ev halleri etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
ev halleri etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

5/28/21

İki çivi de sen çak, emeğin sinsin...

 Evdeki çekmeceyi tamir edeyim dedim ikiye ayrıldığı yetmiyormuş gibi yerinden çıkarmak da mümkün olmadı, çekmeceye kızıp tüm dolabı değiştiresim var -sırf kızmak değil elbet- topyekün dökülüyor.


Geçen yıl yavruyla saksı yapmak güzeldi, bu sene kapılardan başlayıp tüm mobilyaları boyamak istiyorum onla beraber ama çekmece gibi elimde kalmalarından korkuyorum. 


Cesaret edebilsem mobilyalara kendi çizimlerimi yapmak geçiyor içimden, gençken hiç düşünmeden duvara boyaları boca etmiştim, zerre cesaret kalmamış.


Annem ve abim boyama fikrine şiddetle karşı... habire alet çantası için ıvır zıvır almama ve tamir girişimlerime bir anlam veremiyorlar, bunda henüz tam olarak çözebildiğim bir tamir olayı olmamasının da payı büyük tabi... 


Acemilikte olur diyorum, yoluma devam ediyorum. Dur bakalım nasıl olacak?!...






4/28/21

Hassas mevzu

 Geçmişte "olduğum gibi görünmüyor muyum?" diye şüpheye düşerdim çünkü sıklıkla 'dışarıdan göründüğün gibi değilsin' lafını işittim. İki yüzlü değildim, kişiliğim kabak gibi ortadaydı; kabuğum alabildiğine kuvvetli, zaafiyetlerim derinlerimdeydi. 


Kaplumbağa yavrusu kirpiye dönüşmüş olabilir mi? Bu ara en sık duyduğum "fazla hassassın" oluyor. Uzun yaşamak istiyorsam cidden, sağlıklı beslenmekten daha mühim aklına mukayyet olabilmek.


Bir anneyi yeni yetmeden 'kolay' düşündüren ne anlayamıyorum. Ne zaman kafamı pencereden çıkaracak olsam dikizlediğini gördüğüm karşı komşum veya tuhaf aramalarla bloga gelen kişi blogumda aranan kelimelere yer vermemiş olsam da beni adres gösterebilen google garip cidden... böyle durumlarda yapay zekadan cidden korkuyorum. 


Ne komşum yüzünden evi terkedeceğim, ne gelen gidene takılıp blogu boşlayacağım, ne de google tehlikesiyle teknolojiye küseceğim... yok da saymayacağım.


Yine hassasiyetim tutmuş olabilir mi?

4/16/21

uğurlar ola...

 Oğlum bir hafta evde olmayacak. 


Hüzünlü ve huzursuzum, oğlumun iş dönüşü evde olmayacağını düşününce kalbim ezişip büzüşüyor. 


O çok heyecanlıydı, 2 gün önceden bavullarını hazırladı, gözleri çakmak çakmak büyük bir hevesle gitti, kursağında kalmaz inşallah... 


Yavruma başından atamadığı bir sorumlulukmuş gibi davranmasından çok korkuyorum. Sorumluluğunu anasına yıkacağı için şimdilerde çok sıkıntı yok aslında, Allah uzun ömürler versin.


Ona baba olmaktan kaçındığı zamanlar er ya da geç gelecek, izin günlerini kuzuma feda ettiğini düşünecek kadar sık görüşmediklerine memnunum...


Bana nakliyesi ederinden pahalıya mal olan, kendisinin gözden çıkardığı, benim atamadığım-yakamadığım döküntüler için diş bileyen adam, oğluma ettiği masrafları da bir kenara yazıyor olmalı... 


Babası yeni aileisini tanıştırırken kalbi kırılacak biliyorum, umarım biraz daha zaman vardır o güne, umarım çok yaralanmaz, düşe kalka büyüyecek biliyorum ama  çok küçük daha, çok masum...


Anneme 40 yaşımda bile kızgınım, o adam için... baba daha mı normal hissettirir? O aileyi bir bütün olarak görüp dahil olmak ister mi? 


Yanımda kaldığına pişman olur mu? tek başına çabalayıp duran bu şapşal daha mı acınası hissettirir ona? bazen sert davranıyorum ona ama sevgimi esirgemiyorum hiç, yine de eksik hisseder mi çok? ikimizden de nefret ettiği zamanlar olur mu? korkuyorum...

2/10/21

Defter arasından düşen kuru yaprak

Uykusuzluk sorunum ayyuka çıktı.


Beklediğim biri yok, gecenin ortasında yerinde mi diye kontrol edeceğin bir hain yok, önceki kadar stres de yok, haliyle bir süre düzene giriyor gibiydi, en azından toplamda 6 saat uyuyordum gece ki yetiyordu gündüz düşlerine dalmamak için... 


Boşanma kararımdan beridir ilk kez sıfır uykuyla gün geçiriyorum, aklımda malum şahıs, bu ara o kadar sessiz ki korkuyorum, "çocukla ilgili sinsilik peşinde mi?" derken "sanki çok da umurundaydı" diye geçiriyorum içimden...


Çok değil 2 gün önce umursamadığımla övünüp kendimi takdir ettim, şimdi kendimi utandırmak istercesine bir an aklımdan çıkmıyor.


Çivi çiviyi söker diyorlar, hayatımda bir başkasını istemiyorum ama "sev" diyorum, platonik olarak sev, uzaktan sev, fan olarak sev, hobi olarak sev alengirli meselelere girmeden... elbette farkındayım ayağımı suya sokmadan okyanuslar aşmak istediğimin...

Lisede rüyama birkaç kez kez giren anime karakteri kılıklı tipi hatırlamaya çalışıyorum, ilk kez beni heyecanlandıran imkansız adamı, neden olmasın... kırmızıya çalan koyu kahverengi gözler, tek hatırlayabildiğim... cidden uyumak istiyorum, belki olur ya lisedeki gibi sırf onu görürüm umuduna uzun uzun uyurum yine, gece darmadağın olmadan, hep kaygıyla karanlıkta uykuyu savaş meydanına çevirmeden, bir bakmışım tatlı tatlı uyumuş kalmışım...


Adana'ya taşındığım gün tırnağımda kalan iz, ellerimdeki çizgiler, yorgun bakışlarım... yaşlanmak için erken, gençlik kaf dağının ardında kalmış, ne masalların tadı var ne oyunların...




2/08/21

mukavemet

 Oğlum neredeyse 10 gündür yoktu, sonunda döndü, hiç bu kadar uzun süre ayrı kalmamıştım, çok tuhaf hissettim, çok özlemiş olsam da geldiğinde hiç gitmemiş gibiydi, bu kadar çabuk büyüyor olması inanılmaz.


En yakının olan kişinin selamsız sabahsıza dönüşümü de tuhaf, almaya geldiğinde görmedim bırakırken  bir kaç kelimelik not düştü eşyalara dair -onun tercihi saygı duyuyorum- kanka olsak daha da tuhaf olurdu zaten, bazen telefonda o şapşal durum oluyor yine mesafeden emin olamadığın, uzak-yakın med cezir gibi konuşurken ses tonlarında bile temkinli bir değişim, en nihayetinde yabancılaşıyoruz, her geçen gün biraz daha... 


O geldiğinde görememeyi yadırgamıştım fakat dayım geçenlerde, "adam onca yoldan geliyor bir yemek bile vermiyor musunuz?" diyince de yadırgadım, eve davet edip soframı açacağım, yemekler hazırlayıp bekleyeceğim biri değil sonuçta... bugün resmi bir belgede onun soyismini kullanmışım, fark ettiğimde belge işleme konmuştu, sorun olmaz dendi ama bu bile o tuhaflıklardan, tam olarak ifade etmesi güç... neredeyse on yıldır onun adıyla anılıyorum, bir anda değişmek zor... 


Bir filmde mi gördüm bir yerlerde mi okudum emin değilim ama "aşkın karşıt hissi nefret değil umarsızlıktır" gibi bir ifade kullanılmıştı, gerçekten öyle...


Mesafe gerekiyordu, ondan ölesiye nefret ediyordum, küllerinden alevlenip duran bir ateş ciğerimi yakıp geçiyordu, şimdi zaman görevini güzelce yapıyor, onun hakkında buraya yazma isteğim azalıyor, nefretim neredeyse yok oldu, affettim mi tabi ki hayır, ihanetten öteydi hissettiğim, kendi kurduğum düşün göçüğünde kaldım... romantik hayallerin sonuydu, ne seyrettiğim en pembe diziler ne aşka dair herhangi materyal umut vermiyor artık... 


Aktif olarak araba kullanıyorum hemen hemen her gün, okumaya yeniden başladım, kitaplar eskisinden de çok içine çekiyor beni... Yavaşça değişiyorum, yaralarım kabuk bağladıkça daha net bir değişim yakalayabileceğimi düşünüyorum.


Olumsuzluklara fazla kafa yoruyorum, önceleri çözüme odaklanabiliyordum, yardım istemek iyi hoş da bağımlılık hissi veriyor, şimdilerde yeniden düşse de ayağa hızla kalkan güçlü ve dayanıklı savaşçıyı çağırıyorum, durmam gereken yeri bilebildiğim için miskin ve olgun versiyonun hakkını yiyemem, elbette eskiye dönüş olmayacak her zamanki gibi, bir mutasyon daha geçireceğim, evrileceğim kişiyle tanışmayı iple çekiyorum bu sefer...


Aklımda aynı soru var, "şimdi ben ne istiyorum gerçekten?" ilaveten her ihtimalde beliren bir başka soru "bu oğlum için iyi olacak mı?", artık net şekilde söyleyebiliyorum "ben önemliyim" ve tabi ki annelik benim için en önemli hadise, kendimi sevmek istiyorum, en azından anne olarak başım dik dursun istiyorum, yani ne istediğimi çok daha net biliyorum, tüm belirsiz isteklerin yanında bu kırmızı çizgi net...


Hayatı el yordamıyla yaşıyorum... benim harcım olmadı uçmak, ayaklarım yerden kesildi çok kere, kolayca da pes etmedim uçma istediğimde, yine de kendimi sormaktan alıkoyamadım, "gerçekten istediğim bu mu?"; değil... yolu seviyorum, yürümeyi, yokuş aşağı uçarcasına koşmayı seviyorum, dik yamaçlara tırmanmayı da seviyorum, yokuş yukarı uzadıkça uzayan yolları değil, uçuyormuş gibi hissettiğim kısacık zamanların ardından yere çakılmayı da değil...



1/01/21

Zamanlı zamansız...

 Uzun bir süredir kafamda geçmişe dönseydim senaryosu yazıyorum, kusurlu olduğum üç beş nokta dışında pek hevesli olmadığımı fark ettim... tüm yaşadıklarımı sineye çekebilir miyim gerçekten, bir yıl boyunca bunun için debelendim olmadı ya zaten, dönsem fevri olmak bile anlamsız duracak üzerimde, cidden katlanabilir miyim, umursamayabilir miyim? 


Kendimi suçladığım şeylere bakıyorum da aslında o günlerde de hiç çaba  harcamadım değil... Sütten çıkmış ak kaşık olduğumdan da değil ama karnı burnunda düşük tehlikesi olan, üstüne bir de hamilelik sırasında yapayalnız her şeyle tek başıma ilgilenmeye çalışıp depresyonla boğuşurken, yatalak hastayla ilgienebilecek fiziksel ya da mental gücüm olacak mı o günlere dönsem? yok, muhtemelen aynı gönül yorgunluğu ve çok daha beter bir öfke olacak her şey başa sarmışken, telafisi olacak mı hiçbir şeyin... 


Bir anda olmadı ya da sebepsiz değildi olan biten...


Gözden geçireceğim zaman varsa çözmeye yakın olduğum soruya bakarım sınavda, en karmaşık olana değil, neden bir çıkmaza bir ömür daha vereyim... şayet sınavlarda soruyu doğru yapmak kadar zaman da önemliyse, ömür vermeyi ne ara hak etti ki bu adam; anneme kulağının duymaz yerinde alenen söverken mi, beni yakından uzağa kim varsa soyutlarken mi, öz güvenimi yerle bir ederken, yüzümü gözümü dağıtırken, mütemadiyen bir başıma ağlatırken mi, beni kölesi eli efendisi görürken mi? yok yok, ne aklım ne gönlüm razı bu senaryoya...

12/24/20

şeridinde kal, çizgiyi kaybetme


 Her şeye bebek adımlarıyla yeniden başladım. sen de emekleyerek ben diyim sürünerek, Allah ne verdiyse koşmak için hevesleniyorum. Yeni hayat, olağan haller... tek korkum yaşadığım sınavları tersten okumuş olmak; onlarda başa saracağım korkusu beni öldürüyor.


Araba sürmeye çalışıyorum, tam zamanlı çalışma+hafta sonu yasağı derken zaman oldukça kısıtlı ve ben hala kötü bir şoförüm... Direksiyon dersi alıyorum ama yeterli gelecek mi bilmem, haftaya ders için tekrar izin almam da mümkün değil... gelip giderken beni yönlendirecek bir çılgın da bulamadım, hayırlısı bakalım.

çaresizlikten trafik canavarı...



12/21/20

zemheride soğuk su

 Birkaç günden beri allak bullak olmuş durumdayım.


Eski kocam bana alenen yürüdü... derdi barışmak değildi, yeniden başlamak değildi, yanılsam üzülmekten çok sevinirim ama belli ki derdi intikam bile değildi. 


Bildiğin bir vücudum var, sıfır gizem, herhangi bir numarası da yok, etten ve bolca yağdan ibaret... evliyken dönüp bakmadığın veya umursamadığın bu et yığını şimdi neden!?... saçma, benim aklımın alabileceği bir şey değil bu, bir vücudun çok ötesinde şeyler verdim, cidden çıldırtıcı... 



bu adamla açtım gözümü, yıllarca gözümün ucuyla bir başkasını süzmedim, bu sülükle gönlümü kilitliyorum, ne acı...


Bu olayın sabahında geçmişe dönmeyi dilemiştim, hamileliğimin son aylarına, her şeyi farklı yaptığımı hayal ettim hatta umutsuzca yalvardım, duanın gücüne inanıyorum. Neyse ki Allah gerçekten merhametli, gerçekleşmesi facia olacak şu saf salak duanın içtenliğine rağmen beni korudu, teşekkür ediyorum.


Çocuğum ve yaşanmış tüm güzel anılarım adına minnettardım, şimdiyse dilimin ucuna gelip gelip gidiyor beddualar, bırak dilimin duasını zehirlemesin, diyip yutuyorum.


10/08/20

Bu da böyle bir anı olsun

Boşanıyorum.

Yasal süreç başlayalı neredeyse 2 ay oluyor ve yaklaşık 1 ay sonra tamamıyla bitecek. Benim içinse 3 kere söylenmiş tek bir sözle manen sona erdi, sözcüklerin gücü ürkütücü...

Çok çalıştığım bir derste tekrara kalmış veya üniversite sınavında soruları kaydırmış gibi hissediyorum, evliliğime notlar veriyor değilim ya, öğrencilikten daha iyi bildiğim bir şey yok şu dünyada... "sıfır, otur yerine" sesi kulağımda.

Üzücü fakat üstündeki tonluk bir kayadan kurtulmuşsun gibi aynı zamanda... akmasını beklemediğim anlarda gözünden inen yaşlar olsa da ılık bir yağmurda duyduğun bir ferahlık hissi de var.

Ne olduğumu nasıl hissettiğimi söylemek için erken muhtemelen, şimdilik böyle... hala ailemden destek görüp, arkadaşlarımdan teselli duyarken böyle... dost acı söylemeye ailem iyiliğimi düşünmeye başladığında dananın kuyruğu kopacak büyük ihtimalle...

Tek tesellim oğlum, en ağır yük onda, haksızlık ediyor olmaktan korkuyorum... dilerim hayat hep iyilikler güzellikler getirir ona... Ben bunu sağlayamam ama dua kaderi bile değiştirir derler, dualarım şimdi sadece oğluma...

Evliliğimin başından beri hata olduğunu söyleyen veya ima eden bir sürü insan oldu, bu da bana yapılmış bir haksızlık gibi geliyor, bu kararı veren bendim, bitti diye silinip gitmedi ki, yaşanmasa daha mı iyiydi? sırf kuzumun varlığı için bile katlanamam düşünmeye...

'kendi düşen ağlamaz' diye baskı kurmaya hak buluyorsa bu toplum, ne demeye düşenin yoluna sövüp dururlar anlamam... yolumdaki taşları almayacaksan şayet; düşmüşüm, kalkmışım, ağlamışım, gülmüşüm sana ne...

Boşanmanın en kötü yanı, kararlarının 5-10 kişiyi birden fiilen etkileyeceği çok bilinmeyenli bir denklemde tüm sorumluğu almanın beklenmesi, en kötü kararın bile kararsızlıktan iyi olduğu dipsiz bir kararsızlığa itilmişsin hissi, en kararlı kararsızlık hali...

Bayılmıyorum boşanmaya, evlilik tek başıma yürütebileceğim bir durum olsa asla boşanmazdım. Bittiyse inkar etmek intihar etmekten farksız evlilikte... 

Boşanınca daha çok ilmek hissetmek boynunda, aradığı huzuru vermiyor insana... nefes alma isteğim sessizce geri çekiyor kendini, nefesimi yeniden tutuyorum.

Eskiyle aramda 10 yıl 30 kilo ve sorumluluğunu üstlendiğim bir can var ama eskisi gibi can-ı gönülden söylemek istiyorum "bu da geçer yahu" 

11/01/19

hey gidilerin zahmetli kişisi...

aile saadetim yerle bir olurken sadece seyirci kalabilmişim gibi geliyor.

tam bir adım atayım derken bakakaldığım tüm olaylar arasında, onunla beraber tükendim... merak ediyorum 'kişi sevdiğiyle beraberdir' dedikleri böyle bir şey mi? onunla sefil, onun kadar pişkin, bir o kadar kaypak hale gelip onun karakterinin yok oluşunu izlerken, "seni" yitirmek mi?...

galiba bir birimize hiç mi hiç iyi gelmedik. yine de tanıştığım güne lanet edemiyorum, o benim için gerçek aşk olamasa da, en saf aşkım onun sayesinde hayat buldu.

keşke bu kadar kötü olmasak... keşke yıkılan güvenimle beraber vermeseydim onurumu ve gururumu... keşke bir hal çaresi bulmanın yolu olabilse... keşke bunca geçen zamana rağmen tekrar tekrar arkamdan bıçaklamasa... keşke her seferinde bu kadar acıtmasa...

bu sefer kesin bitiriyorum deyip, bize zarar vermeyi aklından geçirmesin diye ölümüne korkuttum onu... sonra deliye vurdum, yanımda olsa yeter gibi geldi yine o anda... yetmiyor... kıskançlık tüm hücrelerimi gezinip ruhuma işleyen bir zehir gibi... 

anlamsız bir ikilemin içinde debeleniyorum, bir yanım sımsıkı sarılmak istiyor bir yanım yüzüne bakınca kusmak istiyor. ondan da onunla hala beraber olduğum için kendimden de tiksiniyorum.

insanın kendinden tiksinme hissini karşı benliğini korumak için beyninde dönen dolaplar ilginç... neden aldatılan kadının 3. tekil şahsın saçını başını yolduğunu anlamazdım eskiden, kadın denen varlığın dolambaçlı aklı işte, acılarını paylaşarak azaltmaya çalışıyor.

tüm bunlar geçmişte kalır mı acaba?

'sorun sende değil bende' desem kabus sona erer mi?

peki ya buna gerçekten inansam, umursamaktan vazgeçirir mi bi zahmet?...

düşündükçe daha evlenirken bunları öngördüğüm anlar fark ediyorum, aklıma gelir gelmez geçiştirdiğim veya senaryoyu kestirip attığımı anımsıyorum hayal meyal.. tabi saniyenin binde biri kadar süren karamsarlıklardı o günlerde, gerçeğim olamayacak kadar uzaktaydı aşk körlüğünde...

o değil de 39 yaşımda hiç olmayacak bir 'ben' daha yaşıyorum... fabrika ayarlarına dön seçeneği kişilik için de olsa ne güzel olurdu. 

kocamı biraz tanıyorsam, bu sıralar bu evliliği benden daha çok bitirmek istediğini söyleyebilirim... ne planladığını öğrenmekten ciddi anlamda korkuyorum.

beni taş mı sanıyor ki böyle hoyrat bana karşı? acı çektiğimi görse durmuyor, öfke duysam durmuyor, hissizleşmemi bekliyor olabilir mi? yok muhtemelen aklımın ötesinde bir kazık yiyeceğim yine, tahmin edemesem de...

bu uykusuz gecelere bünyem daha ne kadar dayanabilecek?

3/26/19

tek taraflı aşkların bedevisi

Özendiğim tüm yaşlı aşıklar, yüzümü size dönmeyeceğim artık... çeyrek asırlık sevgililer daha nice yıllar dileklerinizi duymazdan geleceğim, sokaklarda aşkla bakan gözler hiçbirinize göz süzmeyeceğim... pes ettim.

Neydi yani beklediğim?... anka kuşu gibi küllerinden doğacak bir aşk mı umdum, bu yaşta ne saflık ama... yuvamıza sahip çıkacağız, bunu atlatacağımıza eminim demiştim, öngörülerim gerçekten berbat...

Hem aldatıp hem boşanmak isteyen yine de şartlarıyla hatta tehditleriyle beni bu lanet şehre bağlayabileceğini düşünen muhterem, sevgili kocam, aşık olduğum adam... hep böyleydi... kendine bu kadar değer vermesi her daim cezbetmiştir beni... yine de çok kırıcı... 

gözümün içine baka baka yalan söyleten ne sana?.. aldatmaya sebep neydi onu da anlayabilmiş değilim, tamam, mükemmel değilim ve şişmanım, kabul umarsızım da çokça ve lakin her an çekip gidebilirdin, aldatmasan da sadece boşansan kendimi suçlu hissederdim kesin.

Peki ya neden bu kusurlarla dolu kadına dönüp geldin sen?... hiçbir şey olmamışcasına günler, aylar belki de yıllar geçirdin, neden?... nefes alabildiğini hissetmedin mi bende?... bu da mı hüsnü kuruntum.

Sana arsız, damarına damarına basan cümleler sarf etmek istiyorum, neylersin ki eyleme dökemeyeceğimi senin de adın gibi bildiğin üç kıçı kırık kelimeyi alır beni yaftalamak için çok güzel kullanırsın, bu da senin çekiciliğin ne yapalım, pratik adamsın vesselam... 

Neden hala sarılıyorsun, madem çok da meraklı değilsin beni görmeye neden bana bakıyorsun, neden sesime katlanıyorsun seni daha da itiyorsa söylediklerim... kiminle yazıştığımı neden umursuyorsun... beni kolayca unutacaksın madem, neden sevdin, madem beni darmadağın ortada bırakacaktın, neden buralara sürükledin... madem iyi adamdın neden bana kötülük ederken gözünü kırpmıyorsun...

Senin hikayende ne yerim var ki, bitmek bilmiyorum?... doğabilen tek çocuğunun annesiyim diye mi?...

Sevgilim, kalbim çok ama çok acıyor.

3/20/19

içim kabarmış

delirmek üzereyim, beynimde dönüp duruyor evliliğimle ilgili mevzular... düşünmeyeyim diyorum, beynimi meşgul etmek için kitap alıyorum elime, odaklanamıyorum... kafam boşalsın diye bi şeyler izleyeyim diyorum, onun suçlayan tondaki sesi çınlıyor kulağımda, artık pek yardımı olmuyor. İnsan kemiklerinin içinde hisseder mi kıskançlığı, beynim dursa vücudum tuhaf tepkiler veriyor, hormonlarım da hislerim kadar karışık sanırım...

Bir tek burası var... anneme anlatamadım, arkadaşlarıma bile anlatamadım, kime ne söyleyebilirim ki? kim böyle bir evliliğe devam ettiğimi bile bile yanımda rahat kalabilir, şu anda bile birileriyle normal sohbetler sürdürmek zor... umutsuzluk böyle bir şey, mutsuzluktan çok daha beter... sadece mutsuzken bile havadan sudan konuşmak için kötü bir atmosfer oluyor... birilerine derdimi dökmek istiyorum ama kalan son dostları da böyle şeylerle sıkıp uzaklaştırmak istemiyorum, kocamla yüzleşmek neredeyse imkansız, bana her şeyi bilsem bile dürüstçe kalbini açacak biri değil o... ne sanıyorsa beni...

onun düşmanı olmadığımı defalarca söyledim... kinle öfkeyle hareket edecek olsam şu vakte kadar mahvederdim onu her anlamda hem de... 

Bana dürüstçe yüreğindekileri anlatsa şu süreci kazasız belasız atlatabiliriz, bundan eminim... kalbimi kırsa bile samimiyetine değer veririm, beni hiç mi tanımıyor?

Vazgeçmeyeceğini düşünmüştüm bizden, her şeye rağmen... niyeti sadece zaman kazanmak galiba... 

Birazcık rahatının bozulmasına bile tahammülü yok... nereye kadar bu evi tek başıma sırtlanmak zorundayım?...

evi düzende tutması gereken sadece ben... karşı tarafın isteklerini kafa yorması gereken sadece ben... çocuğa ebeveyn olması gereken sadece ben... ailelerle ilgili problem olduğunda alttan alması gereken arayı yapması beklenen sadece ben... faturaları ödemesi gereken ben... okulla ilgilenmesi gereken ben... evin reisisin diye evin kölesi değilim ki... tuhaf tipli tamircilerle muhatap olmaktan, onu bunu idare edip durmaktan, her şeyde sorumluluk hissetmekten vazgeçmeli miyim?

hiçbir şey yapmadan oturduğumda bile ev için suçluluk hisseder hale geldim, çalışıyorum ulan, eşekler bile çalıştıktan sonra yemlenip dinleniyor... uykusuzluk da bir hastalık türü, uyuyamadığım için bile suçlanırken dinlenmek nasıl suç olmasın?

kalan gücümle gayret etmeyi bırakmalı mıyım?... kim biliyor ki bunların değerini...

değersiz hissetmekten bıktım.

3/19/19

bitmek bilmeyen kışın dağ dolusu karları

İçim içimi yiyor, eşeledikçe daha da pislik çıkıyor altından... beni kim bilir kaç kez aldattı, bitti mi peki, yeniden aldatılacak mıyım? 

Yük gibi hissediyorum yanında, başkalarının prensesler gibi muamele gördüğü aşikar...

Ben seni sevmeye devam etmeli miyim? devam edebilir miyim? tabi ki bunu yapabilirim ama bunun için biraz daha öldürmeliyim kendimi, kendimden daha çok daha da çok vermeliyim, değmeyecek bir aşk için... korkuyorum... Allah'a havale ediyorum.

Evliliğimi bitirmeyi hiç ama hiç istemiyorum fakat yüreğim kursağımda bir yumru şimdi... kalbimi bu kadar yormasa... bana güvenebilmek için birazcık sebep verse... yuvamız için azıcık gayret...

Kore dizisi izlediğimden dem vuruyor ha bire... evi derleyip toparlamak yerine oturup dizi izliyormuşum... yapmadım diyemem ama beni alabildiğine yalnız ve sevgisiz bırakırken, yine de seni bekliyorken beynimdeki tüm sesleri susturmak adına bu kadarını da yapmasam veya seninle gece gündüz tartışıp beklentilerimle seni sıktıkça sıksam, buralara kadar gelmezdi bu meseleler muhtemelen, boynuz yemezdim, inceldiği yerden kopardı, istediğin buydu belki... umduğun?

Beklemekle gelmeyen sabahlar...hele o susuşlar... gecenin bir yarısına değin adamın yollarını gözlüyorsun, iki kelam etsen oflayıp pofluyor, tartışıp duran birilerinin sesi var ekranda, ne hissettim sence?...

dizilerdeki sahte romantizmlerle avunuşum bile aldatmaktan daha kötüdür belki... gözümün kocamdan başkasına kör kalışı kusurdur... kıskandırmalı mıyım seni, kadının olduğumu anlaman için? sana mı benzemeliyim, mutluluğumu da mutsuzluğu da yuvamın dört duvarında yaşamak yerine ortaya mı atmalıyım her şeyimi... yapamam, harcım değil, hala ayakta tutabildiğim tek şey sadakatim, onu da iki paralık edersem, nem kalacak geriye...

senin korktuğun ne? kaybetsen de evinin mobilyalarını yeniler gibi çocuğu, kadını yenileyebilirsin bu belli artık... daha kaç vücut gerek kopup gitmen için... 

benim kalbim kırık ama ya seninkisi? her yeni kadında dönüp beni buluyorsun, hiç mi rahatsız etmiyor seni... sevgili ben, sevgilin olamayan ben, bunu düşünmek benim kalbimi kırıyor açıkçası, seni düşünmek yani... senin elini tutmak kendimin saçlarını okşamak istiyorum.

Aynı zamanda enseme bir tane şaklatmak istiyorum, senin duygularını önemsediğim için... 

Bana ne yaparsan ne söylersen söyle senin yüreğine senden bile fazla güvendim, senin hislerinin sonsuzluğuna inanmak istedim belli ki... kalbinin bu kadarcık yılda değişeceğine ihtimal vermedim. 

kalp kalbe karşıydı hani?!... kalbimin hala senin için atması haksızlık...

12/08/15

akıl terazisi kayıp

beynim sünger gibi... oğlum için süt, iş için göz, ev için eller, yol için ayaklar... hepsi ama hepsi beynimden bağımsız çalışıyor, belki gerçekten öyle, sınavlara girip sorular çözerken bile beynimin varlığını hissedemiyorum, zekayla akıl iyi dost ama kesinlikle aynı şey değil... kafadan şöyle, kafadan böyle... peşin hükümlülük de beynimin iş astığını göstermiyorsa artık... aklımı kurcalayan hiçbir şey yok, oysa bir sürü sorun var aklıma takılabilecek, oysaki hiç sorunum yokken bile beynim çatlayıncaya kadar düşünürdüm, pek çok kez tavandaki çatlaklarda beynimin tüm kıvrımlarına ulaşabildiğimi hissediyordum, kendimi bilmesem beyinsizin tekiyim zanneceğim.

'Beni nasıl tanımaz bunca zamandır' diye bozuluyorum insanlara, nasıl da otomatiğe bağladığımı hiçe sayarak, beynimin bedenimden bağımsızlığını ilan ettiğini yok sayarak... onu görmezden gelmelerimin bedeli mi bu acaba? beyin küser mi canım, yok artık, umarsızlaşır ama, duyarsız hale gelebilir, belleğimde bunun zirilyon tane anısı var.

çocuk gelişimine kafayı taktığım dönemde "beni neden suluyorsunuz" diyen bir çocuğun hikayesi dönüp duruyordu paylaşım bıdı bıdılarında, akıl zembereği denen meret ben yaşlarda da boşalır mı acaba?'... sorular bile ne kadar inceliksiz...

virajdayım, hayatın dönüm noktalarından ödüm kopuyor, baskı altında hissetmeyi oldum olası sevmedim, neydim çok net hatırlıyorum, ne olduğum kısmından nefret ediyorum; annelik hariç, beyinsizliğimin tamamı dahil...

'dünyayı gezmek istiyorum' bunu sesli söylediğimde yalnızsam bile alaycı bir gülümseme yerleşiyor suratıma, artık kendime inanmıyorum, hiç... kendi yalanına inanan insanlar var ya benim sorunum insanların yalanlamalarına inanmak... "yapamazsın sen onu" denilen hiç bir şeyi gerçekleştiremedim şimdiye kadar... vazgeçtiğim için değil, o alaycı gülümseme, kendimleyken dönüp beni bulduğu için...

İnsanın doyduğu yer derler, sevdiğin insanlarla güzelleşir şehirler derler, bende bunlar yalan... Adana'dakinden daha iyi kazanıyorum, Ankarada sevdiğim iki buçuk insan var ki İstanbul'dakilere denk tutmak cinayet olur, yine de İstanbul "İstanbul" işte... deliler gibi özlüyorum, orda hissettiğim duygu yoğunluğu ne Adana'da ne Ankara'da var. Kocamla ilk gerçek randevum İstanbul'da olmasaydı, hissettiklerimden emin olabilir miydim veya ben İstanbul'da geçirdiğim o üç seneyi hiç yaşamasam kendime dair hiçbir fikrim olur muydu? kendimi tanıyorum, kocamı seviyorum ve İstanbul'a şükrediyorum, iyi ki varsın İstanbul, sen fondayken her şey daha net, ruhum, kalbim, aklım birlikte olmayı hiç sendeki kadar sevmiyor. Ankara robotik, rahatına alışırsın da sevmesi... Adana konusunda zaten hiç ağzımı açtırma... güzelim İstanbul, seni bulmasam Adana'yı yeniden sevebilir miydim ondan bile emin değilim...

İstanbul=trafik, yolda olanın gördüğü yalnızca yolculuğun seyri... yuva her şehrin çok çok ötesinde elbette, o ayrı... ama İstanbul "İstanbul" işte...




9/15/15

nefesimi tutuyorum

bir nefeslik canım var, tam gırtlağımda bir düğüm... nefessiz kalınca ya da çok çok yükseklerde tutan o serkeş baş dönmesi adımlarıma karışıyor, mutluluktan uçsam ayaklarım yere basıyor olmazdı değil mi? tuhaf... rüyalar karanlıktan ibaret, hayallerin kafası güzel, gerçekler sıradan... yakışıklı bir koca, sevimli bir çocuk, sıcak bir yuva, rahat bir iş, asgaride sorunlar; buna rağmen durmak bilmeyen sorgu, bağır çağır bir iç ses, şirret farkındalık, hele ki o eleştiri çatalı yok mu sapı sana giriyor, diğer yanı üç bir tarafa... mutlu olmalıyım, çok mutlu olmalıyım, mutluluğun bile gereklilik kipinde yaşandığı yerlerde... yaşamalıyım, hayat dolu, fokur fokur hem bu kadar soğuk bir memlekette sıcakkanlı olmalıyım, yapılmayacak iş değil ve fakat kimi kandırıyorum, oğluma sıradan gerçeklerin hayal kırıcı rüyalarına uyutmaya hazır mıyım? daha az düşünüp daha çok yaşasam olacak, olacak bundan eminim, belki o zaman yaşatırım, biliyorum yapabilirim.


9/11/15

oyun çocuğu

Oğlum her delikten kapılar açmaya çalışan hayal gücü kuvvetli bir yumurcak... onunla hayallerine dalacak zamanım ve cesaretim olsa keşke... bir çocuğun olmayan ülkesinde kaybolma fikri, perilerle uçtuğum olağanüstü bir seyahat fikrinden daha baskın hislere sahip bünyemde... oysa dünyanın en bilinmez yerlerine gidip görmek en çok istediğim şeylerden biriydi uzunca zaman... kendim olmak, kendimi yeniden bulmak kadar imkansız şu an, uzun uzak yolları aşındırmak...

Zor bir doğum sürecinin ardından oğlumu ilk gördüğümde bu anı tekrar tekrar yaşayabilmek için düzinelerce çocuk doğurabilirim gibi geliyordu, onca acı içindeyken bile "ikinciyi düşünür müsün?" diyen bir doktora "çocuğum yalnız büyüsün istemiyorum" demiştim fakat kırgınlıklar, hayal kırıklıkları öylesine üst üste geldi ki...  ikinci bir yana, olacakları öngörebilseydim yine de bir çocuğu böylesi kırık dökük bir yaşama ortak eder miydim emin değilim.

Dün gece defalarca sıçrayarak uyandı, kabuslar görmüş olmalı, daha bir yaşındaki masum bir kuzu için bile fazlasıyla ürkütücü bu dünya...

6/22/15

sütlü nuriyeler günü

birkaç gün önceydi, gecenin bir vakti oğlan düştü, onunla ağladım... ertesi gün iş çıkışı bir kadının ayağı kaydı düştü merdivenden, arkadaş güldü, ben tökezledim, düşsem ne gülerdi ya...

Ramazan maneviyatı oruçsuz çıplak ve cılız, çoğunlukla herhangi bir günmüş gibi geçip gidiyor, bebe emdiği için tutamıyorum, çöpe giden sütleri görünce; iş yerinde harcadığım zamanlar, zorluklar, üstüne oruçsuzluk sonucundaysa dökülüp giden biberonlar, boşuna diyorum, boşu boşuna...



4/28/15

Kuzu

Oğlumu oyun oynarken izlemeye bayılıyorum, bazen orada olduğumu unutuyor, neden sonra bana bakıp yanında görünce atılıyor boynuma, kucağıma oturup kendince çıkardığı seslerle oyuncağı kurcalamaya devam ediyor. Arada parmak uçlarıyla yüzüme dokunuyor, saçlarıma, kulaklarıma, normalde de güzel ama olağanüstü oluyor işte o zamanlar... Banyo yaparken köpüklerle sürekli savaş halinde, suya girmekten çok sudan çıkmak olay oluyor hep, kıyafetleriyle köpüklere dalmışlığı var defalarca...annelik güzel şey vesselam... Rabbim korusun onu tüm kötülüklerden, bizim hatalarımızdan, dünyanın kirli rütuşlarından...

4/22/15

burdayım ben, tam karşında...

büyükannelerle bebek bakmanın en büyük problemi bence bebeği benimsemekle kalmayıp sahipleniyor oluşları... 34 yaşında çocuk muamelesi görmek de cabası... çocukla ilgili kararların hiçe sayılması yetmiyor gibi, sosyal hizmetler görevlisi edalarında denetlemeler, gecem gündüzüm her şeyim olmuş çocuğa benden çok emeği varmışçasına tavırlar... minnet duyacağın yerde cinnet geçirmene neden oluyor açıkçası...

çocuk için iyisi deyip aklını korumaya çalışıyorsun ama annemi tanıyamadığım, kayınvalideyi tefe koyup çalmak istediğim oluyor ve ciddi manada aileme sarılıp şu çocuk büyütme curcunasından uzaklaşmayı o kadar çok istiyorum ki...

bana destek olma bahanesine habire tökezlelettikleri, kırdıkları, üzdükleri, sinirden titrer hale getirdikleri için esefle kınamak alabildiğine sitemler etmek istiyorum pek saygıdeğer büyüklerime, gel gör ki elim mahkum, boğazıma dizilen tüm düğümleri yutup mideye indirmek durumundayım, çığlıklar atıp zıvanadan çıkamayacağım için her Allah'ın günü umut palyaçosu oluyorum, telkinlerle, gevşeme egzersizleriyle ve tabi ki miniğimin hasretiyle eve değin suratıma kocaman bir gülümseme asabiliyorum iyi kötü... kendini kandırmak mıdır, sabır mı, onurunu çiğnetmek mi bilmiyorum ama oğluşumun mutluluğu için adı ne olacaksa buna değer elbette...

keşke biraz umarsız olmayı başarabilsem, keşke saf salaklığım bu çocuk soslu iktidar mücadelelerini görmemi de engelleyebilse, keşke oğlumu katıksız sevgilerle çevrelemenin beni tüketmeyecek yollarını bulabilsem...

4/14/15

haftalık

Ailede haftalarca süren hastalıklardan sonra heyecanlı bir hafta geçirdik. Bebeğimin bilinçli sözcüğü "baba"sınaydı, ta kendisine söyledi, sonrasında acemi sürünmeler yerini emeklemelere ve de tutunup kalkmalara bıraktı, son olarak; o artık iki dişi patlamış bir velet...

kafası çok terlediği için saçlarını keselim diyordum uzun zamandır, annemin de gazına gelip gözünün içine giren kısmı kestim bu hafta, kötüydü, fakat asıl felaket babasıyla saçını üçe vurmaya kalkışınca oldu, tepindi, ağladı ve yarım yamalak acayip bir kafayla kala kaldı kuzum... düzeltmek için biraz cesaret toplamamız gerekecek...