7/29/22

yaz sıcağı

İnsanlar beni iyi tanıdığını iddia ediyor, ben kendimi tanıyamazken bu mümkün mü? belki kelin ilacı misali kendime aklım ermiyordur diyeceğim ama bu iddiada bulunan üç kişinin hakkımdaki görüşleri bambaşka... üç farklı dev aynası, hepsinde ben varım ve hiçbiri ben değilim, onların aynasıyla buluşan izdüşümlerim.

Eminim biriyle birlikteyken karşında gülümseyen hakiki suretini bulmak harika bir histir... etrafımdaki "ben"lerin bazıları komik çoğu ürkütücü... uzun süre başkalarının gözüyle kendine bakmak algını olumsuz etkiliyor, kendini gördüğünde bile tanıyamıyorsun çünkü beyninde bir şeyler o halden bu hale dalgalanmaya devam ediyor, beynin süreklilik istiyor çünkü, hislerin de öyle... çarpıklıkta bile süreklilik... gözlerimi hatta algımı kapatıyorum bir süre nasıl göründüğümle ilgilenmemek iyi geliyor.

Uzun bir yokuşun en esintili yerinde mola veriyor gibiyim, saatlerce kat ettiğim mesafeyi dakikalar içinde bitirip kendimi rüzgara kaptırmanın hayaliyle çıkıyorum yokuşun dikine, yüzümde muzip gülümseme...

Bu aralar sabrım çok sınanıyor, maşallah aladağlardan serinim, hatırlayabildiğim "ben"e en yakın görüntülerden biri... insan seviyorum ben onu fark ettim.

Güneş yemyeşil yapraklar üstünden ıpıl ıpıl bakarken, göz kırpıyorum kısıldıkça teri akına karışan iki çukurdan... 


7/25/22

zaman kapsülüne dipnot

 Oğluma söylemeyi çok isteyip de yaşı küçük olduğu için kafasını karıştırmaktan korktuğum, doğru zamanları kaçırdığım, irili ufaklı çekinceler yüzünden söyleyemediğim cümleler var, ölüp söyleyememekten çok korkuyorum.

"Yavrucağım, bazen baban hakkında atıp tuttuğuma şahit oluyorsun, seni bunlarla zehirlemek istemesem de içimde tutup öfkemin kontrolünü kaybetmekten korkuyorum, tabi ki duymaman için gayret ediyor ve lakin susmuyorum çünkü irinini çıkarıp bakımını yapınca yara daha stabil hale geliyor, yaranın üstünü açık bırakmak ortamın bozuk değilse daha çabuk iyileşmeni sağlıyor, lütfen iki kötülükten daha az kötüyü seçtiğim için mazur gör, yaşattığım kötü şeyler için çok özür diliyorum, farkındayım sen bunları olgunlukla karşılıyorsun ama o olgunluk beni çok üzüyor -kendimden biliyorum insan olgun çocuk, akıllı ergen olunca içindeki çocuğu habire şımartan bir yetişkin, aklını başından atmak isteyen bir birey haline geliyor, umarım çocukluğunu ve yeni yetmeliğini doyasıya yaşarsın- kuzum, en büyük umudum babanı sevmen, benle ne yaşamış olduysa, şu an nasıl yaşıyorsa ve yaşamını nasıl sürdürmek istiyorsa istesin, babanın ruhunda yakaladığım ışıltılı bir güzellik vardı ki gözümü kör edecek kadar beni ona aşık etti, sonrası iki kişi arasında olan ve olmayanlar yığını... fakat bilmelisin ki sen tüm olmamışlıklar arasına sevgi kattın, en kötü anılara bile umut ışıltısı oldun, sadece varlığın ve masumiyetinle, en kötü yaşanmışlıkların ortasına en mutlu anıları koydun, ne zaman senin babana benzeyen taraflarını görsem aşık olduğum ışıltıyı hatırlatıyor bana... muhtemelen tüm bunları söylesem anlayacaksın veya kafanı anlamaya yoracaksın ama dilerim uzunca zaman yapmayız bu konuşmayı, dilerim anlayamayacak kadar çocuk kalırsın, umarım anlamak istemeyecek kadar ergen tribi atarsın, yaşın neyi gerektiriyorsa dilerim hakkıyla yaşar; ayakları yere sağlam basan iyilik ve güzelliklerle dolu bir yetişkin olursun... işte o gün geldiğinde seni dinleyip eski defterleri karıştırınca tecrübe sayfalarını olağan şekilde çevirip seni hiç incitip boyundan büyük laflarla kafanı bulandırmadan kalbimi açmayı isterim"

7/20/22

Baktığım her platformda aynı şarkıyla yüzleşiyorum

Yaylada tatlı bir rüzgar, ağaçların arasında beni dinliyorken sustum ve ağlamaya başladım, küçüklüğümde annem çocuk ağlamasından nefret ettiği için mi yoksa "yut sesini duymayacağım" dediğinde ses çıkarmama konusunda antrenmanlı olmamdan mı bilinmez, hiçbir şey yokmuş gibi ağrıyabiliyorum, gözüme toz kaçtığına ikna edebileceğim kadar düz aktılar yine... ağlarken yırtındığım, kendimi yerden yere vurduğum zamanlar olması şaşırtıcı fakat bana uyan daha çok böyle dümdüz olanı gibi geliyor, alışkanlık ölümden beter...

Ellerim ve ayaklarım topraktaydı, uzandım önüme piti piti düşenleri görmezden gelmek istedim, kapadım gözlerimi ter akıtırmış gibi tuzlu ılıklığın boynumda yol buluşunu kolaylaştırdım, derken, araba sesi geldi, toparlandım biraz, tozlu ellerimi toprağın biraz daha içine iteleyip omuzlarımla yanağımdaki ıslaklığı yok ettim, tam kıymığı çıkarmak üzereyken irin yerine kan çıkmaya başladığı, iğne sokmadan batıktan kurtulamadığım inatçı anlardan birine yakalandım.

Yıllardır dinlemediğim "simply red-stars" resmen kulaklarımda çınladı, internetin çektiği o ıssızda olduğum için şarkıyı açabildim, sesini sona getirdim fakat ağıdım sessizde kaldı... Şarkıyı ilk dinlediğim an pek de sessiz değildi hıçkırıklarım, ortaokul sonu veya lisenin başlarındaydım... tarih net değil ama filmi hatırlıyorum; eşi ölünce kızıyla kalmış bir baba, durmaksızın ağlayan bebek, sesi sonuna kadar açılmış bu şarkı... babamı özlemiştim, hem de çok fazla... tanımadığı adamı nasıl özlesin insan, çocukluğumun n saçma sorusu "babanı özledin mi?" oldu ama ergenliğim onu umutsuzca özleyip tanımak isteyerek geçti, ona dair koleksiyonlar, hikayeleri, bilinen maceraları, kalan ufak tefek eşyası el yazısı, kalemi, rakamlar ve çiziklerle dolu not defteri, bıyıklarını düzelttiği makası... hepsi fazlasıyla değerliydi.

Şarkıyı birkaç kez üst üste dinleyince gözlerim hainlik etti, şiştiklerini hissedebiliyordum, burnum da tutmamaya başlamıştı, toparlanıp annemin yanına gittim kucağına uzanıp uyukladım sonra ilgisini çekeceğinden emin olduğum bir laf attım ortaya, uyuyacakmışım da onun sorularına maruz kalıyormuşum gibi sesimdeki titrek tınıyı esnemelerle boğarak gözümü açmadan yarım saate yakın mızırdandım durdum, arada annemin elini alıp başıma koydum, otomatik olarak okşamaya sonrasında bit kontrolüne çıktı, gözlük bile getirdi, çocukluğumun da rutini buydu, kontroller sıklaşırsa huylanıp saçımı kazıtırdı ba o olmadı işte...

Tanımasam da seviyorum seni... araştırdıkça bulduğum ve tutunduğum insaniyetin için teşekkür ediyorum, ardından akıttığım her damlaya değersin, eminim iyi hallerimdeki gülüşlerime de değersin... iyilik Allah'tan elbet ama kökünden ucuna kötü olmadığımı hissettiren bir "insan" olduğun için, köklerimi iyiliklerle beslediğin için teşekkürler...

Bir doğum günü dileği tutacaksam seni tutmak isterdim, unuttuğum anılardan birini anımsamak veya güzel huylarından birini kendimde bulup biraz daha yakın hissetmek... ergenliğin tüm o özlemin içinde bana sunduğu hediye oldun, varlığın için teşekkürler, ağladığıma bakma ölüyken bile pek çok diriden alaydı babalığın, kızın olduğum için mutluyum, seni seviyorum.




tek nefeste

Bir haftalık İstanbul kaçamağının ardından, 4 günlük yayla havası, 3 gün tembellik derken alabildiğine yoğun bir pazartesi mesaisin aynı tempoda olmasa da olağanın hayli ötesinde hareketlilik yaşayan bir salı, ufak bir hırsızlık vakası falan derken onca zaman nasıl geçti anlayamadım... İki gün su içmeye dahi yerimden kalkamıyordum zira odadan kafamı uzattığım anda başka işler bana bakıyordu... iş arkadaşımın yıllık izin kullanmasına olur demese miydim, bilmiyorum ki...

 Oğlum bu ay babasıyla kalacaktı yasal mevzular gereği ama babası iki haftada bir kere bile yeni evine götürmeden, yeni eşinin çocuğuyla tanıştırmadan, eşiyle ailenin ferdi hissini verme kaygısına hiç mi hiç kapılmadan, geri gönderdi yavruyu... onun için üzgün hissettim fakat böylesi benim açımdan daha iyi gibi görünüyor,  velayet mevzusunu anmaz artık... yazık, hep mi böyle bir insandı ben cidden kör müydüm?

Kuzum geldiğinden beri durgun, ağzını mühürlemiş… spor ağırlıklı bir kursa gönderdim, eğlensin umuduyla olmayan bütçede eksinin dibini gördüm, onu bu halde yaylaya göndermek istemiyorum ama alternatifim yok, çok fazla yararım olduğunu da düşünmüyorum şu halde, hafta sonu yeterli zamanda bana yüreciğini açar mı merak ediyorum.

İnsan yakın gördüğü kişiye daha çok kırılıyor, babasının evliliğini ondan sakladığıma içerlemiş olabilir, özür dilemeliyim.

42 yılımın hatırlayabildiğim temiz 30 yılını anneme benzemeyi istemeyerek geçirdim, artık her geçen gün ona daha da çok benzediğimi kabulleniyorum, bu kabulle hatalardan ders çıkarmak biraz daha kolay... İyi ki var, kabul onu anlamayı da kolaylaştırıyor, ona karşı bazı tavırlarımdan utanıyorum.

Aidiyet hissetmeyi seviyorum, rahat, huzurlu, dünya ateşe de yansa sığınacağın yerin var, dünyanın öteki ucunda bile olsan seni evinde hissettirebilecek biri var, güzel şey velakin dünyanı başına yıkan yine o his...

Aidiyeti olmayan bünyemin ılık meltemler gibi savrulduğu günün birinde İstanbul sokaklarında bir adamın gülümseyişini çektim, şimdilerde ne zaman canım sıkılsa telefonumdan açıp o fotoğrafa bakıyorum, istemsiz bir tebessüm konduruyor yüzüme, çok tatlı... eski'yle çıkmaya başladığımız zamanlardan beri 2D olmayan bir adama sevimlilik atfettiğim ilk sefer bu...

Bir yıla yakın süredir, emekli olup -çocuk da üniversiteye gidip ayakları üzerine durmayı öğrenince- dünyayı gezmek, hayal olmanın ötesinde planlanmış bir durum bende... fakat İstanbul'u gezerken anladım ki feci paslanmışım, ya ciddi düzeyde spor yapmaya başlamalı ya da bu planı rafa kaldırmalıyım

Dünyanın öteki ucunda beni bekleyen biri olabileceği fikri hoş; belki ruh eşi, belki evlat edinilecek bir çocuk, belki de frekansının tutup sıkı sıkıya sarıldığı bir arkadaşlık veyahut sadece umut... vazgeçmek istemiyorum, pek tabi şartlar ne getirir bilinmez, Mevlam görelim neyler...

7/04/22

yola düştüğümün ertesi

Aşırı derece yorucu bir o kadar güzel fakat alabildiğine uzak gelen bir İstanbul haftası oldu.

İzmit'te yaşarken gözüme korkunç gelirdi İstanbul, 'böyle bir şehrin bu kadar müptelası nasıl olabilir, neden kaçıp kurtulmuyorlar?' diye merak ederdim ta ki ömrümün en güzel üç yılını bu şehre borçlanana kadar... 

Oğluma şöyle bir gösterip kaçmak için gittim ve yine İzmit'teki gibi uzak geldi şehrin havası... sanırım İstanbul düşündüğümden daha tutkulu bir şehir "seyirlik değil ömürlük" olanlardan... ümüğünüze çöküp canınıza kastetse bile kalıp şehrin çılgınlığına kapılmamak zor, tabi ki dış kapıdan boynunu uzatan için değil, yaşayanına... bir bakıp çıktıktan sonra "bir daha uzun süre görüşmeyelim" dedim şehre usulca, umurunda bile olmadı.

Her yerde o kadar çok turist vardı ki, kendi ülkemden bir şehri gezmek onların girdiği kuyrukları uzattığı için utandım, çekindim, rahatça gezmeye hak göremedim, Ayasofya'ya bile giremedim.

Başka bir ülkeyi geziyormuşum gibi düşünmeye karar verdim sonra, her yerde fotoğraf çekip tuhaf bakışlarla her şeyi süzen yabancı olma fikri hoşuma gitmedi, sadece üç beş yer gezeceksem bile en az üç ay kalayım gittiğim yerde diye netleştirdim dünyayı gezme planımı.... koltuğun kenarında oturup kapıyı her fırsatta dikizlediğim ev gezmelerini sevmiyorum, kaçan göçen varmışçasına gezince İstanbul bile sevimsiz... 

O kadar çok turist görünce, tüm bu milletlerden daha fakir olduğumuz gerçeğiyle yüzleşmek zorunda kaldım, dünyayı gezmek yine dilde kalacak benim için muhtemelen, yine de hayat ne getirir bilinmez, hayırlısı bakalım...

Arkadaşlarımdan ve akrabalarımdan bazılarını ziyaret ettim, y. ablamı çok özledim, evi uzakta diye hep şikayet ederdim ama o varken başka yerde kalamazdım, yokluğunda 'bugün nerede kalsam?' için bir sürü seçeceğim olsa da onun yanı kadar rahatı yokmuş, içimi acıttı, birkaç gece oğluma çaktırmadan ağladım.

İkimizin de bekar olduğu ve sık yazdığı sıralar buluştuğum blog arkadaşımla çoluklu çocuklu piknik yaptık, şehrin çılgınlığı arasında nefes almamı sağladı.

Uzakdoğu filmlerinde gördüğüm tek odalı iki adımlık hatta azıcık hareket edince benim gibi yerden bitmenin bile kafasını vurabileceği evlerin bizim memlekette de olduğunu, ana oğul bu eve sığışabileceğimizi görmek şaşırttı, ben sevsem de oğlum yadırgadı bu yeri, diğer gittiğimiz yerlerde kalmak istedi, buna da şaşırdım, normalde benimle yalnız olabilmeyi tercih ederdi, ev bana karavan havasında, ona basık ve ürkütücü geldi bir şekilde...

Eski ev arkadaşlarımdan biri kan bağıyla yakın, mesafede uzak bir akrabamla evli... arkadaşın ısrarı üzerine ziyarete gittim, akrabamla senli benli konuşmaya başlamama karşın "siz" diye hitap etti, ilerleyen zamanlarda siz veya sen demeyeceğim cümleler kurup mümkün olduğunca az konuştum onunla -böyle durumlarda ne yapılır pek kestiremediğimden kaçmayı tercih ediyorum- aslında Allah biliyor ya yemek bile yemeden çekip gideyim dedim fakat arkadaşım ummadığım kadar ilgiliydi ve oğlum oğullarıyla çok iyi anlaştı -gitmek istememde "yaşlanmışsınız" demesinin etkisi de var elbet, ne münasebet, siz diye hitap ettiğin kişiyle edilecek muhabbet mi bu?- tüm uyuzluğuna rağmen akrabam iyi biri galiba, arkadaşım pek yıpranmış görünmüyor, çocukların gözleri de pırıl pırıl...

İstanbul'un son gününde eski, önce evliliğini oğluma birlikte söylemeyi teklif etti, kabul etmedim, yavruyu ona bıraktığım sırada da "nereye gideceksen bırakayım" dedi, 2 yıldır ya askıntı olup ya kavga çıkaran mütemadiyen gördüğü üç beş saniyede kinle bakan adam dedi bana bunu... bir an yine yabancılaştı, hiçbir şey olmamış gibi davranması nedense şaşırtmıyor bile artık, 20 yıldır değişmeyen tek huyu bu belki, mesafeye rağmen kopsak da yakınlaşsak da her şey doğal"mış" gibi davranıyor.


Bir tür zafer kazandığını düşünüyor olmalı, mutludur yeniden evlendiği için, öfkesinin gazı kaçtığına göre... merak etmedim değil 'baksam yeniden ruhuna dokunabilir miyim?' diye, gözümü sakındım, yüzüne bakmadan "gerek yok" dedim gittim, sarstı elbette beni... kafa dağınık olunca abuk bir saatten aldığım ucuz biletle gece yarısı Adana'nın göbeğindeydim, Ankara sabahında onun yakınında olmaktan korktuğumun zerresi kadar bile korkmadım herkesin ürkütücü bulduğu şehrin gecesinden, o kadar canlıydı ki sokaklar, dolmuşlar bile çalışıyordu işlek caddelerde...

Evde yalnız olmak tuhaf, oğlumu da annemi de özledim.

6/20/22

gün ortası


 Hayat, su gibi... rahat ve serin, dertlerini alıp götürüyor derken bir kaşık suda boğuluveriyorsun.

Yeni eve çıkmak akıl almayacak maliyette olduğundan ufak tefek tadilat işlerine giriştim, mutfak duvarındaki su borusu patladı, boya maliyeti çıkmasın diye kendim boyadım pek bir şeye benzemedi ama kendi emeğim olduğu için kötü sıvanmış duvara bakıp sinirlenmekten iyi...

Ev tabi ki berbat durumda, nasıl temizlenip yerine yerleştireceğim tek başıma bilmiyorum, temizlik işine yüzüm yok buna karşın makinaları, evye batarları sök-tak işleri yapabilmek yalnızlığıma apayrı bir sevimlilik katıyor,  gönüllü amele, tamirci çırağı ruhu varmış bende onu fark ettim.

Oğlum yüzmeyi öğrendi, havuza gittik birlikte gülüşüp oynaştık  sevgilileri bile kıskandırdık, nazar değmesin.

İstanbul için oldukça heyecanlıyız, inşallah sıkıntı çıkmaz.

Gönlümdeki tüm çalkantıların ardından, şükrediyorum, acabalarım olmuştu şimdiye kadar, eskinin şu an yaptıklarını bana karşı tahammülsüzlüğü ve dayatmalarıyla kıyaslayınca yazık etmişim kendime diyorum, şükür ki bitti.

Yalnızlık iyi, kendi başımın çaresine bakabiliyorum, yaşlanınca yanımda muhabbet edecek birinin olması güzel olur ama bekar çocukluk arkadaşımın sitesine taşınıp şu çocukların yaptığı bardaklı telefonlarla binadan binaya sohbet etme planları kuruyoruz, bütçem ordan evden almaya asla yetmeyecek gibi görünse de nasip artık.... o evlenirse birini bulma telaşına kapılabilirim gibi görünüyor.

Aslında artık tamamen karşısında da durmuyorum biriyle birlikte olma fikrinin, "tekrar evlenmeyi düşünmez misin şöyle biri var" dediklerinde kulak ardı etsem de, sert ifadeler takınmıyorum suratıma, evlilerin bakışını suratına geri sokmak istercesine keskin olsam da niyetini temiz gördüğüm kişilere dövecek gibi bakmıyorum hiç yoktan, filmlerdeki öpüşme sahnelerini ileri sarmıyorum, bu hiç kimse için büyük bir adım değil elbet, bir tek gönlüm yoruluyor pek yol kat etmiş gibi o kadar...

Dualar ve kitaplar yine hayatımda, bitik olsam da zamansızlık içinde zaman ayırıyorum ikisine yanlarına bolca hayal de ekleyip uçuruyorum kelimeleri, mümkünse ardına da bakmıyorum onların... hayaller hayatımın parçası, onlar için yaşamak aklıma yatmıyor, gönlüm zaten hovarda, ona kalsan her hayalin zirilyon gümbürtüsünde ritim tutacak, hayırlısı bakalım.

6/14/22

yağmur ılım ılım yağmaya devam ediyor


Sevdiğim şairlerden biri daha göçüp gidiyor yaşamak biraz daha çölleşiyor, kutuplardan bir kıta büyüklüğünde bir parça daha eriyor.

Pek iyi değilim, biraz daha kırgın oluyorum her geçen gün... çocuğumu babasının yeni evliliğine hazırlamaktan kaçınsam da önsezilerim bir de kardeş fikrine de kendini hazırlaması gerektiğini söylüyor, yavaşım bu konularda ama hislerim pek yalan söylemez.

Birlikte oldukları fotoğrafa bakmaktan nefret ediyorum yine de bakmaktan alıkoyamıyorum kendimi, beni paramparça ettiği nokta orda, kaçacakmış gibi birine yapışmak orda, yük değil de nimetmiş gibi, yanında hiç olmadığım gibi... ağzıma kum tadı geliyor, içim kuruyor okyanusta içecek bir damla su olmayışıma... nasip.

Yine ağlıyorum mütemadiyen, tabi ki geçecek ama zorluyor, daha kaç kez cümlesini harfi harfine iğnelere dizdiğimin ciğersizi için bu kısırdöngüyü yaşamalıyım bilmem, kimseyle bir ömür göremiyorum artık, oğlumla bile...

İki gün önce omzumu yaktım, avuç içi kadar omzumda bir yanık çocukluğumdan kalan güneş çillerimi yok edip yerleşti sol omzumun en güzel yerine...  normalde esmerliğimi sevmem -beyaz doğmuşum ama boz belezim bildim bileli- bir tek omzumun tonunu severdim gençlikte, kendimi desteklemek istediğimde koklayarak öperdim omzumun solundan, kim bilir kalbim o yanda diye belki sağın renginden farklı gelirdi sol omzum... canlılığını yitirmiş o tonun üstüne kara mühür vuruldu şimdi, hayallerimde daha parlak ve hoş gelecek rengi özlediğim için o pütürlü yarayı öpemem ama parmaklarımın ucu istem dışı hep orda, avutma isteği olsa gerek...

Çocukluk yaşamamış bir yeni yetmeyken "serçe" adında bir film seyretmiştim, rahibenin teki arzularına ket vurmak adına sırtını derisini yırtacak kadar kırbaçlıyordu, "dünyanın en anlamsız eylemi" diye düşündüm, neden aklıma geldiğini bilemesem de şu zaman "isyanını şahlandırmanın bir ergene uyan yöntemi" diye geçirdim içimden, hayal meyal hatırlıyorum filmi oysa, neden şimdi ve neden o sahne cevabı yok, kaşıdıkça tatlı tatlı sızlayan omzumda mühürlenmiş ton kadar gizli kapaklı... 

Karanlıkta kalmış her şey gibi duygular da ürkütücü, patlayan kaşını yanan omzunu seven ben, derinlerinde kendine zarar verme arzusu taşıyor olabilir mi? tanımlamak çok zor, görmezden gelemeyeceğim kadar da yoğun velakin; ölmek istemiyorum, yapacaklarım arkamdan ağlamasın diyecek kadar uzun, huzurlu ve mutlu bir hayat istiyorum. amin.