kocamak iyidir etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
kocamak iyidir etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

9/28/23

Çıkıp biraz temiz hava alayım


Bir aydan uzun süredir spora gitmiyorum, diyet de aksadı, dün oğlumun zoruyla gitmeyi başardım. başladığım ağırlıklardan fazla ama son aşamada çalıştığım ağırlıklardan az, hafif tempolu egzersiz yaptığım halde kemiklerim bile ağrıyor, hamlamışım.

Son gidişimde kendimi oldukça zorlamıştım soluk soluğa terimi havluya silerken gülümsedim, tam karşımda çalışan orta yaşlardaki adam da soluk soluğaydı gülümsediğimi görünce tebessüm etti, flört gibi yüzümü kızartan bir an...  sırf bu andan utanç duyduğum için bir ay çalışmaya gitmemiş değilim annem hastaydı sonuçta onu yalnız bırakmak istemedim ama eskisi gibi haftada bir iki gidip kendimi zinde tutabilirdim, utandım.

Üç yılı geçti ayrılığın üzerinden hala yeniden denemeye hazır değilim. Kızarıp bozarmak desen ergen tadında geliyor, eğreti bir duruşu var üzerimde... kırk yaş üstü boşanmış çocuklu dul kadın imajı epey atılgan toplum nezdinde fakat o ben değilim, kimsenin rüyalarının kadını olamayacak kadar içim geçkin... Yine de içimdeki kerata uslanmak bilmeyenlerden, üniversite arkadaşlarımdan birinin "senin de gülüşüne ömrünü verecek biri çıkacak karşına" deyişi kulaklarımda, inanmak istiyorum, umudumu korumak istiyorum; elliden sonra dünyayı gezmek ve ister yolun sonunda isterse de yolda eşlik edecek birini umuyorum... hayalimde ötelediğim için mi hazır olmak mümkün olmuyor, hazır olmadığımdan mı uzak hayaller kuruyorum, kim bilebilir!


7/20/22

Baktığım her platformda aynı şarkıyla yüzleşiyorum

Yaylada tatlı bir rüzgar, ağaçların arasında beni dinliyorken sustum ve ağlamaya başladım, küçüklüğümde annem çocuk ağlamasından nefret ettiği için mi yoksa "yut sesini duymayacağım" dediğinde ses çıkarmama konusunda antrenmanlı olmamdan mı bilinmez, hiçbir şey yokmuş gibi ağrıyabiliyorum, gözüme toz kaçtığına ikna edebileceğim kadar düz aktılar yine... ağlarken yırtındığım, kendimi yerden yere vurduğum zamanlar olması şaşırtıcı fakat bana uyan daha çok böyle dümdüz olanı gibi geliyor, alışkanlık ölümden beter...

Ellerim ve ayaklarım topraktaydı, uzandım önüme piti piti düşenleri görmezden gelmek istedim, kapadım gözlerimi ter akıtırmış gibi tuzlu ılıklığın boynumda yol buluşunu kolaylaştırdım, derken, araba sesi geldi, toparlandım biraz, tozlu ellerimi toprağın biraz daha içine iteleyip omuzlarımla yanağımdaki ıslaklığı yok ettim, tam kıymığı çıkarmak üzereyken irin yerine kan çıkmaya başladığı, iğne sokmadan batıktan kurtulamadığım inatçı anlardan birine yakalandım.

Yıllardır dinlemediğim "simply red-stars" resmen kulaklarımda çınladı, internetin çektiği o ıssızda olduğum için şarkıyı açabildim, sesini sona getirdim fakat ağıdım sessizde kaldı... Şarkıyı ilk dinlediğim an pek de sessiz değildi hıçkırıklarım, ortaokul sonu veya lisenin başlarındaydım... tarih net değil ama filmi hatırlıyorum; eşi ölünce kızıyla kalmış bir baba, durmaksızın ağlayan bebek, sesi sonuna kadar açılmış bu şarkı... babamı özlemiştim, hem de çok fazla... tanımadığı adamı nasıl özlesin insan, çocukluğumun n saçma sorusu "babanı özledin mi?" oldu ama ergenliğim onu umutsuzca özleyip tanımak isteyerek geçti, ona dair koleksiyonlar, hikayeleri, bilinen maceraları, kalan ufak tefek eşyası el yazısı, kalemi, rakamlar ve çiziklerle dolu not defteri, bıyıklarını düzelttiği makası... hepsi fazlasıyla değerliydi.

Şarkıyı birkaç kez üst üste dinleyince gözlerim hainlik etti, şiştiklerini hissedebiliyordum, burnum da tutmamaya başlamıştı, toparlanıp annemin yanına gittim kucağına uzanıp uyukladım sonra ilgisini çekeceğinden emin olduğum bir laf attım ortaya, uyuyacakmışım da onun sorularına maruz kalıyormuşum gibi sesimdeki titrek tınıyı esnemelerle boğarak gözümü açmadan yarım saate yakın mızırdandım durdum, arada annemin elini alıp başıma koydum, otomatik olarak okşamaya sonrasında bit kontrolüne çıktı, gözlük bile getirdi, çocukluğumun da rutini buydu, kontroller sıklaşırsa huylanıp saçımı kazıtırdı ba o olmadı işte...

Tanımasam da seviyorum seni... araştırdıkça bulduğum ve tutunduğum insaniyetin için teşekkür ediyorum, ardından akıttığım her damlaya değersin, eminim iyi hallerimdeki gülüşlerime de değersin... iyilik Allah'tan elbet ama kökünden ucuna kötü olmadığımı hissettiren bir "insan" olduğun için, köklerimi iyiliklerle beslediğin için teşekkürler...

Bir doğum günü dileği tutacaksam seni tutmak isterdim, unuttuğum anılardan birini anımsamak veya güzel huylarından birini kendimde bulup biraz daha yakın hissetmek... ergenliğin tüm o özlemin içinde bana sunduğu hediye oldun, varlığın için teşekkürler, ağladığıma bakma ölüyken bile pek çok diriden alaydı babalığın, kızın olduğum için mutluyum, seni seviyorum.




8/13/21

Çayı demledim, çekirdekler de çıtır, kaçta gelirsin?

Kara günde elini uzatan dostlara şükür ama bir ara fark ettim ne zaman arasam dert döküyorum onlara, neşeli mevzular çok nadir... aklıma hiç yoktan gelen saçma bir şey için aramak istiyorum, eskisi gibi arayıp saatlerce konuşmak güzel olurdu.

Lisede ne konuşurmuşuz o kadar hatırlamıyorum... annemden faturalar yüzünden sürekli azar işitirdim, "gün boyu laklak ettiği yetmiyor, geceye kadar konuşuyor fesübhanallah" diye dört dönerdi etrafımda... erkek arkadaşım var sanıyordu belki bilmiyorum, hakikaten, aşkla meşkle ben kadar alakasız insan, modadan makyajdan bahsetmediğim de kesin... 

Muhtemelen pebinle kitaplardan, şadikle aileden, hedişle üniversite hayallerinden, suatla puanlardan sıralamalardan, suziyle dinden imandan, rubata ile serserilikten bahsediyordum, nadiren okulun yanındaki kitapçıyı arayıp kitap ısmarlardım -çıkışta çok dolu oluyordu- şayet oranın sahibi olan abi denk gelirse, içeriklerine dair laflardım, pek severdi tartışmayı ama birlikte çalıştığı eşi azıcık kıskançtı, şimdilerde yadsımasam da o sıra garip gelirdi.

Üniversitede sabahlara kadar konuşmaktan çenem ağrırdı, ilkokulun ilk 2 yılında sıra arkadaşım kulaklarını tutar yalvarırdı susmam için... suskunken hiç konuşmayacak gibi görünüyorum, konuşmaya başladığımda dizginlemek zor... buraya yazıyor olmasam yaylada ıssız köşelerde avaz avaz bağırmasam susmaya mecalim olmazdı.

Lisede bölüm seçince sınıfım değişti, 2 sene suskunluğuma denk geip son sene dilimin kemiği olmadığını fark eden arkadaş, inanamayan gözlerle "ne oldu bir sorun mu var, sen böyle değildin" diyince, "ben böyleyim ama görünmezlik iksiri içmiştim, kendime geldim" dedim, bir insanın şaşkınlıktan gözlerinin nasıl büyüyebileceğini ondan öğrendim.

Şimdi öğretmenlik yapıyormuş, okul dergisinde çektiği fotoğrafı görünce ilk kez sınıftan birini kıskandım, iki sayfa yazım yayınlandığı halde onun sayfanın üçte birini kaplamayan fotoğrafı, harikaydı. Yazmak istemediğim şeyler yazmamaya karar verdim o an; yıllarca tutamadığım sözlerden biri oldu.

6/28/21

la la la

 Çok neşeli günlerimde bile -her nerede olursam olayım- beni ağlatabilecek şarkılar var veya en depresif anımda dans etme isteği uyandıracak olanlar... müziğin gücü inanılmaz.


Bir de o sıralar çok dinlemesem de hayatımın bir dönemini gözümden perde perde geçirenler var ki...


Geçen sene bu zamanları hatırladığımda özlem tekin'in kargalar'ı sarıyor başımı, oysa o sıra en çok lovely dinledim, şimdilerde yıldız tilbe'den kış güneşi dinliyorum, eskiden pek sevdiğim bir şarkı değildi, manga'nın cevapsız soruları'na da takıldım, aslında davullar çalınıyor modundayım daha ziyade... arabada mevsimlik hareketli yabancı şarkılar var, değişik işte...


Tek kelimesini anlamasam da içime işleyen tınıları seviyorum, kelimelerin yalancı vurgularındansa samimi mırıldanmalar cezbediyor beni... 


Dinozor olmaya başladım sanırım, durup durup yıllar öncesinin hatırlanmayan hitlerine vurmak pek de hayra alamet değil... 


Şu an kulağımda mad about you var, yıllar önce bu şarkıyla ilgili bir şeyler karalamıştım bloga, dönüp dolaşıp bambaşka hislerle dinlemek ortaokulda okuduğum kitabı yıllar sonra bambaşka ışıkta görmek, her gün geçtiğim yolda durup kendimi şaşırtan bir kare bulmak, dünkü çocukların nasıl yetişkinlere dönüştüğünü izlemek şaşırtıyor beni, fark ettiğim her anıyla yaşam ilgi çekici...


6/15/21

Yıllığımız yok ama albüm dolusu sararmış fotoğraf var

En sevdiğim arkadaşım bekar, hiç evlenmedi. Aslında orta öğretimden tanıdığım pek çok bekar arkadaş var ama onun gibisi yok, sanmıyorum. Bu aralar eviyle aşk yaşıyor, evde sigara içmiyor oluşu aşkının en büyük kanıtı... 


Sırf aşkından sebeplenmek için eve çok yakışacak hatta bakıp bakıp "bu ne güzel oldu burda" dedirtecek bir şey bakınıyorum... evin sıvaları dökülene kadar bekleyip duvara şekilli şüküllü bir şeyler mi yapsam, bilemedim. Hediyelik zevkim dipte, napim... Kitaplığına sevdiği yazardan set alsam eminim evin aşk köşesi olacağına ama çok para, aşk başka bahara artık...


Karşı apartmanda liseden bir arkadaşım varmış, muhitteki hayatım sayesinde epey kolaylaştı, minnettarım... En büyük evladı üniversiteye gidiyor, kocası emeklilik planlarında, eskiden de olgundu ama farklı bir seviyede benim için şu an... 


Bir başka arkadaş bilmem kaçıncı erkek arkadaşından ayrılmış, hovarda olmanın da ayrı bir havası var, yüreği nasıl dayanıyor anlıyorum desem yalan ama seviyorum keratayı, o  da ayrı bir rengi hayatımın, hikayelerine kıkırdayıp durmak lise günlerimi hatırlatıyor. 


En garibi, buruk bir sebepten biraz kırık dökük toparlamaya çalıştığım bir arkadaşlık... o tüm ihtişamıyla orda, hayatının en parlak günlerini yaşıyor ama tüplü  tv'de 4k izlemek gibi... anca başka vizyonlardan bakmaya çabalarsam özel hissettiriyor. 


bir japon dizisinde "tamir ettiklerin, özenin sayesinde seninle olduklarından daha özel hissettirir" gibi bir şey demişti -çeviriyi hakkıyla yapabilecek kadar ingilizcem veya japoncam yok tabi ki- denemeye ve 'tamir için özenle çabaya' değer diyorum ama pek zaman bulamıyoruz.


Herkes meşgul... yine de arkadaşlarımın sıkılınca çat kapı gidebileceğim mesafede olması başlı başına paha biçilemez.


Bu arada, evet, ingilizce altyazılı uzakdoğu dizileri seyrederek YDS'ye hazırlanıyorum -şaka tabi ki- dil tazminatı da kötü para sayılmaz, işe yarasa ne güzel olurdu. (ingilizce altyazılı uzakdoğu dizileri konusunda ciddiyim ;))

2/10/21

Defter arasından düşen kuru yaprak

Uykusuzluk sorunum ayyuka çıktı.


Beklediğim biri yok, gecenin ortasında yerinde mi diye kontrol edeceğin bir hain yok, önceki kadar stres de yok, haliyle bir süre düzene giriyor gibiydi, en azından toplamda 6 saat uyuyordum gece ki yetiyordu gündüz düşlerine dalmamak için... 


Boşanma kararımdan beridir ilk kez sıfır uykuyla gün geçiriyorum, aklımda malum şahıs, bu ara o kadar sessiz ki korkuyorum, "çocukla ilgili sinsilik peşinde mi?" derken "sanki çok da umurundaydı" diye geçiriyorum içimden...


Çok değil 2 gün önce umursamadığımla övünüp kendimi takdir ettim, şimdi kendimi utandırmak istercesine bir an aklımdan çıkmıyor.


Çivi çiviyi söker diyorlar, hayatımda bir başkasını istemiyorum ama "sev" diyorum, platonik olarak sev, uzaktan sev, fan olarak sev, hobi olarak sev alengirli meselelere girmeden... elbette farkındayım ayağımı suya sokmadan okyanuslar aşmak istediğimin...

Lisede rüyama birkaç kez kez giren anime karakteri kılıklı tipi hatırlamaya çalışıyorum, ilk kez beni heyecanlandıran imkansız adamı, neden olmasın... kırmızıya çalan koyu kahverengi gözler, tek hatırlayabildiğim... cidden uyumak istiyorum, belki olur ya lisedeki gibi sırf onu görürüm umuduna uzun uzun uyurum yine, gece darmadağın olmadan, hep kaygıyla karanlıkta uykuyu savaş meydanına çevirmeden, bir bakmışım tatlı tatlı uyumuş kalmışım...


Adana'ya taşındığım gün tırnağımda kalan iz, ellerimdeki çizgiler, yorgun bakışlarım... yaşlanmak için erken, gençlik kaf dağının ardında kalmış, ne masalların tadı var ne oyunların...




7/21/11

bir yaşıma daha girsem , upuzun yollar görünse...

bugün benim doğum günüm, otuz yaş için kendimi epey hazırlamışım - bir yıldan beri 'otuz yaşına geldim halen çocuk muamelesi görüyorum' dedim durdum daha da diyecek gibiyim- sevdim ben bu yaşı, kulağa olgun gelen bir yaş, hem artık içimdeki çocuk fazlasıyla şımarmıştı, edebiyle oturmasının vaktidir, dermişim iyiden deliye vururmuşum sonra :)

bu yaşın en büyük güzelliği bir ömür geçirmek istediğim birinin olması sanırım...

ayrıca ilginçtir, bugüne kadarki ömrümü gözden geçirdiğimde ilk 25 yıl film akıp gidiyor sonrasında mavi ekran vermeler, takılmalar, cızırtılar falan, tekleme var yani, muhtemelen hasar almış, yaşadıklarım çizittirmiş o kısmı, dilerim şimdiden sonrası  okunur şekilde devam eder.