beni benimle bırak giderken etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
beni benimle bırak giderken etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

2/21/11

yağmur çukurlarında yüzünü görmek

dün geldi

yağmur şarkısını tutturmuş sağanak halinde yağıyordu, eh o durmazsa benim dilim durur mu, ben de tutturdum bir şarkı;"yağmuru da sevdim seni de, seni yağmurdan çok"

karşımda gördüğüm ilk âna kadar gelecekmiş havasına giremedim tam anlamıyla, o karşımda duruken bile hasret bana göz kırpıştıyordu.

her şey o kadar gerçekti ki, ziyadesiyle kendi seyrinde…o yanıbaşımdayken seyrettiğim tüm filmlerin, tüm kurmaca hikayelerin hatta başkalarının yaşamını başka başka insanlardan dinlemenin saçmalığına inandım, caydım sonra çarçabuk, aklımdan tüm bunlar geçerken nasıl bir klişeyi canlandırdımsam artık “hangi filmlerden öğretiyorsun bu lafları” dedi, afalladım, besbeter saçmaladım, zaten tüm gün mantığım dizginleri koyvermiş çimenliklerde yayılıyordu açıkçası, duygular desen dört nala...

yağmur, kalp çarpıntısı, acemice bir sevmek-sevilmek telaşı, onun kocaman adımlarında adamlık, benim aceleci adımlarımda çocukluk fakat hikayemiz yazılsa gayet feminen olurdu orası kesin.

sabah ömrümün en değerli vakitlerinde olduğumu biliyordum, konuşmak hiç olmadığı kadar zordu, hani ağzımı açsam duygularım dilimden kayıp gider de ân tadını yitiriverirmiş, dudaklarımda kelimelere duygular yükleyen mekanizmanın çarkı o anları taşımazmış gibiydi, ne bileyim işte, sustum ve hiç olmadığım kadar mutluydum.

öğleyin yağmur dindi, sıcaktı ama ikindiye kara bulutlar belirdi, “biz” vardık, yan yanaydık ve ben daha yakın ve daha uzak her ihtimal için ayrı ayrı korktum,gülümsemeye çalışsam da yüzümün renkten renge girdiğinin farkındaydım, sustum, işte o susuş pek iyi olmadı, o da sustu, duruldu.

gün batarken yorgun ve yoğun hisler hakimdi havaya, beyaz bulutlarla kaplımavi bir gökyüzü, azıcık üşüten hafif bir hava, güneşin son gayrette ılık etkileri falan filan…o değil de gözlerinde bir parıltı gördüm bir ara, çok çok güzeldi.

akşam giderayak onun diline de bir şarkı takıldı "yine akşam, dönüyor dönsün dünyam"

gelen oydu ama giden ben oldum, haliyle nasıl veda edeceğimi bilemedim akşam ayrılırken, uğurluyor olsam içime sinerdi muhtemelen.

bir tek gün, geçen bunca aya değiyor ya...bir ömrü bu adamla geçirsem, ölmek zor gelmez sanırım, “yaşadım” derim muhakkak…

2/01/11

maksat muhabbet olsun

kelimelerle aramız limoni bu aralar... ben yazmayı terkedeli beri onlarla oynamak eskisinden daha meşakkatli; mesafeli bir ciddiyetle yaklaşmam gerekiyor yoksa dilime dolanıp kalıyorlar inatla...eskiden az konuşup illaki her kullandığım kelimenin hokkabazlığına girişirdim, aklımın almadığını kağıda kardım mı anlamsızlık süsü verilmiş yığınla oyuncağım olurdu, severdim.

aynada gördüğüm yüzsüz, vücudum hakkında ileri geri konuşup asabımı bozarken susmak bilmiyor velakin nedense iş güzel laflar etmeye gelince çıt yok -hıh şuraya yazıyorum, kendini beğenmişlere burun bükmeyeceğim kat'iyen, meğer ne zormuş kendini beğenmek- çerden çöpten bilgilerle donanmış tenekeden kafalar dahi uygun ritimle hoş sesler çıkarıyor da benim kuyuya attığım taşın sesi daha yok ortalıkta...

uzun zamandır susmam gerektiğini sezdiğim sıra, usulca, lafları noktalamaya yakın yuttum, şimdilerde yutkundukça kursağıma takılan sözler yok öyle ama öfke/heyecan durumlarında kekeleme huyuna yakanladım, hayret ediyorum şu yaştan sonra kelimelerin beni böyle yumuşak karnımdan yumruklamasına!

keşke bu kadar çok konuşmak zorunda kalmasam... günde en az 5000 kelime sarfedip ortaya koyduğum hiçbir şey olmadığını bilmek dahası üste para alıp boş konuşmayı sürdürürkenonları yerli yerince sarfetmeyi bir türlü beceremiyor olmak içler acısı... üstüne üstlük güldürükçülüğüm sizlere ömür, bari soğuk da olsa kalaydı üç beş fırıldak laf aklımda, kendimi güldürecek kadarı kalsa olurdu yani, gülerkenki halim komik oluyor, kurtarırdım durumu belki...

çok konuşmakta gözüm yok ve fakat yazarken simidimi alıp kaçan serçeler gibi uçuşmasalar bu sözler hiç fena olmayacak!

9/10/10

hariçten yürek sızısı -ayrılık dahil- üstelik sulu sepken

ayrılık kararı aldığımda -bundan kesinlikle kendimi sorumlu tutmamanın rahatlığı vardı anlaşılan- kendimi çok hafiflemiş hissetmiştim, üzerinden vakit geçtikçe ruhum ağırlaşıyor, külçe gibi yığılıp tavana gözlerimi diktiğim saatler yakın, şimdilik bayram bahanesine kalabalıklara, başka başka duvarlara, herbiri renkli birer duvar gibi görünen yüzlere yaslanıyorum.

gözlerimde tuz yükü var, tutamayıp yanaklarımdan aşağı yuvarlanmalarına izin vereceğim galiba, her bir gözyaşı gulle kadar varmış gibi geliyor, umarım içimi kemiren kurtçukları da halleder akıp giderken, hemen şimdi şuracıkta göğü bir yağmur tutsa ne iyi olurdu.

aptallığıma yanıyorum, başım dumanlı ya hani; kül rüzgara, köz yağmura emanet.

7/27/10

bilmeseydim iyiydi seni mâra

“tanımamak tanımaktan iyidir” demişti çok sevdiğim zat-ı muhteremlerden biri, haklıymış, şiir de şiirmiş hani…

aşktan meşkten çark ediyorum gayrı... eski usul evliliklere rağbet etmeliyimdir belki, kimbilir, tanışma faslını atlayıp düğün günü birbirini gördüğün türden hani aileler aralarında anlaşır biz “he” deriz -annemle yakışıklı tanımımız taban tabana zıt ama n’apalım artık başa gelen çekilir- yahut ben gözüme kimi kestirirsem artık üçe beşe bakmayayım atayım nikahı!

ne zaman birbirini tanıma aşamasına geçilse ben bambaşka biri oluyorum hem de ilginçtir dürüstlük adına yapıyorum bunu, evvelce ‘kedi’ ‘tay’ ‘ceylan’ olmadı 'tavşan' ‘keçi’ ‘katır’ gibi orta halli hayvan familyasında anılırken bağlanma faslında ben adamın gözünde oluyorum bir sümüklü böcek, salyalar akıta akıta bulduğuma yapışıyormuşum gibi de bir hal alıyor münasebetler, oysa ben o sıralar kendimi bir çınar yaprağı sayıyorum güya adama el uzatıyorum filan…

hadi gerisi neyse de en bozulduğum olay içgüdülerime göre hareket ediyor olmam, kaçanı it ayağı yemişçesine kovalayasımdan ölüp bitiyorum yahu, hatun kısmısı ağır olur öyle peşe düşüp koşmaz diyorlar da dinleyen kim, içimden dürtüp duruyor aptal bir his, koyveriyorum, bu salım yeni doğmuş buzağılar gibi yürüyemeden zıplayıp hoplayıp kalıyor olduğu yerde haspam…

yok bir daha düşündüm de ben iflah olmam, yine tanımak için yakarım başımı, içimin fokurtusunda düşlerimi rafadan kıvama getirip kurda kuşa yediririm ve fakat şu surette “beni tanısa sever” lafını dilime dolamam, hiç yoktan şuursuzluğumun farkına vardım onca seneden sonra, fena mı?!