1/26/21
Akışına bıraktım
12/21/20
zemheride soğuk su
Birkaç günden beri allak bullak olmuş durumdayım.
Eski kocam bana alenen yürüdü... derdi barışmak değildi, yeniden başlamak değildi, yanılsam üzülmekten çok sevinirim ama belli ki derdi intikam bile değildi.
bu adamla açtım gözümü, yıllarca gözümün ucuyla bir başkasını süzmedim, bu sülükle gönlümü kilitliyorum, ne acı...
Bu olayın sabahında geçmişe dönmeyi dilemiştim, hamileliğimin son aylarına, her şeyi farklı yaptığımı hayal ettim hatta umutsuzca yalvardım, duanın gücüne inanıyorum. Neyse ki Allah gerçekten merhametli, gerçekleşmesi facia olacak şu saf salak duanın içtenliğine rağmen beni korudu, teşekkür ediyorum.
Çocuğum ve yaşanmış tüm güzel anılarım adına minnettardım, şimdiyse dilimin ucuna gelip gelip gidiyor beddualar, bırak dilimin duasını zehirlemesin, diyip yutuyorum.
10/08/20
Bu da böyle bir anı olsun
5/14/19
eziklik tarihinde şanlı bir sayfa
Açım sevgiye, ilgiye, başarıya, merhamete, adalete... sorun şu ki tilkiysen balina gibi ağzını açmak saçmalıktan ibaret, ağzını açtığında yemek gelmeyecek, engin maviliklerdeki koca balinaya evrilmeyeceksin.
Sanırım bir katırın ruhuna sahibim ben, eşekle at arası gidip gelen bir hissiyatım var... vur yükü dehle dağ bayır demeden gezsin, uçurum da gelse gözünü karartsın geçsin diyorsan o benim işte.
Tepetaklak olan dünyamda nefes aldığım tek yer oğlumun yanı ama bendeki olumsuz havaya mı kapılıyor bilinmez o da olura olmaza ağlıyor son zamanlarda, yanı sıra hıçkırıklara boğulmamak için kendimi zor tutuyorum.
Evde ağlıyorum, işte ağlıyorum, telefonda ağlıyorum ve nedense hayatımda en çok ağladığım yerde tuvalette ağlıyorum yine yeniden, iç çeke çeke... isyan ediyor değilim, nalda da var mıhta da... sadece zoruma gidiyor.
yine o haksızlığa uğramışlık hissi... acıyarak bakan gözlerden ömür kurtuluşum yok... başkalarını iyi hissettirecek türden bir eziklik abidesi...
3/26/19
tek taraflı aşkların bedevisi
Peki ya neden bu kusurlarla dolu kadına dönüp geldin sen?... hiçbir şey olmamışcasına günler, aylar belki de yıllar geçirdin, neden?... nefes alabildiğini hissetmedin mi bende?... bu da mı hüsnü kuruntum.
Sana arsız, damarına damarına basan cümleler sarf etmek istiyorum, neylersin ki eyleme dökemeyeceğimi senin de adın gibi bildiğin üç kıçı kırık kelimeyi alır beni yaftalamak için çok güzel kullanırsın, bu da senin çekiciliğin ne yapalım, pratik adamsın vesselam...
Senin hikayende ne yerim var ki, bitmek bilmiyorum?... doğabilen tek çocuğunun annesiyim diye mi?...
3/20/19
içim kabarmış
Bir tek burası var... anneme anlatamadım, arkadaşlarıma bile anlatamadım, kime ne söyleyebilirim ki? kim böyle bir evliliğe devam ettiğimi bile bile yanımda rahat kalabilir, şu anda bile birileriyle normal sohbetler sürdürmek zor... umutsuzluk böyle bir şey, mutsuzluktan çok daha beter... sadece mutsuzken bile havadan sudan konuşmak için kötü bir atmosfer oluyor... birilerine derdimi dökmek istiyorum ama kalan son dostları da böyle şeylerle sıkıp uzaklaştırmak istemiyorum, kocamla yüzleşmek neredeyse imkansız, bana her şeyi bilsem bile dürüstçe kalbini açacak biri değil o... ne sanıyorsa beni...
onun düşmanı olmadığımı defalarca söyledim... kinle öfkeyle hareket edecek olsam şu vakte kadar mahvederdim onu her anlamda hem de...
Vazgeçmeyeceğini düşünmüştüm bizden, her şeye rağmen... niyeti sadece zaman kazanmak galiba...
Birazcık rahatının bozulmasına bile tahammülü yok... nereye kadar bu evi tek başıma sırtlanmak zorundayım?...
evi düzende tutması gereken sadece ben... karşı tarafın isteklerini kafa yorması gereken sadece ben... çocuğa ebeveyn olması gereken sadece ben... ailelerle ilgili problem olduğunda alttan alması gereken arayı yapması beklenen sadece ben... faturaları ödemesi gereken ben... okulla ilgilenmesi gereken ben... evin reisisin diye evin kölesi değilim ki... tuhaf tipli tamircilerle muhatap olmaktan, onu bunu idare edip durmaktan, her şeyde sorumluluk hissetmekten vazgeçmeli miyim?
hiçbir şey yapmadan oturduğumda bile ev için suçluluk hisseder hale geldim, çalışıyorum ulan, eşekler bile çalıştıktan sonra yemlenip dinleniyor... uykusuzluk da bir hastalık türü, uyuyamadığım için bile suçlanırken dinlenmek nasıl suç olmasın?
kalan gücümle gayret etmeyi bırakmalı mıyım?... kim biliyor ki bunların değerini...
değersiz hissetmekten bıktım.
3/19/19
bitmek bilmeyen kışın dağ dolusu karları
Ben seni sevmeye devam etmeli miyim? devam edebilir miyim? tabi ki bunu yapabilirim ama bunun için biraz daha öldürmeliyim kendimi, kendimden daha çok daha da çok vermeliyim, değmeyecek bir aşk için... korkuyorum... Allah'a havale ediyorum.
Evliliğimi bitirmeyi hiç ama hiç istemiyorum fakat yüreğim kursağımda bir yumru şimdi... kalbimi bu kadar yormasa... bana güvenebilmek için birazcık sebep verse... yuvamız için azıcık gayret...
Kore dizisi izlediğimden dem vuruyor ha bire... evi derleyip toparlamak yerine oturup dizi izliyormuşum... yapmadım diyemem ama beni alabildiğine yalnız ve sevgisiz bırakırken, yine de seni bekliyorken beynimdeki tüm sesleri susturmak adına bu kadarını da yapmasam veya seninle gece gündüz tartışıp beklentilerimle seni sıktıkça sıksam, buralara kadar gelmezdi bu meseleler muhtemelen, boynuz yemezdim, inceldiği yerden kopardı, istediğin buydu belki... umduğun?
Beklemekle gelmeyen sabahlar...hele o susuşlar... gecenin bir yarısına değin adamın yollarını gözlüyorsun, iki kelam etsen oflayıp pofluyor, tartışıp duran birilerinin sesi var ekranda, ne hissettim sence?...
dizilerdeki sahte romantizmlerle avunuşum bile aldatmaktan daha kötüdür belki... gözümün kocamdan başkasına kör kalışı kusurdur... kıskandırmalı mıyım seni, kadının olduğumu anlaman için? sana mı benzemeliyim, mutluluğumu da mutsuzluğu da yuvamın dört duvarında yaşamak yerine ortaya mı atmalıyım her şeyimi... yapamam, harcım değil, hala ayakta tutabildiğim tek şey sadakatim, onu da iki paralık edersem, nem kalacak geriye...
senin korktuğun ne? kaybetsen de evinin mobilyalarını yeniler gibi çocuğu, kadını yenileyebilirsin bu belli artık... daha kaç vücut gerek kopup gitmen için...
Aynı zamanda enseme bir tane şaklatmak istiyorum, senin duygularını önemsediğim için...
12/23/16
bomboş...
İnanmayı seviyorum, koşulsuzluğu bazen, bazen de beynimin hücrelerine dek tereddüt etmeyi… Zaten masalların bile “bir varmış bir yokmuş” diye başladığı şu dünyada, körü körüne inanmak ne mümkün?!...
İnancımın ilk şartı ‘hiç’lik… her şeyin “ﻻ “ ile başladığı düşünülürse önce kabulleri yıkıyorsun, hemen ardından olmayanın tanımı geliyor. Fakat bir bakıyorsun ki tüm o yokluk içinde bir istisna ısrarla karşında... Hadi bunu geçtim, tüm inançları yok ettiğinizde kalan inançsızlık bile çoğu kişi tarafından ‘tanrı tanımazlık’ denen bir inanış biçimi zaten… Hiçliğin talihsizliği de bu işte!…
'Hiç' bütünü kuşatan bir “şey” mi yoksa aslolan hiçlik mi? Evren yoktan var olan “şey”lerden mi ibaret?... Bu önemli bir ayrım olsa da oradaki nüansın özde olan soru olmadığını düşünüyorum.
Merak ediyorum, varken yok olmak da hiçliğe dahil midir? “Ayrılık da sevdaya dahil” diye mırıldansa da gönül, akıl ayrı telden çalıyor. Tüm o tekrarlanıp duran döngü içinde ne yokluk sonsuzluk boyu sürüyor ne de var olan yokluktan sıyrılabiliyor, ama yine de işin içinde sonsuz kere sonsuz var, manidar değil mi?
Her şey yoktan var olmuşsa, halihazırda “yokluk” kapı gibi duruyorsa yaratılmışların arasında, aralanan o kapıdan geçip varlık kazanan her fikir hiçliğe edilen bir küfür olsa gerek.
Hiçliğin tekrarlanan, izler bırakan, yokolan ve yeniden doğan düzensiz çizgisi; pi sayısındaki uzayıp giden rakamlar kadar bilindik, pi sayısı kadar eşsiz…
Aykırılık, çoğu zaman dahilikle delilik arasındaki boşluğu dolduruyor. ‘Yok’tan yere soruların sonsuz dehlizinde çıkılan yolculukta, biraz merak biraz şüpheyle açtığın gözlerindeki bir nevi öğrenme çabası… “Bulanmayan deniz durulmaz” derler ya… Çok yol katetti insan; bilmek için, öğrenmek için, anlaşılır kelimeler, simgeler, filmler, imgeler, yazılar, fikirler için…
Oburluk çağının çılgınlarıyız biz... Varlık-yokluk kavramlarını bu kadar somutlaştıran, evde kullandığı en basit araçlardan, sıfır birlerle tutunduğu sanal dünyaya kadar elle tututur derecede yaşayan başka bir nesil yoktor herhalde.... Simülasyonların bile somutlaşıp kanlı canlı hatta ölümcül savaşlı gerçekler haline gelmesi bir bakıma metafizikle kuantum arasındaki uzlaşmaz sanılan sınırları yıkma konusunda umut vadediyor.
7/31/15
düşkün...
7/30/15
Stres topu
10/31/12
kronik kalp yetmezliği
yalnızken her şey kötü, çirkin ve uzak...mesela iş arkadaşlarım, bir ara onları düşünüp kusmak istedim; müdürün masasına, başkanın bürokratik belgelerine, yanımdakinin üçkağıdına, berikinin fesatlığına...şimdiyse sağnak bir yağmurun dinişi gibi ortam hafifçe soğuk fakat yer gök tertemiz! dedikodularla kirlenen ağzım temiz, arkadaşlar akça pakça...hani zorlama falan değil hakikaten öyle geliyor şu an, haksızlık ettiğimi düşünüyorum millete, kendimi sevmeye çalışıyorum, sevdiklerim için güzellikler düşünüyorum, yok hayır aslında hiçbir şey düşünmemeye çalışıyorum, biraz olduğu gibi bırakmak için, ne düşünmem gerektiğini bilmiyorum çünkü...belki ifadem zayıf geliyor, belki durumlar taraflar için alabildiğine farklı...oturur elbet her şey zamanla...
4/29/12
bulanık su derin olur
düğüne birkaç ay kaldı, pek heyecanlı görünmediğimi söylüyorlar, ben hiç böyle hissettiğimi hatırlamıyorum, son birkaç aydır durduramadığım bir iştahım ve onca çabaya rağmen aldığım kilolar şu zamana denk gelmişse pek tesadüf olmasa gerek, eh iki yıldır gayet iradeliydim, ders konsantrasyonum bile alt üst, tüm bunlar dışa vurulmakta güçlük çekilen bir teleşın yansımaları zannımca...yazmak iyi geliyor.
okuyan birileri varsa -ki öyle umuyorum- duygularımı yaşıyorum, mütemadiyen içimden, arda kalan zamanlarda bizzat ve fiilen...
3/09/12
huzur lütfen gel de beni bul, aradığım yerlerde ben seni bulamıyorum.
1/24/12
+1
bir ev dolusu hayalim var, evin tavanında asılı duruyor, öyle yabancı gibi, esasında durduğu yerde duramıyor ya hayırlısı...ben mutfaktaki kilimin dokumalarının arasında bir yerdeyim, varla yok arası bir iplik hatası...yollukta kaybolmaktan çekiniyorum, yollardan uzakta köşede bucaktayım şimdilik...gözlerim yine tavandaki çatlakta, burdaki çatlaktan giriyorum hayallerimin asılı olduğu yarıktan çıkıyorum, hiçkimse farkında değil.
düşmek bilmiyorum, yerlerde katman katman bulut var, dünya gökyüzünden ibaret kalmış, güya düşüyorum sonra hop düşme faslını bitiremiyorum, göğün bir yüzünden öbür yüzüne, öylece düşüp de kalkamayayazdığımız bir boşluktur gidiyor.
güzel rüyalar, korkunç kabuslar görüyorum, hiçbirini hatırlamayacağım deliksiz bir uykuyu sürükleyici hale getiriyorlar muhtemelen, şişkin gözkapaklarımın sebebi olacak da olsalar kimin umrunda; mor halkalardan, torbalardan ve uykusuzluğun sinirbozuculuğundan kötü değil ya!
12/12/11
içim sıkıldı.
günler var ki aklıyla fikriyle yüzyıllardır unutulmamış adamların ortaya attığı düşüncelerle uğraşıyorum, hepsi mutluluğu akılla aramış ama hiçbiri akılda aramamış...illa bir öz, ruh veya en azından güçlü bir duruş öngörmüş mutluluk için...ben bir adamda arıyorum, aramalarıma yanıt alamadığımdaki mutsuzluk bundan olabilir, ona ruhum, özüm, sonsuzluğum diyorum, pek akıl kârı işler yapmadığımın farkındayım, işe de gitmiyorum bu hafta, beynimi yiyen tüm bu gevezeliklerden kurtulmamın yolu yok gibi...
dün uzun zamandır ilk kez tv karşısında zaman öldürdüm, gördüğüm her yere gitmek istedim, hindistan'ın veya afrika'nın gözüme böyle güzel göründüğü olmamıştı, amerika uzak sayılmazdı, avrupayla komşuyduk ya zaten...son bir ayı annemden dolmuş parası istememek için belediye otobüsü bekleyerek geçirdiğim düşünülürse, bırak orayı burayı il sınırları içinde belediye otobüs güzergahında olmayan yerleri bile göremeyeceğim aşikar, önümüzdeki bir yılda gezi planı yok, "dünya çok küçük" ve fakat "büyük köy" denilen bu şehir bile ulaşılmaz noktalarla doluyken, uzaklar çok daha uzak...
keşke yanımda olsaydı, keşke kimseye sormadan iyi olup olmadığına sessizce bakabileceğim kadar yakında olsaydı, keşke yakınlaşmak daha kolay olsaydı, mesafeler olmasaydı, bir de şu keşkeler...
10/17/11
uzak olmak ne kötü, kızıp küsmeye de sevip öpmeye de yeterince vakit yok...
9/08/11
vaziyet tarhana çorbası
ne öfke gibi güçlü hisleri kaybetmek istiyorum ne de sevdiğimi, bunun bir ara yolu varsa anlatsın hayrına birileri yahu...derdim öfke kusmak falan değil ama bayramda bile bayramlık ağzına ot tıkayan ruhsuzun teki olmak da değil mesele, bu ben değilim, güçlü duyguların insanıyım ben, dengesizlik uğruna bile olsa mutluluğumu da üzüntümü de öfkemi de tamı tamına yaşamayı severim, hani uyuşmuş gibi yaşamak hiç bana göre değil, mıy mıy...eh yani kalp kırmak da olmuyor, nedir çözüm, biri bana hayrına anlatsın nolur...var ya ilkokula başlamış çocuğuna ders yaptırırken tüm kabusu en başından yaşayan garibim anneler gibiyim, canını yediğimin çok bilnmeyenli denkemlerinde debeleniyorum.
otuz yılda epey insan tanıdım, yıllar yılı iyi kötü gördüm konuştum, gel gelelim bir tek insanı adamakıllı tanımak için en başa döndüm, konuşmayı bile yeni öğreniyorum dersin, ben mi yokuşuna gidiyorum, bunları aşmak harbiden mi zor? nedir yani mesele nedir?
8/08/11
'dönüp gitmek'le 'dönmek' arasındaki sırnaşık tezatı sevmiyorum.
yaklaşık beş yıldır bir haftadan uzun tatil görmemiş bünyem yayla hayatına tam bir iş disiplininde sahip çıktı açıkçası ordaki dirliğe düzene eskiden beri vakıf da olunca pek zor olmadı kendimi oralara uydurmak; ama nedense geldiğimden beri şehirdeki sıcağa ve karmaşaya uymak zor geldi.
hastayım, madden ve manen...süratle ilerlemem gerekiyor oysa, işim ilk girdiğim yılki kadar dinamik bir çalışma atmosferinde başladı, bir hayli gidecek böyle, tahmin edebiliyorum gidişatı, eh tecrübeliyim bu konuda artık, için için de korkuyorum bu iş yoğunluğuna eskisi kadar hevesle dalıyor olmayacağım ne de olsa velakin beş seneyi de haybeye vermedik zannımca, zihnimin en dalgın hatta başımın en aladağlardan serin olduğu, aklımı hangi şehrin kapısında bıraktığımı bilemediğim vakitlerde bile de işimi yapmak konusunda fazla endişelenmem gerekmiyor neyse ki...otomatiğe bağlamışım bir yerde...bilincimin altı da üstü de işe gelince dümdüz, sevinsem mi üzülsem mi bilmem, alabildiğine tekdüze fakat bir o kadar da nankörlükten uzak...
iş yerinde klima bozuk, evde faturaya gelecek üç kuruşun hesabındayım mahsus çalıştırmıyorum, yanıyorum haliyle...yalnızken ramazan da hiç çekilmiyor ne diyeyim...birkaç kişiye kendimi davet ettirdim, iftariyelik bir şeyler de hazırladım kendime, yeni yemekler denemek için malzemeler aldım, falan...bugünlük her şeyi kendime zorla yaptırıyorum bakalım hevesim gelir diye umuttayım.
kendime not: hani diyorum umut kelimesini lügatten silip yerine alternetifler üretmeli tez vakitte.
6/09/11
sessiz, sözsüz
4/19/11
esti yine
Hayat sıkıyor, şükür ki bünyede tatlı hayallere yer var halen, sanki bir omuzla bir çift kolu düşlemek yaşamaya bahane…
Hayatının en uzun yolculuğunu ölümün ötesine gitmek için yapan ihtiyar bir kadın olsaydım veya hayallerini tüketmiş orta yaş enkazı ya da aldığı ilk nefesi son nefesinde veren bir prematüre olsaydım değişirdi kendiliğinden her şey, kendi olmakla kendiliğine sürüklenmek arasında ne fark kalır ki öyle…