4/05/24

derde güzelleme...

 Zaman zaman kocaman meseleleri ufak tefek şeyler yığınının altında gizlemeye çalışıyorum kandırıkçı çocuk beceriksizliğinde... yine de ne söylersem söyleyeyim samimi olmaya çalışıyorum, içimden yalan söylemek geldiği de oluyor, koyvermiyorum, samimiyet de gayret istiyor.

Eskimiş aşklardan ve eski yaralardan bahsetmek kanayan yarayı kaşımaktan daha az acıtıyor, yalan yok tanıdık gelen acı daha katlanılabilir oluyor... ben sıkça eskiden veya eskilerden bahsediyorum, yenide yaşadıklarım tanıdığım acılar değil, adını koyamadığını çağırıp kovamazsın, derdini bilmek lazım; neyi dert ettiğinin farkına varınca kabullenmek veya üstünden atmak...

Biyopsi yapıldı, üçtür kanser şüphesiyle yüzleştim, sonuç öncesi sıkça babamı ve eski'yi anmam muhtemelen yaslanacak bir omuza ihtiyaç duyduğumdandı... bu sefer kanser olmadığımı öğrenmek beni rahatlatmadı, 'içimde ölen bir şeyler var' dedim oğlumu biraz daha gündemime aldım geleceğe dair umuda ihtiyacım vardı.

Aklın ve kalbin karardıkça özünü kör kuyuda arıyor gibisin, kimim ben neye benziyordum? bildiğini başa sardığın da oluyor, acılara tutunduğun da... yaranın üstüne tuz basıp bir sonraki yüksekliği kat etmeye araç olarak kullanmak da olası...

Üniversitede oda arkadaşım derin mevzular konusundaki rahat konuşmalarımı yadırgamıştı ve o zamanlar pek aklımın almadığı "arayı açma" mevzunu anlamamı sağlamıştı... dert özel bir şey, hazmedemeyecek kişinin önüne konduğunda mesafe oluşturuyor, bu gerçekten böyle... "derdimi anlatamam dertsiz insana/dert bilmeyen dert kıymeti bilemez" diyor ya türküde, aynen öyle işte... 

Mesafe dedim ama uzun soluklu derin dostluklar da samimiyetle paylaşılmış dertlerle nice duvarlar yıkar, bunu da bilmek şart... 

Elbet aşamadığım dertler önüme konulunca ben de hazmedemeyip çekiliyorum... zamanla aşınıp dökülüp gidiyor kimi yakınlıklar, yanı sıra bir tek an için ömürlük bir birikim alabiliyorsun.

Dert her zaman deva aranan şey değil, dert her zaman travma değil, kimine deva olan kimine zehir oluyor ya, deva kadar dert de kişiye özel... dert üstünden çıkarıp atacağın yahut sevgisizlikten üşüyünce giyinip ısınacağın hırka da değil, olmuyor havana göre, oluyorsa zaten o dert değil.

Bolluk bereket içinde bile dert edindiğin bir meselen olması kötü değil... aşksa derdin sevmeyi sevilmeyi öğrenmenin anahtarı oluyor, insansa derdin diline kıvraklık kazandırmak oluyor gayretin, bahçense bitkilerin diline aşina oluyorsun, gezmekse derdin yolu patikalarına değin kazıyor aklına...

Derdin kendinleyse vay haline, doğruyla yanlış, ölümle yaşam arası mekik dokuyorsun... binbir türlü dertle kendini donatıp hazırlamışsan bile öğrendiğin, gayretin çaban kendine yetmiyor.

Taşıyabileceğin dertler kendin kadar ama hep bir kendinden öteye arzu var, işte orda işler karışıyor, kimi boyundan büyük dertler yüklenip kendinden uzaklaşıyor, kimi kendinden içerdekini büyütemedikçe hırsını "ben"i büyütmeye vuruyor, kimi de mevcut dertlere asılıp kendini görmezden geliyor... velhasılı kelam kendi derdin sana yetiyor ama o "benden içeri" denen var ya özüne çağıran hani, kuyruğunu yiyen yılanın başı...

3/25/24

Eski'yle normal konuşabiliyorum artık -oğlanı bile çekiştirdim bir ara- artık sesimde titreme yok, çatallık yok, öfke yok, heyecan yok, gerçi iğnelenince tepki vermiyor değilim ama ölçüsüz tepkiler yok, duygu krizleri yok... 

Yıllar sonra uzun sayılabilecek ilk normal konuşma sonrası "acaba beni özlüyor mudur?" sorusu içimden geçse de "amaaaan özlerse gider karısına sarılır bitti gitti dedim" çok da üstüne eğilmedim fikrimin...

Tuhaf... yıllar sonra hiç görmediğim biriyle normalleşebildiğim için gururlanmam da bu durumun birazcık da olsa kalbimi hala kırıyor olması da, oğlumun her konuştuğumuzda dikkat kesilmesi de tuhaf... ama en tuhafı normal konuşabiliyor olmak... ben normale dönemiyorum çünkü... ya hastayım ya yorgun, aynaya gülerek veya gördüğünü severek bakmayalı kaç yıl oldu? 

Nekahat halimin bu kadar uzun sürmesinde onun suçu yok... bir şeyler kırıldı bir yerde, yuva tutmuyor, bozulup duruyor... tamiri benim harcım değil belli oldu, bunca zaman geçtikten sonra dikiş tutturamadığıma göre... yardım almalıyım ama işin ironik tarafı; ben eski dışında hiçbir insana "yardıma ihtiyacım var, yardım et" demedim, belki babasız büyümüş kız sendromudur (adını atıyorum ama sezgilerim babama bağlıyor olayı) annemden veya abimden bile direkt yardım istemedim.

En net hatamdı yardım ummak... yardım istemek benim için yeni olabilir ama belki muhatabım için yardım etmeyi hiç istemeyecek kadar kadim bir mesele... bunu böyle düşünürken, bedeli tahsil edilmiş bir terapiye bile gitsem yardım isteme fikri tüylerimi diken diken ediyor.

Fikrimin değişmesi güvenmekle mi dayanılmaz acılarla mı mümkün olur? değişecek gibi değil şu haliyle... Bu dağı arşınlamak bakalım ne zaman mümkün olacak, hayırlısı...

3/04/24

tatlı yiyip tatlı konuşmanın acı bilançosu

Yürüyüş havaları başladı şükür, kilom yine vahim vaziyetteyken iyi oldu. 

"Yeni bir ben" keşfedeyim derken gün geçmiyor ki yeni bir sağlık sorunu keşfetmeyeyim... kırkı devirmek bunu gerektiriyor demek ki... yok aslında dürüst olayım yaşlandıkça yuvarlacık hale gelmekten oluyor benim tüm hastalıklarım... 

Randevu alıyorum oğlum soruyor "kadın doğum mu dedin?", şaka yollu "ne doğumu canım evlensem haberin olurdu" diyorum daha da telaşlandığını görünce "şaka şaka" diyorum ama kuşkulu gözlerle bakıyor -on yaşında, az anlatsam detay istiyor, çok anlatmak için tıfıl- kadın anatomisiyle ilgili bir sıkıntı ama sağlık biriminin adını söylemek bile bela... jinekoloji desem iyiydi.

Yine "kilo ver" dedi doktor, bunu üç senede farklı branşlarda beş doktordan duydum, her yaz yaklaşık 10 kilo verip kışa verdiğimden fazlasını alıyorum, yıldan yıla ortalama kilom artıyor... lanet bir kısır döngü...

Bu yaşta hayata yeni başlangıçlar yapıyorlar ya merak ediyorum, çok mu çürüğüm?

2/13/24

ağla çocuk ciğerlerin açılsın

 Zihnimdeki sisi dağıtamıyorum, düşünme kapasitemin azaldığını ve beynimin ufaldığını seziyorum, emin değilim... nörolojiden randevu alıp iptal ettim... yakınlarımdan erken bunama, alzhaimer vs. yaşayan yok... diyabetle gel-gitli halimden veya depresyondan falandır belki... 

Abimle konuştuk "İşin rutini beni köreltmeye başladığında öyle hissetmiştim, maaşımı arttırmasa da işte beni zorlayacak tercihler yaptım şimdi hem daha az sıkılıyorum hem de beynimi eriten o atıllıktan kurtuldum" dedi, öyle bir tercih yapma fırsatımı çok ama çok geride bıraktım, emekli olup beni zorlayacak farklı mecralara yelken açsam hala ekmek kazanabileceğime güvenim var ama gerekli mi? 11 yıl evvel şu anki işime geçerken -evlilik ve şehir değişimi öncelikli sebepler olsa da- o işe gönül vermediğim için bırakmak kolay olmuştu, bu işte de umudumu yitirdim diye bir başka arayışa geçmeli miyim? rahatımı bozup şekillendiremediğim hayallerin peşinde koşmak için enerjim yok... kendimi ertelemeye devam edeceğim muhtemelen... beynimi yıllarca uyutmaya, susturmaya çalıştığım göz önünde bulundurulursa iyi bile dayandı.

Beynim ne zaman isyan etse içimden delicesine yazmak geliyor, oysa onu okuyarak beslemeliyim, aç çocuğa emzik niyetine buraya yazmak şu an... bile bile yine kendime yeniliyorum.

1/15/24

havanda dövülmüş su

 Hazır değilim, onca geçen zamana rağmen hazır olmaya yakın bile sayılmam... birileri var etrafımda, alıcı gözle baktığım ama kendimi yanında göremediğim... üzerimde mesafeli bakışlarını hissettiğim ama asla aradaki buzları küremeyeceğim... en kötüsü zaman zaman arsızlığını sezdiğim kişiler var, midemi bulandıran... büyük de mi konuştum nedir, gezip tozulabilecek, mülayim pozlarına tav olabileceğim, orta yaş üstü de var (hayatla dalga geçilmiyor) alenen yürüse de yok, iyiye de kötüye de niyet yok içimde... 

Ayrılıkla ilgili meseleleri büyük ölçüde aştım gibi... gel gelelim başa döndüm; 30 yaşında evlilik ve çocuk konusunda motive edilmiş bana değil de lisede evlenmek istemediğinden emin olan o güvensiz ergene...

Dışardan kolay görünmüyorum, tanıdıkça daha da zor her şey... benim uğraştıkça bezdiğim gönlümle el ne demeye uğraşsın? yalnızlık kolay, tanıdık, güvenli; sıcak değil ama olsun.

Aşktan geriye ne kaldı sanki? kubbede hoş bir sada mı? kötürüm kalmış gibi hissediyorum, hayalet acılarım var.



11/30/23

cv

 
Kalbimin ağırlaştığını hissediyorum, konuştuğumda hafızam beni yanıltabiliyor rakamlar konusunda, dilim yeterince kıvrak değil söz ustası topluluklarda öne atılmak için, yine de doğru bildiklerimi yanlış ifade etmekten geri durmuyorum, sussam kalbim bu sefer de söyleyemediklerini yüklenir ve fakat susmalıydım.

İşe bağlılıktan, sevmekten falan dem vuruldu... çalıştığım kurumu çok ama çok seviyorum, işimi de olabildiğince iyi yapma gayretindeyim ama birçok kırgınlığım var... düşündüm, seviyor olduğum halde Ankara'da kalmam gerekse devam eder miydim? maddi ihtiyaçlar olmasa durur muyum? potansiyelimi ortaya koyamamak benim başarısızlığım ama körelmemde bu yerin hiç sorumluluğu yok mu? çalışmayı ve iş yerimi seviyorken her günü mutsuz geçiriyor olduğum gerçeğiyle yüzleşiyorum, bu iş yerimin değil elbette benim sorunum... önceki iş yerimdeyken hayal ettiğim yerin burası olduğunu düşünüyordum, hayalimin kendimi gerçekleştirmek olduğunu fark etmem çok zamanımı aldı... konfor alanımda öylece ömür törpülerken, kendime dair hayal kırıklığımın suçunu çalıştığım işe atmak haksızlık olur. 

"Şimdi boşanıyorsun ya kendini işe verirsin, çok başarılı falan olursun" diye teselli etmeye çalışmıştı bir arkadaşım, güldüm, "pembe dizi mi çekiyoruz, fotoroman mı basıyoruz" diyemeyeceğim bir arkadaş olduğu için "o işler öyle olmuyor" demekle yetindim. Özel hayattaki başarısızlıkların iş hayatına olumlu yansıyabileceği iş ortamları var mıdır? şarkı sözü yazarı, besteci gibi bir şeysen belki?!... serbest çalışma imkanı olan kişinin amirli, memurlu, sigortalı, mesaili, asgari geçimli ortamlara yabancılığını pek yadsımamak gerek.

Elbet sorun ne iş ne işyeri, 'ben'im... önceki iş yerimi özlüyorum, orda rastlayabileceğim karakterler ve hikayeler, bana katkı sağlayabilirdi, kıymetini bilemedim... önceki işyerimden daha iyisi olan burada ne istediğimi bilip, odaklansam önüm apaçıktı, fırsatlara kör kaldım... iş ve eş en önemli seçimler, hayatın çuvallamadığım aşaması olcak mı? hayırlısı bakalım.


11/28/23

anıları lime lime doğrayıp blog çorbası yaptım buyurmaz mısın?

Yeni yetmenin tekiyken bir şef bıçağı gibiydim, keskin, becerikli, çok yönlü, tuttuğunu koparan, edindiği bilgileri ince ince işleyen, hayatı çorbaya dönse bile içine lezzetli dokunuşlar sunabilen ışıl ışıl dövme demirden harika bir bıçaktım... bir kaya kadar sert olan annemin yassı köşesine yaslana yaslana ömrümce bilenebilirdim fakat onu sivri köşelerinden hoyratça yontmaya koyuldum, kırıldım, minik çentikler edindim, köreldim.

Sıcacık bir kalpte eriyip yeniden şekillendirilebilirdim, bıçak olmaktan vazgeçsem bile özümü tüm ışıltısıyla ortaya koyabilirdim... ya da sabırla bilensem -biraz kendimden yitirsem bile- benliğimi koruyabilirdim... ne var ki bulutların üstüne çıkmayı diledim, sonra gördüm ki buluttan nem kapıyordum, paslandım, daha da pörsüdüm... ben artık ne demire ne bıçağa benzemiyordum... kör bıçak ele yamanmış ya, köreldikçe kendimi daha da incittim. 

Bıçak olduğum gerçeğini kabul edip mutfakta yer tutmaya ve lezzetli aşların vazgeçilmezi olmaya odaklanmalıydım, gelgelelim mutfağın ruhunu bulutta unuttum... paslı bir çubuk gibi saplandığım yerde kaldım, toza toprağa karıştım, gören taş sandı, taş olsam çatlardım, dayandım.

Geçenlerde tanınmaz haldeki bir hançerin özenle yenilenişini izledim; rengi, dokusu bambaşkaydı artık... bilenip eskisinden bile keskin olsa da savaşta olması gerekmiyordu bundan böyle, muhtemelen duvarları süsleyecekti velakin 'ne ise o olmak' için bir umut verecek kadar ışıldıyordu.