iz etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
iz etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

10/25/23

uykusuz rüyalar


Üniversite okuduğum sıra Irak işgali oldu. İncirlik aile evimin yakınlarında, hiç korkmadığım kadar korktum ailemi kaybetmekten... ilkokuldayken günlerce haftalarca nükleer bomba bekledik, sınıfta tatbikatlar yaptık, sarı alarm verildiğinde on küsür kişi bantlanmış bir odada çay içerek ölümü bekledik, korkmadım ama ailemden neredeyse bin km ötedeyken korktum savaştan...

Bir gece savaşa dair korkunç bir kabustan uyandım, yatağım terden sırılsıklamdı ama vücudum buz, yüzümün tamamı onlarca arı tarafından sokulmuş gibi şiş... çığlığıma uyanan oda arkadaşım ışığı açtı, ışığın farkındaydım ama gözlerimi aralayamadığım için önce kör olduğumu sandım, getirdiği suyu içmeye çalışırken dudaklarımın balon gibi olduğunu fark ettim, dilim bile şişmişti konuşmakta ve yutkunmakta zorlandım. Hastaneye giden dolmuşa binmek için 15 dk, hastaneye varmak için 20 dk yürümek gerekiyordu, yürümeye mecalim yoktu, taksiye param yoktu, benimle ilgilenebilecek kimse de yoktu, evde çaresizce gözlerimin açılmasını bekleyip tavana yüzümü sabitlediğim sıra ılık yaşlar yanağımı dondurdu, doğalgazı açabilecek kadar harçlık da yoktu, çok aciz hissettiğim ilk andı, son olmadı. 

Savaşta sadece korkudan ölebileceğimi fark ettim.

Savaş gibi ya da kabus gibi olmayan çaresizlikler var, kuşkusuz daha ağır meselelerde bulut olup dağılacak ama üstüme şimşekler yağdıran dipte çaresizlikler... o an dibin dibi, bir başka an anlamsız sayılacak sinip kalacak ufak tefek meseleler... "öldürmeyen güçlendirir", "düştüysek kalkarız", "düşe kalka ilerliyoruz" vb... derde bile umut bağlayabilen insanlara imreniyorum, ben de sıkça söylüyorum, ağzıma yakışmıyor.

Dilime dua güzel gidiyor... dualar samimi, dualar kabussavar, dualar karamsarlığa inat ferak ve ışıklı... bu da geçer yahu...




7/20/22

Baktığım her platformda aynı şarkıyla yüzleşiyorum

Yaylada tatlı bir rüzgar, ağaçların arasında beni dinliyorken sustum ve ağlamaya başladım, küçüklüğümde annem çocuk ağlamasından nefret ettiği için mi yoksa "yut sesini duymayacağım" dediğinde ses çıkarmama konusunda antrenmanlı olmamdan mı bilinmez, hiçbir şey yokmuş gibi ağrıyabiliyorum, gözüme toz kaçtığına ikna edebileceğim kadar düz aktılar yine... ağlarken yırtındığım, kendimi yerden yere vurduğum zamanlar olması şaşırtıcı fakat bana uyan daha çok böyle dümdüz olanı gibi geliyor, alışkanlık ölümden beter...

Ellerim ve ayaklarım topraktaydı, uzandım önüme piti piti düşenleri görmezden gelmek istedim, kapadım gözlerimi ter akıtırmış gibi tuzlu ılıklığın boynumda yol buluşunu kolaylaştırdım, derken, araba sesi geldi, toparlandım biraz, tozlu ellerimi toprağın biraz daha içine iteleyip omuzlarımla yanağımdaki ıslaklığı yok ettim, tam kıymığı çıkarmak üzereyken irin yerine kan çıkmaya başladığı, iğne sokmadan batıktan kurtulamadığım inatçı anlardan birine yakalandım.

Yıllardır dinlemediğim "simply red-stars" resmen kulaklarımda çınladı, internetin çektiği o ıssızda olduğum için şarkıyı açabildim, sesini sona getirdim fakat ağıdım sessizde kaldı... Şarkıyı ilk dinlediğim an pek de sessiz değildi hıçkırıklarım, ortaokul sonu veya lisenin başlarındaydım... tarih net değil ama filmi hatırlıyorum; eşi ölünce kızıyla kalmış bir baba, durmaksızın ağlayan bebek, sesi sonuna kadar açılmış bu şarkı... babamı özlemiştim, hem de çok fazla... tanımadığı adamı nasıl özlesin insan, çocukluğumun n saçma sorusu "babanı özledin mi?" oldu ama ergenliğim onu umutsuzca özleyip tanımak isteyerek geçti, ona dair koleksiyonlar, hikayeleri, bilinen maceraları, kalan ufak tefek eşyası el yazısı, kalemi, rakamlar ve çiziklerle dolu not defteri, bıyıklarını düzelttiği makası... hepsi fazlasıyla değerliydi.

Şarkıyı birkaç kez üst üste dinleyince gözlerim hainlik etti, şiştiklerini hissedebiliyordum, burnum da tutmamaya başlamıştı, toparlanıp annemin yanına gittim kucağına uzanıp uyukladım sonra ilgisini çekeceğinden emin olduğum bir laf attım ortaya, uyuyacakmışım da onun sorularına maruz kalıyormuşum gibi sesimdeki titrek tınıyı esnemelerle boğarak gözümü açmadan yarım saate yakın mızırdandım durdum, arada annemin elini alıp başıma koydum, otomatik olarak okşamaya sonrasında bit kontrolüne çıktı, gözlük bile getirdi, çocukluğumun da rutini buydu, kontroller sıklaşırsa huylanıp saçımı kazıtırdı ba o olmadı işte...

Tanımasam da seviyorum seni... araştırdıkça bulduğum ve tutunduğum insaniyetin için teşekkür ediyorum, ardından akıttığım her damlaya değersin, eminim iyi hallerimdeki gülüşlerime de değersin... iyilik Allah'tan elbet ama kökünden ucuna kötü olmadığımı hissettiren bir "insan" olduğun için, köklerimi iyiliklerle beslediğin için teşekkürler...

Bir doğum günü dileği tutacaksam seni tutmak isterdim, unuttuğum anılardan birini anımsamak veya güzel huylarından birini kendimde bulup biraz daha yakın hissetmek... ergenliğin tüm o özlemin içinde bana sunduğu hediye oldun, varlığın için teşekkürler, ağladığıma bakma ölüyken bile pek çok diriden alaydı babalığın, kızın olduğum için mutluyum, seni seviyorum.




6/14/22

yağmur ılım ılım yağmaya devam ediyor


Sevdiğim şairlerden biri daha göçüp gidiyor yaşamak biraz daha çölleşiyor, kutuplardan bir kıta büyüklüğünde bir parça daha eriyor.

Pek iyi değilim, biraz daha kırgın oluyorum her geçen gün... çocuğumu babasının yeni evliliğine hazırlamaktan kaçınsam da önsezilerim bir de kardeş fikrine de kendini hazırlaması gerektiğini söylüyor, yavaşım bu konularda ama hislerim pek yalan söylemez.

Birlikte oldukları fotoğrafa bakmaktan nefret ediyorum yine de bakmaktan alıkoyamıyorum kendimi, beni paramparça ettiği nokta orda, kaçacakmış gibi birine yapışmak orda, yük değil de nimetmiş gibi, yanında hiç olmadığım gibi... ağzıma kum tadı geliyor, içim kuruyor okyanusta içecek bir damla su olmayışıma... nasip.

Yine ağlıyorum mütemadiyen, tabi ki geçecek ama zorluyor, daha kaç kez cümlesini harfi harfine iğnelere dizdiğimin ciğersizi için bu kısırdöngüyü yaşamalıyım bilmem, kimseyle bir ömür göremiyorum artık, oğlumla bile...

İki gün önce omzumu yaktım, avuç içi kadar omzumda bir yanık çocukluğumdan kalan güneş çillerimi yok edip yerleşti sol omzumun en güzel yerine...  normalde esmerliğimi sevmem -beyaz doğmuşum ama boz belezim bildim bileli- bir tek omzumun tonunu severdim gençlikte, kendimi desteklemek istediğimde koklayarak öperdim omzumun solundan, kim bilir kalbim o yanda diye belki sağın renginden farklı gelirdi sol omzum... canlılığını yitirmiş o tonun üstüne kara mühür vuruldu şimdi, hayallerimde daha parlak ve hoş gelecek rengi özlediğim için o pütürlü yarayı öpemem ama parmaklarımın ucu istem dışı hep orda, avutma isteği olsa gerek...

Çocukluk yaşamamış bir yeni yetmeyken "serçe" adında bir film seyretmiştim, rahibenin teki arzularına ket vurmak adına sırtını derisini yırtacak kadar kırbaçlıyordu, "dünyanın en anlamsız eylemi" diye düşündüm, neden aklıma geldiğini bilemesem de şu zaman "isyanını şahlandırmanın bir ergene uyan yöntemi" diye geçirdim içimden, hayal meyal hatırlıyorum filmi oysa, neden şimdi ve neden o sahne cevabı yok, kaşıdıkça tatlı tatlı sızlayan omzumda mühürlenmiş ton kadar gizli kapaklı... 

Karanlıkta kalmış her şey gibi duygular da ürkütücü, patlayan kaşını yanan omzunu seven ben, derinlerinde kendine zarar verme arzusu taşıyor olabilir mi? tanımlamak çok zor, görmezden gelemeyeceğim kadar da yoğun velakin; ölmek istemiyorum, yapacaklarım arkamdan ağlamasın diyecek kadar uzun, huzurlu ve mutlu bir hayat istiyorum. amin.

2/17/22

iz düşüm

Yaram şu an mosmor velakin yüzüme darbe aldığım zamanlardaki gibi saklamaya çalışmadım, soranların karşısında eciş bücüş olmadım, aynaya her baktığımda ağlamadım, "şöyle kötü şusun, böyle kötü busun" diye yargılayıp duran iç sesten de gürültü çıkmadı neyse ki, kazayla insan canından bile oluyor "şükür" dedim sadece...

Birkaç gün önce göz kapağımdaki iki izden kurtulmak için ne tür yöntemler olduğunu araştırmaya başlamıştım, vazgeçtim -bu izi seveceğimi hissettim- tam boğazımın altında babamın ölümünden bir yıl sonraya ait bir iz var ay şeklinde, çok severim, çocukluğumun nişanı gibi, dokununca masumiyetime ışınlandığım bir büyü gizli içinde sanki... kim bilir bu iz, bir sonraki şapşallığımda dokununca hatalarıma gülümseyebileceğim bir büyüye dönüşür belki...

Eski'nin elinde çocukluğundan biraz da buruk bir hikayesi olan bir yara izi vardı, baktığımda bile içim sızlardı, düşününce en çok o elin avucundan öptüm onu, o yarayı özlüyorum bazen...

En yakın arkadaşımın saçlarını okşamayı severim, alnında saçlarının başladığı yerde derin bir iz var, belli belirsiz dokunurum, herkeste duygusal tepki uyandırabildiğinden mi kliplerde filmlerde falan yara bere makyajı yapıyorlar merak ediyorum.

Kuzenimin de yanağında bir uçtan diğer uca uzanan yorgan iğnesiyle dikilmişçesine kocaman dikiş izi vardı, estetik yaptırdı bir kaç yıl önce şimdi iz belli değil, meğerse bütün karizması o izdeymiş, gitti o yağız delikanlı...

Benler, çiller, doğum lekeleri genelde sempatik geliyor, ah bir tek düşmanı olduğum iz var; çok sevdiğim oldukça güzel bir arkadaşımın trafik kazası sonrası tanımamı engelleyecek kadar yüz hatlarını değiştiren yarası, hala o yaraya direkt bakamıyorum, dert oluyor içime...

Evliliğimin son yılında kalbimin patlarcasına sıkıldığını hissettiğim, acıdan delirmek üzere olduğum bir anda kendime sarılır gibi sıkıca kavramıştım kollarımı, iki kolumda yaklaşık yarım yıl geçmeyen derin tırnak izleri kalmıştı o andan, her baktığımda sarsılıyordum, geçti şükür, aşk da geçti gitti ama olsun şükür ki bitti.