Zaman zaman kocaman meseleleri ufak tefek şeyler yığınının altında gizlemeye çalışıyorum kandırıkçı çocuk beceriksizliğinde... yine de ne söylersem söyleyeyim samimi olmaya çalışıyorum, içimden yalan söylemek geldiği de oluyor, koyvermiyorum, samimiyet de gayret istiyor.
Eskimiş aşklardan ve eski yaralardan bahsetmek kanayan yarayı kaşımaktan daha az acıtıyor, yalan yok tanıdık gelen acı daha katlanılabilir oluyor... ben sıkça eskiden veya eskilerden bahsediyorum, yenide yaşadıklarım tanıdığım acılar değil, adını koyamadığını çağırıp kovamazsın, derdini bilmek lazım; neyi dert ettiğinin farkına varınca kabullenmek veya üstünden atmak...
Biyopsi yapıldı, üçtür kanser şüphesiyle yüzleştim, sonuç öncesi sıkça babamı ve eski'yi anmam muhtemelen yaslanacak bir omuza ihtiyaç duyduğumdandı... bu sefer kanser olmadığımı öğrenmek beni rahatlatmadı, 'içimde ölen bir şeyler var' dedim oğlumu biraz daha gündemime aldım geleceğe dair umuda ihtiyacım vardı.
Aklın ve kalbin karardıkça özünü kör kuyuda arıyor gibisin, kimim ben neye benziyordum? bildiğini başa sardığın da oluyor, acılara tutunduğun da... yaranın üstüne tuz basıp bir sonraki yüksekliği kat etmeye araç olarak kullanmak da olası...
Üniversitede oda arkadaşım derin mevzular konusundaki rahat konuşmalarımı yadırgamıştı ve o zamanlar pek aklımın almadığı "arayı açma" mevzunu anlamamı sağlamıştı... dert özel bir şey, hazmedemeyecek kişinin önüne konduğunda mesafe oluşturuyor, bu gerçekten böyle... "derdimi anlatamam dertsiz insana/dert bilmeyen dert kıymeti bilemez" diyor ya türküde, aynen öyle işte...
Mesafe dedim ama uzun soluklu derin dostluklar da samimiyetle paylaşılmış dertlerle nice duvarlar yıkar, bunu da bilmek şart...
Elbet aşamadığım dertler önüme konulunca ben de hazmedemeyip çekiliyorum... zamanla aşınıp dökülüp gidiyor kimi yakınlıklar, yanı sıra bir tek an için ömürlük bir birikim alabiliyorsun.
Dert her zaman deva aranan şey değil, dert her zaman travma değil, kimine deva olan kimine zehir oluyor ya, deva kadar dert de kişiye özel... dert üstünden çıkarıp atacağın yahut sevgisizlikten üşüyünce giyinip ısınacağın hırka da değil, olmuyor havana göre, oluyorsa zaten o dert değil.
Bolluk bereket içinde bile dert edindiğin bir meselen olması kötü değil... aşksa derdin sevmeyi sevilmeyi öğrenmenin anahtarı oluyor, insansa derdin diline kıvraklık kazandırmak oluyor gayretin, bahçense bitkilerin diline aşina oluyorsun, gezmekse derdin yolu patikalarına değin kazıyor aklına...
Derdin kendinleyse vay haline, doğruyla yanlış, ölümle yaşam arası mekik dokuyorsun... binbir türlü dertle kendini donatıp hazırlamışsan bile öğrendiğin, gayretin çaban kendine yetmiyor.
Taşıyabileceğin dertler kendin kadar ama hep bir kendinden öteye arzu var, işte orda işler karışıyor, kimi boyundan büyük dertler yüklenip kendinden uzaklaşıyor, kimi kendinden içerdekini büyütemedikçe hırsını "ben"i büyütmeye vuruyor, kimi de mevcut dertlere asılıp kendini görmezden geliyor... velhasılı kelam kendi derdin sana yetiyor ama o "benden içeri" denen var ya özüne çağıran hani, kuyruğunu yiyen yılanın başı...