6/10/22

Ayrı gayrı

 Bir yıldan uzun süredir oturduğum evde apartmanın grubuna yeni eklediler beni, yönetici seçimi varmış yönetici adayı bey, "burada filanca oturmuyor mu, akrabası mısınız"la başladı, o kadar vahlandı ki bir yıldır varlığımdan haberi olmamasına "abim ilgilendi taşınma işlerimle" falan diye teselli etme zorunluluğu hissettim.

Dün akşam grupta sürekli konuştu insanlar, site yönetiminden şikayet edildi, apartman bütçesini mi ayırsak diye beyin fırtınası flan yapıldı, goygoylarla bitti olay...

Sabah sabah ömer adında birinden gelen mesajla şok yaşadım, "Ayrılalım" tövbe bismillah kimsin adam? derken bir baktım gruba yazmış, yönetimi kastediyor, kahkahalarımı tutamadım :P

Yok, yok iyi değilim, aklım saçma şeylerle fazla meşgul yine, bir eğitim, gelişim, motivasyon beynimi doğru yerlere salacak mecra gerek... araştırdığım online eğitimlerin birine acilen başlayacağım fakat hala gülüyorum :)

6/08/22

durumlar stabil

Garip hissetmeye devam ediyorum, elleri kolları dolu birinin ağırlıklarından kurtulunca rahat ve hafif velakin boşluktaymış hissi gibi, korsesini çıkaran şişman kadının vücudundaki tüm dalgalanmaları hissetmesi gibi, sabah perdeler aniden çekilince gözünü acıtan ışık gibi, bunun gibi ama tam da değil, değişik...

Hayatımda ilk kez evlilik konusu tam bir özgürlük alanı... küçüklüğümden beri "evlenince" diye başlayan bir sürü senaryo dinledim, annem tüm yaz tatillerinde şu an kullanmadığım çeyizler için başımın etini yedi, arkadaşlar evlendikçe "ee senin güzel haberlerini ne zaman alıyoruz?" cümleleriyle yıllarca gündemimdeki en sıcak konu oldu, hayaller de kurdum ilk aşk sonrası yalan değil, mütemadiyen "evlenmeyeceğim" dememi kimse ciddiye almadı, kesin tavır koysam zorla evlendirilecek de değildim ama merakım da içten iteliyordu beni, aşkın harcım olduğunu sandım, yanıldım.

41 "yeniden evlen" ısrarı yapılmayacak kadar olgun bir yaş şükür ki... 

Eski evlendiğinde her şeye rağmen ona sadakat hissettiğimi ve gözümü sakındığımı da net biçimde fark etmiş oldum, tabi ki onun evliliğiyle birlikte bu son bağlılık hissi de son bulmuş oldu. Bu özgürlük hissini çok sevdim.

Ötelerden bakınca; atının eğerini çıkarıp çitlerin olmadığı, uçsuz bucaksız bir ovaya salmışsın ama o artık yaşlı ve yorgun üstelik alışkanlıkları tarafından tımarlanmış, kendini rüzgara bırakması pek de olası görünmüyor, bu durumda alıştığını yaşıyorsun, o da başka bir rahatlık türü, şahsım adına yalnızlığım evliyken bile en alıştığım formu oldu hayatımın, yalnız ölmek ürkütücü gelse de yalnız yaşama fikri rahat hissettiriyor.

Diyet iki ileri bir geri ağır aksak ilerliyor, on yıldır yok hükmündeydim varlığımı ortaya koymak istercesine kilo aldım, bu benliğimi iyiden kör kuyuya götürdü, zaman alıyor iyileşmek... kiloları atmak, kitaplara hayatımda yeniden yer açmak ve maneviyatımla barışmak fetret dönemimi bitirmek için gerekli reçete belli ki... hayırlısı.

6/03/22

İz

Mayıs'a yetişemeyen BCP yazısını daha da geciktirmek istemediğim için, biraz çalakalem olacağını tahmin etsem de yazayım dedim.

Mayıs teması; "Rus edebiyatı ve sineması ya da spor" 

Blogda yaşamım üzerine yazıyorum hep, konuyu da yine bu minvalde anlatayım istiyorum.

Açıkçası ilk aklıma gelen "Anna Karenina"... lisede okuduğumda kadına çok sinirlendim, kitabı defalarca fırlattım ve yine de birkaç gün içinde bitirip süründürmediğim kitaplardan biri oldu, bir süre sonra söylene söylene "Madam Bovary" okurken arkadaşım "Anna Karenina'yla konusu çok benzer niye okuyorsun ki?" diye sorduğundaysa Anna'yı savunurken buldum kendimi... üstelik ilk kez okuduğum kitaplardan birinin sahneye yansımasını da sevdim, her ikisini de öneririm.

Rus edebiyatından okuduğum ilk eser aynı zamanda vefat eden dayımın kocaman süslü kitaplığından arakladığım ilk kitaptı; "Çehov - Hikayeler"... uzun zaman Çehov'un tüm öyküleri o kadar sandım ama meğerse başka ciltleri varmış kitabın :)

Rahmetli'nin kitapları pek kıymetliydi, annem de onlara her gittiğimizde beni tembihlerdi "aman kitaplara dokunma" diye... onlarda kaldığımız akşam bitiremediğim için kitabı çantama attım "nasılsa birkaç hafta içinde yine geliriz, yerine koyarım" düşüncesiyle... tabi ki dayım fark etti, sorunca yalan söylemedim, çantamdan çıkarıp verdim kitabı, dayımın gözleri doldu "benim sıpalar okumuyor diye canım sıkılıyordu, akıllı kızım benim, iyi baktığın sürece sorun yok, hepsini alabilirsin, istersen sana daha uygun bir şey seçebilirim" demişti, o ana kadar oymaları tehditkar görünen o ceviz kitaplık lunapark gibi parladı gözümde, ilk kez dayımın ürkütücülüğünü değil de babacan öğretmen yönünü görüp sevdim, kitaplıkta siyasi içerikli olanlar hariç ne varsa okudum zaman içinde... fakat ölümü sonrası bakımsızlaşan kitaplığın sobada son buluşuna müdahale edemedim, Allah rahmet eylesin... elimde en son ödünç aldığım ve onun ardından hatıra olarak tutmaya karar verdiğim Yaşar Kemal-Deniz Küstü kaldı.

Dostoyevski lise yıllarımın en önemli ismi oldu, ona uzunca bir süre takıntılıydım, oblomovluk yapsam da, "bir delinin günlüğü"nü yere göğe sığdıramasam da, Tolstoy'a duyduğum saygıdan öte bir sevgim var ona...

Çalışmaya başladığım ilk zamanlar annemin yaylada olduğu bir yaz günü izledim ve günlerce yalnızlık kör kuyu gibi çekti içine..."Stalker" Rus sinemasının beni en çok etkileyen yapımı oldu -üniversitede yönetmenin pek çok başka filmini seyrettiğim, hatta sıkıcı olabileceği önyargısıyla izlediğim halde- olağanüstüydü.

Gıcık olduğum uygulamalarına rağmen hayranlık uyandırıcı yönlerine bakıp şaşırdığım, hatta bazılarını çok şirin bulduğum bu millete ne desem bilemiyorum...





5/31/22

Nisan hatırası

Mayıs ayının son günü ayın konusuna bakarken BCP nisan ayı temasının "1900'lü yıllarda geçen eserler, nostalji ve siyah beyaz" olduğunu gördüm, arkamdan ağlardı yazmasam, olmazdı, olamazdı, içimde kalmasın dedim :)

1900'ler denilince aklıma pek çok kişi gibi sessiz filmler geliyor ama aklıma ilk gelen film "Modern Zamanlar" değil de "Un Chien Andalou (Bir Endülüs Köpeği)" oluyor, dali sempatizanı olduğumdan beri... resimlerinin içinden çıkamadığım Dali efendi, şu mürekkeplerin yorumlandığı Rorschach testi gibi bir film yapmış, bakıp; ölüm, aşk, çürümenin felsefesi üzerine derinlere dalmanızı sağlıyor ama bir köpek kadar saldırgan tarzda! Dali-Bunuel işbirliği aradan geçen asra yakın zamandan sonra bile etkileyici...

1900'lerde adını anmasam eksik hissedeceğim diğer isim Kurusowa -neyseki ben nisanda yazmasam da arkadaşlardan biri yazmış, görünce gözlerim parladı resmen- muhtereme hayranlığım "Dream" filmiyle olmuştu, kiraladığım CD'lerde mi vardı, TRT 2 mi yayınladı hatırlamıyorum ama 90'larda "Saddam İncirlik Üssü'ne bomba yağdıracak" yaygaraları eşliğinde nükleer felaket senaryolarının şehri sardığı dönemde tüm o düşlerin beni nasıl içine çektiğini net hatırlıyorum ve o bahçeyi... yıllar içinde her filmine ayrı hayranlığım oldu, İstanbul'da okurken Atatürk Kitaplığı ikinci evim gibiydi, o küçük salonda Rashamon, Run, Yedi Samuray ve Yojimbo'yu kaçıncı kere izledim bilmem... "Ikiru" gözümden kaçan filmlerindendi fakat beni zayıf noktamdan vurdu, çalıştığım düzenli işimde emeklilik hayalleri kurmaya başlamıştım, gizli mide kanaması geçirdiğim anlaşılmadan önce kanser şüphesiyle biyopsi yapılmıştı, tüm bunların ardından 'mide kanseri olduğunu öğrenince yaşamını sorgulayan sıradan bir adam' yüreğimdeki kör noktalardan birine dokundu, beni ölümüne etkileyen filmlerden biri oldu.

1900'ler ve sinema söz konusu olduğunda; "Ay'a Yolculuk" övmeden, "Hiroşima Sevgilim" demeden, "Casablanca" nerede merak etmeden, "Bisiklet Hırsızları"na gönderme yapmadan, "Potemkin Zırhlısı"nı anmadan, "Kameralı Adam"da kimmiş bilmeden, "Çaplin'e göz kırpmadan, "Çıplak Ayaklı Kontes"e şapka çıkarmadan, "Rüzgar Gibi Geçti" ile savrulmadan, "Serseri Aşıklar"a selam vermeden, "Asi Gençlik"e hakkını teslim etmeden, "Il Postino" ile postacı yolu gözlemeden, "400 Darbe" ile dertlenip, Fellini'yle kafa dağıtmadan, "Mary Poppins"le uçup, "Oz Büyücüsü"yle şarkı söylemeden, "Singin’ in the Rain" eşliğinde ıslanmayı istemeden, "Tiffany'de Kahvaltı" izleyip zarif hanımefendilere parlayan gözlerle bakmadan, "Cinema Paradise" izlemeden, "Schindler'in Listesi"yle soğuk duş almadan, "Rosemary'nin Bebeği"ni görmekten korkup, Hitchcock filmiyle ürpermeden, "Kuşlar"a başka gözle bakmadan, Çaki yüzünden naylon bebeklere küsüp, "Fredy'nin Kabusları"nda 13.Cuma'yı uykusuz geçirmeden, "Cennetin Çocukları"na umutla bakmadan, "Leylekler Uçarken" hüzünlenmeden, "Sarhoş Atlar Zamanı"na vahlanmadan, "Guguk Kuşu"yla delirmeden, "Baba" serisiyle ağır ağır yürüyüp, "Zorba"yla sirtakiye merak salmadan, "İyi, Kötü ve Çirkin"deki ıslıklı müzik eşliğinde kozlarını paylaşmadan, "Mayıs Sıkıntısı" çekmeden, bir kerecik Yeşilçam'ı anmadan "nereye?" demezler mi adama! (biliyorum, bu liste epeyce eksik liste, uzununu da yazarım bir gün inşallah)

Stüdyo Ghibli animelerinin döneme kattığı tüm renkler için müteşekkirim... manga konusuna girersem hiç çıkamayacak gibiyim bu yazıdan, o nedenle bunu da es geçeceğim.

Son olarak; ismiyle bile nostaljinin dibine vuran, kitaplığımın en davetkar üyesini önerip bitiriyorum "Ayfer Tunç-Bir Maniniz Yoksa Annemler Size Gelecek".

5/26/22

tebrik mi etmeli, taziye mi iletmeli?

 Az önce çok rastgele şekilde evlilik fotoğrafına denk geldim Eski'nin... bekliyor olsam da tuhaf hissettiriyor, daha dün onun hakkında -evlendiğini bilmeden- yazdıklarıma bakınca güldüm kendime...

Oğluma alıştırmaya çalışmıştım bu fikri ama kabullenmediği için muhtemelen daha fazla tepki gösterecek.

Belki değişir, benim çektiklerimi bir başka kadının daha çekmesini istemem ama tek dileyebileceğim sadakatsizliğinin ve şiddete meylinin bir kurbanı daha olmaması... 3 ay kadar önce bu kişiye sadakati olmadığını bana yazdıklarıyla kanıtlamış oldu, yine de umarım beni ağzımı açmadığım için suçlu hissettirecek durumlara varmaz işler yine... 

Oğluma söyleyen kişi olmak istemiyorum.




5/25/22

değişkenler, eşlenikler, basınç, sıcaklık vs.

Diyet iki gün sürdü, üçüncü gün sabah simit almaya gittiğimde para üstünü aldığım kişi adımla hitap etti, yüz çok tanıdık gelse de kim olduğunu çıkaramadım, gülümseyip "çıkaramadım, özür dilerim" dedim, meğerse 5 yaz boyunca ailesi yoluyla evlilik teklifi aldığım komşu oğlumuzmuş, çocukluğumda her günümü birlikte geçirdiğim ama gençliğimde mesafe koymak durumunda kaldığım şahıs epeyce yaşlanmış, çocukluğumda gözleri çakmak taşı gibi parlıyordu şimdilerde yosunlu görünüyor, açıkçası kendini tanıtınca yüzümde donan gülümsemeyle hızlıca uzaklaştım -bana olan takıntısına anlam veremediğim insanlardandır, ben evli o 3 çocukluyken sosyal medya hesaplarımdan takip isteği yollamıştı- sürekli evimin yakınındaki pastanede olmuyormuş başka şubelere gidiyormuş o kişi ama yine karşılaşacağımız belli... benim ışığım kalmadı, o da zamanında ısrarcı olsa da sınırını aşmadı fakat yine de korkuyorum böylesi durumlarda, kendimi koruyabilirim diye düşünüyorum ama korunaksız hissetmek sinir bozucu... 

Eski'den ses seda yok, benim için iyi olsa da oğlumun içerlediği belli, ben demediğim sürece telefon etmiyor babasına yine... bir ara neyin suçluluğunu duyduysa üstüne düşmüştü çocuğun, kuzu her şeyi babasına da anlatmak için hevesleniyordu... hafta sonu günübirlik gelip gitmek çok mu zor, millerini oğluna kullanmak mı zor, 19 Mayıs'ta Ankara'daki bir etkinliği bahane edip ben götüreyim bari çocuğu diye girişimde bulundum, yine vakit ayırmadı.

Kendi çocukluğumdaki gibi bir yoksunluk yaşasın istemiyorum ama ben çok üstelesem olmaz ümitlere kapılabilir veya babasıyla ilişkisini oldurmaya çalışırken zedelemelere yol açabilir bu durumlar diye diken üstündeyim.

Eski'yi hala özlediğim zamanlar oluyor, Stockholm sendromu gibi bir şey yaşıyorum galiba, etraftaki çetrefilli hatta kangren haline gelip iki tarafı da zehirleyen boşanma süreçlerine bakıp "en azından temiz bitirdik" diye ona minnet duyuyorum, sonra aklım yerine gelsin diye zamanında delil niyetine elimde tuttuğum tüm kayıt altındaki o yaşanmışlıkları, okuyorum bakıyorum, dinliyorum... yok diyorum "sen hala bu adamın adını anarak bile zararda, ziyandasın"...

Küçükken -cenazesini net hatırladığım halde- babamın filmlerdeki gibi aslında ölmemiş olan bir ajan yahut yeniden hayata dönen bir süper kahraman falan olduğunu kanlı canlı karşıma çıkacağını hayal ettim, kayıplar karşısında takındığım tavır bu yaşımda çok da farklı görünmüyor, gönlüm ölmüş bir ilişkiden bile medet umabiliyor, tabi ki ölen öldü, biten geçti gitti.

Onu tanıdığım 20 yılla değil de tanıyamaz hale geldiğim 2 yılla resmediyorum bazen işler zorlaştığında, haksızlık... o tanıdığım adam değiştiyse bu tanımadığım adam da değişebilir -ölü ilişki umudu için demiyorum bunu oğlumda yeşil kalan baba sevgisinin kuruyup gidişini görmek istemediğimden onda hala ümit görmek istiyorum- çok geç olmadan olumlu değişimler görmeyi dört gözle bekliyorum. 


5/12/22

iç-dış mevsimlik bakım itinayla yapılır

 Şu an itibariyle diyete başladım, şeker çıktığından beri bazı yiyecekleri dikkatli tüketiyordum ama son birkaç ayda yine işin ucunu kaçırdım eskisinden de beter kilo aldım, dur deme vakti geldi, 30 kilo vermek niyetindeyim seneye kadar, az önce bir diyetisyenden randevu aldım, hayırlısı bakalım.

Toparlanmak için elimden gelen tüm gayreti göstereceğim.

Balkon bahçemde tohumundan hiç çıkmadığı için toprağını başka saksılara kullandığım dereotları bahçemin her yerinde, geçen aylarda hepsini toplayıp kök kalmadığını düşündüğüm nanelerim orda burda filizlenmiş, kurumaya yüz tutan gül fidesi güçlü dallar attı, sukulentleri herkese hediye ettiğim halde çoğalıp gelişiyorlar, dinlenmeye bıraktığım topraklar bitkilerimi coşturuyor, ben neden kışta kalayım,  geçti, geçti, yürüyüş yapmanın en güzel mevsimi şimdi...