yine de işin içinde sonsuz kere sonsuz var, manidar değil mi?

Her şey yoktan var olmuşsa, halihazırda “yokluk” kapı gibi duruyorsa yaratılmışların arasında, aralanan o kapıdan geçip varlık kazanan her fikir hiçliğe edilen bir küfür olsa gerek.

Hiçliğin tekrarlanan, izler bırakan, yokolan ve yeniden doğan düzensiz çizgisi; pi sayısındaki uzayıp giden rakamlar kadar bilindik, pi sayısı kadar eşsiz…

Aykırılık, çoğu zaman dahilikle delilik arasındaki boşluğu dolduruyor. ‘Yok’tan yere soruların sonsuz dehlizinde çıkılan yolculukta, biraz merak biraz şüpheyle açtığın gözlerindeki bir nevi öğrenme çabası… “Bulanmayan deniz durulmaz” derler ya… Çok yol katetti insan; bilmek için, öğrenmek için, anlaşılır kelimeler, simgeler, filmler, imgeler, yazılar, fikirler için…

Oburluk çağının çılgınlarıyız biz... Varlık-yokluk kavramlarını bu kadar somutlaştıran, evde kullandığı en basit araçlardan, sıfır birlerle tutunduğu sanal dünyaya kadar elle tututur derecede yaşayan başka bir nesil yoktor herhalde.... Simülasyonların bile somutlaşıp kanlı canlı hatta ölümcül savaşlı gerçekler haline gelmesi bir bakıma metafizikle kuantum arasındaki uzlaşmaz sanılan sınırları yıkma konusunda umut vadediyor.

10/05/12

bir varmış bir yokmuş...

düğünü kazasız belasız atlattık çok şükür fakat geçim derdi henüz iki haftalık evliyken geldi kapıya dayandı, iki haftadır ben adana'da  eşceğizim muhtelif şehirlerde koşuşturmasına devam etti ve nihayet yarın evim dediğim velakin henüz benimsemeye pek imkan bulamadığım yere yani evimize doğru yol alacağım ufaktan, yuva kurayım diye evden barktan olmak da bu devrin belalarından sanırım, benim dururmumda bunca çok kişi olduğunu görmek üzücü, en azından arada sefil olan bir çocuk yok diye avutmaya çalışıyorum gönlümü ama yemiyor tabi, illa sevdiğini istiyor, isteyeceği varsa göreceği de vardır diyor ve onu heyecanıyla başbaşa bırakıyorum, evet, bu aralar ayrılığın divaneliği üzerimde olabilir biraz, aman azıcıcık işte yahu....

işimden nakil durumu olacak gibiydi olamadı, olmadığına mı yanayım yıllardır birlikte çalıştığım bir insanın çiğ tavırlarına mı bilemedim...umarım bu uzayıp gitmez böyle...kimsenin çıkarları uğruna girdiği kılıkları görmek istemiyorum, o yüzü böyle hatırlamak istemiyorum, sanırım benim sınıfta kalmak üzere olduğum bir imtihan bu...

işyerinde artık başka bir birimdeyim, dilimin ucuna ne laflar geliyor, gidiyor, dedikodudan dilimi kurtarmak için habire kapanıyorum içime, feci halde kinlendim yapılan çirkinliklere, bu pis duygu bana bulaştı diye daha da hayıflanıyorum, bu duyguyu içimden atmak o kadar zor ki...laf sokmadan, dillerimi çatallandırmadan, kırmadan dökmeden hele ki bu kadar sinirliyken, çok çok çok zor...susuyorum, sindim zannediyorlar, bilseler nasıl çamurlaşacağımızı bana pek ilişmezler ya, sabır...

her şeyde bir hayır vardır, gönlümün bir yanı bu iş için oldukça huzurlu; işine ihanet etmedi, son günleri bile olsa verimli geçirmek için gayret etti, emeğinin aldığı üç kuruşa kuruş kuruşuna sindiğini bilerek gayet rahat uykular çekti, diğer yanım onu rahat bıraksa, bu işi bu şekliyle bırakmaktan memnun bile kalabilirdi.

sabır ya rabbi vesveseye kapılmamak için sabır...

1/05/12

aptalın tekiyim ben

bu bir yarış değil, hayat yani, burun farkıyla kimse kimseyi geçmiyor, ömrün geçip gidişini tribünlerden de izliyor değiliz.

nedendir bilinmez saklanmak istiyorum, "hayat beni bağrına al, sakla" diye bağırmak falan...

şükür ki göğün yüzü açık, şimdilik tek sığınağım orası, uzun uzadıya uzaklara bakıyorum, çoğunlukla ufuk çizgisinin üstündeki kısma...mavi şekerler hayal ediyorum, pufuduk çiçekler gibi püf deyince dağılıveren, göze kaçsa da yakmayan, göğün renginde, bulutların hafifliğinde tatlı şeyler...

güneşte mayışmış kedilerin çevik kaçışlarına hayranım, sineklerin kanadındaki hıza da...günlerin getirdiği rehavetten hızlıca sıyrılayım dediğim her an kaçış gerginliği anlamına geliyor, iyi mi bu?

her şey hareketin başlangıcındaki haliyle kalsa ne iyi olurdu.