aynı nakarat etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
aynı nakarat etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

7/19/11

herhangi bir gün

yalın bir hayat yaşıyorum, süregiden haller sessiz ve sakin görünüyor ama kör noktalarım da yok değil hani!...dünyayı değiştirdiğimi sayısız kere hayal ettim fakat hedeflerim hep asgaride...ömrümce sevmeyi sevilmeyi bekledim fakat sevince bir yanım hep tetikte...standart dışı zamanlarım oldu fakat yaşarken baz aldığım hep sıradan şeyler, harici vakitler sıradan kılıflarda...bildim bileli inançlarım yalnızca beni bağlar, tartışmalı konulara girmekten sakınırım ama içten içe en doğrusunu bilirim sandım oysa inanmaktan daha mühimi olmaktı, olduramadım, ezberler bozuldu, anlamlar evrim geçirdi, öyle böyle derken masumiyet yalan oldu, kalan değerlerime gözüm gibi bakayım diyorum ama sakınan göze çöp batıyor işte n'aparsın?!...

bazı insanlar görüp imreniyorum, hiçbiri benden daha zeki ya da daha yetenekli değil ama yaşama becerileri had safhada, hayranım.

6/29/11

biz eskiden eskiden can tüketirdik haybeden...

hayallerimi baskılıyorum bir süredir ve fakat yerli yersiz sınırlamalar pek iyi sonuçlar vermeyebiliyor, malum... açıkçası hayallerden feragat etmek -hatta mümkünse göründüklerinde kaçmak- pek de iyi fikir değilmiş; böylesi oldukça kuru, yavan ve renksiz...gereklilikler doğrultusunda gerçekleştirdim düşleri, neye yaradı peki? artık mutlak gördüğüm gerçekler bile bulanık, gereklilikler gerçeklik için hiçbir anlam taşımıyor, halt ettim yani, yine...şimdi ne yapmalıyım? artık vazgeçmek bir seçenek değil, mecburum, fakat neye?!

olmadık şeylerin ayağı yer görmeyen hayalleri uçuşuyor gözümün önünde...koyversem? her şey olacağına varır, inanıyorum buna, en nihayetinde olup biteni göğüslemek dışında yapılabilecek ne var ki? hem zora gelmek iyidir ama hayali sağlam kazığa bağlamak da ne yani, ipleri kıracak düşler her daim var.

olanın bitenin farkındayım ve aklımdaki soru işaretlerine rağmen önümde net biçimde görünen bir nokta söz konusu, kararlıyım; umutlu yanımdan vazgeçmeyeceğim! geçer yol orda bir yerde ve ben dirayetsiz davranıp salıversem ne hayalbazlığımdan eser kalacak ne umuttan...ne yaptığımı biliyorum bu noktada, bu elimdeki tek tutar dal.

5/11/11

hasıraltı

bak yine yaptım! hayaller kurdum, kırılıp dökülüşlerine aval aval bakıyorum.

gerçekleri umursama, düşleri yoksay, çaresizliğine dövün, beceriksizliğinden yakın, hayır, hayır, sadece sabret.

eskiden sıkça hissettiğim -belki de hayal ettiğim demeliyim- görüntü beynimde canlanıyor yine, defalarca; göğüs kafesimi parçalayıp fışkıran bir kaynak beni hızla içine alıyor, dibine çekiliveriyorum, derken o boğulma hissinin hemen ardına suyun içinden yükselerek belime kadar sıyrılıyorum ve kendimi bırakıveriyorum tekrar, sonra yüzüstü suyun üstünde akıntıya koyveriyorum bedenimi, sakinleşince gözlerimi kapatıyorum, orda kapanırken gerçekte faltaşı gibi açılıyor gözlerim, genelde yürürken olup bitiyor bunlar...daral mı geliyor acep?

ben bunları hakedecek pek çok hata yaptım, yapmam gerekenler yerine içimden gelenleri yaptım, yapmakta zorlandıklarım söz konusuysa sadece elimden geleni yaptım, onu bunu dinlemek yerine kalbimin hükmünü sürsem ölümüm bile gelse kanım akmaz sandım, dilin dediğiyle gözün söylediği bir değilmiş, bildim, insan nasıl da hızla özünden uzaklaşabilirmiş, öğrendim, unuttum, yalan oldum, şüphelerimin üstüne gittim, yanılgılarımı sevdim, sevdiklerim konusunda yanıldım, yine de umutluyum, yine de sabretmeye gücüm var.

ve fakat alabildiğine yorgunum, uyku saatlerim uzayıp gidiyor, bilmem tembellikten mi, depresyondan mı, hayalciliğimin gerçeğin sınırınlarında yer bulamayıp düşe sürgün gitmesinden mi ya da havalardandandır belki...

sıcaklar boğuyor, düşünmek de öyle.

4/27/11

bir kaldırım mühendisinin yüksek kaldırımla imtihanı

kendimi ders çalışmak için parçalıyor olmalıydım, ne demeye saldım anlamıyorum, olur da evlenip bu şehirden gidersem işsiz kalma olasılığım çok yüksek, umudum bu sınavlar ve bir türlü kendimi veremiyorum, geleceğimi düşüne taşına mahvedeceğim yahu!...

kronik uykusuzluk sorunu çeken ben, kendime ders planı hazırladığımdan beridir kanepede uyuyakalır oldum, ne hikmetse elim kitaba deftere uzanınca aşk meşk tavan yapıyor, isim yazmalar mı dersin kalp çizmeler mi dersin -klasik ergen öğrenci kaytarmacılığı yani- üstüne bir de negatif anne motivasyonu eklendi mi tadından yenmiyor.

başarı hırsı taşımamam kötü çünkü başarısız olmaktan deli gibi korkarım, eh korkunun ecele faydası yok hakikaten, ölü toprağını atmalı şöyle bir silkinip...

gecemi gündüzüme katmam lazım, önümüzdeki bir sene boyunca tam kapasite kullanmam lazım saksıyı, şu saatten sonra zor velakin imkansız değil; 'zeki ama çalışmıyor' seviyesinden 'zehir gibi maşallah' seviyesine çekmek lazım bünyeyi...pek aklıma getirmek istemesem de 'gayretli ama bu konular onun seviyesini aşıyor' çuvallamasını yaşamak da var, dur bakalım n'olcak!?...

11/10/10

gül mevsimi

şehir baharda çok güzel fakat son bahar olunca hele ki sona yaklaştıkça hava kararsızlaşıyor, ruh halim de havalara giriyor hani "mevsimler gibisin değişiyorsun" şarkısı fonda; seviniyorum, üzülüyorum, sinirden köpük köpük kabarıyorum, hırçınlaşıyorum, sakinleşiyorum, biliyorum insanlık hali velakin kendimle başa çıkamaz oldum.

pencerede gül mevsimi, balkon kapısında uçuşan güvercinler, nefesini tutsan da içine doluveren cânım bahar havası, gönlü tutuşmuş biri daha ne ister ki?! diyorum, diyorum da istemek var ya istemek ne bitiyor ne yetiyor, oy oyyy ne bileyim kadir kıymet mi bilmez oldum, buldumcuk mu oldum, ikircikler mi beni bu hale koydu yoksa beni bu güzel havalar mı mahvetti, bilmem...

10/06/10

mevsim değişikliğinden mi nedir bir kırgınlık var üzerimde

her şey bir toz bulutunun ardındaymış gibi, birikiyorum ve çığlık atmak istiyorum, çığ gibi düşecek heyecan verici hisler değil bunlar, halının üstündeki akarlar gibi pis bir duygu yığını, üzerinde durdukça kaşındırıyor, nefes tıkanıyor, halının motifindeki ince işçilik giderek matlaşıyor ve çirkinleşiyor, elimden geldiğince yaşanmışlığımın üstünden kini nefreti hakeza bilip bilmediğim ne kadar kötü duygu varsa hepsini şimdinin vakumlusuyla temizliyorum, hatırlamak istemediğim ve fakat değer verdiğim üç beş parça anıyı daha odanın münasip boşluklarına yerleştirip kilitliyorum kapıyı üstten iki kere, pek çok evde vardır ya böyle odalar, değerli abuk subuk bir sürü anılık olur, orayı tavan arasından ayıransa bu değerlilik ve kendi içinde garip biçimde gösterdiği absurditesi yüksek uyumluluktur ya... uykumun direndiği bilincimin rüyalarıma tecavüz ettiği sıralarda bu odadayım, yaralı bir hayvan duyarlılığında tozun pisin arasında yer tutuyorum, sonra olaylar gelişiyor odadaki temsillerin her biri bir yerden hortluyor, sabaha kadar barış çubuğu tüttürüp kızıldereli dansı yapmışız gibi uyanışımın sırrı şu ki; 'değişik/tuhaf' denen bünyem, melisa çayına ilginç tepkiler veren salgılarım, çekmeden kafayı bulduran bir hayal gücüm var; dokunduğumla gıcırdayarak açılıveriyor algı kapıları, kilidinin dili yenmiş, anahtar yuvada olsa ne olmasa ne…

aslında metaforlar arasında kaybolup tüm anlamları kaybetmek isterdim, kavram kargaşası eşliğinde meramını anlatamamak dışında elde bir şey yok.

özlüyorum, bu çok anlamsız...aklımdakilerle şu gün karşılaşsam tanımazdan geleceğim eloğlu arasında bariz fark var.

bir ay öncesinde iç seslerimden biriymiş kadar benimsediğim kişi şimdi yabancının teki, üç ay kadarlık vaktin 8 yıla hükmedip başkalaştırması şaşırtıcı… çok değil dört ay evvel tüm değişkenlerden bağımsız birine yanıp yakılıyor olmak desen ironi resmen, bunu ben bile garipsiyorum.

7/30/10

bir gün biri beni anlayacak!

delilik parayla değil olmasına, ne var ki ben aklımı bozdurup bozdurup harcadıkça yüreğim tükeniyor, ona yanıyorum.

yıllar önce henüz aşk beni tekmelese dahi tanımadığım zamanlarda bulanık bir duygu akıp geçmişti yüreciğimden, öylece belli belirsiz silinip gitti, çoktan tarih oldu derken birdenbire uyanıvermiş de akla gelmiş gibi karşımda buldum bir gün, şimdilerde insomnia etkisi yapıyor üzerimde…

evvelce uykusuzluk nöbetleri olarak başladı, istanbul’da gördüğüm halüsinasyonumsu buluşmayla vahim bir hal alıp karamsarlık safhasına atladı ki bünyemde zafiyetler yer etti o gün bugündür, tüm bunlar olurken ben uyur-uyanık bilinç kaybımla bomboş bakınıp durdum, hislerim yine hastalıklı bir hal aldı, ‘yine’ diyorum çünkü bu sefer net olarak fark ettim ki gönül meselelerinde her daim şuursuzca hareket etmekteyim.

yakınlaşmamız müthiş bir hızla başladı aynı hızda bitti tekrar ayağa kalktı birkaç tökezledi tekrar yumuldu yere, tozuttu etrafı biraz, halihazırda göz gözü görmüyor, ilk birkaç gün evlilik rüyası bile görmüştüm halbuki, ne komik değil mi? uyandığında düşmeye devam ettiğin rüyalardan biriydi sanki, uyanır ve fakat gerçeğe aymazsın ya öyle.

sonum dediğimle son bulmalıydı her şey, oysa hayat espri anlayışının döküntülüğüne bakmadan şakalar yapıyor habire, hayata sardıkça kaset başa sarıyor; ‘aynı nakarat hep aynı aynı…’