Fotoğraf hayata bakış açımı değiştirmiş en büyük etkenlerden biriydi, dünyadaki her şeyi bambaşka görmemi sağlıyordu, renkler daha canlı, görebildiğim her an anlamlıydı, nadir bir anı yakaladığımda kalbim gümbürdüyor, elim ayağıma karışıyordu - velhasılı kelam aşktan farkı yoktu- bazı akrabalarımın "otu b.ku çektiğimi" söyleyerek vizörüme girip zorla kendilerini çektirdikleri yıllardı, hatta birisi geçen 20 yıla rağmen onun bulaşık yıkamasına yardım ederken harika filtre olabilecek bir tabağı ödünç istediğimi nasıl da leyla olduğumu söyleyip duruyor bugün bile...
Hırslı biri değilim ama tutkuyla sarıldığım iplerden biriydi fotoğraf...
Lise bitip ilkokuldan beri istediğim bölüme gidemeyeceğimi kabullenmek zorunda kaldığımda aylarca odamdan çıkmadım yıllarca bunun için ağladım; şimdi sınavsız şartsız gidebiliyor olsam da gitmem... Fotoğraf, aileme rağmen yaptığım bir tercihti, hayatımı adamaya karar verdiğim tutkumdu ama benim tutkularımın sonu nedense hüsran çoğu zaman... şimdi fotoğraf çektiğim bir şey, yazılarımın bana aidiyetini simgeleyen bir mühürmüş gibi bas çek vs.
Bu aşk ne oldu da öldü dediğimiz yerde eski'yi anmak gerekiyor yine...
O yıllarda dijital fotoğrafçılık hızlı baskı alabilmek demekti daha çok, fotoğrafın bende tutku halini alabilme sebebi başta hakir gördüğüm baskı aşaması oldu. Anı yakalayıp baskı esnasında çıkacaklar için heyecanlanmak, baskıda ortaya koyduğum ufak tefek farklarla çektiğimden bambaşka sonuçlar elde edebilmek beni şaşırtıyordu, çok az şeye şaşırıyordum, heyecan genç olmama rağmen hayatımda pek yaşadığım şey değildi, sonuç ne olursa olsun o anlar muhteşemdi.
"Her şeyin bedeli var" diyor ya şarkıda, epey pahalıydı benimkisi gibi bir tutku, bütçemi dengede tutmak zordu, annemle her telefon konuşması parada düğümleniyordu ve işin kötüsü dibine kadar haklıydı her azarında... 25 kilo verdim o dönem, fotoğrafı bırakırken kemiklerim derimden görünüyordu, burnumun uzun olduğunu fark ettim yanaklarım yok olduğunda, montum ve yağmurluğum evsizler gibi kokuyordu ama çıkaramıyordum yazın, alttaki kıyafetler hem çok bol hem de deliklerle doluydu ama olsundu.
O gün çay döküldü masa örtüsüne, kocaman bir damla uçta epey direndi o gidince kalan arka sıra iniverdi üstüme, o anı yakalamak için uğraşırken üstümden çıkarmadığım montumun ıslandığını neden sonra fark edip karanlık odada monttaki lekeyi yıkadım, kurumasını beklerken o anı yakaladım mı merakı durdurmadı beni kalan birkaç pozu masa örtüsünün lekelerinden anlamlı bir görüntü çıkarmak için harcadım, filmi yıkayıp bu sefer de o kurusun diye beklemeye başladım gece olmuştu, kötü koku burnumu deliyordu, gümüş içeren fotoğraf banyolarını biriktirmeye başlamıştım -o senelerde gümüş pek para etmiyordu velakin bir simiti 3 güne bölüp yerken 'ettiği kadar' diye umuyordum- bu solüsyonlar durdukça salyalanmaya, kokmaya ve şikayetlere neden oldu, dökmek zorunda olduğum ortadaydı, aldım az kullanılan karanlık odaya girdim. O sıralar arkadaşım olan ve yetenekli olduğunu sıkça işittiğim çalışmalarını ise çok az gördüğüm eski'nin kurumaya bıraktığı fotoğraflarına aval aval bakarken döktüm gitti hevesimi... elimdeki filmde lekeler aşkla görülebilecek ayrıntılar vadediyordu, yavaşça bıraktım kenara...
Benden yetenekli düzinelerce insan beni bu işe daha çok inandırmıştı ama ne oldu da onun fotoğrafları benim kırılma noktam oldu? arkadaşım olduğundan mıydı, benim kadar sefilken aşk değil mecburiyetle bu alana yöneldiğinden miydi? kendimden utandığımdan gibi hissettim altta varsa başka sebep bunu bilincimde asla sezmedim fakat itiraf etmeliyim yılın sonunda bana hisleri olduğunu öğrendiğimde adamakıllı teklif bile almamışken reddettim onu, farklı kişilikler ve yaşam biçimleri sebepti ama onun ışıldayan yeteneğiyle yanında olmayı düşünemiyordum esasen...
Yılar sonra onu kabul ettiğimde o da fotoğraftan uzaklaşmıştı, hem de benim aksime bu yolda ilerlediği halde ve yeteneğine rağmen...
Eski de yalan oldu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder