Aşırı derece yorucu bir o kadar güzel fakat alabildiğine uzak gelen bir İstanbul haftası oldu.
İzmit'te yaşarken gözüme korkunç gelirdi İstanbul, 'böyle bir şehrin bu kadar müptelası nasıl olabilir, neden kaçıp kurtulmuyorlar?' diye merak ederdim ta ki ömrümün en güzel üç yılını bu şehre borçlanana kadar...
Oğluma şöyle bir gösterip kaçmak için gittim ve yine İzmit'teki gibi uzak geldi şehrin havası... sanırım İstanbul düşündüğümden daha tutkulu bir şehir "seyirlik değil ömürlük" olanlardan... ümüğünüze çöküp canınıza kastetse bile kalıp şehrin çılgınlığına kapılmamak zor, tabi ki dış kapıdan boynunu uzatan için değil, yaşayanına... bir bakıp çıktıktan sonra "bir daha uzun süre görüşmeyelim" dedim şehre usulca, umurunda bile olmadı.
Her yerde o kadar çok turist vardı ki, kendi ülkemden bir şehri gezmek onların girdiği kuyrukları uzattığı için utandım, çekindim, rahatça gezmeye hak göremedim, Ayasofya'ya bile giremedim.
Başka bir ülkeyi geziyormuşum gibi düşünmeye karar verdim sonra, her yerde fotoğraf çekip tuhaf bakışlarla her şeyi süzen yabancı olma fikri hoşuma gitmedi, sadece üç beş yer gezeceksem bile en az üç ay kalayım gittiğim yerde diye netleştirdim dünyayı gezme planımı.... koltuğun kenarında oturup kapıyı her fırsatta dikizlediğim ev gezmelerini sevmiyorum, kaçan göçen varmışçasına gezince İstanbul bile sevimsiz...
O kadar çok turist görünce, tüm bu milletlerden daha fakir olduğumuz gerçeğiyle yüzleşmek zorunda kaldım, dünyayı gezmek yine dilde kalacak benim için muhtemelen, yine de hayat ne getirir bilinmez, hayırlısı bakalım...
Arkadaşlarımdan ve akrabalarımdan bazılarını ziyaret ettim, y. ablamı çok özledim, evi uzakta diye hep şikayet ederdim ama o varken başka yerde kalamazdım, yokluğunda 'bugün nerede kalsam?' için bir sürü seçeceğim olsa da onun yanı kadar rahatı yokmuş, içimi acıttı, birkaç gece oğluma çaktırmadan ağladım.
İkimizin de bekar olduğu ve sık yazdığı sıralar buluştuğum blog arkadaşımla çoluklu çocuklu piknik yaptık, şehrin çılgınlığı arasında nefes almamı sağladı.
Uzakdoğu filmlerinde gördüğüm tek odalı iki adımlık hatta azıcık hareket edince benim gibi yerden bitmenin bile kafasını vurabileceği evlerin bizim memlekette de olduğunu, ana oğul bu eve sığışabileceğimizi görmek şaşırttı, ben sevsem de oğlum yadırgadı bu yeri, diğer gittiğimiz yerlerde kalmak istedi, buna da şaşırdım, normalde benimle yalnız olabilmeyi tercih ederdi, ev bana karavan havasında, ona basık ve ürkütücü geldi bir şekilde...
Eski ev arkadaşlarımdan biri kan bağıyla yakın, mesafede uzak bir akrabamla evli... arkadaşın ısrarı üzerine ziyarete gittim, akrabamla senli benli konuşmaya başlamama karşın "siz" diye hitap etti, ilerleyen zamanlarda siz veya sen demeyeceğim cümleler kurup mümkün olduğunca az konuştum onunla -böyle durumlarda ne yapılır pek kestiremediğimden kaçmayı tercih ediyorum- aslında Allah biliyor ya yemek bile yemeden çekip gideyim dedim fakat arkadaşım ummadığım kadar ilgiliydi ve oğlum oğullarıyla çok iyi anlaştı -gitmek istememde "yaşlanmışsınız" demesinin etkisi de var elbet, ne münasebet, siz diye hitap ettiğin kişiyle edilecek muhabbet mi bu?- tüm uyuzluğuna rağmen akrabam iyi biri galiba, arkadaşım pek yıpranmış görünmüyor, çocukların gözleri de pırıl pırıl...
İstanbul'un son gününde eski, önce evliliğini oğluma birlikte söylemeyi teklif etti, kabul etmedim, yavruyu ona bıraktığım sırada da "nereye gideceksen bırakayım" dedi, 2 yıldır ya askıntı olup ya kavga çıkaran mütemadiyen gördüğü üç beş saniyede kinle bakan adam dedi bana bunu... bir an yine yabancılaştı, hiçbir şey olmamış gibi davranması nedense şaşırtmıyor bile artık, 20 yıldır değişmeyen tek huyu bu belki, mesafeye rağmen kopsak da yakınlaşsak da her şey doğal"mış" gibi davranıyor.
Bir tür zafer kazandığını düşünüyor olmalı, mutludur yeniden evlendiği için, öfkesinin gazı kaçtığına göre... merak etmedim değil 'baksam yeniden ruhuna dokunabilir miyim?' diye, gözümü sakındım, yüzüne bakmadan "gerek yok" dedim gittim, sarstı elbette beni... kafa dağınık olunca abuk bir saatten aldığım ucuz biletle gece yarısı Adana'nın göbeğindeydim, Ankara sabahında onun yakınında olmaktan korktuğumun zerresi kadar bile korkmadım herkesin ürkütücü bulduğu şehrin gecesinden, o kadar canlıydı ki sokaklar, dolmuşlar bile çalışıyordu işlek caddelerde...
Evde yalnız olmak tuhaf, oğlumu da annemi de özledim.