Birine yeniden "seni seviyorum" diyemeyeceğimi bilmek kalbimi acıtıyor. Gönül işlerinden asla A+ alamayacağım, en çok alttan aldığım hayat dersi bu...
Eskiden sevmeye yeteneğim olduğunu düşünürdüm, kendimden pek hoşlanmadığım için sevilmediğimi; bir nevi sevilmeye değer görmedim kendimi...
Şimdi düşünüyorum da sevginin kendisi o kadar kamaştırmış ki gözlerimi yansımalar ve parıltılar dışında pek bir şey görmemişim, sevmenin büyüsüne kapılıp odağımı yitirmişim, ne seveni görmüş gözüm ne sevileni... Sevdiğim tüm insanları düşünüyorum, hiçbirini adamakıllı tanımamışım, 'insan nasıl tanınır' biliyor muyum, meçhul.
"Tanısa sever" lafına bel bağlayıp anlattıkça anlattım kendimi sevilme umuduna, doğru tavır değil, en azından benim için... kendiyle barışık biri için daha iş görür bir yöntem olabilir.
Öyle susup anlatmasını bekleyince de kimse dökmek istemiyor eteklerindeki taşları... nasıl tanınır ki insan?
"Seni yargılamadan, yadırgamadan dinlemeye hazırım! can kulağıyla dinliyorum, hatırladığın en eski anıdan en uçuk hayallerine, rutininden deliliğine, ufacık tefecik detaylardan elindeki çiziklere kadar her detayı bilmek istiyorum" demenin anahtarı 'seni seviyorum' değil, her dudağın mührünü açan çilingir o değil... soru yağmuruna tutup kaçırtmak da son umudu bloke ediyor, tecrübeyle sabit bu.
Sözsüz iletişim kurabilmek en güzeli, var öyle bir arkadaşım -iyi ki var, iyi ki tanımışım- o aşamaya gelebilmek için de çok sözcük tüketmek, yormak ve yorulmak gerekiyor, saf iki kalp de cabası... onunla aram da açıldı şu son birkaç yılda, hayat kavgasında hangi ara ona yumruk çaktım onu bile kestiremiyorum, yavaşça düzeltmeye çalışıyorum.
Annemi de kırdım... sevmek, bağ kurmak, içtenlik, sadakat yetmiyor; dayanıklılık, güç, kudret her şey gerek... belki de umutsuz vakayım.
Pek çok şeyde yeteceği olup hiçbir şeyde iyi olmayan sıradan biriyim ve lakin insanların soluk alır gibi yapıverdiği şeyler neden bu kadar sıradışı...
Şükür her nefesime, hala elimden geleni yapabiliyorken duracak değilim.