ortaya karışık etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
ortaya karışık etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

4/07/11

yaranın iltihabı aksın ki zehirlemesin

ve işte yine burdayım.

cümlelerin önünde, satır satır süzülmekteyim, duygularımı lime lime edip süzgeçten geçirdiklerim arasında hazmadilmeyecek parçacıklar kalmaması için özen gösteriyorum.

kafa bin beşyüz, giderek ağırlaşıyor, başım öne eğilmesin diyorum ya boynum aksi gibi muhalefette, bükülüyor, sanırsın boyun değil incecik bir ip düştükçe uzuyan...

esasen acındırmalık bir hal yok ortada, sokak kedisi arsızlığında, kuyruğu kıstırmışım, burnumda bizzat ciğerimin kokusu, tırmıkladığım duvarlara mevla selamet versin.

ne zaman böyle çok darlansam "sabır" diyorum, sabırsızlıkla olur-olmaz yolculuğunda çıkar yol arıyorum, dilerim sonum hayrolur...benim için dua eder misin?

3/29/11

çoktan seçmeli haller

  • mor üçlü zirveyi yazmış ben gülümseyip iç geçirdim, harbiden güzel gündü, fotoğraflar nasıl çıkacak çok merak ediyorum -evet, ben halen dijitalegeçemeyengillerdenim- o günü anlatmak için makinadaki filmin bitmesini bekliyorum (o siyah-beyaz filmi takmayacaktım arkadaş, çekmeye kıyamıyorum, kaldıkça da bayatlıyor orda, zaten konu bile bayatlıyor film bayatlamasın mı yahu)
  • evlilik harbiden ilginç bir müessese, henüz her şey sislerin içinde evlilik de dahil belirsiz velakin evlilik hevesiyle alınmış beyaz eşyalarım var benim artık, hiç görmediğim ve fotoğrafına bakıp iç geçirdiğim bir buzdolabım var mesela, internetten kullanma kılavuzunu indirip pişirme inceliklerini öğreneye çalıştığım bir fırınım var, çamaşır bulaşık yıkamak gibi hayallerim var, şaka gibi!...şakası bir yana, evleniyor muyum neyim, bakalım, hayırlısı...
  • yaz saati uygulamasını kınıyorum, annem sırf birdenbire gündüze alışamadığı için akşam yemeği pişirmiyor, açım ve eve gidince yemek bulamayacağımdan eminim, annemi de kınıyorum burayı okuma ihtimali olmamasının verdiği güvenle, anneciğim anamı ağlatma açlıktan, insaf et nolursun!
  • sınav lafından bile tiksinir olduğum zamanlar anısına ösym için deli grubundan öseyeme adlı nadide eseri hediye ediyorum, sınavları ve de hay bu sınava girmekten bıkmak usanmak bilmeyen kafamı kınayayım diyorum, geçiyorum efenim, neme lazımsa üçüncü üniversite, lazımmıştır herhalde, bu da benim tüketim çılgınlığım napim, girmesem duramıyorum girsem gönül razı değil, çürümeye gözlerden ve dirseklerden başlayacağım aşikar ama mide falso yapıp duruyor, çalışmadığım yerden soruyorlar ya al bunu da kınadım gitti.
  • bahar geldi, hiçbir bahar bana böyle güzel gelmemişti, allerjileri bile tınmıyorum, seviyorum seni baharım...

2/03/11

kurban olduğumun gastroözofajikreflüsü

reflüsü olanlara özgü bir şenlik yaşıyorum, içtenlikle ve oldukça derinden, o kadar ki; tüm iç organlarım bu içtenlik karşısında yanarak titriyor, havai fişekler gibi gırtlağımda patlayan asitlerin coşkusuyla gözlerim yaşarıyor, tam sırtımda reflünün beni saran sıcaklığını duyuyorum, midemin fokur fokur kaynaşan canlılığı karşısında orta yaş triplerine girmiş yorgun görüntümden utanıyorum, gırtlağımdan genzime ordan da beynime doğru uzanan ekşimsilik asitten değilmiş de göçermiş ruh halerimdenmişmiş gibi...

yeniyetmenin tekiyken damdaki asmadan korukları salkımında yolup tuzlaya tuzlaya mideye indirirken de festivaller olurdu böğrümde böyle, arsız oğlan görmüş gibi kızarır bozarırdım -hiç işim olmazdı o deli çağlarda delikanlılarla filan, öyle de kafayı içine gömmüş burnunun ucunu görmeyi bile unutmuş haldeydim ya o ayrı mesele- işte öylesi içim coşup kusarak kendimi aştığım zamanlarda bile yapmadığım bir şey yapıp iki aspirin atmak olaya renk katabilir diyorum, hani ne de olsa kırmızı çekici renk, yakışır(!)

mayası hoş biriyim ben, gayet sakin, sıkıcı olabilecek kadar durağan fakat içi yakıcı ve de yıkıcı coşkularla dolu, zehirli bir karışımı var yaşamımın, 'dertlere deva hastalara şifa' denebilecek bir mayalanma süreci geçirirse âlâ, aksi takdirde yabanıl bir ölümcüllük püskürtecek kadar tehditkar -hatta cüretkar- vaziyette bir insan evladıyım fakat anlayamadığım biçimde; huzursuz olmam gerektiğini düşünürken bile huzurlu çoğu zaman da mutluyum, "ölsem iyi olur" diye içimden geçirdiğim sıralarda kafayı kaldırıp "şu cânım havada ölünür mü be!" diyecek gamsızlığı da bünyeme yedirmişim vallahi, şaşsam da durum böyle, evet.

12/30/10

bulanık suda yüzenin ayağına taş değer

kum saatinin son tanecikleri akıp gidiyor öylece, ne olacak şimdi?

yaşanan anları tane tane yuvarlayıp ötelere göndermek iyiydi, hoştu ya bakalım; günü, ayı yılı öğrenip zamanı parça parça bölerek bir yere varabilecek miyim?

yüreğimi serin tutmaya çalışıyorum ama ne fayda, kor olmuş, kim elde avuçta tutmaya çalışırsa vay haline!...

düşünüyorum ama yediremiyorum, en sevdiklerimin arasında kalsam beni kıra döke ufalayıp ilk rüzgarda yitip gitmeme müsaade edecekler mi? ben gavur mangırı etmez biri miyim ki ne demeye beni öyle kolay harcasınlar?

korkuyorum... oysa gözü karayım, kolay uslanmam, iflah olmaz inatçının tekiyim, hemencecik havlu atmam... peki, ya gerçekten değerli değilsem?

kaya dirençlidir, su inatçıdır, hamam böceğinden daha dayanıklı bir canlı var mı bilmem, yani yok illa her sağlam duruşun kavakta gövde buluşu, kabuğundan çıkmamış bir inci olma hüsnü kuruntum hiç yok ve fakat kim istemez ki değer bulmayı hatta aranıp da kırk yılın başında bulunmuş olmayı, el üstünde tutulmayı, hı?

içten içe kendimi çatur çutur yiyorum, buyurmaz mısın?

ha bu arada şunu görmezden gelmiyorum; ben böyle güzelim falan filan...

12/13/10

ahmak ıslatan

ben güneşli gün yazısı yazdıktan hemen sonra yağmur başladı ve günlerdir devam ediyor.


yağmur yüzünden tekleyen internetim tümden kendini iptal etmiş vaziyette, eskiden olsa iki dakika bağlantı için harcadığım iki saate aldırmazdım, şimdi oturup film seyrediyorum, benim için bilgisayarı açmak telefon şarj olana kadar sinema ve müzikle hoş beş etmek demek gibi bir şey artık...

yağmurlu günlerde beni hatırlayan -hem de en sevdiklerimden- pek çok insan var, bunu düşünmek bile yağmuru biraz daha sevdiriyor bana, ıslanmak her daim duygusal bir eylem...

peki, ben yağmurda neler hatırlıyorum?

yoğun bir özlem duygusu...bahar türküsü...üç beş ayıpçıl şiir... akşam vakti balkon penceresinden seyredilen bir sokak lambası... istiklal'de bardaktan boşanırcasına yağan ve de şemsiyeleri ters yüz eden üşütse de ılık gelen ıslanmışlık... kış günü yalın ayak olmanın zevki... şehrin en kalabalık caddelerinde ufacık bir karşılaşma ümidiyle gezinen sulugöze ılık bir teselli... bir köprü üstünde ayaza kesmiş duygulara en sahici tercüman...avuçiçi kadar bir okul bahçesinde okul müdürünün iki kişilik yağmurlu anonsuna aldırmayan ikili dost muhabbeti... çocukluk, muzırlık, vs...

11/13/10

'bırak o kızı' dedim sana!



bazı erkeklerin ayaklarıma kapandığı, sürüm sürüm süründürdüğüm rivayetleri doğrudur, kabul.

ne yazık ki kullandığım yöntemler(çikolata, sakız, oyuncak, atçılık, eşekçilik vs.) sadece yeğenim olan erkeklerde işe yarıyor!

gönül isterdi ki dilediğimin burnunu sürteyim, yok işte, kıyamam kuzum benim, zaten yeğenim sözkonusuysa süründürürken bile sorumluluğu sırtımda hissediyorum, fırsatını bulur bulmaz omzuma atlıyor kerata, hadi süründürmekten vazgeçtim de tepeme çıkarmasam iyiydi.

11/05/10

gezgiç (gezgin demeye aşacak yolu çok)

işten izin aldığımda neden ipini koparmış danalar gibi dört bir yana seğirtiyorum bilmem, şu okulda inek diye anılanlardan da olmadım ki hiç 'bünyede yer etmiş' desem... vardır elbet bir nedeni!

bugün yeğenim elindeki kağıdı evirip çevirirken "bak araba yaptım" dedi, sonra baktı baktı "koskocaman araba bu, inek arabası", ne alaka demeyin, illa ki danalarla ineklerle öküzlerle falan derin bir bağı var ailemin, ben de yeğenim sayesinde farkettim bunu :)

öküz demişken altında buzağı aramaya devam ediyorum, işkillenmelerim yersiz sayılmaz ama arkadaşlar içime düşen kurtları çiftleştirip durmasa iyi hani, birilerine içimden geçenleri anlattıkça rüzgara karşı tükürüp suratıma savurtturuyormuşum gibi geliyor.

bir haftadır fallik fallik gezdiğim halde sevdiğim adamın dolaylarına yaklaşmadım bile çünkü korkuyorum, kendimi savunmasız hissediyorum, ilkokuldaki çocuklar bile ilişkiler konusunda benden daha bilgili ve beceriklidir eminim.

10/04/10

günler gelip gelip geçiyor öyle

gözlerimin altı mosmor ve üstleri şiş, hapçılara benzedim iyiden, uykusuzluk bünyede yine ayyuka çıktı, haftasonu uyurum belki diyordum ama iki gecemi de 15 dk arayla uyanan yeğenimin ağlak vızırtısıyla geçirdim, çok şirindi, masumdu, iyiydi, hoştu da yorucuydu en nihayetinde… eve döndüğümde iş güç ve yığınla koşuşturmaca zat-ı âlimi beklerken iki saate yakın uyudum, beni uyumamaktan daha fazla sarstığını söyleyebilirim, bütün nesnelerin adını unutmuştum onlar da hatırlamam için etrafımda dönüp duruyordu adeta…

tüm gece uyanığım, uyumadığım zamanı değerlendirmek adına en ufak bir çabam yok, bu boş boş kendini oyalama becerisi çok fazla insanda olmasa gerek...

tüm hastalıklı vaziyetlere rağmen haftasonu güzeldi çünkü bir bebeğin miniminnacık elleri değmişti zamana, sonracığıma ustamın katkılarını da yok sayamam şimdi, yarım saatte hayat hikayemi anlatmakla kalmayıp lafı az daha uzatsam günlerdir özlemini çektiğim deliksiz uykuya onun kapanan gözkapaklarında rastlayabilirdim, eh usta olmak kolay değil tabi, mor da olaydı  modern geyik üçlüsü şeysi yapardık hani, iyi olabilirdi ama arada böyle çekiniyor muyum neyim pusarık değil basbayağı pısırık oluyorum bazen, tanışıklık vardı da görüşüklük yoktu ya onun etkisi zahir, var ya birebir gördüğün an tanıyıp tam da kafanda çizdiğin portrenin tıpkısının aynısını bulmanın keyfi başka yahu ( niye hiç fotoğraf çekmedim bilmem, oysa  parlayıp duran küpe yakın planda hoş bir ayrıntı olur diye düşündüğümü hatırlıyorum :)