ortaya karışık etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
ortaya karışık etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

1/26/21

Akışına bıraktım

Davranış analizi ve tahmini konusunda yeteneğim güçlü olmasına rağmen insan sarrafı olsam dükkanı batırırdım.

Okuduğum kitaplarda seyrettiğim filmlerde dinlediğim öykülerde ne zaman naif ince ruhlu birinin tasviriyle karşılaşsam yalan geliyor. Bildiğim üç beş insan var aslında öylesi tanımlara tam da oturan fakat kalıplaşmış yahut alışılagelmişin ötesinde biri var mıdır?

Kendi şahsına münhasır olmak illa kalıpları kırmayı gerektirmez ama ola ki kırdı diyelim incelikle naifliğinden bir şey kaybetmeden yapan var mıdır bunu? Kırıp geçse her şeyi kendine gelebilen?

Dedim ya insan tanımakta usta değilim; sıklıkla yanılıyorum, mütemadiyen hayretler içinde kalıyorum ki bazen kendime bile şaşıyorum, güvenimden güven kaybediyorum her yıl, güvenmeden de olmuyor ki umut olmadan yaşanmıyor. 

Zaten incelikte bulunmak için de insan gerekiyor, naif edalar için de... kendimi bulduğum kadar birilerinin ruhuna dokunmak istiyorum, ne az ne çok...


Tekil çocukların kare kutular tarafından büyütüldüğü zamanın birinde başlamış, deveyi pire yapan bir kara deliğe dönüşüp dellalın berber olduğu onlarca sezonluk dizilerde hiçe gitmiş çocukluğunu kafasıyla değil ama yüreğinin yettiğince özleyen, halka halka birbirine tutunamadığı gibi sivrilmiş düşünceleri esneklikten uzak her köşede birbirini kesip çatışarak bilinci kafesine tel tel örülmüş, her karesi gözümün önünden geçen bir hayata bakıyorum aynanın dümdüz açısında... Film şeridi gibi geçen yıllar bir son değil henüz, başlangıç... 

Daha kaç yaşama dokunacağım, sivri uçlarımı törpüleyen birileriyle tanışacak mıyım yahut her seferinde gözüne battığım birileri olacak mı? 

Genetiğiyle oynanmasa kafalar güzel...


12/21/20

zemheride soğuk su

 Birkaç günden beri allak bullak olmuş durumdayım.


Eski kocam bana alenen yürüdü... derdi barışmak değildi, yeniden başlamak değildi, yanılsam üzülmekten çok sevinirim ama belli ki derdi intikam bile değildi. 


Bildiğin bir vücudum var, sıfır gizem, herhangi bir numarası da yok, etten ve bolca yağdan ibaret... evliyken dönüp bakmadığın veya umursamadığın bu et yığını şimdi neden!?... saçma, benim aklımın alabileceği bir şey değil bu, bir vücudun çok ötesinde şeyler verdim, cidden çıldırtıcı... 



bu adamla açtım gözümü, yıllarca gözümün ucuyla bir başkasını süzmedim, bu sülükle gönlümü kilitliyorum, ne acı...


Bu olayın sabahında geçmişe dönmeyi dilemiştim, hamileliğimin son aylarına, her şeyi farklı yaptığımı hayal ettim hatta umutsuzca yalvardım, duanın gücüne inanıyorum. Neyse ki Allah gerçekten merhametli, gerçekleşmesi facia olacak şu saf salak duanın içtenliğine rağmen beni korudu, teşekkür ediyorum.


Çocuğum ve yaşanmış tüm güzel anılarım adına minnettardım, şimdiyse dilimin ucuna gelip gelip gidiyor beddualar, bırak dilimin duasını zehirlemesin, diyip yutuyorum.


10/08/20

Bu da böyle bir anı olsun

Boşanıyorum.

Yasal süreç başlayalı neredeyse 2 ay oluyor ve yaklaşık 1 ay sonra tamamıyla bitecek. Benim içinse 3 kere söylenmiş tek bir sözle manen sona erdi, sözcüklerin gücü ürkütücü...

Çok çalıştığım bir derste tekrara kalmış veya üniversite sınavında soruları kaydırmış gibi hissediyorum, evliliğime notlar veriyor değilim ya, öğrencilikten daha iyi bildiğim bir şey yok şu dünyada... "sıfır, otur yerine" sesi kulağımda.

Üzücü fakat üstündeki tonluk bir kayadan kurtulmuşsun gibi aynı zamanda... akmasını beklemediğim anlarda gözünden inen yaşlar olsa da ılık bir yağmurda duyduğun bir ferahlık hissi de var.

Ne olduğumu nasıl hissettiğimi söylemek için erken muhtemelen, şimdilik böyle... hala ailemden destek görüp, arkadaşlarımdan teselli duyarken böyle... dost acı söylemeye ailem iyiliğimi düşünmeye başladığında dananın kuyruğu kopacak büyük ihtimalle...

Tek tesellim oğlum, en ağır yük onda, haksızlık ediyor olmaktan korkuyorum... dilerim hayat hep iyilikler güzellikler getirir ona... Ben bunu sağlayamam ama dua kaderi bile değiştirir derler, dualarım şimdi sadece oğluma...

Evliliğimin başından beri hata olduğunu söyleyen veya ima eden bir sürü insan oldu, bu da bana yapılmış bir haksızlık gibi geliyor, bu kararı veren bendim, bitti diye silinip gitmedi ki, yaşanmasa daha mı iyiydi? sırf kuzumun varlığı için bile katlanamam düşünmeye...

'kendi düşen ağlamaz' diye baskı kurmaya hak buluyorsa bu toplum, ne demeye düşenin yoluna sövüp dururlar anlamam... yolumdaki taşları almayacaksan şayet; düşmüşüm, kalkmışım, ağlamışım, gülmüşüm sana ne...

Boşanmanın en kötü yanı, kararlarının 5-10 kişiyi birden fiilen etkileyeceği çok bilinmeyenli bir denklemde tüm sorumluğu almanın beklenmesi, en kötü kararın bile kararsızlıktan iyi olduğu dipsiz bir kararsızlığa itilmişsin hissi, en kararlı kararsızlık hali...

Bayılmıyorum boşanmaya, evlilik tek başıma yürütebileceğim bir durum olsa asla boşanmazdım. Bittiyse inkar etmek intihar etmekten farksız evlilikte... 

Boşanınca daha çok ilmek hissetmek boynunda, aradığı huzuru vermiyor insana... nefes alma isteğim sessizce geri çekiyor kendini, nefesimi yeniden tutuyorum.

Eskiyle aramda 10 yıl 30 kilo ve sorumluluğunu üstlendiğim bir can var ama eskisi gibi can-ı gönülden söylemek istiyorum "bu da geçer yahu" 

5/14/19

eziklik tarihinde şanlı bir sayfa

"Balina koca gövdesiyle sadece ağzını açıp yemeğinin ona gelmesini bekler ve aç kalmaz ama tilki karnını doyurmak için hep didinir durur yine de aç kalır." bunu ilk duyduğumda sadece hırsla ilgili olduğunu düşündüm, orta okuldaydım ve benim için önemli bir insanın ağzından dinlemiştim, hayatımı şekillendiren öykülerden biri oldu. hırs konusunda hep temkinli oldum ama bir yerlerde yanlış giden bir şey oldu kesin.

Açım sevgiye, ilgiye, başarıya, merhamete, adalete... sorun şu ki tilkiysen balina gibi ağzını açmak saçmalıktan ibaret, ağzını açtığında yemek gelmeyecek, engin maviliklerdeki koca balinaya evrilmeyeceksin.

Sanırım bir katırın ruhuna sahibim ben, eşekle at arası gidip gelen bir hissiyatım var... vur yükü dehle dağ bayır demeden gezsin, uçurum da gelse gözünü karartsın geçsin diyorsan o benim işte. 

"uçurumları sevenin kanatları olmalı..." evet, kanatları asla olmayacak kişiyim ben, yine de pür inat seviyorum uçurumları... tam da hayatımın en dik uçurumundan yuvarlanırken yazıyorum bunları...

Tepetaklak olan dünyamda nefes aldığım tek yer oğlumun yanı ama bendeki olumsuz havaya mı kapılıyor bilinmez o da olura olmaza ağlıyor son zamanlarda, yanı sıra hıçkırıklara boğulmamak için kendimi zor tutuyorum.

Evde ağlıyorum, işte ağlıyorum, telefonda ağlıyorum ve nedense hayatımda en çok ağladığım yerde tuvalette ağlıyorum yine yeniden, iç çeke çeke... isyan ediyor değilim, nalda da var mıhta da... sadece zoruma gidiyor.

yine o haksızlığa uğramışlık hissi... acıyarak bakan gözlerden ömür kurtuluşum yok... başkalarını iyi hissettirecek türden bir eziklik abidesi... 

neyse ki gerçekten öldürmeyen güçlendiriyor, başkalarının çıldıracağı anlarda aklımı yitirmiyorsam bundan... bunca darbenin ardından benim hamurumdan nasıl bir demir işleyecek hayat merak ediyorum.

3/26/19

tek taraflı aşkların bedevisi

Özendiğim tüm yaşlı aşıklar, yüzümü size dönmeyeceğim artık... çeyrek asırlık sevgililer daha nice yıllar dileklerinizi duymazdan geleceğim, sokaklarda aşkla bakan gözler hiçbirinize göz süzmeyeceğim... pes ettim.

Neydi yani beklediğim?... anka kuşu gibi küllerinden doğacak bir aşk mı umdum, bu yaşta ne saflık ama... yuvamıza sahip çıkacağız, bunu atlatacağımıza eminim demiştim, öngörülerim gerçekten berbat...

Hem aldatıp hem boşanmak isteyen yine de şartlarıyla hatta tehditleriyle beni bu lanet şehre bağlayabileceğini düşünen muhterem, sevgili kocam, aşık olduğum adam... hep böyleydi... kendine bu kadar değer vermesi her daim cezbetmiştir beni... yine de çok kırıcı... 

gözümün içine baka baka yalan söyleten ne sana?.. aldatmaya sebep neydi onu da anlayabilmiş değilim, tamam, mükemmel değilim ve şişmanım, kabul umarsızım da çokça ve lakin her an çekip gidebilirdin, aldatmasan da sadece boşansan kendimi suçlu hissederdim kesin.

Peki ya neden bu kusurlarla dolu kadına dönüp geldin sen?... hiçbir şey olmamışcasına günler, aylar belki de yıllar geçirdin, neden?... nefes alabildiğini hissetmedin mi bende?... bu da mı hüsnü kuruntum.

Sana arsız, damarına damarına basan cümleler sarf etmek istiyorum, neylersin ki eyleme dökemeyeceğimi senin de adın gibi bildiğin üç kıçı kırık kelimeyi alır beni yaftalamak için çok güzel kullanırsın, bu da senin çekiciliğin ne yapalım, pratik adamsın vesselam... 

Neden hala sarılıyorsun, madem çok da meraklı değilsin beni görmeye neden bana bakıyorsun, neden sesime katlanıyorsun seni daha da itiyorsa söylediklerim... kiminle yazıştığımı neden umursuyorsun... beni kolayca unutacaksın madem, neden sevdin, madem beni darmadağın ortada bırakacaktın, neden buralara sürükledin... madem iyi adamdın neden bana kötülük ederken gözünü kırpmıyorsun...

Senin hikayende ne yerim var ki, bitmek bilmiyorum?... doğabilen tek çocuğunun annesiyim diye mi?...

Sevgilim, kalbim çok ama çok acıyor.

3/20/19

içim kabarmış

delirmek üzereyim, beynimde dönüp duruyor evliliğimle ilgili mevzular... düşünmeyeyim diyorum, beynimi meşgul etmek için kitap alıyorum elime, odaklanamıyorum... kafam boşalsın diye bi şeyler izleyeyim diyorum, onun suçlayan tondaki sesi çınlıyor kulağımda, artık pek yardımı olmuyor. İnsan kemiklerinin içinde hisseder mi kıskançlığı, beynim dursa vücudum tuhaf tepkiler veriyor, hormonlarım da hislerim kadar karışık sanırım...

Bir tek burası var... anneme anlatamadım, arkadaşlarıma bile anlatamadım, kime ne söyleyebilirim ki? kim böyle bir evliliğe devam ettiğimi bile bile yanımda rahat kalabilir, şu anda bile birileriyle normal sohbetler sürdürmek zor... umutsuzluk böyle bir şey, mutsuzluktan çok daha beter... sadece mutsuzken bile havadan sudan konuşmak için kötü bir atmosfer oluyor... birilerine derdimi dökmek istiyorum ama kalan son dostları da böyle şeylerle sıkıp uzaklaştırmak istemiyorum, kocamla yüzleşmek neredeyse imkansız, bana her şeyi bilsem bile dürüstçe kalbini açacak biri değil o... ne sanıyorsa beni...

onun düşmanı olmadığımı defalarca söyledim... kinle öfkeyle hareket edecek olsam şu vakte kadar mahvederdim onu her anlamda hem de... 

Bana dürüstçe yüreğindekileri anlatsa şu süreci kazasız belasız atlatabiliriz, bundan eminim... kalbimi kırsa bile samimiyetine değer veririm, beni hiç mi tanımıyor?

Vazgeçmeyeceğini düşünmüştüm bizden, her şeye rağmen... niyeti sadece zaman kazanmak galiba... 

Birazcık rahatının bozulmasına bile tahammülü yok... nereye kadar bu evi tek başıma sırtlanmak zorundayım?...

evi düzende tutması gereken sadece ben... karşı tarafın isteklerini kafa yorması gereken sadece ben... çocuğa ebeveyn olması gereken sadece ben... ailelerle ilgili problem olduğunda alttan alması gereken arayı yapması beklenen sadece ben... faturaları ödemesi gereken ben... okulla ilgilenmesi gereken ben... evin reisisin diye evin kölesi değilim ki... tuhaf tipli tamircilerle muhatap olmaktan, onu bunu idare edip durmaktan, her şeyde sorumluluk hissetmekten vazgeçmeli miyim?

hiçbir şey yapmadan oturduğumda bile ev için suçluluk hisseder hale geldim, çalışıyorum ulan, eşekler bile çalıştıktan sonra yemlenip dinleniyor... uykusuzluk da bir hastalık türü, uyuyamadığım için bile suçlanırken dinlenmek nasıl suç olmasın?

kalan gücümle gayret etmeyi bırakmalı mıyım?... kim biliyor ki bunların değerini...

değersiz hissetmekten bıktım.

3/19/19

bitmek bilmeyen kışın dağ dolusu karları

İçim içimi yiyor, eşeledikçe daha da pislik çıkıyor altından... beni kim bilir kaç kez aldattı, bitti mi peki, yeniden aldatılacak mıyım? 

Yük gibi hissediyorum yanında, başkalarının prensesler gibi muamele gördüğü aşikar...

Ben seni sevmeye devam etmeli miyim? devam edebilir miyim? tabi ki bunu yapabilirim ama bunun için biraz daha öldürmeliyim kendimi, kendimden daha çok daha da çok vermeliyim, değmeyecek bir aşk için... korkuyorum... Allah'a havale ediyorum.

Evliliğimi bitirmeyi hiç ama hiç istemiyorum fakat yüreğim kursağımda bir yumru şimdi... kalbimi bu kadar yormasa... bana güvenebilmek için birazcık sebep verse... yuvamız için azıcık gayret...

Kore dizisi izlediğimden dem vuruyor ha bire... evi derleyip toparlamak yerine oturup dizi izliyormuşum... yapmadım diyemem ama beni alabildiğine yalnız ve sevgisiz bırakırken, yine de seni bekliyorken beynimdeki tüm sesleri susturmak adına bu kadarını da yapmasam veya seninle gece gündüz tartışıp beklentilerimle seni sıktıkça sıksam, buralara kadar gelmezdi bu meseleler muhtemelen, boynuz yemezdim, inceldiği yerden kopardı, istediğin buydu belki... umduğun?

Beklemekle gelmeyen sabahlar...hele o susuşlar... gecenin bir yarısına değin adamın yollarını gözlüyorsun, iki kelam etsen oflayıp pofluyor, tartışıp duran birilerinin sesi var ekranda, ne hissettim sence?...

dizilerdeki sahte romantizmlerle avunuşum bile aldatmaktan daha kötüdür belki... gözümün kocamdan başkasına kör kalışı kusurdur... kıskandırmalı mıyım seni, kadının olduğumu anlaman için? sana mı benzemeliyim, mutluluğumu da mutsuzluğu da yuvamın dört duvarında yaşamak yerine ortaya mı atmalıyım her şeyimi... yapamam, harcım değil, hala ayakta tutabildiğim tek şey sadakatim, onu da iki paralık edersem, nem kalacak geriye...

senin korktuğun ne? kaybetsen de evinin mobilyalarını yeniler gibi çocuğu, kadını yenileyebilirsin bu belli artık... daha kaç vücut gerek kopup gitmen için... 

benim kalbim kırık ama ya seninkisi? her yeni kadında dönüp beni buluyorsun, hiç mi rahatsız etmiyor seni... sevgili ben, sevgilin olamayan ben, bunu düşünmek benim kalbimi kırıyor açıkçası, seni düşünmek yani... senin elini tutmak kendimin saçlarını okşamak istiyorum.

Aynı zamanda enseme bir tane şaklatmak istiyorum, senin duygularını önemsediğim için... 

Bana ne yaparsan ne söylersen söyle senin yüreğine senden bile fazla güvendim, senin hislerinin sonsuzluğuna inanmak istedim belli ki... kalbinin bu kadarcık yılda değişeceğine ihtimal vermedim. 

kalp kalbe karşıydı hani?!... kalbimin hala senin için atması haksızlık...

12/23/16

bomboş...


İnanmayı seviyorum, koşulsuzluğu bazen, bazen de beynimin hücrelerine dek tereddüt etmeyi… Zaten masalların bile “bir varmış bir yokmuş” diye başladığı şu dünyada, körü körüne inanmak ne mümkün?!...

İnancımın ilk şartı ‘hiç’lik… her şeyin “ﻻ “ ile başladığı düşünülürse önce kabulleri yıkıyorsun,  hemen ardından olmayanın tanımı geliyor. Fakat bir bakıyorsun ki tüm o yokluk içinde bir istisna ısrarla karşında... Hadi bunu geçtim, tüm inançları yok ettiğinizde kalan inançsızlık bile çoğu kişi tarafından ‘tanrı tanımazlık’ denen bir inanış biçimi zaten… Hiçliğin talihsizliği de bu işte!…

'Hiç' bütünü kuşatan bir “şey” mi yoksa aslolan hiçlik mi? Evren yoktan var olan “şey”lerden mi ibaret?... Bu önemli bir ayrım olsa da oradaki nüansın özde olan soru olmadığını düşünüyorum.

Merak ediyorum, varken yok olmak da hiçliğe dahil midir? “Ayrılık da sevdaya dahil” diye mırıldansa da gönül, akıl ayrı telden çalıyor. Tüm o tekrarlanıp duran döngü içinde ne yokluk sonsuzluk boyu sürüyor ne de var olan yokluktan sıyrılabiliyor, ama yine de işin içinde sonsuz kere sonsuz var, manidar değil mi?

Her şey yoktan var olmuşsa, halihazırda “yokluk” kapı gibi duruyorsa yaratılmışların arasında, aralanan o kapıdan geçip varlık kazanan her fikir hiçliğe edilen bir küfür olsa gerek.

Hiçliğin tekrarlanan, izler bırakan, yokolan ve yeniden doğan düzensiz çizgisi; pi sayısındaki uzayıp giden rakamlar kadar bilindik, pi sayısı kadar eşsiz…

Aykırılık, çoğu zaman dahilikle delilik arasındaki boşluğu dolduruyor. ‘Yok’tan yere soruların sonsuz dehlizinde çıkılan yolculukta, biraz merak biraz şüpheyle açtığın gözlerindeki bir nevi öğrenme çabası… “Bulanmayan deniz durulmaz” derler ya… Çok yol katetti insan; bilmek için, öğrenmek için, anlaşılır kelimeler, simgeler, filmler, imgeler, yazılar, fikirler için…

Oburluk çağının çılgınlarıyız biz... Varlık-yokluk kavramlarını bu kadar somutlaştıran, evde kullandığı en basit araçlardan, sıfır birlerle tutunduğu sanal dünyaya kadar elle tututur derecede yaşayan başka bir nesil yoktor herhalde.... Simülasyonların bile somutlaşıp kanlı canlı hatta ölümcül savaşlı gerçekler haline gelmesi bir bakıma metafizikle kuantum arasındaki uzlaşmaz sanılan sınırları yıkma konusunda umut vadediyor.

7/31/15

düşkün...

Oğlan bir kez daha yataktan düştü, tutamadım, bu kadar yüksek bir yerden ben yanındayken üçüncü düşüşü... "çocuk düşe kalka büyür" bu doğru ama her düştüğünde kendini kötü anne gibi hissedip canının ondan çok daha fazla yanmasını engelleyemiyorum, korumacılığı elden bırakmazsan çocuğun ne emeklediği var ne yürüdüğü daha da mühimi pamuklar içinde yetişmiş çocuğun kendine güveni ve hayata karşı sağlam durabilme ihtimali yok, iki  ucu keskin kılıç... kısıtlanan çocuk huysuzlaşıyor, habire kucaktaysa tembelleşiyor, uzun vadede çocuğu tepe taklak eden bunca yanlış yapılıyorken son olaya bakıp "çocuğa bakamıyor" damgası vuracaklar bundan eminim, içim sıkılıyor.

7/30/15

Stres topu

Annelik harika bir olay, şu ayrılıklar olmasaydı... Her daim birlikte olsak muhtemelen "mola" istiyor olacaktım, şu an işi bırakmak istiyorum.

Oldukça rahat bir iş ortamında pek çok kişinin bu rahatlıktan rahatsızlığı eşliğinde çalışıyorum, hafifleyen işlerime saygım kalmadığı gibi kendimle de savaş halindeyim, rahat batıyor olabilir, bünyem alışamadı halen... Yine de fazladan sorumluluğu da göze alamadığımı itiraf etmeliyim, çoluk çocuk evde sabır ve enerji bekler.

Dördüncü üniversite yolda... Meslek değiştirmek yerine işimde iyi olmayı deneyebilirim ama altından kalkabileceğime artık hiç güvenim yok... Biri benden sorumluluk almamı isterse elimden geleni yaparım velakin ben talep etmişsem o işin detaylarında kaybolup en dipte bile tek düşündüğüm işin sonunu getirebilmek oluyor, boğulduğum oldu, düze çıktığımda içimde ne var ne yoksa boşaltmak isteyeceğim kadar mide bulantısı çektiğim de...

İçimdeki tüm çirkin duyguları silip atmak istiyorum, olmuyor.

10/31/12

kronik kalp yetmezliği

tft ekran bilgisayardan yazıyorum bunları, masamın üstü leş gibi, ıslak mendillerim  bittiği için öğleye kadar bu tozun pisin arasındayım, bunu ben istedim, esasen yerimden ve yaptığım işten bir önceki işime göre çok daha memnunum -biraz temizlik fena olmazdı ya olur o kadarlık-çalışmak gerçekten güzel...haftaiçi işe yaramak avutuyor biraz, ne zamanki boşa düşüyorum bir yakamdan hasretlik öte yakamdan evimizi bir yuva haline getirme güdüsü tutuyor ha tutuyor, öyle bi his ki bu ağzımda çerden çöpten eşyalarla eve uçarak gideceğim sanki!

yalnızken her şey kötü, çirkin ve uzak...mesela iş arkadaşlarım, bir ara onları düşünüp kusmak istedim; müdürün masasına, başkanın bürokratik belgelerine, yanımdakinin üçkağıdına, berikinin fesatlığına...şimdiyse sağnak bir yağmurun dinişi gibi ortam hafifçe soğuk fakat yer gök tertemiz! dedikodularla kirlenen ağzım temiz, arkadaşlar akça pakça...hani zorlama falan değil hakikaten öyle geliyor şu an, haksızlık ettiğimi düşünüyorum millete, kendimi sevmeye çalışıyorum, sevdiklerim için güzellikler düşünüyorum, yok hayır aslında hiçbir şey düşünmemeye çalışıyorum, biraz olduğu gibi bırakmak için, ne düşünmem gerektiğini bilmiyorum çünkü...belki ifadem zayıf geliyor, belki durumlar taraflar için alabildiğine farklı...oturur elbet her şey zamanla...


4/29/12

bulanık su derin olur

sıcak pudingin üstüne soğuk süt içtim, dişim sızlıyor, dişimi metalik kaplamasına değin siniri henüz alınmamış minelerimde hissediyorum, evet, bu tam da içinde buluğum durum...sıcacık bir hisse yanmışken adam durduğu noktadan daha da uzağa gidiveriyor, tut ki çok yazar diye telefona bile hasret gidiyorsun, oluyor böyle...umarım sadece bazen...bazen yalnızlık iyidir ama sadece bazen! nedir yani, olmuyor mu, o olmasa gönül sevmiyor mu, seviyor elbet, ne farkediyor ki diyeceğim  ya yüzüm gözüm eğilecek diye korkuyorum! uyumadan önce sesini duymasam sabaha hiç çekilmiyorum, gece boyu rüyamda ne diller döküyorsam sesim bile gidermiş bazen...

düğüne birkaç ay kaldı, pek heyecanlı görünmediğimi söylüyorlar, ben hiç böyle hissettiğimi hatırlamıyorum, son birkaç aydır durduramadığım bir iştahım ve onca çabaya rağmen aldığım kilolar şu zamana denk gelmişse pek tesadüf olmasa gerek, eh iki yıldır gayet iradeliydim, ders konsantrasyonum bile alt üst, tüm bunlar dışa vurulmakta güçlük çekilen bir teleşın yansımaları zannımca...yazmak iyi geliyor.

okuyan birileri varsa -ki öyle umuyorum- duygularımı yaşıyorum, mütemadiyen içimden, arda kalan zamanlarda bizzat ve fiilen...


3/09/12

huzur lütfen gel de beni bul, aradığım yerlerde ben seni bulamıyorum.

kendimi birine açtığımda şeffaflaşıyorum, içimin ta ciğerimin görülebildiğini düşünüyorum sırf bu nedenden...tabi ki yanlış düşünüyorum çünkü insan kendi gözleriyle kendine göre bakıyor, olmadık ithamlara denk gelmek her an için mümkün, sen ne kadar kendini anlatsan da, saydamlaşma çabasında olsan da, bir yerde saçma hatta gereksiz galiba...kırılmaktan başka neye yarıyor yahu, kendini yok etmekten başka neye yarıyor? giderek görünmez oluyorsun ve karşı taraf seni varsaydığı şekliyle kalabiliyorsun onda, kalırsan tabi...

fildişi kuleler kötü, tamam, kabul...peki ya samimiyet? acıtmayacak kıvamı tutturmak öyle zor ki...sahtelikten ne kadar hazetmiyorsam samimiyetime kurban olmak beni en az bir o kadar ifrit ediyor.

sakince kendimi hizaya almaya çalışıyorum, stres fazlası için tahliye borusu filan ne iyi olurmuş yahu...şu an berbat hissediyorum ama kimbilir belki uzun vadede daha iyi olur, gözümün önünden geçenler çok sinir bozucu...

Allah'ım sen daha iyi bilirsin, zalimsem beni ıslah et, değilsem koru beni bu zalimce ithamlardan, yakın mesafeden denk gelince çok canımı acıtıyor.




1/24/12

+1

bir ev dolusu borcum var, gece gündüz hesapta kitaptayım, sahi kitap okumayalı kaç ay oldu acaba? demir kadar sağlam fikirleri tenekeden endişelere ve onun kuru gürültülerine ne ara değiştim? yıllar hızla geçiyor, aksi gibi saatler her geçen yıl daha da uzuyor.

bir ev dolusu hayalim var, evin tavanında asılı duruyor, öyle yabancı gibi, esasında durduğu yerde duramıyor ya hayırlısı...ben mutfaktaki kilimin dokumalarının arasında bir yerdeyim, varla yok arası bir iplik hatası...yollukta kaybolmaktan çekiniyorum, yollardan uzakta köşede bucaktayım şimdilik...gözlerim yine tavandaki çatlakta, burdaki çatlaktan giriyorum hayallerimin asılı olduğu yarıktan çıkıyorum, hiçkimse farkında değil.

düşmek bilmiyorum, yerlerde katman katman bulut var, dünya gökyüzünden ibaret kalmış, güya düşüyorum sonra hop düşme faslını bitiremiyorum, göğün bir yüzünden öbür yüzüne, öylece düşüp de kalkamayayazdığımız bir boşluktur gidiyor.

güzel rüyalar, korkunç kabuslar görüyorum, hiçbirini hatırlamayacağım deliksiz bir uykuyu sürükleyici hale getiriyorlar muhtemelen, şişkin gözkapaklarımın sebebi olacak da olsalar kimin umrunda; mor halkalardan, torbalardan ve uykusuzluğun sinirbozuculuğundan kötü değil ya!

12/12/11

içim sıkıldı.

merak ediyorum, acaba duygularımı aklımdan daha fazla önemsediğim için mi güçlüler? yoksa hani kör olan kişilerin duyma, koku alma yetileri güçlenir ya zamanla; akılsızlığım duygularımı körüklüyor olabilir mi? zeki bir insan evladı olduğumu söyleyebilirim, akıl olayı biraz şaibeli, kaç zamandır aklımı bıraktığım yerden alamıyorum mesela...

günler var ki aklıyla fikriyle yüzyıllardır unutulmamış adamların ortaya attığı düşüncelerle uğraşıyorum, hepsi mutluluğu akılla aramış ama hiçbiri akılda aramamış...illa bir öz, ruh veya en azından güçlü bir duruş öngörmüş mutluluk için...ben bir adamda arıyorum, aramalarıma yanıt alamadığımdaki mutsuzluk bundan olabilir, ona ruhum, özüm, sonsuzluğum diyorum, pek akıl kârı işler yapmadığımın farkındayım, işe de gitmiyorum bu hafta, beynimi yiyen tüm bu gevezeliklerden kurtulmamın yolu yok gibi...

dün uzun zamandır ilk kez tv karşısında zaman öldürdüm, gördüğüm her yere gitmek istedim, hindistan'ın veya afrika'nın gözüme böyle güzel göründüğü olmamıştı, amerika uzak sayılmazdı, avrupayla komşuyduk ya zaten...son bir ayı annemden dolmuş parası istememek için belediye otobüsü bekleyerek geçirdiğim düşünülürse, bırak orayı burayı il sınırları içinde belediye otobüs güzergahında olmayan yerleri bile göremeyeceğim aşikar, önümüzdeki bir yılda gezi planı yok, "dünya çok küçük" ve fakat "büyük köy" denilen bu şehir bile ulaşılmaz noktalarla doluyken, uzaklar çok daha uzak...

keşke yanımda olsaydı, keşke kimseye sormadan iyi olup olmadığına sessizce bakabileceğim kadar yakında olsaydı, keşke yakınlaşmak daha kolay olsaydı, mesafeler olmasaydı, bir de şu keşkeler...

10/17/11

buraya yazmaya hasret kaldım.

duygusal yoğunluğumun zirve yaptığı noktalarda nasıl oluyor da yazamıyorum?...şöyle ki; ormanlarından geçilmeyen yemyeşil dağların bile başı kel! zirveden göğe falan fışkırmıyor insan, duygusal anlamda bir kısırlığın pençesine düşüyor bence, ne zaman ki eteklerinde gezinip dolaylarında bulunuyorsun o sıra karşında duran büsbüyük duygulardan çabadan falan feşmekandan bahsedebiliyorsun işte, hatta ağzın dilin durmuyor anlatacağım hevesiyle...

bugün sevmenin nasıl olduğunu soran bir yeni yetmeye "düpedüz aptallık" dedim, adam küfretse bile bakıp gülümsemek istiyorum sadece, kulağa bundan daha aptalca gelen başka bir şey olabilir mi?(acı ama gerçek)aptalca olduğu kesin velakin bütün uyuşturuculardan daha iyi kafa yapıyor, yan etkilerine kendisinden daha fazla dikkat edilmesi gerekmekle birlikte tamamen sağlıklıdır, hayat bile kurtarır, dozunda kalırsa elbette...aşk iyidir hani demem o ki kafam güzel mütemadiyen...

haftasonu yüzükleri aldık, nişana daha bir aydan fazla var ve fakat o zamana kadar bir daha görüşme ihtimalimiz pek yok, bunu son gün hengamesine karıştırmak istemedim, en azından keyfime göre oldu, üstelik kendimi duruma hazırlayıp korkularımla yüzleşmek için zaman da kaldı, dün taktım yüzüğü öylece baktım dakikalarca mesela, o küçücük yüzük gözümde büyüdükçe büyüdü ve olağan boyutlara döndüğünde benim cevaplanacak daha çok sorum, sorunlara bulacak daha fazla çözümüm oldu şükür...kışkırtıcı tereddütler ve onulmaz heveslerle doluyum.

uzak olmak ne kötü, kızıp küsmeye de sevip öpmeye de yeterince vakit yok...

9/08/11

vaziyet tarhana çorbası

bunları yazmamam lazım ama yazmasam eksik kalırım...ayrıca öfkelenmemem lazım fakat patlayabilirim, üstelik tepkisizleşmek öfkeden beter...ne diyor yastıklı şarkı; "sevmesen ölürdün, sevdin onu öldün, sevmesen ölürdün ama sevdin gene öldün"...bu arada yanlışa mahal vermeyeyim,"iyiki de sevmişim" diyorum elbet...öyle de böyle de topun ucundayım, onu ağzımda geveliyorum esasen...

ne öfke gibi güçlü hisleri kaybetmek istiyorum ne de sevdiğimi, bunun bir ara yolu varsa anlatsın hayrına birileri yahu...derdim öfke kusmak falan değil ama bayramda bile bayramlık ağzına ot tıkayan ruhsuzun teki olmak da değil mesele, bu ben değilim, güçlü duyguların insanıyım ben, dengesizlik uğruna bile olsa mutluluğumu da üzüntümü de öfkemi de tamı tamına yaşamayı severim, hani uyuşmuş gibi yaşamak hiç bana göre değil, mıy mıy...eh yani kalp kırmak da olmuyor, nedir çözüm, biri bana hayrına anlatsın nolur...var ya ilkokula başlamış çocuğuna ders yaptırırken tüm kabusu en başından yaşayan garibim anneler gibiyim, canını yediğimin çok bilnmeyenli denkemlerinde debeleniyorum.

otuz yılda epey insan tanıdım, yıllar yılı iyi kötü gördüm konuştum, gel gelelim bir tek insanı adamakıllı tanımak için en başa döndüm, konuşmayı bile yeni öğreniyorum dersin, ben mi yokuşuna gidiyorum, bunları aşmak harbiden mi zor? nedir yani mesele nedir?






8/08/11

'dönüp gitmek'le 'dönmek' arasındaki sırnaşık tezatı sevmiyorum.

iki haftalık upuzun bir tatilden geliyorum, teknolojiden tamamen uzak, kimyama uyacak derecede yabanıl ve ruhuma nefes nefes dolmasını istediğim tertemiz bir hava...

yaklaşık beş yıldır bir haftadan uzun tatil görmemiş bünyem yayla hayatına tam bir iş disiplininde sahip çıktı açıkçası ordaki dirliğe düzene eskiden beri vakıf da olunca pek zor olmadı kendimi oralara uydurmak; ama nedense geldiğimden beri şehirdeki sıcağa ve karmaşaya uymak zor geldi.

hastayım, madden ve manen...süratle ilerlemem gerekiyor oysa, işim ilk girdiğim yılki kadar dinamik bir çalışma atmosferinde başladı, bir hayli gidecek böyle, tahmin edebiliyorum gidişatı, eh tecrübeliyim bu konuda artık, için için de korkuyorum bu iş yoğunluğuna eskisi kadar hevesle dalıyor olmayacağım ne de olsa velakin beş seneyi de haybeye vermedik zannımca, zihnimin en dalgın hatta başımın en aladağlardan serin olduğu, aklımı hangi şehrin kapısında bıraktığımı bilemediğim vakitlerde bile de işimi yapmak konusunda fazla endişelenmem gerekmiyor neyse ki...otomatiğe bağlamışım bir yerde...bilincimin altı da üstü de işe gelince dümdüz, sevinsem mi üzülsem mi bilmem, alabildiğine tekdüze fakat bir o kadar da nankörlükten uzak...

iş yerinde klima bozuk, evde faturaya gelecek üç kuruşun hesabındayım mahsus çalıştırmıyorum, yanıyorum haliyle...yalnızken ramazan da hiç çekilmiyor ne diyeyim...birkaç kişiye kendimi davet ettirdim, iftariyelik bir şeyler de hazırladım kendime, yeni yemekler denemek için malzemeler aldım, falan...bugünlük her şeyi kendime zorla yaptırıyorum bakalım hevesim gelir diye umuttayım.

kendime not: hani diyorum umut kelimesini lügatten silip yerine alternetifler üretmeli tez vakitte.

6/09/11

sessiz, sözsüz

Şu an bir kitabın kenarına dokunuyorum, gözümü birkaç cümlenin üzerinde gezdirip yeni basılmış kağıt kokusunda iç çekiyorum. Kitaplar artık birer acı kaynağı, çünkü özlemek acı…Tabanlarımda hafif bir sızı var, dün aylardan beri ilk kez kendimi müziğe bıraktım, hatırlayıp gülümsüyorum ama var buruk bir tarafı, ritim hissim tamamen körelmiş…her daim sıkıcı hayatımın olağanüstü heyecanı oldu bu ikisi, şöyle bir bakınca basit ve fakat kesinlikle can alıcı... Yaşlandıkça heyecanını yitirdiğinden şikayet edenleri duyardım, bu ikisinden duyulan hazzın yaşı yoktu oysa, müzik ya da kitap benim için eskimiş heyecanlar olmayacaktı, olaz da bir bakıma, gel gelelim hep zevkleri ertelemek için bahaneler yığılıyor önüme, hep… Ne de olsa zorunluluklar her şeyin önünde!

Huzur beni kucağına almış ninniler söylerken hiçbir endişe doğurucu durum bende kaygı uyandırmıyor, baş edemeyeceğimi düşündüğüm tek şey boşluk, geçmişimi ve geleceğimi kara delik gibi içine çeken o uğursuza karşı koyabilirmişim gibi gelmiyor, belki korkular yok olsa boşluk kendini yutacak, denemek lazım esasında -deneme/yanılmanın en çok başvurduğum öğrenme yöntemi olduğu düşünülürse anılardan oluşmuş koca bir kamburu neden sırtımda taşıdığım meydana çıkıyor sanırım- eh, sonuçta değişen bir şey yok tabi, netice koca kıçını kaldırıp duruşunda bir farklılık bile ortaya koymuyor.

Her halukarda mücadele zorunluluğu bağrında besliyor, ben de ölesiye soru işaretleri ve ünlemlerle oyalanıyorum işte…

4/19/11

esti yine

Bloga eski samimiyetimde yazamıyorum, hayatımda değişen yığınla denge var, kimi zaman dengesizleştiriyor bu beni ve biliyorum yazsam iyi gelecek ve değişsem…kafayı biraz kaldıracak olsam hemen yeni bir deveran yaralar bereler incinmeler haliyle yeni yaralara yeni kabuklar, nereye varacaksa böyle, kabuklarımdan kurtulup yenilenmeye vakit yok, zaten irin dolu dokuları iyi etmeye güç kalıyor anca...

Hayat sıkıyor, şükür ki bünyede tatlı hayallere yer var halen, sanki bir omuzla bir çift kolu düşlemek yaşamaya bahane…

Hayatının en uzun yolculuğunu ölümün ötesine gitmek için yapan ihtiyar bir kadın olsaydım veya hayallerini tüketmiş orta yaş enkazı ya da aldığı ilk nefesi son nefesinde veren bir prematüre olsaydım değişirdi kendiliğinden her şey, kendi olmakla kendiliğine sürüklenmek arasında ne fark kalır ki öyle…