7/30/15

Stres topu

Annelik harika bir olay, şu ayrılıklar olmasaydı... Her daim birlikte olsak muhtemelen "mola" istiyor olacaktım, şu an işi bırakmak istiyorum.

Oldukça rahat bir iş ortamında pek çok kişinin bu rahatlıktan rahatsızlığı eşliğinde çalışıyorum, hafifleyen işlerime saygım kalmadığı gibi kendimle de savaş halindeyim, rahat batıyor olabilir, bünyem alışamadı halen... Yine de fazladan sorumluluğu da göze alamadığımı itiraf etmeliyim, çoluk çocuk evde sabır ve enerji bekler.

Dördüncü üniversite yolda... Meslek değiştirmek yerine işimde iyi olmayı deneyebilirim ama altından kalkabileceğime artık hiç güvenim yok... Biri benden sorumluluk almamı isterse elimden geleni yaparım velakin ben talep etmişsem o işin detaylarında kaybolup en dipte bile tek düşündüğüm işin sonunu getirebilmek oluyor, boğulduğum oldu, düze çıktığımda içimde ne var ne yoksa boşaltmak isteyeceğim kadar mide bulantısı çektiğim de...

İçimdeki tüm çirkin duyguları silip atmak istiyorum, olmuyor.

6/22/15

sütlü nuriyeler günü

birkaç gün önceydi, gecenin bir vakti oğlan düştü, onunla ağladım... ertesi gün iş çıkışı bir kadının ayağı kaydı düştü merdivenden, arkadaş güldü, ben tökezledim, düşsem ne gülerdi ya...

Ramazan maneviyatı oruçsuz çıplak ve cılız, çoğunlukla herhangi bir günmüş gibi geçip gidiyor, bebe emdiği için tutamıyorum, çöpe giden sütleri görünce; iş yerinde harcadığım zamanlar, zorluklar, üstüne oruçsuzluk sonucundaysa dökülüp giden biberonlar, boşuna diyorum, boşu boşuna...



5/06/15

duvara bakan pencere...

yandaki fotoğraf çekildiğinde henüz okula gitmiyordum, annem ardı ardına babasını ve kocasını kaybettiği için dağılmış, biz tabi bakımsız ve sefil... o pencere senin bu duvar benim tırmanıp balkon demirlerinde yürüdüğümü hatırlıyorum hayal meyal...

iş arkadaşım yandaki fotoğraf için "aaa tam köylü kızı" dedi, daha önce "Adanalılar çingen olur ya" cümlesi kullanmış bir insan evladı olarak iltifat etmek istedi zannımca... "ben hiç köyde yaşamadım aslında" falan diye geveledim ağzımda... çiçekli donum ve iyice küçülüp tunik görünümüne bürünmüş elbisemle sefil göründüğümü inkar etmiyorum ama benim dönemimde yokluk çokmuş, annem kendi dikerdi kıyafetlerimizi... okuma yazması bile olmayan bir köylü kızıdır kendisi, evet.

Köylü kızına benzetilmeye gocunmuyorum, annemin kıyafetlerimi dikmesine de bayılırdım hatta kendim dikmeye de heves ederdim, halen dikiş makinesinin sesi heyecanlandırır beni... esasen bozulduğum şey "tavır" ve içinde taşıdığı küçümsemenin su götürmezliği... köylü kızı olsam ne çıkar yahu...

geçen sene gittiğim doktor mesleğimi sordu "filanca web sitesinde içerik editörüyüm" dedim, "hiç içerik editörü tipi yok sende" dedi, iş yerinde 20 küsür kişiden hiç birinin tipi diğerine benzemiyor ama varmış öyle bir "tip", nasıl şeyse o artık... mezun olduğum üniversiteyi söylediğimde "atıyosun" bakışı geliyor genelde, elimde kallavi bir kitap görenlerde ayrı hayret... 'şu olan bu olamaz'ın yasası var da ben mi bilmiyorum ki acaba?...

yakıştıramama nedenleri belli aslında, insanlar ezeldendir fistanı içindekinden âlâ görüyor.

değil kendime hiçbir şeye güvenim yok, ezik görüntümden egoyu kuvvetlendiren ünvanlar, tavırlar, haller beklenmiyor, doğrudur; ama lütfen şu ön yargılar her fırsatta fütursuzca ortalığa salınmasın, lütfen.


.





4/28/15

Kuzu

Oğlumu oyun oynarken izlemeye bayılıyorum, bazen orada olduğumu unutuyor, neden sonra bana bakıp yanında görünce atılıyor boynuma, kucağıma oturup kendince çıkardığı seslerle oyuncağı kurcalamaya devam ediyor. Arada parmak uçlarıyla yüzüme dokunuyor, saçlarıma, kulaklarıma, normalde de güzel ama olağanüstü oluyor işte o zamanlar... Banyo yaparken köpüklerle sürekli savaş halinde, suya girmekten çok sudan çıkmak olay oluyor hep, kıyafetleriyle köpüklere dalmışlığı var defalarca...annelik güzel şey vesselam... Rabbim korusun onu tüm kötülüklerden, bizim hatalarımızdan, dünyanın kirli rütuşlarından...

4/24/15

sınav zamanı

ufak tefek her şeyi kafayı takmaya başladığımda çok çok ama çok daha büyük dertlerle karşılaştım, tam 'atlattık, şükür' derken o koca koca dertler yeniden geliyor gündeme...

eşim işinden istifa etmiş, iş yoğunluğu nedeniyle hazirana kadar devam edecek çalışmaya ama işsizliğin cenderesindeyiz yine, üstelik bu sefer ağzını bıçak açmıyor, suçluyor mu suçluluk mu duyuyor, bu olanlarla ilgili ne düşünüyor bilmiyorum ama bu suskunluğun hayra yorulacak yanı olmadığının pekala farkındayım.

işimden yana da çekindiğim bir dönemdeyim, çok rahat çalışıyorum ve bu benim adıma pek artı sayılmaz, gözden rahatça çıkarılabilecek pozisyonda olduğum kesin, haziran sonunda ikimiz de evdeyiz gibi görünüyor.

kendimi onun yerine koymaya çalışıyorum ama ne kadar farklı iki insan olduğumuz bir kez daha ortaya çıkıyor; ağzımı açtığımda iyi bir cümle kursam bile incitiyorum onu sanki, çünkü zannımca  onun gözünde ben ve oğlumun varlığı başlı başına sorun ve sorumluluk demek... onun "hiç evlenmemeliydim" diye beyninde bağıran sesi duymak hiç de zor değil...

çocuğum benim gibi babasız büyümesin istiyorum ama nasıl korunur dengeler sarsılmadan? işleri oluruna bırakıyorum, hayırlısı...


4/22/15

burdayım ben, tam karşında...

büyükannelerle bebek bakmanın en büyük problemi bence bebeği benimsemekle kalmayıp sahipleniyor oluşları... 34 yaşında çocuk muamelesi görmek de cabası... çocukla ilgili kararların hiçe sayılması yetmiyor gibi, sosyal hizmetler görevlisi edalarında denetlemeler, gecem gündüzüm her şeyim olmuş çocuğa benden çok emeği varmışçasına tavırlar... minnet duyacağın yerde cinnet geçirmene neden oluyor açıkçası...

çocuk için iyisi deyip aklını korumaya çalışıyorsun ama annemi tanıyamadığım, kayınvalideyi tefe koyup çalmak istediğim oluyor ve ciddi manada aileme sarılıp şu çocuk büyütme curcunasından uzaklaşmayı o kadar çok istiyorum ki...

bana destek olma bahanesine habire tökezlelettikleri, kırdıkları, üzdükleri, sinirden titrer hale getirdikleri için esefle kınamak alabildiğine sitemler etmek istiyorum pek saygıdeğer büyüklerime, gel gör ki elim mahkum, boğazıma dizilen tüm düğümleri yutup mideye indirmek durumundayım, çığlıklar atıp zıvanadan çıkamayacağım için her Allah'ın günü umut palyaçosu oluyorum, telkinlerle, gevşeme egzersizleriyle ve tabi ki miniğimin hasretiyle eve değin suratıma kocaman bir gülümseme asabiliyorum iyi kötü... kendini kandırmak mıdır, sabır mı, onurunu çiğnetmek mi bilmiyorum ama oğluşumun mutluluğu için adı ne olacaksa buna değer elbette...

keşke biraz umarsız olmayı başarabilsem, keşke saf salaklığım bu çocuk soslu iktidar mücadelelerini görmemi de engelleyebilse, keşke oğlumu katıksız sevgilerle çevrelemenin beni tüketmeyecek yollarını bulabilsem...

4/14/15

haftalık

Ailede haftalarca süren hastalıklardan sonra heyecanlı bir hafta geçirdik. Bebeğimin bilinçli sözcüğü "baba"sınaydı, ta kendisine söyledi, sonrasında acemi sürünmeler yerini emeklemelere ve de tutunup kalkmalara bıraktı, son olarak; o artık iki dişi patlamış bir velet...

kafası çok terlediği için saçlarını keselim diyordum uzun zamandır, annemin de gazına gelip gözünün içine giren kısmı kestim bu hafta, kötüydü, fakat asıl felaket babasıyla saçını üçe vurmaya kalkışınca oldu, tepindi, ağladı ve yarım yamalak acayip bir kafayla kala kaldı kuzum... düzeltmek için biraz cesaret toplamamız gerekecek...

3/18/15

tv tu kaka

sonunda eşimin işi kesinleşti, her ay "acaba?..." demekten şimdilik kurtulduk, şükürler olsun... insan böyle zamanlardan sonra harcama yapmaya korkuyor ama oğluma her gün yeni bir şeyler almak istiyorum, güvenliği için evde birtakım değişiklikler istiyorum, insan çelişkilerle dolu bir varlık :)

9. aya sayılı günler kala oğlum ne emekliyor, ne yürüyor ne de konuşuyor, üstelik reklam hastası... tv seyretmesin diye kişisel bir çaba harcıyorum, babası ve nineleri önemsemiyor, halası ısrarla tv seyretmesi gerektiğini savunuyor (tv sürekli açık olursa  çok düşkün olmazmış güya -sürekli açık olunca az seyrediyor gibi geliyor, seyrettiği süre göze batmıyor tabi- her seferinde tv konusunda takıntılı arkadaşını anlatıp duruyor) öylesine bilinçliymişcesine anlatıyor ki bazen benim bile tv'nin gerekliliğine inanasım geliyor, boşuna dememişler 'cahillik mutluluktur' diye...

iletişimdeyken üstüne basa basa anlatılan; tv'nin zararlı hatta bilinçaltını vuran bir metaryal olduğu, insanı nasıl köleleştirdiği falanı filanıydı. Televizyon Öldüren Eğlence - Neil Postman standart kaynak kitaplardandı zaten... özetle; sinema iyi, tv kötü, radyo nostaljik, medya güçlü, iletişim gerekliydi.


Kitaplarda defalarca okuduğum, tv bağımlılığımı kırmamı sağlayan ve inandığım 'kanıtlanmış' gerçekler nedeniyle bile insanları ikna çabası harcamaya takatim yok; anlamayacaklar, anlasalar işlerine gelmeyecek yahut umursamayacaklar, kimisi dinleme zahmetine bile katlanmayacak, kendi kafasının dikine giden "he he" deyip bildiğini okuyacak, en beteri de çocuğumu gripten çok daha tehlikeli hastalıklardan korumak istediğim için "çok biliyorsun" olacak, kopuk aile ilişkileri, sinirleri yıpratılmış anne tv'den daha tehlikeli o nedenle ölümlerden ölüm beğenip geçirdim üzerine, yakıştı mı, hayır!

çocuğumu tv'ye bu kadar maruz bıraktıkça vicdan azabı çekiyorum, ninelerin elinden alıp kreşe vermek bile daha makul görünüyor bazen ama o kadar küçük ve ilgiye sevgiye o kadar ihtiyaç duyacak çağda ki kıyamıyorum; seviyorlar, oynuyorlar, birebir ilgi görüyor, onlarla arasında bağ kuruyor, bunlar hiç de azımsanacak şeyler değil yine de karabasanlardan kurtuluş yok.

oğlumun gelişimindeki gecikmelerde kabuslarla yüzleşiyorum; otizm, disleksi, dikkat dağınıklığı, şu anda belirtileri net görülen ve giderek artan hiperaktivite, olası göz bozuklukları -uyku ve yeme bozukluklarını dişe yorsam da kalıcığı korkutucu- ilerleyen dönemde ekran bağımlılığı... endişeliyim.