9/28/23

Çıkıp biraz temiz hava alayım


Bir aydan uzun süredir spora gitmiyorum, diyet de aksadı, dün oğlumun zoruyla gitmeyi başardım. başladığım ağırlıklardan fazla ama son aşamada çalıştığım ağırlıklardan az, hafif tempolu egzersiz yaptığım halde kemiklerim bile ağrıyor, hamlamışım.

Son gidişimde kendimi oldukça zorlamıştım soluk soluğa terimi havluya silerken gülümsedim, tam karşımda çalışan orta yaşlardaki adam da soluk soluğaydı gülümsediğimi görünce tebessüm etti, flört gibi yüzümü kızartan bir an...  sırf bu andan utanç duyduğum için bir ay çalışmaya gitmemiş değilim annem hastaydı sonuçta onu yalnız bırakmak istemedim ama eskisi gibi haftada bir iki gidip kendimi zinde tutabilirdim, utandım.

Üç yılı geçti ayrılığın üzerinden hala yeniden denemeye hazır değilim. Kızarıp bozarmak desen ergen tadında geliyor, eğreti bir duruşu var üzerimde... kırk yaş üstü boşanmış çocuklu dul kadın imajı epey atılgan toplum nezdinde fakat o ben değilim, kimsenin rüyalarının kadını olamayacak kadar içim geçkin... Yine de içimdeki kerata uslanmak bilmeyenlerden, üniversite arkadaşlarımdan birinin "senin de gülüşüne ömrünü verecek biri çıkacak karşına" deyişi kulaklarımda, inanmak istiyorum, umudumu korumak istiyorum; elliden sonra dünyayı gezmek ve ister yolun sonunda isterse de yolda eşlik edecek birini umuyorum... hayalimde ötelediğim için mi hazır olmak mümkün olmuyor, hazır olmadığımdan mı uzak hayaller kuruyorum, kim bilebilir!


8/26/23

"çaresizliğim; çaresiz değilim"

 Çevremde ölüm kol gezmeye devam ediyor, lisede çok yakın olduğumuz bir arkadaşımın önce annesi birkaç hafta sonra abisi vefat etti, gidemedim, geç duydum, zaman mekan uymadı ama açık ve net vefa gösteremedim, aynısı halamın kocası için de oldu, iş dedim, çocuk dedim elzem görünen geçerli pek çok sebep vardı ama vefa yoktu o işte... aynısı bana olsa üzülürüm; ve fakat şu saatten sonra vefa bekleyecek yüzsüzlükte değilim, güç bulabildiğimce uzanmaya çalışıyorum değer verdiğim insanlara ama yalnızlık daha tatlı geliyor... aslında acı ama kolay olan bu... ölümden korkmadığımı düşünürüm genelde ama duruma bakınca durumu kabul etmeliyim, arkadaşıma karşı mahcubum ama dayımın cenazesine bile gönüllü gitmedim, y.ablanın öldüğünü sakladıkları için bir umut son anlarında yanında olabilmek için İstanbul'a koşmak istedim vefatını duyunca ayaklarım geri geri gitti... anne tarafından en büyük kuzenim 2 ay önce vefat etti, izin alabilirdim, haftasonuna kadar bekledim, iş arkadaşımın babası vefat ettiğinde maddi olarak elimden geleni yapmaya hazırdım ama cenazede en fazla on dakika durabildim...travma mı? korku mu? psikolojik bir rahatsızlık mı? sadece şımarıklık mı? gerçekten bilmiyorum.

Annem bir süredir hasta, onun hastalığından önce sıkı diyet yapmış ve spora abanmıştım bir ayda10 kiloya yakın verdim ama onun hastalığıyla beraber bütün enerjim terketti beni, spor yapıp ter atarken yediğimin iki katını mideme indiriyorum ama yapılması gerekenler için bile kılımı kıpırdatmıyorum, anneme iyi baktığım söylenemez, oğlumla tatili değerlendiremediğim de aşikar, ben açıkça isteksiz ve yorgunum.

Bir zamanlar "sevmeye yeteceği" olduğuyla övünen ben, nasıl sevileceğini unutacak kadar şuursuzum şimdi.

Kendimi bu kadar suçlu hissettiğim halde neden böyle tercihler yaptım?  

Yalnızken ölüm beni daha çabuk yutuverecekmiş gibi hissediyorum yine de sımsıkı sarılıyorum yalnızlığa, aşk-nefret ilişkisi mi anlamış değilim peki ölüm korkusu bunun neresinde?

Yanımda biri olsun istiyorum, huysuz-yalnız ihtiyar olma düşüncesi uykularımı kaçırıyor fakat sevmek şüpheli bir korku tüneli, sevilmek fazlasıyla yorucu, vefa bozuk para gibi tüketilmiş nereye gittiği bilinmeden...

kendime gelmek istiyorum artık ne zaman dağılacak beynimdeki sis, kalbim ne zaman pasını pisini atıp yeniden atmaya başlayacak, ölüm korkusu diye zırvalıyorum ya ne farkım var ölmüşten, benden geriye ne kaldı merak ediyorum!?

5/02/23

"yine mi güzeliz?"

Normalde mayısta Adana sıcağı bariz hissedilir, henüz kıştan çıkmış hissettirmiyor mevsim... ılık yağmur sevdalısı olunca şikayet etmiyorum halimden ama genç değilim hastalıktan kurtaramıyorum paçayı... portakal çiçeklerinin enfes kokusu dolularda döküldü, şimdilik çiçek açan sarmaşıklarla sümbüllerle zambaklarla avunuyoruz.

Bayram için sildiğim camlar leş, araba kirden görünmüyor, camlar elimden öper de araba sıkıntı; dizilerde kliplerde pek seksi görünen sahne bende fok balığının buzullardaki figürlerini andırıyor, boydan kısa olunca araba yıkamak zor zanaat, tabure sakat iş, haftalık yıkatacak bütçem yok, oğlanın boy atmasını dört gözle bekliyorum.

Bir ayda üç farklı branştan doktor "zayıfla" dedi, son raddede kuzenim olan aile hekimim "abla yeme içme düzenini ciddi anlamda gözden geçirmelisin" diye söylenince kendimce dikkat eder oldum ama spora canım çektikçe giden ben, paşa gönlüme göre diyet yapınca ilerleme sıfır... buna rağmen zayıfladığımı düşünenler oldu, spor daha derli toplu görünmemi sağlıyor muhtemelen, yine de diyetisyene görünmek şart, geçen yaz ucundan döndüğüm diyabet yine kapımı tıklatıyor.

Doktorlardan biri hafif talasemi olabileceğimi söyledi, evlenirken de üç ay inceleme altında olmam gerektiğini söylemişlerdi, ihmal etmiştim, korkuyorum sanırım... İlkokuldaki sınıf arkadaşlarımdan biri ağır derecede talasemiydi, lisedeyken kardeşini o sandım karakteristik yüz şekli ve deri rengi yüzünden, öldüğünü o şekilde öğrendim, sınıftaki oğlanlar aralarına almıyordu Musa'yı, silgi verdim diye yakın arkadaşlarımdan birinin "ölecek o yaklaşma ona" dediğini hatırlıyorum,  ilk kez bu ihtimali öğrendiğimde, Musa'ya benziyor muyum diye aynaya uzun uzun bakmıştım, pek benzetemedim... tanı almasam da demire dikkat ettiğim sürece sorun olmayacağını söyledi doktor, açıkçası adını koymamayı tercih ederim.

Alerjik reaksiyonlar için bile yediklerimin mercek altına alındığı şu günlerde uzun yürüyüşlerin tam zamanı... 

Kulaklığı takıp insanlarla dünyadan uzak bir bağ kurma vaktidir şimdi, yürüdükçe kafam bulutlarda, yürüyelim güzelleşelim, kulağımda yine mi 🎵 "yine mi çiçek" 🎶

4/28/23

kırkikindi


 Yaşam; sanki az önce dolu yağmamış gibi parıldayan, yapraklardan puslu buharlar yükselten güneş gibi... yazmadığım süre içinde yaşadığım onca olay, derinime işleyen onca his gözümü kamaştıran ışıklar içinde kayboldu gitti. 

Adana'nın en sevdiğim yanı ılık yağmurları, hayat unutabildiğim sürece daha katlanılır, kara bulutlar güneşle ılık kucaklaşmalara bahane olacaksa ne ala, üşütmeyecek veya canımı acıtmayacaksa ıslanmak başım gözüm üstüne... ısıran soğukları, buza kesen yağmurları, karda yürüyemediğim yokuşları sevmiyorum... kar yağdığını görmeyi özlüyorum elbette, ayazın yaladığı kemiklerin ısınınca gerinip katıdan sıvıya dönmüş bendine sığmayan ırmaklar gibi hissettiren coşku elbette güzel... yine de gün açtığında çıplak ayakla yağmur çukurlarını topuklamayı bulmuyor hiçbiri.

Şu an sevdiğim havalara güzellemeler yapacak kıvamda pamuk gibiyim ama yağıp gürlüyordum bir süredir, hiç yoktan yere veya yerli yerince öfke saldım dört bir yana, olmadık bir tartışmaya girdiğim adama öyle tepki gösterdim ki "yoksa bu adama ilgim mi var, niye abarttım ki" şüphesi bile duydum, ardından 'eski' yırtık dondan çıkarcasına attığı cinsel içerikli mesajla yoklayınca "yahu ben erkeklerden tiksiniyorum ondan bu reaksiyonlar" diye kendime geldim... ha o mesaja gelirsek; soyadını değiştirdiğine olumsuz tepkilerimi duymak istemediği için önden sinir patlatma hamlesi gibi bir şey... tabi benim yorumum bu, derdi ne kimbilir... Evlenmeden hemen önceki hamleleri yüzünden evli olduğu kadına da sadakati olmadığını biliyordum, şaşırtmıyor bile durup durup saçmalaması... yine de güzel anılar var tutmak istediğim, her seferinde biraz daha kararıyor, böyle böyle yok olup gidecek diye korkuyorum, o sevdi/sevmedi ayrı hikaye, kendi payıma düşene yüreğimi koydum, işte o güzelim anlar kesiliyor ya kenarından köşesinden böyle böyle, o bakmalara doyamadığın resimden çok kestiğin makası hatırlatır oluyor ya... zor... kafanı çevirip görmek istemeyeceğin kadar zor.

Sadece "özledim" dese, özlemine kıymet verebilirdim, tek hissettiğim şu an tiksinti, aşağılanmışlık, alay... yanında çırılçıplak uzanırken sırtını çevirdiğin, kadınlığını mahremden şaibeliye çevirdiğin, umumun "kadın olsaydın"lı sorgulamalarına maruz bıraktığın insana "yoklukta gideri var" muamelesi çekmek değersizleştiriyor.

Aslında üstesinden gelmeyi kolaylaştırıyor böyle durumlar; kendime güvenim ve sevgim güçlü değil ama kendimi tanıma konusunda azimliyim, tamam zamanında eğreti çabalara girmedim değil, yanlış sorulara olmaz yanıtlar vermedim değil ama eminim ki ben o ilişkilendirdiği şey değilim. 

Hissettiğim şey neden öfke değil de tiksinme? emin değilim... hayırlısı bakalım, zaman yaraları sarıp pek çoğunu iyileştiriyor, kör topal da olsa devam edip gidiyoruz, yaşamak güzel şey vesselam...

2/14/23

geçer...

Fotoğraf masamdan, arka fonda hala sünger yatak battaniye vs var, evine dönmeye korkan veya artık dönecek evi olmayan bazı çalışan yakınları hala bizimle kalmaya devam ediyor, eve sağlam raporu verilince ben evime geçtim, yalnız kaldığım düşüncesiyle rahat edemeyen annem de döndü, oğlum da yanımızda olsa iyiydi ama deprem hala tüm konuşmaların ana gündemi, korku güneşli günlere rağmen soğuğunu yayıyor etrafa, bir hafta daha kalmasına pek de itiraz edemiyorum o yüzden... 

Adana'da çalışmaların tamamlandığını söylediler, kayıp bir arkadaşın daha ölüm ilamıydı benim için... biliyorum henüz tam olarak idrak edemedik, boşluklarla dolu yerlere bakmaya başladığımızda o boşluklar tüm andaçlardan daha büyük ve etkili olacak ve zamanla bu da unutulacak ne yazık ki...

Gölcük depremini duyduğumda yayladaydım, Adana depreminin anısı taze olduğundan duyan herkes ağlamaya başlamıştı, kaybın ne kadar çok olduğunu bilmediğimiz halde, elektriğin olmadığı dağ başında çığlıkları duymadığımız veya ekrandan dehşeti izlemediğimiz halde derinden sarsıldık, iki sene sonra okumaya gittim oraya, bin parçalık yap-bozun kayıp üç beş parçası gibi duran o boşluklar kanımı dondurmuştu, deprem sözcüğünü kullanmak şöyle dursun o sene olmuş herhangi şeyden bahsedecek olsan insanların yüzüne ölüm soğukluğunun geliverdiğini görüyordun, aradan yirmi seneden fazlası geçti rafta kalmış dehşeti kucakladık yine... ders alınmasını umuyorum bu sefer ama umudu boyundan büyük yerlere yükleyip arkadan öylece bakmak istemiyorum bu sefer, kendimden ve oğlumdan başlayacağım nasipse eğitimse eğitim, donanımsa donanım...

Depremde hal hatır sordu ve ilk gün ihtiyaçlar için yardım gönderdi eski, ummadığım kadar insancıldı, eminim oğlu yanımda olmasa arayıp sormak yardım etmekle ilgilenmezdi ama darda kaldığımız kısa zaman diliminde yardımını gördük, diliyorum o da sıkıştığı zamanda yardım görür... burdakilere laf olsununa soracakları bir hikaye oldu benim acım, tuhaf... eskiden olsa ya çok konuşur sorulandan fazlasını anlatırdım yahut susar içime atardım, şimdi sorular kadar güdük kaldı hikaye, ölüm tüm duygusal fırtınaları süt liman edecek gerçeklikte ne de olsa... 

Uyuduğum ama gözümün önündekileri gördüğüm gözlerimin bilimcimden önce açıldığı sabahlara uyanıyorum yine, yattığımdan daha yorgun uyanıyorum, elbet bu da geçer yahu... aramaya sormaya fırsatım varken özlediğimi benim için değerli olduğunu söylemediğim dostlarım, arkadaşlarım, yakınlarım, nur içinde yatın, şimdiden özledim, Allah hepimize rahmet etsin.

2/09/23

soğuk nefes ılık gözyaşı...

Ölüm ensemize üfledi, ölmedik hayattayız şükür... Adana diğer şehirlere göre bir nebze daha iyi durumda, evim yıkılmadı, hava ilk günkü gibi soğuk ve yağmurlu değil, su var, elektrik ve doğalgaz var, marketler mütemadiyen çalışıyor, hasarlı binalara giriş çıkışlar kontrollü fakat yaşadığına sevinirken bile insanın içi burkuluyor.

İlk iki gün olayın sıcaklığıyla panik ve paranoya yayılmıştı etrafa, "iyiyiz" mesajları sayesinde sevindik, ölümüne şaşkındık yine de bencil, kendi mağduriyetiyle alabildiğine meşgul... ikinci gün kötü haberler, cenazeler, sarstı ama şükrettik, dua ettik, arabada/koltukta/yerde uyumaya, az biraz üşüyüp leş gibi kokmaya sabrettik... 

Dün koptu benim kayışım annemi köye oğlumu Ankara'ya gönderip olaydan sonra ilk kez eve girince kokusu bile yabancı geldi evin... ummadığım yerden kötü haberler gelmeye devam etti, Ankara'da sandığım arkadaşın akraba ziyareti için Kahramanmaraş'ta kayboluşu, Diyarbakır'da kızları kurtarılan ve sesi ilk iki gün duyulan arkadaşımın eşi ile naaşına ulaşılması... ikinci gün arayıp ulaşamadığım blog arkadaşım Ayşe'nin (jewel) kayıp oluşu ve dakikalar önce bulabildiğim o haber... dünden beri onu tanıyan birinden haber alabilir miyim diye umuyor, kurtuldu haberi için adı soyadıyla internette arıyordum... bir şeylerin içimde kopup dağıldığını hissediyorum Allah'ım yardım et...

Ölüm yalıyor yüzümüzü, ensemizde bıçak gibi bir soğuk nefes... yaşamak bile utanç verici, alıp gönderebilsem şu güneşli günü yollayabilsem keşke, ailesiz isimsiz bebekler, hayatından bezmiş benim gibi dinozorlar varken göçüp giden minicik canlar... 

Diliyorum diğerleri gibi unutulup gitmesin, afet ve arama kurtarma eğitimleri kışlaya asker alır gibi vatandaşlık görevi olsun, utanmakla kalmasın, ders alalım nolur...

Enkaz altındakilere de yakınlarına da görevli ve gönüllülere de dua ediyorum, Rabbim yardımcınız olsun.

1/23/23

dombili dambıl

Spora başladım, haftalardır gittiğim gün sayısı toplamda iki elin parmaklarını geçemiyor, çoğunlukla oğlum hoplayıp rahatça tepinebildiği için sürüklüyor beni

Karışık yer tercih etmek zorunda kaldım eve yakın olsun saat sorunu olmasın diye -şimdiden pişmanım- sorun devam ediyor annem gece evden çıkartmıyor beni... ben de sıkıntılı buldum gördüğüm kadarıyla, erkeklerin ağırlık kaldırırken niye alelacayip sesler çıkarttığına akıl erdiremiyorum, bi hanım abla var zıpkın gibi maşallah halter çalışıyor koca koca ağırlıklarla gıkını çıkarmıyor, adamlar çığlık çığlığa... içim fesat herhalde çok rahatsız edici! geçenlerde geç gittim üç beş kişiyiz, muhtemelen üniversite öğrencisi bir çocukcağız ıkınıp duruyor, kulaklık taktım bangır bangır müziğe rağmen duyuyorum, 'çocuğum beynin çıkacak bir tarafından yeterse yeter' diyeceğim tabi ki diyemedim... bu aralar erkekler üzerinde kadınlardan daha çok baskı var. tüm erkekler baklavaları kadar konuşsun gibi bir atmosfer... sanki tüm kadınlar da savunma sanatı bilmek, ukala ve sinsi olmak zorunda, bense dinozorluğunun hakkını vermeye çalışan o mızmızcı teyze... antrenörler ayrı alem, oturttu beni aletin birine, üç set on beş dedi gitti, bir tür şifre falan mı, aleti çalıştırmak için parola mı gerekiyor, üç sıfır on beş dedi de ben mi yanlış anladım derken tepemde biri "çiftli yapalım, set değişelim mi" dedi, ufak çaplı bir şok daha geçirip yandan kopya çekerek hareketin 15 kere tekrarlanıp ara verilerek 3 turda tamamlanacağını çözdüm, yaşlıyım ben bu atraksiyonlar için cidden ya...

N'apalım evde oturup bazlama börek yiyerek olmuyor, kendimce zaman beni çiğneyip tükürmesin diye bir yerlerden tutunmaya çalışıyorum... neden tembellik spor yapmaktan daha yorucu ve stresli benim yaşamımda?