kır dümeni kaptan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
kır dümeni kaptan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

8/05/21

dün gibi, bugün gibi

 Arabamı tamir eden kişi ve kardeşi koronadan hastanede, tamirhanenin sahibi olan kuzenim yatalaktı ona da bulaşmış, vefat etti. Ben arabayı alıp yeniden bırakmak zorunda kaldığım gün tek bardaktan su içtim, şimdilik belirti yok bende...


"Allah kurtardı" diyorlar A.abi için, oysa sadece varlığıyla bile bir çınar gibiydi, Allah rahmet eylesin... 


Cenazesine bile gidemedim, babam öldükten sonra anneme sarkmadan sırf bizimle ilgilenmek için vakit ayıran nadir insanlardan biriydi; annem 5 yıl boyunca bakmış çıraklığı sırasında ilkokulu yeni bitirmiş minicik zayıf bir çocukmuş... 


Yılda birkaç kez motosikletiyle bizi baraja falan götürür kebap ısmarlardı, Arabistan'da çalışıyordu o zamanlar... Araplardan, sınır kapılarından, kamyonculardan, siboplardan falan bahsederdi, pek de dediklerini anlamazdık ama binbir gece masalları bizim için oydu o zamanlar...


Şu dünyada en minnet duyduğum insanlardan biriydi, severdim ve çok özleyeceğim... ve lakin yine yaptım, hastayken ziyaret etmeye korktum, görmeye gitmemek için makul yığınla bahane buldum, içten içe o şey oldu yine, bir tür lanetmiş gibi, gidersem ölürmüş gibi... 


Dükkana sıklıkla gittiğim sırada vefat etmesi iyiden oturdu yüreğime, bir hastanın yakınına bile basmamam gerekiyormuş gibi bir duyguyla cebelleşiyorum... 


Ziyaret etmeliydim, helallik istemeliydim, tek yapabildiğim arkasından dua etmek.

7/26/21

ucundan kıyısından

 Şaka gibi geçti bayram... 


Tam da dayanamıyorum artık oğlum olmadan diye debelendiğim anda bir baktım bir hafta daha olmamasıyla son buldu gelen kasırga.


Kaza yaptığımda nezaket gösteren eski, öyle bir tepetaklak etti ki yine, ona karşı iyi niyetimi ele almışken, burun üstü düşmelere doyamadığımı gösterdi, yine ve yeniden, her zamanki gibi... arsızım ben arsız...


Bir an "seni özledim" diyemediği için böyle hakaretler savurup kasılmalar dedim ama sonra; hay benim tükrüğe ya rabbi şükür diyen dilimi keseyim dedim, o kadar bezdim ki oğlumu bir hafta görmemeyi kendim teklif ettim, yakamdan düşsün, sussun diye... kimle aşık atıyorsam.


Arabam tamirden çıktığı gün yolda kalıp tamirciye döndü, sürmeye sözde cesaretim olsa da önde otururken bile titrediğim gerçeğiyle yüzleşiyorum.


Kurban kesememek tuhaf hissettiriyor, kimse pay falan vermeyi teklif edip utandırmadı Allah'tan, bu beklenmedik borç yığını az biraz canımı sıksa da öldürmeyen güçlendiriyor mu gerçekten yoksa mazoşist mi oldum yıllar akıp giderken nedir seviyorum bu debelenmeyi, bir şekilde dinç tutuyor beni, gerçeklikten kopmamı engelliyor.


Dilimin ucundaki bakla da işte tam burda; hayallerimin peşinden uçasım var çünkü... dillendirmeye korktuğum hayaller, zor zamanlara sakladığım kefenliğimmiş gibi yastık altında uyku arasında yokladığım, yılların birikimi bir nevi...


Aklımda ve gönlümde tuttuğum tüm iyiliği, erdemi gerçeğe dönüştürebilsem ne kaza ne ceza -neyse işte bu başıma gelenler- olmaz gibi geliyor. 


Hayallerimin değil, iyiliğin güzelliğin peşinden koşmak dışındakiler belki sadece kendime söylediğim süslü yalanlar veya daha da beteri özentiliktir kimbilir, yok yere öyle... 


İdeallerim ve hayallerim pek çok noktada kesişiyor, onları mı dikkate almalıyım, hiç de özgür hissetmiyorum o noktalarda...


Bacağım durup durup sızlıyor, yumru kaldı ezilen yerde, dışardan anlaşılmıyor etin yağın içinde... korkularımı hatırlatıyor, can tatlı, ölümün yüzü soğuk hakikaten...

7/13/21

Şehrin gecesinde parlayan tek yıldızı buluta kaptırmak

Karışığım bu sıra; ciddi boyutlarda masraf, tonla nasihatin yerine geçebilecek uykuma bile musallat olmuş bir korku ve tabi kötüsünden koruduğu için yaradana çokca şükür...

Ömrü billah kalabilirmiş boynumdaki ağrı "fıtık atmıştır" dediler.

Şoku üzerimden biraz attım, masraf henüz net olmasa da durum pek iç açıcı gitmiyor, kasko olmaması da tuz biber oldu.

Tamir edilmemiş halde arabayı elden çıkarayım istedim ama yenisini almama imkan vermeyecek derecede düşük miktarlar mevzu bahis, sürebilir miyim hala emin olmasam da hem iş yerimden hem de ailemden bu yönde baskı var. Hayata sıfırdan başlayayım derken cüzdanı deleceğim aklıma gelmezdi.

Ev bomboş, oğlumu özlüyorum.

Evladından üzüldüğümde saçımı okşamasını beklemek eziklik belki, yine de o minik ellere her zamankinden çok ihtiyacım var ne yapayım...

Gönül istiyor ki sadaka vereyim, adak keseyim falan ama kredi çekip hayra hasenata girişmek pek mantıklı gelmiyor, gelen giden de soruyor hayrın gizli olanı makbul değilmiş gibi, ayıp geliyor ne dersem diyeyim.



6/15/21

Yıllığımız yok ama albüm dolusu sararmış fotoğraf var

En sevdiğim arkadaşım bekar, hiç evlenmedi. Aslında orta öğretimden tanıdığım pek çok bekar arkadaş var ama onun gibisi yok, sanmıyorum. Bu aralar eviyle aşk yaşıyor, evde sigara içmiyor oluşu aşkının en büyük kanıtı... 


Sırf aşkından sebeplenmek için eve çok yakışacak hatta bakıp bakıp "bu ne güzel oldu burda" dedirtecek bir şey bakınıyorum... evin sıvaları dökülene kadar bekleyip duvara şekilli şüküllü bir şeyler mi yapsam, bilemedim. Hediyelik zevkim dipte, napim... Kitaplığına sevdiği yazardan set alsam eminim evin aşk köşesi olacağına ama çok para, aşk başka bahara artık...


Karşı apartmanda liseden bir arkadaşım varmış, muhitteki hayatım sayesinde epey kolaylaştı, minnettarım... En büyük evladı üniversiteye gidiyor, kocası emeklilik planlarında, eskiden de olgundu ama farklı bir seviyede benim için şu an... 


Bir başka arkadaş bilmem kaçıncı erkek arkadaşından ayrılmış, hovarda olmanın da ayrı bir havası var, yüreği nasıl dayanıyor anlıyorum desem yalan ama seviyorum keratayı, o  da ayrı bir rengi hayatımın, hikayelerine kıkırdayıp durmak lise günlerimi hatırlatıyor. 


En garibi, buruk bir sebepten biraz kırık dökük toparlamaya çalıştığım bir arkadaşlık... o tüm ihtişamıyla orda, hayatının en parlak günlerini yaşıyor ama tüplü  tv'de 4k izlemek gibi... anca başka vizyonlardan bakmaya çabalarsam özel hissettiriyor. 


bir japon dizisinde "tamir ettiklerin, özenin sayesinde seninle olduklarından daha özel hissettirir" gibi bir şey demişti -çeviriyi hakkıyla yapabilecek kadar ingilizcem veya japoncam yok tabi ki- denemeye ve 'tamir için özenle çabaya' değer diyorum ama pek zaman bulamıyoruz.


Herkes meşgul... yine de arkadaşlarımın sıkılınca çat kapı gidebileceğim mesafede olması başlı başına paha biçilemez.


Bu arada, evet, ingilizce altyazılı uzakdoğu dizileri seyrederek YDS'ye hazırlanıyorum -şaka tabi ki- dil tazminatı da kötü para sayılmaz, işe yarasa ne güzel olurdu. (ingilizce altyazılı uzakdoğu dizileri konusunda ciddiyim ;))

6/04/21

Ustam tavana da mı el atsak?

 Banyo akıtmaya devam edip alt komşuyu çileden çıkarınca önceki sucuyla basitçe çözülemeyen sorunları tesisatta aramak icap etti, haliyle her yer kırılıp dökülecek ve yeniden yapılacak. 


Mutfakla ilgili hayaller boyut değiştirdi -bunca borç içindeyken yıkılsa bile idare etmek durumundayım- çekmeceleri abim açılabilir hale getirecek, sehpayı boyamayı becerebilirsem mutfak dolaplarını, tezgahı falan da ben elden geçireceğim. 


Boşanmaya ilk karar verdiğimde habire tamirat fikirleri dolanıyordu aklımda, oğlumun aynı eşyalarla yeni düzenine alışırken daha rahat edebileceğini ve bunca karmaşa içinde başlamamamı salık verek arkadaşımın söyledikleri mantıklı geldiği için ertelemiştim. Zamanlama daha iyi oldu gibi... 


Sürekli masraf sürekli borçlanma, parasal endişelere endeksli yaşıyorum; hayatımın dümenini aklı veya sağduyusu olmayan bir nesneye bırakmak saçmalık...




2/20/21

kafalar karışık


 Düşünmeye ihtiyacım var... yıllardır kafamı temizlemem gerektiğine inandım fakat en büyük hatam buydu belki... bu yersiz bekleyiş, mızmız bir oyalanmaydı, erteleme.


Bulanmayan su durulmazmış varsın durulmasın, içmeye mi istiyorum suyu?


Özünde çamur olan insan üstündeki ölü toprağını atıp su gibi aziz olmak istiyor, ne saçmalık... 


Yıllardır uyuşturmaya çalıştığım zihnime ihtiyacım var, bunca yıllık kirle pasla işler mi artık merak ediyorum.


Düşünceler kuş sürüsü gibi oradan oraya uçuşup duruyor, yuvaları için değil bu yaygara...


Benliğimde zerresi kalmamış masumiyeti arzulamak sadece ütopya... 


Çamura bulanma vakti, şifa niyetine...

1/14/21

böyle değildim sonradan oldum

 Memnuniyetsizliğimle de boşanabilir miyim? 


Şükür kötü durumda sayılmam ama bi tatsızlık bi buldum bunuyorumculuktur gidiyor hayırlısı... 


Tabi ki maddi durumum pek iç açıcı değil, insanlarla ilişkilerimde ciddi sıkıntılarım var ama bu değil, yani onlar öyle aşılmayacak şeyler değil... ve lakin ufak tefeke takılmak, anneme atarlanmak, oğlumun saf masum aşkına mum dikmek gibi hiç de kendime yakıştıramadığım tuhaflıklar, bi haller bi haller... 


Normale döneyim desem de dilime yakışmayacak, zira bu zatta hiç olmadı normal... ayarında kalabilmek dileğiyle ne diyeyim...

12/29/20

Geleceğe dönüş

 Geçmişe dönme şansım olsa hamile olduğum zamanlara dönmek isterdim, neden hiç evlenmemiş olduğum zamana değil? Çünkü oğlum hayatımdaki en güzel şey, aşk da güzeldi.


Üstelik suçlu hissettiğim tek mesele orada, evliliğimizin bendeki ilk çatlağı da orada... 


Ona zamanında benimle evlenmek isteyen bazı kişileri ebeveynlerinden bir veya ikisini kaybetmiş oldukları için hiç şans tanımadan reddettiğimi söylesem beni takıntılı bir delibozuk olarak görürdü eminim... Babasını hastanede yattığı 7 ay boyunca 'gittiğimde öleceği' korkusuyla ziyaret etmediğimi söylesem görüşü netleşirdi. Aylarca bilinci kapalı bu adamı ziyaret edersem "baba" diyebilir miyim diye düşünüp aylarca uyuyamadığımı söylesem inanmazdı, ailesinin onunla geçireceği kısıtlı zamanı çaldığımı düşüneceklerinden çekindiğimi (çünkü ablası yakınmıştı halalarının el gördülük gelip ziyaret saatlerini boşa harcadıklarından), aylarca babasına dua edip aklımdan hiç çıkaramadığımı söylesem saçmaladığımı düşünecekti. 


Neden yine de beni anladığını düşündüm? Gitsem mi dediğimde "gerek yok" demesini hislerimi aktarabildiğime yordum, hatta 'babasını umursamıyor mu' diye sıkça içimden geçirdim. Ben onu anlamıyorken o beni nasıl anlasın... 


Babasının ölümünü aç gözlülüğümün cezası olduğuna yorduğumu, doğal yollarla ölen bu adamı feci bir kazaya kurban etmişim gibi hissettiğimi ne bilsin... Tek görebildiği karısının babasını 7 aylık hastane döneminde yalnızca bir kere ziyaret ettiğiydi, haklıydı.


Keşke bir saatliğine de olsa onları gözlerinin önünde eriyen aile ferdini görmekten gönül rahatlığında kurtarabilseydim, keşke salaklık etmeyip korkumla yüzleşseydim, kimse için olmasa bile kendim için "baba" kelimesi kullanabileceğim son kişiye temizce veda edebilseydim keşke... Sakin kafayla daha da kederleniyorum, "ne yapmışım ben" diye yakınmak boşuna... 


Bana ilk kez boşanalım dediğinde bebeğim birkaç aylıktı, ilk o zaman ayrılırsak diye alternatifler üretmeye başladım sonra öyle bir gün geldi ki evliliği devam ettirmek herhangi alternatiften biriydi hem de pek muhtemel görünmeyenlerden... o zamanlara dönsem evliliğimi böyle ihtimallere bölmezdim diye düşünüyorum ama bir yandan da "Daha sağlam dursam 9. yılda değil de 3. yılda daha sert bir çatışma mı yaşardık acaba?" demekten kendimi alamıyorum. Olacakla öleceğe çare yok derler, belki herkes haklıdır, belki bu evlilik başından ölü doğdu, kimbilir...


Olmamışlarla ölmemişlere odaklanma vakti şimdi... Oğlum ve annemle mümkün olduğunca dolu dolu yaşamak istiyorum, sorun şu ki yaşamak konusunda pek de iyi değilim, araba sürmek benim hayata dönmek adına yaptığım en zor işlerden biri, dilerim elime yüzüme bulaştırmam...

12/28/20

Arkaya acemi şoför yazsam mı?

 

Arabayla ilk kez trafiğe çıktım, katetmem gereken çoooook uzun yolum var hala... dilerim kaza bela olmaz.


Yıllardır süreceğim diyip geride durdum şimdi mümkün olduğunca ilerliyorum, sanki bu engeli aşarsam eşime dair önemli bir viraj alacağım gibi geliyor. 


Kendime yetmek istiyorum, kendime yıllar sonra bile isteyince olacak bir hediye olsun istiyorum.


Tanıdık birinden yardım alıyorum şimdilerde sürüşlerim için, tez zamanda daha iyi olur her şey inşallah...

12/24/20

şeridinde kal, çizgiyi kaybetme


 Her şeye bebek adımlarıyla yeniden başladım. sen de emekleyerek ben diyim sürünerek, Allah ne verdiyse koşmak için hevesleniyorum. Yeni hayat, olağan haller... tek korkum yaşadığım sınavları tersten okumuş olmak; onlarda başa saracağım korkusu beni öldürüyor.


Araba sürmeye çalışıyorum, tam zamanlı çalışma+hafta sonu yasağı derken zaman oldukça kısıtlı ve ben hala kötü bir şoförüm... Direksiyon dersi alıyorum ama yeterli gelecek mi bilmem, haftaya ders için tekrar izin almam da mümkün değil... gelip giderken beni yönlendirecek bir çılgın da bulamadım, hayırlısı bakalım.

çaresizlikten trafik canavarı...



5/14/19

eziklik tarihinde şanlı bir sayfa

"Balina koca gövdesiyle sadece ağzını açıp yemeğinin ona gelmesini bekler ve aç kalmaz ama tilki karnını doyurmak için hep didinir durur yine de aç kalır." bunu ilk duyduğumda sadece hırsla ilgili olduğunu düşündüm, orta okuldaydım ve benim için önemli bir insanın ağzından dinlemiştim, hayatımı şekillendiren öykülerden biri oldu. hırs konusunda hep temkinli oldum ama bir yerlerde yanlış giden bir şey oldu kesin.

Açım sevgiye, ilgiye, başarıya, merhamete, adalete... sorun şu ki tilkiysen balina gibi ağzını açmak saçmalıktan ibaret, ağzını açtığında yemek gelmeyecek, engin maviliklerdeki koca balinaya evrilmeyeceksin.

Sanırım bir katırın ruhuna sahibim ben, eşekle at arası gidip gelen bir hissiyatım var... vur yükü dehle dağ bayır demeden gezsin, uçurum da gelse gözünü karartsın geçsin diyorsan o benim işte. 

"uçurumları sevenin kanatları olmalı..." evet, kanatları asla olmayacak kişiyim ben, yine de pür inat seviyorum uçurumları... tam da hayatımın en dik uçurumundan yuvarlanırken yazıyorum bunları...

Tepetaklak olan dünyamda nefes aldığım tek yer oğlumun yanı ama bendeki olumsuz havaya mı kapılıyor bilinmez o da olura olmaza ağlıyor son zamanlarda, yanı sıra hıçkırıklara boğulmamak için kendimi zor tutuyorum.

Evde ağlıyorum, işte ağlıyorum, telefonda ağlıyorum ve nedense hayatımda en çok ağladığım yerde tuvalette ağlıyorum yine yeniden, iç çeke çeke... isyan ediyor değilim, nalda da var mıhta da... sadece zoruma gidiyor.

yine o haksızlığa uğramışlık hissi... acıyarak bakan gözlerden ömür kurtuluşum yok... başkalarını iyi hissettirecek türden bir eziklik abidesi... 

neyse ki gerçekten öldürmeyen güçlendiriyor, başkalarının çıldıracağı anlarda aklımı yitirmiyorsam bundan... bunca darbenin ardından benim hamurumdan nasıl bir demir işleyecek hayat merak ediyorum.

3/20/19

içim kabarmış

delirmek üzereyim, beynimde dönüp duruyor evliliğimle ilgili mevzular... düşünmeyeyim diyorum, beynimi meşgul etmek için kitap alıyorum elime, odaklanamıyorum... kafam boşalsın diye bi şeyler izleyeyim diyorum, onun suçlayan tondaki sesi çınlıyor kulağımda, artık pek yardımı olmuyor. İnsan kemiklerinin içinde hisseder mi kıskançlığı, beynim dursa vücudum tuhaf tepkiler veriyor, hormonlarım da hislerim kadar karışık sanırım...

Bir tek burası var... anneme anlatamadım, arkadaşlarıma bile anlatamadım, kime ne söyleyebilirim ki? kim böyle bir evliliğe devam ettiğimi bile bile yanımda rahat kalabilir, şu anda bile birileriyle normal sohbetler sürdürmek zor... umutsuzluk böyle bir şey, mutsuzluktan çok daha beter... sadece mutsuzken bile havadan sudan konuşmak için kötü bir atmosfer oluyor... birilerine derdimi dökmek istiyorum ama kalan son dostları da böyle şeylerle sıkıp uzaklaştırmak istemiyorum, kocamla yüzleşmek neredeyse imkansız, bana her şeyi bilsem bile dürüstçe kalbini açacak biri değil o... ne sanıyorsa beni...

onun düşmanı olmadığımı defalarca söyledim... kinle öfkeyle hareket edecek olsam şu vakte kadar mahvederdim onu her anlamda hem de... 

Bana dürüstçe yüreğindekileri anlatsa şu süreci kazasız belasız atlatabiliriz, bundan eminim... kalbimi kırsa bile samimiyetine değer veririm, beni hiç mi tanımıyor?

Vazgeçmeyeceğini düşünmüştüm bizden, her şeye rağmen... niyeti sadece zaman kazanmak galiba... 

Birazcık rahatının bozulmasına bile tahammülü yok... nereye kadar bu evi tek başıma sırtlanmak zorundayım?...

evi düzende tutması gereken sadece ben... karşı tarafın isteklerini kafa yorması gereken sadece ben... çocuğa ebeveyn olması gereken sadece ben... ailelerle ilgili problem olduğunda alttan alması gereken arayı yapması beklenen sadece ben... faturaları ödemesi gereken ben... okulla ilgilenmesi gereken ben... evin reisisin diye evin kölesi değilim ki... tuhaf tipli tamircilerle muhatap olmaktan, onu bunu idare edip durmaktan, her şeyde sorumluluk hissetmekten vazgeçmeli miyim?

hiçbir şey yapmadan oturduğumda bile ev için suçluluk hisseder hale geldim, çalışıyorum ulan, eşekler bile çalıştıktan sonra yemlenip dinleniyor... uykusuzluk da bir hastalık türü, uyuyamadığım için bile suçlanırken dinlenmek nasıl suç olmasın?

kalan gücümle gayret etmeyi bırakmalı mıyım?... kim biliyor ki bunların değerini...

değersiz hissetmekten bıktım.

3/19/19

bitmek bilmeyen kışın dağ dolusu karları

İçim içimi yiyor, eşeledikçe daha da pislik çıkıyor altından... beni kim bilir kaç kez aldattı, bitti mi peki, yeniden aldatılacak mıyım? 

Yük gibi hissediyorum yanında, başkalarının prensesler gibi muamele gördüğü aşikar...

Ben seni sevmeye devam etmeli miyim? devam edebilir miyim? tabi ki bunu yapabilirim ama bunun için biraz daha öldürmeliyim kendimi, kendimden daha çok daha da çok vermeliyim, değmeyecek bir aşk için... korkuyorum... Allah'a havale ediyorum.

Evliliğimi bitirmeyi hiç ama hiç istemiyorum fakat yüreğim kursağımda bir yumru şimdi... kalbimi bu kadar yormasa... bana güvenebilmek için birazcık sebep verse... yuvamız için azıcık gayret...

Kore dizisi izlediğimden dem vuruyor ha bire... evi derleyip toparlamak yerine oturup dizi izliyormuşum... yapmadım diyemem ama beni alabildiğine yalnız ve sevgisiz bırakırken, yine de seni bekliyorken beynimdeki tüm sesleri susturmak adına bu kadarını da yapmasam veya seninle gece gündüz tartışıp beklentilerimle seni sıktıkça sıksam, buralara kadar gelmezdi bu meseleler muhtemelen, boynuz yemezdim, inceldiği yerden kopardı, istediğin buydu belki... umduğun?

Beklemekle gelmeyen sabahlar...hele o susuşlar... gecenin bir yarısına değin adamın yollarını gözlüyorsun, iki kelam etsen oflayıp pofluyor, tartışıp duran birilerinin sesi var ekranda, ne hissettim sence?...

dizilerdeki sahte romantizmlerle avunuşum bile aldatmaktan daha kötüdür belki... gözümün kocamdan başkasına kör kalışı kusurdur... kıskandırmalı mıyım seni, kadının olduğumu anlaman için? sana mı benzemeliyim, mutluluğumu da mutsuzluğu da yuvamın dört duvarında yaşamak yerine ortaya mı atmalıyım her şeyimi... yapamam, harcım değil, hala ayakta tutabildiğim tek şey sadakatim, onu da iki paralık edersem, nem kalacak geriye...

senin korktuğun ne? kaybetsen de evinin mobilyalarını yeniler gibi çocuğu, kadını yenileyebilirsin bu belli artık... daha kaç vücut gerek kopup gitmen için... 

benim kalbim kırık ama ya seninkisi? her yeni kadında dönüp beni buluyorsun, hiç mi rahatsız etmiyor seni... sevgili ben, sevgilin olamayan ben, bunu düşünmek benim kalbimi kırıyor açıkçası, seni düşünmek yani... senin elini tutmak kendimin saçlarını okşamak istiyorum.

Aynı zamanda enseme bir tane şaklatmak istiyorum, senin duygularını önemsediğim için... 

Bana ne yaparsan ne söylersen söyle senin yüreğine senden bile fazla güvendim, senin hislerinin sonsuzluğuna inanmak istedim belli ki... kalbinin bu kadarcık yılda değişeceğine ihtimal vermedim. 

kalp kalbe karşıydı hani?!... kalbimin hala senin için atması haksızlık...

12/23/16

bomboş...


İnanmayı seviyorum, koşulsuzluğu bazen, bazen de beynimin hücrelerine dek tereddüt etmeyi… Zaten masalların bile “bir varmış bir yokmuş” diye başladığı şu dünyada, körü körüne inanmak ne mümkün?!...

İnancımın ilk şartı ‘hiç’lik… her şeyin “ﻻ “ ile başladığı düşünülürse önce kabulleri yıkıyorsun,  hemen ardından olmayanın tanımı geliyor. Fakat bir bakıyorsun ki tüm o yokluk içinde bir istisna ısrarla karşında... Hadi bunu geçtim, tüm inançları yok ettiğinizde kalan inançsızlık bile çoğu kişi tarafından ‘tanrı tanımazlık’ denen bir inanış biçimi zaten… Hiçliğin talihsizliği de bu işte!…

'Hiç' bütünü kuşatan bir “şey” mi yoksa aslolan hiçlik mi? Evren yoktan var olan “şey”lerden mi ibaret?... Bu önemli bir ayrım olsa da oradaki nüansın özde olan soru olmadığını düşünüyorum.

Merak ediyorum, varken yok olmak da hiçliğe dahil midir? “Ayrılık da sevdaya dahil” diye mırıldansa da gönül, akıl ayrı telden çalıyor. Tüm o tekrarlanıp duran döngü içinde ne yokluk sonsuzluk boyu sürüyor ne de var olan yokluktan sıyrılabiliyor, ama yine de işin içinde sonsuz kere sonsuz var, manidar değil mi?

Her şey yoktan var olmuşsa, halihazırda “yokluk” kapı gibi duruyorsa yaratılmışların arasında, aralanan o kapıdan geçip varlık kazanan her fikir hiçliğe edilen bir küfür olsa gerek.

Hiçliğin tekrarlanan, izler bırakan, yokolan ve yeniden doğan düzensiz çizgisi; pi sayısındaki uzayıp giden rakamlar kadar bilindik, pi sayısı kadar eşsiz…

Aykırılık, çoğu zaman dahilikle delilik arasındaki boşluğu dolduruyor. ‘Yok’tan yere soruların sonsuz dehlizinde çıkılan yolculukta, biraz merak biraz şüpheyle açtığın gözlerindeki bir nevi öğrenme çabası… “Bulanmayan deniz durulmaz” derler ya… Çok yol katetti insan; bilmek için, öğrenmek için, anlaşılır kelimeler, simgeler, filmler, imgeler, yazılar, fikirler için…

Oburluk çağının çılgınlarıyız biz... Varlık-yokluk kavramlarını bu kadar somutlaştıran, evde kullandığı en basit araçlardan, sıfır birlerle tutunduğu sanal dünyaya kadar elle tututur derecede yaşayan başka bir nesil yoktor herhalde.... Simülasyonların bile somutlaşıp kanlı canlı hatta ölümcül savaşlı gerçekler haline gelmesi bir bakıma metafizikle kuantum arasındaki uzlaşmaz sanılan sınırları yıkma konusunda umut vadediyor.

1/13/16

Ne yapıyorum ben?

Hayata sürekli kastırıp durmak çok sıkıcı... rahatlamam gereken zamanlarda kendimi yiyip bitirmek ya da saçma sapan tavşan deliklerinde kaybolmak, fantastik diziler, ütopik yazılar ne olursa işte... Ne yapıyorum ben cidden, gerçekten yaşıyor muyum? Son bir haftadır bir aydır bir el var boğazımda, Pazar gecesinden beri gırtlağıma kadar yumruğunu yerleştirmiş bir el var "boğuluyorum" demek bu şey için az... Ne yapıyorum ben, neden yapıyorum bunları kendime?... herkesin hayatında zorluklar var, herkes bambaşka sınavlardan geçiyor ama hiç kimse ben değil, peki ben yaşıyor muyum gerçekten?

Yolun yarısındayım, yarış atı gibi koşturmaya zamanım var mı? korkuyorum, yığılıp kalmaktan... beni safiyetle seven o minnacık kuzuya dibe vurmuş akşamlarımı veriyorum, ondan daha ne kadar dolu dolu beni sevmesini bekleyebilirim ki? kaybetmek istemiyorum bunu, sevgiye dair elimde olan tek güzel şeyi, mahvetmek istemiyorum, ellere bırakıyorum, hiç güvenmeden, hiç istemeden, kırılarak, bazen kırarak, hiç istemiyorum hiç... ona hayatımdan bir ışık verebilecek miyim? böyle koşarken, yırtınırcasına koşarken... yanında olsam onun için yumuşak karnımı saklayıp, derimi kalınlaştırmaya kasacağım bu sefer, peki bunu kaldırabilir miyim, koruyabilir miyim onu tüm incinmelerimden?...

Ne yapıyorum ben, yaşadığımı sanmıyorum, nefes bile almıyorum, bu dört duvar varsa ben de var mıyım, var mıyım hakikaten? bunları yazarken ben miyim, bunu yazabilmek için bile kasıyorum, her yerim ağrıyor, kemiklerimden iliklerime her yerim, oysa baksan tüm gün oturmaktan başka bir şey yaptığım yok, çılgınlarcasına koşup ruhumun iplerini tel tel gerdiğimden kimsenin haberi yok, tahmin edenler var belki, onlar da şüpheli, ne yapıyorum ben, kime yapıyorum bunu?...

insanların kalbine dokunmaktan oldukça uzağım, farkında mıyım? duvarlar sadece bu yerde değil, bu soğuk şehir kalbimi titretiyor, önce uyuştu sonra tatlı bir uykuda çoktan can verdi belki, beynim karıncalanırken bu varlığımın kanıtı işte demek istiyorum, yalan, otomatikleşmiş tüm o davranışlar, düşünmeden sadece yönelerek... hayır, düşünmekten de uzağım, peki onca saçmalığı beynime sokmaya çalışırken olan ne, bu yazının bir bilgisayar ekranında olmasından daha fazlası değil ya da herhangi belgenin işte...

ne yapıyorum, ne?...

koşmak kaçmak için değil, kaçamam, öğrenilmiş çaresizlik dedikleri mi? belki... kapılar var koca koca açsam bile ötesi daha da yavan, yaşanır mı? duramam, duramam da ne yapıyorum ben? neden?...

5/06/15

duvara bakan pencere...

yandaki fotoğraf çekildiğinde henüz okula gitmiyordum, annem ardı ardına babasını ve kocasını kaybettiği için dağılmış, biz tabi bakımsız ve sefil... o pencere senin bu duvar benim tırmanıp balkon demirlerinde yürüdüğümü hatırlıyorum hayal meyal...

iş arkadaşım yandaki fotoğraf için "aaa tam köylü kızı" dedi, daha önce "Adanalılar çingen olur ya" cümlesi kullanmış bir insan evladı olarak iltifat etmek istedi zannımca... "ben hiç köyde yaşamadım aslında" falan diye geveledim ağzımda... çiçekli donum ve iyice küçülüp tunik görünümüne bürünmüş elbisemle sefil göründüğümü inkar etmiyorum ama benim dönemimde yokluk çokmuş, annem kendi dikerdi kıyafetlerimizi... okuma yazması bile olmayan bir köylü kızıdır kendisi, evet.

Köylü kızına benzetilmeye gocunmuyorum, annemin kıyafetlerimi dikmesine de bayılırdım hatta kendim dikmeye de heves ederdim, halen dikiş makinesinin sesi heyecanlandırır beni... esasen bozulduğum şey "tavır" ve içinde taşıdığı küçümsemenin su götürmezliği... köylü kızı olsam ne çıkar yahu...

geçen sene gittiğim doktor mesleğimi sordu "filanca web sitesinde içerik editörüyüm" dedim, "hiç içerik editörü tipi yok sende" dedi, iş yerinde 20 küsür kişiden hiç birinin tipi diğerine benzemiyor ama varmış öyle bir "tip", nasıl şeyse o artık... mezun olduğum üniversiteyi söylediğimde "atıyosun" bakışı geliyor genelde, elimde kallavi bir kitap görenlerde ayrı hayret... 'şu olan bu olamaz'ın yasası var da ben mi bilmiyorum ki acaba?...

yakıştıramama nedenleri belli aslında, insanlar ezeldendir fistanı içindekinden âlâ görüyor.

değil kendime hiçbir şeye güvenim yok, ezik görüntümden egoyu kuvvetlendiren ünvanlar, tavırlar, haller beklenmiyor, doğrudur; ama lütfen şu ön yargılar her fırsatta fütursuzca ortalığa salınmasın, lütfen.


.





4/24/15

sınav zamanı

ufak tefek her şeyi kafayı takmaya başladığımda çok çok ama çok daha büyük dertlerle karşılaştım, tam 'atlattık, şükür' derken o koca koca dertler yeniden geliyor gündeme...

eşim işinden istifa etmiş, iş yoğunluğu nedeniyle hazirana kadar devam edecek çalışmaya ama işsizliğin cenderesindeyiz yine, üstelik bu sefer ağzını bıçak açmıyor, suçluyor mu suçluluk mu duyuyor, bu olanlarla ilgili ne düşünüyor bilmiyorum ama bu suskunluğun hayra yorulacak yanı olmadığının pekala farkındayım.

işimden yana da çekindiğim bir dönemdeyim, çok rahat çalışıyorum ve bu benim adıma pek artı sayılmaz, gözden rahatça çıkarılabilecek pozisyonda olduğum kesin, haziran sonunda ikimiz de evdeyiz gibi görünüyor.

kendimi onun yerine koymaya çalışıyorum ama ne kadar farklı iki insan olduğumuz bir kez daha ortaya çıkıyor; ağzımı açtığımda iyi bir cümle kursam bile incitiyorum onu sanki, çünkü zannımca  onun gözünde ben ve oğlumun varlığı başlı başına sorun ve sorumluluk demek... onun "hiç evlenmemeliydim" diye beyninde bağıran sesi duymak hiç de zor değil...

çocuğum benim gibi babasız büyümesin istiyorum ama nasıl korunur dengeler sarsılmadan? işleri oluruna bırakıyorum, hayırlısı...


5/09/13

sabahın körü

acı çekiyorsam veya çok özlemişsem, zorlanmışsam mesela, üstesinden gelememişsem, eni konu yenilmişsem; babamı özlüyorum.

dünyanın en klişe filmlerin birindeyim, aynaya bakmış suratımda babama ait çizgiler yakalamaya çalışıyorum, sonrası bilindik repliklerden ibaret; "seni çok özlüyorum baba, keşke yanımda olsaydın" kocama sarılıyorum, anneme sarılıyorum, arkadaşlardan medet umuyorum fakat tekrarı bol bu sahnenin, sırf bunu zirilyon kere tekrarla bir film şeridi gibi izleme fikriyle dahi ölmek çok sıkıcı... yine de filmin sonunu merak ediyorum.

1/30/13

yastık kavgası

ben hayatı bir doğru bir yanlış yaşıyorum.

içime bir ateş düşüyor sanki benden önce milyonlarca yıl öteden beri var -düşününce yalan da değil aşk adem'le havva'dan beri var ne de olsa- sonra bakıyorum ki o antika his yeşermiş şarmaşıklar gibi her bir yanımı sarmış, şimdi böyle anlatınca dillere destan bir aşk bekliyor insan ama ben mükemmel değilim, aşk da değil haliyle, böyle bakınca da pek anlatacak bir şey yok ama seviyorum, hem de ne sevmek...

destansı olmayan hayatımın sıradan atraksiyonlarında nasıl da dünyayı kurtaran vaziyetlere girdiğimi olayın sıcağıyla farketmesem de beyin ilginç bir oluşum, olmadık bir anda bir çağrışım ve gerçeğin meymenetsiz suratıyla karşılaşılan o an, donan gülümseme, boş bakışlar, yüzün kızarsa bile farkedilmeyecek bir gece vaktinde, tam bir rezalet, oldukça insancıl bir durum olmasıyla avunmak bile anlamsız bir yerde ama bunlar da sıradan sonuçta...

büyüklere anlatılan o çocukça masallar gerçekten yaşanıyor mu merak ediyorum, şehir efsanelerinin vücut bulduğu birileri dolaşıyor mu etrafta? çok düzgün fizikli insanların bende direkt ötelemeye neden olan tarafları kusurlu hallerle normalleşiyorsa, hayatımın çok iyi giden zamanlarında kabahatlerle benimseyip ders alma adı altında hissettiğim o kuvvetli his aslında ufacık bıyık altı bir gülümseme mi yada insancıl hissetmek olabilir mi?

benim her çözülen sorunla güzelleşen ve her sorunda benimsenen güzelim hayatım, aşk paradigmasına karşı mavi ekran veriyor o ayrı tabi...

3/19/12

bi arkadaşa bakmıştık

uzak bir arkadaşın uzaktan bir arkadaşına ait bir yazı okudum az önce "kızım var ya benim yakınlarımda olsan benimle yakın olmaktan kurtulamazdın, şu kızın dingil olduğu seni uzakta bıraktığından belli" dedim içimden -çok ayıp arkadaşa dingil denilmez ama o ayrı- kişiye dair geçen ufacık bir sohbetten, sanırım biraz da sempatik görünüşünden böyle düşündüm, bilmem, asıl dingil ben olduğumdan belki...ne alakası var, varsa da arkadaşın arkadaşıyla konuşmak çok mu zor ama benim açımdan pek de kolay görünmüyor, kazık kadar olduğumda bile ilkokul bahçesinde es geçtiğim problemlerle yüz yüze kalabiliyorsun...merak ettim bak şimdi, bu kızın kokulu silgisi de var mıdır?