bcp etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
bcp etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

10/04/23

şahsen bizzat kendi kendimin kendisi

   

Uzun uzun aralar vermek yerine bu yıl hiç yazamadığım için suçluluk hissettiğim BCP yazılarını günden güne tamamlamak istiyorum, umarım en azından yılın sonunu yakalayabilirim. İlk ayın konusu "gerçeğe dayanan olaylar ve biyografi"

Eskiden biyografi denilince ilk aklıma gelen ansiklopediler ve antolojiler olurdu.

Blogumun bir tür otobiyografi olduğunu söylemek hata olmaz sanırım... tabi gönül isterdi ki Nazım Hikmet gibi şiirden otobiyografi döşeyeyim şuraya satır satır...

İşin ironik tarafı biyografilerle pek aram yok fakat her nasılsa otobiyografilere zafiyetim var hatta otoportrelere... Frida ve Van Gogh'un otoportrelerini bilmeyen mi var gerçi... profildeki avatar da benim otoportrem bu arada :P

İlk Aliya okuduğumda mı keşfettim? Çocukluğum'a Gorki'nin kaleminden bakarken mi? Genç Werther'in acılarıyla iç geçirirken mi, bilmiyorum... farklı bir samimiyetti hissettiğim... nasıl tarif etmeli... tepesinde dikilip -oyuna girmeden- kurduğu evciliği huşu içinde izlediğim çocukluk arkadaşım gibi mi, birbirinin kanını akıtacak kadar kavga eden kuzenlerime orta oyunu izlermiş gibi uzaktan baktığımdaki o his mi? kapı aralığından izlediğini bilse de istifini bozmayan komşunun sigara dumanlarındaki halkaların bulut bulut tavana dağıldığı gün gibi belki... kendi kendime dans ederken aynaya değen gözümün ucu belki de...

Adını bir yıl boyunca Aliya sandığım, oda arkadaşımın kitaplığından aşırdığım, Aliya İzzetbegoviç'in yazdığı "Tarihe Tanıklığım" otobiyografi hususunda Hitler'in "Kavgam"ı referanslı şüphe, yanlılık önyargılı ve yargılayıcılık içeren bakışımı yumuşattı kesinlikle... sonrası aşk-nefret ilişkisi...

En sevdiğim biyografi konusunda emin değilim ve lakin en sevmediğim "Waldo Sen Neden Burada Değilsin" bunu net söyleyebilirim. İsmet Özel'in yazılarını ve şiirlerini ya çok sevip ya nefret etmek normal mi acaba? oldum olası ne yazsa kırk katır ya kırk satır dimağımda, iz desen yok ama bolca kaos... bulanmadan durulamıyorduk değil mi? her neyse işte suyumuz bir değil muhteremle... ilk kitapla her sayfada kavga edip yine de "Henry Sen Neden Buradasın"ı okumamın bir anlamı olmalı, gel gelelim 'ne bu adamdaki giz merak ediyorum' desem yalan... öyle işte...

Nazım'ın şiirini dedim ama biyografi özelliği taşıyan romanı da var ya, hani ismini çok sevmiştim, etiket bile yaptım, üstünden çok zaman geçince hatırlayamadım "biyografi miydi bu gerçek kesitti ama neydi?" falan derken, kitabın adı o farklıymış yahu... "yaşamak güzel şey be insan kardeşim" olduğundan o kadar emindim ki benzer adlı bir kitabı daha mı var diye hayretler içinde arattım gogıl amcaya -yok, bulamadım- sonradan adını mı değiştirdiler falan diye ufacık bir şüphe kırıntısı var ama aklım mantığım pek prim vermiyor o ihtimale... fil hafızamın hortumu boyunca boşluklar var anılarda, sonum hayrola!

Oğlum biyografi sevdalısı... dahiler sınıfı serisi, ünlü futbolcular serisi, Türk İslam büyükleri serisi, kahramanlar karavanı falan derken dizi dizi hayat hikayesi doldu kitaplık... savaşın dahileri belgeselini gözünü kırpmadan izliyor ama yağma yok, şiddet içeren yerlerde gözünü kapatıyorum "bebek miyim" diyor, "insan ol diye uğraşıyoruz şurda, benim gözümde hep bebek kalacaksın o ayrı" diyorum, hede hödelere doğru uzayıp gidiyor muhabbet, onca savaş sahnesini en kansız biçimde çekebilmenin haklı gururunu yaşıyor olmalı ekip.

1 Litre Gözyaşı ve Sadako gibi gerçek hayat öyküleri Japonların pek de imgeme uymayan bir anına tanık olmamı sağlıyor nedense utanıyorum, hiç ağlayacağını düşünmediğin birini salya sümük görüp teselli edemeyen kişi, o benim işte!

Okumayı sevmediğim biyografiler bile perdede muhteşem, sinema en güçlü büyüsünü gerçekleri düşlerken  yapıyor olmalı... "en inandırıcı yalanlar gerçeklere dayanan yalanlardır" demişti biri, film miydi gerçekte mi onu bile hatırlamıyorum ama laf mıh gibi aklımda... 

Blank Canvas otobiyografik manga olarak oldukça samimi, literatüre hakim değilim elbette, aklıma gelen bir o var, tavsiyesi olan varsa sevinirim.

Bu yazının ekine fotoğraflı CV yakışırdı ama burada bitirelim... uzun uzun anlatıyorum ya kendimi, kısa kesesim yok öyle tek sayfayla... 

Yılların tozunu atmaya bile kıyamadığım sahipsiz öykülerimin sakinleri selamlar, sevgiler...


6/03/22

İz

Mayıs'a yetişemeyen BCP yazısını daha da geciktirmek istemediğim için, biraz çalakalem olacağını tahmin etsem de yazayım dedim.

Mayıs teması; "Rus edebiyatı ve sineması ya da spor" 

Blogda yaşamım üzerine yazıyorum hep, konuyu da yine bu minvalde anlatayım istiyorum.

Açıkçası ilk aklıma gelen "Anna Karenina"... lisede okuduğumda kadına çok sinirlendim, kitabı defalarca fırlattım ve yine de birkaç gün içinde bitirip süründürmediğim kitaplardan biri oldu, bir süre sonra söylene söylene "Madam Bovary" okurken arkadaşım "Anna Karenina'yla konusu çok benzer niye okuyorsun ki?" diye sorduğundaysa Anna'yı savunurken buldum kendimi... üstelik ilk kez okuduğum kitaplardan birinin sahneye yansımasını da sevdim, her ikisini de öneririm.

Rus edebiyatından okuduğum ilk eser aynı zamanda vefat eden dayımın kocaman süslü kitaplığından arakladığım ilk kitaptı; "Çehov - Hikayeler"... uzun zaman Çehov'un tüm öyküleri o kadar sandım ama meğerse başka ciltleri varmış kitabın :)

Rahmetli'nin kitapları pek kıymetliydi, annem de onlara her gittiğimizde beni tembihlerdi "aman kitaplara dokunma" diye... onlarda kaldığımız akşam bitiremediğim için kitabı çantama attım "nasılsa birkaç hafta içinde yine geliriz, yerine koyarım" düşüncesiyle... tabi ki dayım fark etti, sorunca yalan söylemedim, çantamdan çıkarıp verdim kitabı, dayımın gözleri doldu "benim sıpalar okumuyor diye canım sıkılıyordu, akıllı kızım benim, iyi baktığın sürece sorun yok, hepsini alabilirsin, istersen sana daha uygun bir şey seçebilirim" demişti, o ana kadar oymaları tehditkar görünen o ceviz kitaplık lunapark gibi parladı gözümde, ilk kez dayımın ürkütücülüğünü değil de babacan öğretmen yönünü görüp sevdim, kitaplıkta siyasi içerikli olanlar hariç ne varsa okudum zaman içinde... fakat ölümü sonrası bakımsızlaşan kitaplığın sobada son buluşuna müdahale edemedim, Allah rahmet eylesin... elimde en son ödünç aldığım ve onun ardından hatıra olarak tutmaya karar verdiğim Yaşar Kemal-Deniz Küstü kaldı.

Dostoyevski lise yıllarımın en önemli ismi oldu, ona uzunca bir süre takıntılıydım, oblomovluk yapsam da, "bir delinin günlüğü"nü yere göğe sığdıramasam da, Tolstoy'a duyduğum saygıdan öte bir sevgim var ona...

Çalışmaya başladığım ilk zamanlar annemin yaylada olduğu bir yaz günü izledim ve günlerce yalnızlık kör kuyu gibi çekti içine..."Stalker" Rus sinemasının beni en çok etkileyen yapımı oldu -üniversitede yönetmenin pek çok başka filmini seyrettiğim, hatta sıkıcı olabileceği önyargısıyla izlediğim halde- olağanüstüydü.

Gıcık olduğum uygulamalarına rağmen hayranlık uyandırıcı yönlerine bakıp şaşırdığım, hatta bazılarını çok şirin bulduğum bu millete ne desem bilemiyorum...





5/31/22

Nisan hatırası

Mayıs ayının son günü ayın konusuna bakarken BCP nisan ayı temasının "1900'lü yıllarda geçen eserler, nostalji ve siyah beyaz" olduğunu gördüm, arkamdan ağlardı yazmasam, olmazdı, olamazdı, içimde kalmasın dedim :)

1900'ler denilince aklıma pek çok kişi gibi sessiz filmler geliyor ama aklıma ilk gelen film "Modern Zamanlar" değil de "Un Chien Andalou (Bir Endülüs Köpeği)" oluyor, dali sempatizanı olduğumdan beri... resimlerinin içinden çıkamadığım Dali efendi, şu mürekkeplerin yorumlandığı Rorschach testi gibi bir film yapmış, bakıp; ölüm, aşk, çürümenin felsefesi üzerine derinlere dalmanızı sağlıyor ama bir köpek kadar saldırgan tarzda! Dali-Bunuel işbirliği aradan geçen asra yakın zamandan sonra bile etkileyici...

1900'lerde adını anmasam eksik hissedeceğim diğer isim Kurusowa -neyseki ben nisanda yazmasam da arkadaşlardan biri yazmış, görünce gözlerim parladı resmen- muhtereme hayranlığım "Dream" filmiyle olmuştu, kiraladığım CD'lerde mi vardı, TRT 2 mi yayınladı hatırlamıyorum ama 90'larda "Saddam İncirlik Üssü'ne bomba yağdıracak" yaygaraları eşliğinde nükleer felaket senaryolarının şehri sardığı dönemde tüm o düşlerin beni nasıl içine çektiğini net hatırlıyorum ve o bahçeyi... yıllar içinde her filmine ayrı hayranlığım oldu, İstanbul'da okurken Atatürk Kitaplığı ikinci evim gibiydi, o küçük salonda Rashamon, Run, Yedi Samuray ve Yojimbo'yu kaçıncı kere izledim bilmem... "Ikiru" gözümden kaçan filmlerindendi fakat beni zayıf noktamdan vurdu, çalıştığım düzenli işimde emeklilik hayalleri kurmaya başlamıştım, gizli mide kanaması geçirdiğim anlaşılmadan önce kanser şüphesiyle biyopsi yapılmıştı, tüm bunların ardından 'mide kanseri olduğunu öğrenince yaşamını sorgulayan sıradan bir adam' yüreğimdeki kör noktalardan birine dokundu, beni ölümüne etkileyen filmlerden biri oldu.

1900'ler ve sinema söz konusu olduğunda; "Ay'a Yolculuk" övmeden, "Hiroşima Sevgilim" demeden, "Casablanca" nerede merak etmeden, "Bisiklet Hırsızları"na gönderme yapmadan, "Potemkin Zırhlısı"nı anmadan, "Kameralı Adam"da kimmiş bilmeden, "Çaplin'e göz kırpmadan, "Çıplak Ayaklı Kontes"e şapka çıkarmadan, "Rüzgar Gibi Geçti" ile savrulmadan, "Serseri Aşıklar"a selam vermeden, "Asi Gençlik"e hakkını teslim etmeden, "Il Postino" ile postacı yolu gözlemeden, "400 Darbe" ile dertlenip, Fellini'yle kafa dağıtmadan, "Mary Poppins"le uçup, "Oz Büyücüsü"yle şarkı söylemeden, "Singin’ in the Rain" eşliğinde ıslanmayı istemeden, "Tiffany'de Kahvaltı" izleyip zarif hanımefendilere parlayan gözlerle bakmadan, "Cinema Paradise" izlemeden, "Schindler'in Listesi"yle soğuk duş almadan, "Rosemary'nin Bebeği"ni görmekten korkup, Hitchcock filmiyle ürpermeden, "Kuşlar"a başka gözle bakmadan, Çaki yüzünden naylon bebeklere küsüp, "Fredy'nin Kabusları"nda 13.Cuma'yı uykusuz geçirmeden, "Cennetin Çocukları"na umutla bakmadan, "Leylekler Uçarken" hüzünlenmeden, "Sarhoş Atlar Zamanı"na vahlanmadan, "Guguk Kuşu"yla delirmeden, "Baba" serisiyle ağır ağır yürüyüp, "Zorba"yla sirtakiye merak salmadan, "İyi, Kötü ve Çirkin"deki ıslıklı müzik eşliğinde kozlarını paylaşmadan, "Mayıs Sıkıntısı" çekmeden, bir kerecik Yeşilçam'ı anmadan "nereye?" demezler mi adama! (biliyorum, bu liste epeyce eksik liste, uzununu da yazarım bir gün inşallah)

Stüdyo Ghibli animelerinin döneme kattığı tüm renkler için müteşekkirim... manga konusuna girersem hiç çıkamayacak gibiyim bu yazıdan, o nedenle bunu da es geçeceğim.

Son olarak; ismiyle bile nostaljinin dibine vuran, kitaplığımın en davetkar üyesini önerip bitiriyorum "Ayfer Tunç-Bir Maniniz Yoksa Annemler Size Gelecek".

3/31/22

1, 2, 3 tıp

 Hastane kokusundan nefret ederim, Allah yokluğunu vermesin hastanelerin ve bu alanda çalışanların fakat kim ister ki hastanelik olmayı...

Alternatif tıpa ilgi duysam da doktorluk mesleği bana oldukça zıt -Allah hafıza gücünü bana kaşıkla doktorlara kepçeyle vermiş diye azıcık kıskançlık yapıyor da olabilirim- her daim gelişmesi ve yenilikleri takip etmesi gereken bir meslek olduğu için çok saygı duyuyorum o ayrı...

Asıl tezata gelecek olursak; yaşamımda yol olarak yakın, git-geli kısa tuttuğum, kokusuna katlanamadığım hastanelerin izlemeyi en sevdiğim tür olması... bu bir tür ironi olsa gerek.

Çocukken Doogie Howser'ı Alf'e tercih ediyordum, Ergenliğimde ER'e bakıp iç geçiriyordum, üniversitede Doktor Zivago kalbimi çaldı, çalışmaya başladığım yıllar Dr. House ile sabahlıyordum haftasonları, son dönem kısa kısa medikal kore ve japon dizileri ilgimi canlı tuttu, Koi wa Tsuzuku yo Dokomade mo hem mangasını hem dizisini sevdiklerimden mesela... Doctor Elise fazla şatafatlı ama sıcak hikayesiyle son döem sevdiğim mangalardan, Radiant House ondan da çok sevdiğim ama çizgilerine hayranlık duyduğum Dr. Choi Tae-Soo'nun yeri de farklı şimdi ne diyeyim.

Alternatif olarak en sevdiğim yazarlardan birinin Khaled Hosseini olması...  Bir diğer tezat, eski'nin yeni birlikteliğinin bir doktorla olması...

Benimkisi bir tür aşk-nefret ilişkisi sanırım.





2/28/22

kısa yoldan şubat...

Blogları Canlandırma Projesi için seçtiğim ince kitap; oğluma zirilyon kere okuduğum "La Fontaine Masalları"... Tahsin Yücel'in çevirisiyle okumak çok keyifli, torunu Zeynep oğlumun ilk platonik aşkı olabilir diye düşünüyorum, masalları değil de zeynep'i konuşuyoruz her okumanın sonunda... bir kızım olsa adını "zeynep" koyardım, benim de kitapta favorim o...

Alternatif olarak Oruç Aruoba'nın "Yürüme" kitabını öneriyorum, nasıl tanımlayabileceğimden emin değilim ama zaten başlı başına bana ilaç olan yürüme eylemi, Frederic Gros'un "Yürümenin Felsefesi" kitabını da okuduktan sonra, bu şiirlerde bambaşka bir boyut kazandı velakin yürüyüşümü değiştirmedi tabi ki :)

Kısa film olarak önerim; BBC yapımı "Evrenin Başlangıcı ve Sonu"... Yıllar önce izleyip hissettiklerimi aşağı yukarı yazmıştım, oğluma izletsem anlar mı diye tekrar göz gezdirdim, farklı hisler yaşadım açıkçası, gördüğüm gerçeğin başka yüzüydü.... algıma somut bir pencere açtığı için etkileyici buluyorum.

Mini dizi seçimimi "Shadow Beauty" olarak yaptım, son zamanlarda fazla ilgimi çeken yapım olmuyor, buna da çok iyiydi diyemesem de aşırı tatlı olmaya çalışmaktan şeker komasına girebileceğiniz web dramalardan biraz farklı olduğu için seçtim fakat asıl neden webtoon olarak sevmemdi, aynı tadı vermiyor ama çabucak bitiyor, kısanın kısası bir seri... 

Buna alternatif olarak fazla şiddet içerdiği için önermekten çekindiğim iki yapım var; "Alice in Borderland" ve "Sweet Home"... iki başrol oyuncusunun tipi birbirine çok benzemiş bu iki dizide normalde çok benzeyen iki oyuncu değil... canlandırdıkları karakterler de benzerlikler içeriyor, üstelik her iki dizi de fantastik ve dünyanın sonu temalı, her ikisinin uyarlandıkları çizimleri iştahla okumuştum, yer yer bazı farklılıklara sinir olsam da, çok daha etkileyici hale gelmiş karakterler var.

Son olarak kısa bir not paylaşayım Gündüz Vassaf'ın Cehenneme Övgü'sünde gördüğüm;






1/31/22

güneş "doğu"dan yükselir

 Blogları Canlandırma Projesi için olan yazının yorumlarına habire yazmak isteyince "neden ikinci bir yazı olmasın?" diyerek tekrar yazmaya karar verdim.

Kısaca bahsetmek istediğim mangalar;

"Bleach" hikayenin çoğu başka boyutta geçiyor olsa da sağlam felsefi altyapısı ve güçlü hayal gücüne sahip, gerçeklikten kopmayı dilediğim bir zamanımda beni tüm sorunlarımın ötesine çekebilmiş bir yapım, bu nedenle olsa gerek bende yeri ayrı olan animelerden... ilginç bir biçimde mangasını hiç okumadıklarımdan biri.

"Attack on titan" iş arkadaşımın kızı izliyor diye eleştirdiği sırada dikkatimi çeken, animesini izleyip baştan sona mangasını da okuduğum, böylesi gerçeküstü bir hikayede beni içine çekmiş ve yakınlık hissettirmiş bir iş...

"One Punch Man" baş kahramanın kel kafası dışında ilgimi çekebilecek unsuru olmadığını düşünsem de, komedi anlayışı tam olarak bana uymasa da, yüzümde kocaman gülümsemeyle izlediğim bir anime ki neden böyle gerçekten ben de bilmiyorum ama seviyorum keratayı...

"Tokyo Ghoul" ve "Gantz" mangalarının çizimlerindeki muhteşem detaylara hayranım, hastalıklı gibi görünen onca eylem, onca düşünce nasıl şiir gibi işlenebilir ki!?...

"Slum Dunk" çizgilerini beğenmesem de çok sevdiğim animelerden ve benim gibi yerden bitmeyi bile basketbol oynama isteğiyle gaza getirebilen spor türü mangaların en iyi örneklerinden, "Haikyu" da iyi kabul ediyorum ama aynı tadı vermiyor, ah şimdi burada "hangimiz kaptan tsubasa ile röveşataları sevmedik?" demeden geçmek olmaz.

"Rurouni Kenshin" filmini animesinden iyi bulduğum en nadide manga örneklerinden... filmi kusursuz değil, göklere çıkaracak tarafı yok ama güzel uyarlanmış bir seri olduğunu düşünüyorum, hele ki "Gintama" uyarlaması seyrettikten sonra... live action yapımlar batıda daha başarılı ne yazık ki...

"Sweet Home" gibi animesi olmasa da diziye uyarlanan işler de var, ben diziyi oldukça başarılı bulmuştum.

Shoujo türü çoğu romantik ve okul temalı mangalardan uyarlaması yapılan çok fazla; 

"Au Haru Ride" çizimlerinden hikayesine naif bir o kadar da güçlü dibine kadar romantik ama kız işi olmaktan paçayı kurtaramayacak türden duyguları çok güzel ve detaylı verebilmiş bir manga bu türde en sevdiğim...

"Tonari No Kaibutsukun" romantik ama vahşi, alabildiğine sevimli...

"Ookami Shoujo To Kuro Ouji", kurt kızla siyah prens gibi bir şey adının Türkçesi ama oğlan tilki kız köpek...

"Nijiiro deizu", bana 'ah gençlik' dedirten rengarenk, sıcak ve alabildiğine ergen mangası...

"Omoi, Omoware, Furi, Furare", çizgilerini sevdiğim sıradan ama izlemesi/okuması zevkli çizgilere sahip...

"Horimiya" mangasında sınıfın en çalışkanı ve de evin hamarat kızı Hori ile gözlüklü olduğu için inekmiş gibi görünen oysa Süpermenvari gizlediği kimliğinde vücudundaki piyırsing ve dövmelerle aykırı sayılabilecek tembel, yumuşak huylu, güzel yürekli çocuk Miyamura'nın aşkı konu edilmiş benden en tatlı çift ödülünü alabilecek kadar şekerimsi tadı olan da budur.

"Tsubaki-Chou Lonely Planet" sevdiğim fakat uyarlaması olmayan mangalardan yaş farkı fazla aşklardan biri olsa da sınırları olan ılık meltem havasında bir manga... 

"Hirunaka No Ryuusei" aynı mangakanın eseri fakat daha popüler... yine de 'öğrencisiyle aşk yaşayan öğretmen' konusu bana ters olduğundan sonu düzgünce bağlanmış olsa da zaman zaman çok sinirlerimi bozan bir hikaye, çizgileri muhteşem velakin 15 yaşındaki kızın karşısında sorumluluk sahibi olması gereken buna hem yasal hem ahlaki olarak zorunlu olan kişinin pervasızca hareket edip kafa karıştırması, adına da aşk demesi gerçekten sıkıntılı bence, aşıksan ona hayatı tanıma şansı ver, reşit olsun en azından, kimliğini iyi kötü bulsun, ne istediğini bilsin, ondan sonra sal kendini duygularına mücadele ediyorsan et, gıcık...

"Orange Marmalade" vampir hikayesinin limonata tadında olanı... Kore dizisi de varmış ama izlemedim.

"Lovely Complex" zıt kutuplar birbirini çekerin manga hali... aşağılık kompleksine neden olabilen fiziksel farklara rest çeken, yadırgamalara inat pek de güzel olmuş aşklardan biri...

"Gekkan Shoujo Nozaki-kun", aşk uğruna kendini manga dünyasında aşk hikayelerine kafa yorarken bulan çekingen kızımızın, dibindeki bariz aşktan habersiz aşkın piri oğlanla amansız mücadelesi...

"Skip Beat!", oyunculuğa bambaşka açıdan bakmanızı sağlıyor, aşk da var tabi ki en güzelinden...

"Shigatsu Wa Kimi No Uso" müziği temel alsa da başrolde bence umut var, oldukça etkileyici bir hikaye, müthiş çizgiler...

"Relife" hayatı pişmanlıklarla dolu pek çok insanın 'keşke öyle bir ilaç olsa' diyeceği, umut veren, hayatta ikinci şansı nasıl yakalayabileceğimizin tüyolarıyla bezenmiş, yaralarını sarmak isteyenlerin belki çok ilgisini çekmeyecek ama onlara yakın pek çok kişiyi etkileyecek bir hikaye.

Muhteşem başlayan sona doğru aynı tadı alamasam da bende başka türlü olan "Akatsuki No Yona" mangasında cesur-korkak, akıllı-salak, ruhsuz-sevdalı aynı anda ikisini birden olması imkansız görünse de olabilen güzel tasarlanmış bir karakter var, yanına da her daim cesur-akıllı-sevdalı türde baskın bir tip koymuşlar fantastik unsurlarla da süsleyip "gel de sevme" demişler, çok da güzel olmuş... 

webtoon mevzuna da girersek liste iyice uzuyor;

Bu aralar en popüler olanlar "Let's Play" ve "Lore Olympus" ama pek beni sarmıyor.

En sevdiklerimden "True Beauty" webtoon olark devam ediyor ama dizisi yayınlanalı epey oldu, uyarlaması şirin olsa da mangası kadar başarılı bulmadım.

Kdrama tadında pek çok webtoon var "Age Matter", "I Love Yoo", "Secretary Out of Order", "There Must Be Happy Endings", "See You in My 19th Life", "Perfect Marriage Revenge", "To You Who Swallowed a Star", "My Younger Brother's Friend" okurken dizisini görür gibi olduğum türden hikayeler, sıkça kdrama izleyenlerin aşina olduğu pek çok klişeye sahip, hepsinde var klişe ama bunlarda işin kuralı buymuş gibi sırıtıyor bazen...

Seviyorum kdramayı haliyle webtoon okumak ayrı bir keyif de veriyor klişeleriyle... 

Şimdi webtoon dedim ama sevdiğim o kadar çok örnek varken bunu burda kesmeliyim diye düşünüyorum, bu da belki başka bahara...



1/26/22

Uzak...


 Ömrümün birkaç yılını Uzakdoğu'da geçirmek istiyorum -Çin hariç- Malezya dahil...

Çocukluğumdan en net animeleri hatırlıyor olmak kalbimi kırıyor, yine de bu animelerin etkileyiciliğini azaltmıyor tabi ki...

İlk çizim denemelerime baktıkça kocaman gülümsüyorum kırkımda bile...

Otaku olmak gerçekten çok mu nefretlik anlamıyorum, anlasam olmam muhtemelen... mangalarda bile aşağılanıyor, bizim memlekette de sevilmediğini kendimden biliyorum, bir de karısı tarafından sürekli gelip bana yakınılan bir anime tutkunundan... karısı beni bilse selam bile vermez.

Mangadan animeye animeden filme ve biraz daha çekiştirip 8-12 bölümlük dizilere çizgi çizgi işlenmiş hayal gücünü sevdiğimin Japonları, konu şiddete geldi mi sınırınız yok, cinsellik desen cozutuyorsunuz... Gantz gibi işlerin çıktığı o değişik kafaları seviyorum yalan yok.

Uç noktalarda konular seçmeniz iyi hoş da 30'undaki kız kurularını rahat bırakıp odağınıza ortaokul çocuklarını rasgele ilişkiler yaşarken almanız olmuyor bence, 15'lik ergenlerin Japonya'daki hayatını oldukça ürkütücü buluyorum. Otoyomegari'deki çocuk çifti Türk esintilerine kapılıp görmezden geliyorum da sanmayın, ne kadar popüler olsa da "super lovers" benim açımdan facia, çocuk yaşta oynamak yerine oynaşmak ne erkek ne kız çocuk için kabul görür gibi değil bünyemde.

Bu düzen tertip işi de fena... shounen mangasında adamakılı romantizm neden göremeyeyim yahu? shounen'lerin animesini izlemeyi shouju olanarı okumayı seviyorum, ayrılmaları o kadar da kötü değil ama "beni kategorize etme" isyanına geliyorum, elimde değil.

"Bleech" film versiyonuyla beni üzse de en sevdiğim animelerden biriydi -sinema japon hayranlığımın temelini oluşturuyor ama manga temelli popüler sinema değil tabi ki- mangalar animelerde güzel de dizi veya sinemaya uyarlanında -çok azı müstesna- kostümlü cadılar bayramı şovu gibi oluyor. 

Kore webtoonlarını dizi ve sinema uyarlamalarında çok daha başarılı bulsam da onların sorunu hikayelerin tekdüzeliği, japonlardaki hayalgücü ve gerçeküstü yetenek hikayelerine yansıyamıyor bence... "tower of god", "gamer" gibi uzun soluklu iyi işler çıkarıyorlar "solo leveling" ve "the beginning after the end" itiraf edeyim beni hipnotize ediyor, bunun ötesinde teknolojiye adaptasyonda açık ara öndeler ama bu işin piri benim gözümde hala japon mangaları...

Çinli güzel insanlar, tarihi mangalarınızdaki çizgiler çok naif, çizim tarzınız etkileyici fakat neredeyse her hikayenin odak noktasına  güç takıntısı koymuşsunuz, sanırsın güç uğruna her yol mübah... hele ki şişmanları bariz aşağılayan, çirkinliğin ölümü hak ettiği, engellinin dışlandığı, farklı olmanın yalnızca güç sağladığında kabul gördüğü değilse şeytani unsur sayıldığı her hikayede "yok daha neler" dedim ama light novel'lerinizin o mevzuları sündürüp daha da rezalet noktaya taşıyan asıl popüler kaynaklar olduğunu fark ettiğimde uzakdoğunun en uzağına ittim sizi, o kadar sinir harbine gerek yok... uyarlama dizileriniz etik tıraştan geçtiği için izlenebilir halde olsa bile aman benden uzak olunuz.

Endonezya'nın çizgilerini biraz kaba bulsam da farklı bir samimiyetleri var, bu aralar "seven years later" okuyorum, hafif ve naif... "my pre wedding" de çok şirindi.

Uzakdoğu aşkı kimbilir belki TRT 2'de seyrettiğim samuraylara hayranlıkla başladı, belki disney'in masalımsı plastik yapımlarından çok daha gerçek dışı olsa da realist yaklaşımlı animeler yahut ergenlikle çocukluk arası izleyip abimi dövebilirmiş gibi hissettiren Jackie Chan'dir sebep... gençliğimin kıymetlisi Kim Ki Duk muydu? yok, yok, Akira Kurusowa desem neyse, ah hayır Stüdyo Ghibli? ninemi hacta ölümden kurtarışını defalarca anlattığı Endonezyalı genç hacılar olabilir mi? 

İlk ve gerçek aşk nerede nasıl başladı muamma velakin seviyorum uzakdoğuyu bu su götürmez işte.. Hayatıma kattığınız tüm renkler ve çizgiler için Allah'a çok teşekkür ediyorum, iyi ki varsınız.