9/09/21

Veda mektubu



Grup hala sarsak ama yine de umut var... ara sıra yaranın kabuğunu kaldırmak acıtsa da, "geriye dönüş mü yaşıyorum" kaygısına kapılsam da biliyorum irin var içeride, akması lazım...

Bu seferki ödev 'veda mektubu', ilkin kağıda yazıp yaksam mı dedim, sonra elim yine bloga gitti.

Buraya yazmak yayladaki tepeden bağırmak gibi... o çığlık benim için aklını tutma çabası, bir başkası için deliliğin ta kendisi, diğeri için gülünüp geçilecek bir taşkınlık, bilmeyen için endişe belki...

Hazır mıyım emin değilim ama bunu da yazalım bakalım bir kenara...


Dostum, sevgilim, evim, ocağım, ruhum elveda...

Sevilmek sevmekten bile güzeldi, her anı için minnettarım sevdiceğim elveda...

Saf aşkla gözü kapalı bağlılık, yıllara yollara aldırmadan çırpınan yüreğim elveda...

Bakışla da ısınmak mümkünmüş, sıcacık bakan güzelim gözler elveda...

Ne zaman gerilsem kafamı dağıtan, üzülsem muziplikler yapan dostum elveda...

Zihnimin en kuytularında gezinen, en derin sırlarımın sahibi elveda...

Sarsıldığımda tutunduğum, korktuğumda sarıldığım, mutluluğumda kenetlediğim el elveda...

Bile isteye ateşine yandığım zıt kutbum elveda...

Olduğum kişiyi sevip dönüştürdüğü kişiye kızan gönül elveda...

Tenimden ruhuma önüne serdiğim, malımdan maneviyatıma değin sunduğum el oğlu elveda...

Olduğu kadarıyla kabul görmeyip üstüme üstüme gelmeye devam eden sorumluluklar elveda...

Gülsem umarsız, ağlasam yaygaracı, tepkisizliğime ruhsuz yaftası yediğim diller elveda...

Kabusun ta kendisi olduğum, rüyamda görsem inanmayacağım senleri gördüğüm gaflete elveda...

Hayatım senden ibaretmiş gibi yaşadığım yıllara elveda...

Kavgaya, gürültüye, çatal dillere elveda...

İğneyle kazdığım kuyuda boğulduğum günlere elveda...

Şüphe ve kararsızlık sizi hiç özlemeyeceğim elveda...

Yaşam enerjimle beslenen kifayetsiz çabalarım elveda...

Kararlılık kılığına gizlenmiş ömrümden ömür yiyen inadım elveda...

Kalbimi aşk kadar güçlü çarptıran nefretim ve öfkem yormayın artık beni, size de elveda...

9/01/21

Romantizma

Ayrılık, güzelim arabanla yol tutmuş giderken kaza yapıp kemiklerinin mütemadiyen çeşitli yerlerinden kırılması gibi bir şey, direksiyonda kimin olduğuna göre değil çarpışmanın yönü ve şiddetine göre hasar ortaya çıkıyor.

Kırık kemiklerinde gelecek yağmuru hisseden “yaralı”, gönül meselelerinde de değişik içgüdülere sahip oluveriyor, özel güçleri varmış gibi; oysa noksan, oysa yıllar öncenin sızısı…

Sesini, gülüşünü duyunca yağmur yağacak sanıyorum nasıl sızlıyor solumda bir yer.

8/31/21

"Yemi sarı arabamla ez, resmimi cama yapıştır ki özlemesinler"

İzin su gibi geçti gitti, oğlum yanımdayken her şey daha renkli daha canlı...


Sıcak yüzünden planladığımız gezilerin çoğunu yapamadık, yine de huzurlu ve güzeldi. Yayla, deniz, müze, yürüyüş falan derken epey de yorulduk, üstüne okula hazırlık maratonu da eklenince yavrumun pestili çıktı, yalnız neredeyse yazmayı unutacakmış garibim, okuması tamam ama kalemi tutuşu bile bozulmuş iki ayda... 


Karşı komşunun yeğeni -bizim hızır ablamız- yok bu sene, iş bulmuş başka şehirde, teyzesiyle kalmayacakmış... onun için sevinsem de oğlum ağladı duyduğunda, neyse ki odi gitmedi, anane korkusuyla köpek alamasak da komşudaki odi'yi sahipleniyoruz iyi kötü...


Kömür ve Kılıç adında iki balığımız var şimdi, kaplumbağalarını halen gözleri dolarak hatırlayan oğlum adına bolca dua ediyorum, Allah uzun ömürler versin onlara diye...


Boşanma sonrası toparlanma grubuna katıldım, sanal olduğundan mıdır nedir sarsak bir grubuz, epeyce de güvensiz... bir yerden başlamak lazım, yardıma ihtiyacım olduğunu kabullenmek büyük adım benim için, herkes "çok güçlüsün" dedikçe öyleyim sanıp görmezden geliyorum aksayan yanımı... motoru yakmadan, diyabete teslim olmadan neredeymiş sorun anlayalım, yağla suyla oluru var mı bakalım, olmadı psikolog yolu gözükür, hayırlısı...

8/20/21

Yol yeniden…

Son yazda son kez gideceğim yaylaya, uzun zamandır bu kadar zaman geçirme fırsatım olmamıştı.


Oğlumla sıcak Adana yazının keyfini çıkaralım biraz da… 


Tarsus, misis, müzeler falan gezelim az biraz balkondaki şişme havuzda cirit atsın, velhasıl sevenler ayrılmasın.

8/18/21

Gecenin bir yarısı sokak lambasının titrek ışığında

Kendimi ikinci el kilometresi düşük ilk sahibinden eski kasa yaris gibi hissediyorum, resmen satışa geldim.


Kendini metalaştıran bensem kullanıldığım için başkalarını suçlamak saçma…


Acı her yerde, herkes kendi savaşını veriyor; kimi kurtlar sofrasında, kimi doğal afetin pençesinde, kimi kendiyle bulmuş belayı, kimi yalnızlıktan kimi “bir bitmediniz” dedirten hatta şeytana mum diktiren kişilerin arasında insanlığını unutmaktan muzdarip…


Ben ‘kendi’ zehrinde boğulanlardanım.


Oğlumu getirsem olmazdı böyle…

8/17/21

Su içsem yarıyor

 Mütemadiyen uyuyorum, yetmiyor... ya açım ya susuz, hareket etmemek içinse hep bir bahanem var... diyabetle savaş vermiyorum, böyle giderse vücudumun yakında iflas edecek; oğluma, motivasyona, hayata dört elle sarılmaya ihtiyacım var.


100 yıl geçse de unutmayı başaramayacağım... aklıma geldiğinde ya üzülüyorum ya öfkeleniyorum ya da en kötüsü güzel zamanları özlüyorum, ayrılığın ilk zamanlarında yapmadığım kadar ağlıyorum... belki içimdeki zehri akıtamadığımdan oldu bunca dert...


Kendimle barışmalıyım, tamam, belki unutulmayacak, olsun, inceldiği yerden kopmuyorsa, çektikçe uzuyorsa, bol acılı harçla kapatalım üstünü, atalım mideye, sindirelim gitsin... millet solucan yiyor, ben dert yemişim çok mu!?


Allah dermansız dert vermesin...

8/13/21

Çayı demledim, çekirdekler de çıtır, kaçta gelirsin?

Kara günde elini uzatan dostlara şükür ama bir ara fark ettim ne zaman arasam dert döküyorum onlara, neşeli mevzular çok nadir... aklıma hiç yoktan gelen saçma bir şey için aramak istiyorum, eskisi gibi arayıp saatlerce konuşmak güzel olurdu.

Lisede ne konuşurmuşuz o kadar hatırlamıyorum... annemden faturalar yüzünden sürekli azar işitirdim, "gün boyu laklak ettiği yetmiyor, geceye kadar konuşuyor fesübhanallah" diye dört dönerdi etrafımda... erkek arkadaşım var sanıyordu belki bilmiyorum, hakikaten, aşkla meşkle ben kadar alakasız insan, modadan makyajdan bahsetmediğim de kesin... 

Muhtemelen pebinle kitaplardan, şadikle aileden, hedişle üniversite hayallerinden, suatla puanlardan sıralamalardan, suziyle dinden imandan, rubata ile serserilikten bahsediyordum, nadiren okulun yanındaki kitapçıyı arayıp kitap ısmarlardım -çıkışta çok dolu oluyordu- şayet oranın sahibi olan abi denk gelirse, içeriklerine dair laflardım, pek severdi tartışmayı ama birlikte çalıştığı eşi azıcık kıskançtı, şimdilerde yadsımasam da o sıra garip gelirdi.

Üniversitede sabahlara kadar konuşmaktan çenem ağrırdı, ilkokulun ilk 2 yılında sıra arkadaşım kulaklarını tutar yalvarırdı susmam için... suskunken hiç konuşmayacak gibi görünüyorum, konuşmaya başladığımda dizginlemek zor... buraya yazıyor olmasam yaylada ıssız köşelerde avaz avaz bağırmasam susmaya mecalim olmazdı.

Lisede bölüm seçince sınıfım değişti, 2 sene suskunluğuma denk geip son sene dilimin kemiği olmadığını fark eden arkadaş, inanamayan gözlerle "ne oldu bir sorun mu var, sen böyle değildin" diyince, "ben böyleyim ama görünmezlik iksiri içmiştim, kendime geldim" dedim, bir insanın şaşkınlıktan gözlerinin nasıl büyüyebileceğini ondan öğrendim.

Şimdi öğretmenlik yapıyormuş, okul dergisinde çektiği fotoğrafı görünce ilk kez sınıftan birini kıskandım, iki sayfa yazım yayınlandığı halde onun sayfanın üçte birini kaplamayan fotoğrafı, harikaydı. Yazmak istemediğim şeyler yazmamaya karar verdim o an; yıllarca tutamadığım sözlerden biri oldu.